Açık Pencere

İlk Kitabım Çıktı | 11

9 Aralık 2022

Yazı: İlk Kitabım Çıktı | 11 | Yazan: Şen Sevgi Erişen

 

İndeks

İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 1
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 2
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 3
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 4
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 5
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 6
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 7
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 8
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 9
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 10
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 11
İlk Kitabım Çıktı | Bölüm 12

 

Yine Bana Hüsran Var

Şimdi bütün iş yayıneviyle yapacağımız dansa kalmıştı. Yayıneviyle anlaşma tamamıyla hukuki bir süreci başlattı, tabii ki benim açımdan böyleydi durum.

Yayınevinin yazarı ve benim kitabımın editörlüğünü yapacak kişi için sözleşmenin pek de bir önemi yoktu. Kendisi benimle bazı tecrübelerini paylaştı. Anlaşma yaptığı bazı yayınevleriyle bitmek bilmeyen, uzayıp bir türlü sonuca varılamayan davaları olduğundan bahsetti. Ona göre sözleşmeler önemli değildi. Benim görüştüğüm yayınevinin birçok benzeri içerisinde en güvenilir olduğuna inanıyordu.

Ben de yayınevi sahibini internetten araştırdım. Hakkında yazılanları okudum. Sonra da yayınevinin bağlı olduğu şirketi öğrendim onu da araştırdım. Bir sonraki adım olarak da yayıncılar birliğine üye olup olmadığına baktım. Bunun sebebi daha önce anlaşmak üzere olduğumuz bir yayıneviyle yaşadığım bir tecrübeydi. Anlaşmamız sırasında Kültür Bakanlığı’nın yayıncılara verdiği bir destek konusunda müracaat edeceklerini söylemişlerdi. Bu beni heyecanlandırmıştı. O zaman ödediğimiz paranın bir kısmını geri alabilecektik.

Ben de bakanlığın resmî sitesine girerek destek şartlarını araştırdım. Söz konusu olan yardım Yayıncılar Birliği’ne üye olmayan yayınevlerini kapsamıyormuş. Beni yardım alırız diye avutan o yayınevi ise Yayıncılar Birliği’ne üye değilmiş. Bu konuyu bana kendisi söyleyip şartnamelerinden habersiz olduğunu düşündüğüm genç girişimci yayıncımıza karşı duyduğum güven böylece yerle bir oldu. Bir kez daha hayallerim yıkılmış, temiz saf duygularım parçalanmıştı. (Eski Türk filmlerine benzeyen bir tirat oldu.)

Abartısız söylemem gerekirse bir kez daha gerçekler yüzüme çarpmıştı; sarsılmıştım. Kendime gelmem bir süre aldı normal olarak. Bu tecrübemden dolayı Türk Yayıncılar Birliği’ne üyeliği önemsiyordum. Ama ne yazık ki son görüştüğüm yayınevi de yayıncılar birliğine üye değildi. Bu benim hızımı yavaşlattı. Yayınevinin benimle görüştürdüğü editörü bu üyeliğin pek bir önemi olmadığını söyledi. Bu onun şahsi fikriydi tabii ki. Ben de ”Ne kaldı geriye önemli olan?” diye sormadan edemedim kendime. Bir “duraksama dönemine” daha girmiş oldum böylece.

Tam o günlerde kızım bana geldi.

Keskin ve hiçbir mimik taşımayan bir ifadeyle bana birkaç soru sordu. İlk sorusu “Anneciğim, bir medyacı bulmayı düşünmüyor musun? İkinci sorusu “Bir yayıneviyle anlaşmayı düşünmüyor musun?” oldu.

Her ikisine de karar veremediğimi biraz dertlenerek itiraf ettim. Onun cevabı kesin ve çok netti. “Mükemmeli mi arıyorsun? Bilmelisin ki mükemmeli aramakla hiçbir şey yapmamayı seçmek aynı şeydir. Ya da başka bir deyişle mükemmeli aramak bir şey yapmamanın diğer bir yoludur” dedi.

Bu konuşmanın arkasından bir şekilde “anlaşma yaparak” yoluma devam etmeye karar verdim. Görüşmelerimi yayınevi sahibiyle değil de editörle sürdürdüm. Dosyamı gönderdim. Bu arada her okuduğumda bazı değişiklikler yapıyordum. Bir cümleyi değiştirmekle bitmiyordu onunla bağlantılı bazı bölümlerin de değişmesi gerekiyordu.

Bu arada romanımı yazarken bana rehberlik eden usta editörümle irtibatımız yarı yarıya kesilmişti. Kendi başıma kalmıştım. Yayınevinin editörüne güvendim ve teslim oldum. O da uzun bir aradan sonra benimle görüntülü bir bağlantı yaparak bazı düzenlemeleri yapmamı istedi.

Bu bağlantı gününü büyük bir merakla beklemiştim. Fakat beklediğim gibi sakin, düşüncelerimi paylaşabileceğim bir ortam olmadı. Editörün acelesi var gibiydi. İki kişiydiler. Allah’tan ikinci kişi yardımıyla konuşmalarımız biraz yavaşladı ve anlaşılır oldu.

Bu toplantıda hızla işini yapan editörün “çok profesyonel” olduğuna karar vermiştim. Bu da kendisine olan güvenimi artırmıştı. Daha sonra bana daha fazla zaman ayırmak istemediğini ve bu yüzden bu kadar hızlı hareket ettiğini anladım. Sanırım bu da profesyonelliğinin bir sonucuydu. Keşke daha az profesyonel olup daha çok zaman ayırabilseydi. (İkinci kitabımda buna da çok dikkat edeceğim.)

Bundan da daha kötü bir olayı kitap çıktıktan 4-5 ay sonra öğrendim. Bir kitap yayınlanmadan önce “son okuma” yapılıyormuş, bunu da bilmiyordum. Benim kitabımın “son okuması” yapılmamış. Bir konuşmamızda son okumayı yapan kişinin (ilk defa adını duyduğum biriydi) adını telaffuz etmişti editör. O kişiyle bir akşam yemeğinde tanıştık. Bana bütün samimiyetiyle “Ben editörünüze güvendim, son okumayı yapmadım” dedi. O an kendimi ne kadar kötü hissettim anlatamam.

Son okumadan sonra bir kez de bana gönderiliyormuş. Onu da hatırlamıyorum. En son bana geldiğinde bazı düzeltmeleri not almıştım. Editörümü aramış konuşmak istemiştim. O da “Gerek yok Şen Hanım, ben onları hallederim“ demişti.

İşte böyle darbeler üst üste geliyor, bitmek bilmiyordu. Masadakilerin birçoğunu tanımıyordum. Eğlenmeye gelmişlerdi. Ama benim eğlenecek hâlim kalmamıştı. “Demek bu işler böyle oluyor” dedim kendi kendime ve masadan mümkün olduğunca çabuk kalktım.

Bu süreçte kitapta bazı bölümlerin italik yazılmasının, okuyucuyu rahatlatacak düzenlemelerin yapılmasının, bir paragrafın bütünlüğünün bozulmaması için farklı sayfalara bölünmeden yeni bir sayfaya yerleştirilmesinin, imla hatalarının düzeltilmesinin, gereksiz kelimelerin atılmasının ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Bunların büyük bir kısmı yayınevi editörünün sorumluluğundaydı. Fakat herkesin görev ve sorumluluk anlayışı aynı değildi.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Mehmet Gökcük 11 Aralık 2022 at 14:27

    Sırf bu yaşananlar bile kendi başına bir roman oluyor işte. Yazılmamış, çoğu nadide yazarın içinde saklı, yaralayıcı ama kimsenin de umurunda olmayan durumlar.
     
    Şu düşüncenize çok çok katılıyorum; profesyonel olmasın ama yüreğini katsın, hak edilen zamanı ayırsın. Her şeyden önce, her yazar ilgiyi hak eder ve ayrıca sonuçta basılacak bir ürün bu, hataya yer yok. Ben editörden yeterli ilgiyi görmüş olsam da birçok farklı sorun yaşadım.
     
    İlk kitabımı Yenibosna İnkılap Kitabevi matbaasından teslim almaya gittiğimizde, oranın emektarlarından bir beyefendi paketi açıp bir tane kitabımı bana sundu; “Buyurun Yazar Bey” diyerek. Çok başka bir histi o. Fakat daha ilk kontrol ettiğim anda bir hata fark etmiştim. Büyük değil ama detaylara fazla önem verenlerin hiç hoşuna gitmeyecek bir hataydı. Hem yayınevi sorumlusu hem o emektar ağabey, dilersem tüm baskıların imhasını ve yenilenmesini talep edebileceğimi söylediler. Kafamı yanlara salladım ve “Nazarlık olsun” dedim. Onca yıllık tecrübelerini anlatan yayıncı ve basımcılar böyle bir hatayı kendilerine yakıştıramamışlardı ama hayatta en sevmediği şey ziyan etmek olan ben, o hâlde kabul ettim kitabı. Editörle defalarca kafeterya buluşmaları yapmış, çok emek vermiştik. O anlar aklıma gelince es geçtim yani bu hatayı.
     
    Şen Hanım yine, yine de elinizde sizden, bizden sonra da yaşayacak olan eseriniz var. Ve bütün bu sorunları aşıp o sahifelere kavuştuğunuz için kendinizle gurur duyun.
     
    Yolunuz açık olsun 🙂

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 14 Aralık 2022 at 14:07

    Beni çok iyi anladığınızdan hiç şüphem yok. Bir evladınızı teslim edince o kuruma güven duymak istiyorsunuz. Fakat işin içinde bir sürü işler var. İnkılap yayınevini biliyorum fakat onlara ulaşamamıştım. Kısmet işte, bu kitabın yolu da böyle gidecekmiş. Ben hikâyeme güveniyorum. Yola devam edeceğim için bunların bir süre sonra bir önemi kalmayacak, biliyorum. Önemli olan üretmeye devam etmemiz.
     
    İlginiz, yorumunuz en büyük desteğim oldu, çok teşekkürler.
     
    Sevgiler 🙏

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan