Açık Pencere

Bir Fincan Kırmızı Lütfen

21 Şubat 2024

Öykü: Bir Fincan Kırmızı Lütfen | Yazan: Şen Sevgi Erişen

“Canım, bi’ tanem, görüşmeyeli bir haftanın içinde neler oldu bilsen?”

“Seni de hiç boş bırakmaya gelmiyor kuzucuğum. Ne gülüyorsun, gül hadi gül de rahatla, senin sinirlerin…”

“Ay, ay durduramıyorum kendimi.”

“Ah yavrucuğum, akıllı kadındın, ne oldu sana böyle? Şaka şaka. Hadi istediğin gibi gül, krizin geçince…”

“Ay! Biraz kendime geldim ama bak canım böyle şeyler telefonda konuşulmaz sen bize bir kahveye gel en iyisi.”

“Hay Allah, merak ettim, tüh! Yapılacak işlerim de var. Şebnem de evde, bugün okula gitmedi.”

Zuhal, gülmekten yorulmuştu, güçlükle konuşarak “Kayınvalidene bırak işleri, o yapar, hamarat kadındır, beni de sever. Sen Şebnem’i al da gel, ona bir sürprizim var” dedi.
 

* * *

 
Hande kapı açılınca bir şeyler arar gibi evin içine hızlıca dalarken Zuhal “Hoş geldiniz şirinler. Şebnemciğim gel seni de bir güzel öpeyim” diye çocuğu kucakladı.

Her şey çok olağan göründü Hande’nin gözüne, ayağının etrafında uçuşan balonları görene kadar.

“Şebnemciğim bu kırmızı balonları sana almış Zuhal teyzen. Şu kırmızının güzelliğine bak!” dedi. Zuhal’e göz kırparak sonra da “Konuşmamız bitsin beraber oynayalım olur mu?” dedi.

Zuhal onayladı onu “Harika olur” diyerek.

Küçük çocuk balonları alıp içeriye gittikten sonra mutfağa geçip mümkün olduğunca kısık bir sesle konuşmaya başladılar aralarında.

“Kahvelerimiz hazır işte.”

“Ellerine sağlık hayatım.”

“Afiyet olsun, oh çok şükür!”

“Sen hep şükredersin. Ah canım ya! Çok düşüncelisin. Anlat neler oldu?”

“Senin haberin yok, ben geçen hafta bir arkadaşımdan telefon aldım. Hoş beşten sonra daha önce kısa bir ilişki yaşayıp ters yüz olmuş bir halde evime döndüğüm -kızcağız bilmiyordu ama- erkek arkadaşımın bana çok yakın deniz kasabasında olduğunu söyledi laf arasında. Babasının hastalandığından annesinin vefat ettiğinden falan da bahsetti. Telefonu kapatınca çocuğu aramak istedim. Uzun süredir yalnızım biliyorsun.

Hande gözlerini süzdüre süzdüre hafif bir gülümsemeyle “Biliyorum canım, neredeyse bana saldıracaksın diye korkuyorum, hah hah ha!” diyerek yılışık bir samimiyetle tam kahkaha atarken Zuhal’in yüzü ciddileşince fincan gibi açılmış gözleriyle “Ne var yani?” der gibi bir edayla kahvesinden bir yudum aldı.

“Zorlanıyorum Hande, öyle deme ama bak güceniyorum.”

“Ah, canım benimkisi eşek şakası, affedersin. Haklısın, sen devam et. Halin hal değil, belli etmemeye çalışıyorsun ama yalnız olmanın zorluğu bu işte. Ama sana acımıyorum! Söylememe gerek yok senin tercihin bu biliyorsun zaten.”

“4 yıl önce bir iki günlük bir beraberliğimiz olmuştu oldukça diriydi o zaman, onu hatırladım. Neyse işte, iyi niyetli biri ama… Aması var işte sadece biraz hoşça vakit geçirmekti amacım. Bildiğim kadarıyla o da benim gibi yalnız yaşıyordu. Aradım, konuştuk. Beni davet etti. Ben kesin karar veremediğim için yuvarlak konuştum. Bir yandan da hayalimde onunlayım ama. Onun evini düşlüyorum, daha önce beni davet ettiği ve annesi olduğu için gidemediğim günü de hatırlıyorum. Ama artık annesi yok ve ev ona kalmış. Dubleks yazlık ev, bahçesi de vardır, çiçekleri, terası, hem benim oturduğum yere de yakın, gider geliriz birbirimize arada. Güzel olmaz mı?”

“Evet Zuhal, niye öyle dikmiş gözlerini bana bakıyorsun? A! Sen sorumu sordun, soruna cevap mı bekliyorsun! Hay Allah! Cevap veriyorum; güzel olur, hem de çok güzel! Hadi şimdi devam et lütfen.”

Sen, “Bu defa bulduğun adamın evi barkı, yazlığı falan olsun!” demiyor muydun?

“Diyordum, ama haksız mıyım, söyle Allah aşkına. Neyse konudan uzaklaşmayalım, evet seni dinliyorum.”

“Devam etmeden önce söyleyeyim; o benim adıma istediklerin hiçbiri işe yaramıyor ya da bana yaramadı!”

“Nasıl yaramadı yani?”

“Basbayağı yaramadı işte! Bakma bana öyle tuhaf tuhaf, tamam o zaman önce iyi şeylerden bahsedeyim. Düz, dümdüz ama olduğu gibi yapmacıksız bir adam. Nasıl anlatsam, kahve var da köpüğü yok yani. Son görüştüğümüz yıla göre daha az gergin. Arabası değişmiş, babasından kalan arabaya terfi etmiş. Otobüs yanaştığında telefonunu evde unuttuğu için gelmeyecek ya da bekletecek diye boş yere heyecan yaşasam da hazır ve nazır beni karşılamaya elinde koca bir demet çiçek olmasa da özensizce hazırlanmış, tek bir gülle gelmiş. Oysa hayallerimde çok farklı bir çiçek vardı, neyse. Doğruca deniz kenarında balık yemeye götürmeler, hesabı ödetmemeler. Evde veranda, bahçe var, altta mutfak, üstte yatak odası. Oldukça dik yürüyor, yüzü biraz kurumuş, kilo vermiş sanırım, yaldızı dökülmüş kullanılabilir masa gibi, gözünü kısıp bakma bana öyle, çok sağlam olmasa da üzerinde bir şeyler yiyebilirsin yani. Bak nasıl da gülüyor! Dur dur daha bitmedi; hâlâ yanlarda ve arkada rüzgârda uçuşan biraz saçı var.”

Hande, önce vah vah der gibi küçümser bir tavırla bakıp ardından da hınzırca gülümserken “Canım dur, tüm güzellikleri birden üzerime boca etme, yavaş yavaş söyle lütfen!” dedi.

“Ben devam edeyim istersen. Kahvaltıları o hazırlamaca, evde ne varsa Allah ne verdiyse yani. Üç gece kaldım, her gün deniz kenarına yürüdük, etrafımızda sezon itibariyle de taciz eden, meraklı çok komşu olmasa da bizi gören, izleyen selamlaştığımız birkaç kişi var ama onlarda da bir merak, bir heyecan yok! Neyse, yatağını bana verdi o kanepede…”

Hande dayanamayıp araya girdi “Kanepede mi yattı?”

“İlk gece yanımda yattı ama ben erkenden uyumuş numarası yaptım o yüzden… Dur anlatacağım, yüzüme öyle garip garip bakmayı bırak da dinle lütfen!”

Hande bakışlarını düzeltip sordu: “Peki ama giderken istekliydin değil mi?”

“Çok, hem de çok!

“Onu görünce bütün isteğin tamamen kaçtı, öyle mi?”
“Yok kaçan bir şey yok ama kişi o değil! Nasıl desem, tabak çok vasat, hatta vasatın da altında ama yine de ona doğru yürüyorum. Öf anlatamıyorum!”

Hande, “Sakin, sakin, bir dakika, çok iyi anlatıyorsun bir tanem. Tabak çok vasat hatta vasatın altında ama yine de ona doğru yürüyorum… Ay ben değil, düzeltiyorum; sen yürüyorsun! Ve her şeye rağmen hâlâ isteklisin, öyle değil mi?” diye sorduktan sonra dudaklarını kemirmeye başladı ve ekledi: “Bu cümleler bana çok yakın geldi neden acaba?”

Zuhal bir an Hande’nin yüzüne bakıp duraladı. Hande’nin kafasını yukarı aşağı sallamasını izleyip anladın sen, anladın der gibi bakmasının ardından onun eliyle devam et anlamındaki hareketiyle konuşmaya başladı.

“Evet canım, isteğim tavan. O bunu anlamadı tabii. Çünkü parlak bir ışık yaymaktan çekindim, fazlasıyla istekli bir o kadar da tereddütlüyüm ama ümidimi de kaybetmiyorum. Belli mi olur belki bir kıvılcım yeter, hazırım bak misali bir şarkı söyleriz beraber. Zor ama! Ah! Beni çözebilse ama yok! O muhtemelen bir şeyler olmuş bu kıza, üstüne gitmemeliyim kafasında. Halbuki boyutlar arası geçişteyiz, frekanslar çok farklı! Birimiz diğerinin boyutuna sıçrasa kavuşum olacak ama biz kopuşa doğru gidiyoruz! Yine de Allah razı olsun iyi davrandı. Son gecemiz, ben yine yukarıda yatıyorum o da aşağıda televizyon seyrediyor. İçki içmeyi teklif etmişti ama yok onu da yapamam, o kadar yani. Denemişimdir mutlu bir anımda değilsem içkinin bir yudumu bile beni çarpar ya kusar ya da saçma sapan bir saatte uyuklarım. Son ana kadar belki olur diye düşündüğüm için bu iki seçeneğe de izin vermedim. Bunlar aramızda ateşli bir kavuşum ihtimâline zarar verirdi, düşünsene son gece üstelik de sevişme olasılığımızın yüzde oranı giderek düşmekteyken nasıl bu riski göze alabilirdim!” dedi.

“Şebnemciğim, ne oldu balonun mu söndü, üzülme getir ben onu şişireyim. Hah şöyle, bak gördün mü eskisinden daha iyi oldu.”

Çocuk içeriye gider gitmez konuşmasına aynı hararetle devam etti Zuhal.

“Bu evin daha önce gördüğüm evden farklı bir enerjisi olduğunu düşünmüştüm ama hayır, ressam olan annesi evin rengine alev kırmızısından hiç katmamış ne yazık ki.”

Hande “Dur, dur bi’ dakika” dedi ve başını hafifçe yukarıya kaldırırken gözlerini yumdu. Mola anlamına gelen bir hareket yapıp kendi kendine mırıldanırken Zuhal “Meditasyon yapacaksan içeriye geçebilirim” dedi. Hande birden gözlerini açıp “Yok be ne meditasyonu, bizim evin renklerini düşünmek için kapattım gözlerimi. Sanırım bizim evin de kırmızıya ihtiyacı var. Çünkü…” deyip küçük bir iç geçirdi ve cümlesini tamamlayıp tamamlamamakta kısa bir tereddüt yaşadı. “Neyse sen boş ver şimdi beni, devam et lütfen kanka” dedi.

“Evet, devam ediyorum, evin rengi ne diye sorarsan, eşyalar, perdeler, duvardaki tablolar, sehpaların hepsi hep bir ağızdan donuk, gri, asker yeşili, siyah desem yok tam olarak siyah bile değil, siyaha benzemek isteyip de olamamış garip bir renkle bezeli tam olarak böyle olmasa da bana öyle geliyor” demesinin ardından Hande patladı; “Oysaki Osmanlı saraylarında yemek odalarındaki duvarları iştah açıcı renkte meyve, çiçek gravürleriyle donatılırmış. Yani atalarımız biliyorlarmış bu işi, iştah nasıl açılır ya da nasıl kapatılır. Şimdilerde feng şui* diye bir şey çıkardılar. Oysaki bizim geçmişimizde bu bilgilerin hepsi var, yalan mı söylüyorum. Feng şui’yi de biz bulduk demek ki, işlerine gelmeyeni saklıyorlar canım” diye söylenirken, Zuhal Hande’nin sözünü kesip “Dur Allah aşkına dalga geçme!” dedi.

Tam o sırada çocuk elinde yarı yarıya sönmüş balonuyla içeriye girip Zuhal teyzesinin kucağına bıraktı. Konuşma bölünmesin diye otomatik bir şekilde önce çocuğun yanağına bir öpücük yapıştırıp sonra da balonu şişirip eline tutuşturdu.

Sesini biraz kısarak anlatmaya devam etti; “İki gece erkenden uyumuş numarası yapmıştım ama artık son gecemiz, ben her ihtimale karşı diye yanıma aldığım dekolte geceliğimi ve iç çamaşırlarımı giydim kıvranıyorum. Bir filmin tekrarlanan sahneleri gibi onun yanına aşağıya iniyorum, sonra tekrar iniyorum, sonra tekrar… Aşağıya inerken duvardaki ölüler bana bakıyor, kireç kokusu duyuyorum, onun içtiği sigara kokusu genzimi yakıyor, kendimi bir boşluğa düşmüş hissediyorum. O ise televizyon izliyor. Baktım olacak gibi değil sonunda pes ettim, vazgeçtim bu sevdadan. Yangınımı söndürmezsem kendime engel olamayıp onun yanına ineceğimi fark edince de kendimi yatıştırmanın bir yolunu buldum.”

“Bak şimdi, sen her işi kendi kendine yaptıktan sonra o kadar yola neden gittin be tatlım!”

“Ben de hem güldüm hem de bunu düşündüm otobüste dönerken.”

“Ah canım getir getir, söndü mü yine balon. Hay Allah!”

“Yavaş yavaş sönüyor, sesi sedası da çıkmıyor farkındaysan.”

“Öyle vallahi, yavaş yavaş sönüyor!”
 

Şen Sevgi Erişen
16 Şubat 2024, Çanakkale

 

Açıklamalar:

*Feng Şui: “Rüzgar” ve “su” anlamına gelen, doğada var olan yaşam enerjisini, yaşanılan mekanlarda harekete geçirme yöntemlerini gösteren eski bir Çin öğretisidir.    ⇡⇡⇡
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

8 YORUMLAR

  • Yanıtla Belgin Tüfek 21 Şubat 2024 at 20:59

    Sonuna kadar merakla okudum ve çok güldüm.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 22 Şubat 2024 at 00:03

      Belgincim severek okumana ve gülmene çok memnun oldum geri bildirimin için de çok teşekkür ediyorum canım öpüyorum seni😘

  • Yanıtla Metin Çoban 22 Şubat 2024 at 09:04

    Umudu kaybetmemek lazım, bazen işler ters gider ya da umulmadık şeyler olur. Eski zamanlarda yaşananlar eski zamanda kalır.
    İnsan yeni ufuklara yelken açmalı her zaman, bazen rüzgar hoyrattır, bazen dingin. Yelkeni kullanan ise alesta.
    Senin rüzgarın bol olsun sevgili Şen 🙏

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 22 Şubat 2024 at 18:45

      Rüzgar bazen ters taraftan esiyor … Hiç beklemediğin anda da fırtına çıkıyor…Yaşamın süprizleri bitmiyor…Sönen ışıkları da var elbette, tek düze değil hiç bir şey, en azından benim penceremden böyle görünüyor:))
      Sevgiler…

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 22 Şubat 2024 at 11:59

    Bir balonun sönmesi gibi sönümlenen ateşler, sıcak küller; hepsi insana dair. Dolaysız ve samimi bir hikaye okudum. Yüreğine sağlık sevgili Sevgi

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 22 Şubat 2024 at 18:54

      Biraz eğlenmek istedim, umarım sizi de eğlendirmişimdir🙏Aynı öyküyü bir de acıklı bir tarzda yazabilir miyim acaba, ya da daha analizci bir gözle detayları sergileyebilir miyim? Bir de erkeğin gözünden yazabilir miyim? Ne dersin Josef?
      Çok teşekkür ediyorum vakit ayırdığın için 🙏

  • Yanıtla Emine Öztürk 22 Şubat 2024 at 17:27

    Harikaydı.
    Şimdi şimdi heh evet simdi diyerek sona geldim.🙈🙉🙊
    ” Bir kıvılcım yeter hazırım bak…” 🤭 beni benden aldı.
    Kalemize sağlık Sevgili Sevgi.🧡

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 22 Şubat 2024 at 19:01

    Tek yönlü bir bakış açısıyla yazdığım bir öykü .Çoğu zaman yaşamlarımızda böyle yaşıyor ve yazıyoruz hikayelerimizi ..Karşı tarafı düşünerek yaşadığımızda bu kadar komik olmuyoruz, hikayeler de öyle olmuyor…
    Eğlenmeniz çok hoşuma gitti, teşekkürler Sevgili Emine🙋‍♀️☀️

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan