Roman

5 | Boynuz Tarlası

14 Mayıs 2022

Öykü: Boynuz Tarlası | Yazan: Didem Çelebi Özkan

 

İndeks

Arım, Balım, Peteğim | Bölüm 1
Yok Olmak İstiyorum | Bölüm 2
Benzer Hikâyelerin Karşı Tarafları | Bölüm 3
Sevgililer Günü | Bölüm 4
Boynuz Tarlası | Bölüm 5
Fazla Yakışıklı | Bölüm 6
Hayatımın Hatasını Yapıyormuşum | Bölüm 7

 

16 Şubat 2022, Çarşamba

 
Masasının üzerinden telefon, AirPods ve ajandasını alıp yumuşak deriden büyükçe omuz çantasının içine attı. Geleneksel çarşamba buluşmaları, diğerleri için olduğu gibi, İdil için de heyecanla beklenen gecelerden biri olmakla birlikte bugünkü duyguları heyecandan çok endişeye yakındı.

Esra hariç hiçbirinin telefonunu hafta boyunca açmayan Meltem’i geçen haftaki kızlar gecesinden bu yana görmemişti. Geceye katılacağını avukat kontenjanından iletişimde kalabilen Esra’ya söylediğinden arkadaşının nasıl olduğunu sonunda kendi gözleriyle görebilecekti.

Meltem’in çektiği acıyı hafifletebilmek için hiçbir şey yapamıyor olmaktan nefret ediyor, görüştükleri zaman onu nasıl teselli edebileceğini bilemiyordu. Ne denirdi ki böyle bir durumda? Boşan ya da boşanma diye akıl vermek, yakın arkadaş da olsa dışarıdan birinin haddine miydi?

Ya bu “Ben de Ediz’i aldatacağım” durumu ne olacaktı?

Arkadaşını çok iyi tanıyordu; bu tarz bir ilişki ilk anda intikam duygusunu tatmin etse, Ediz’in yerlerde sürüklediği kadınlığını ayağa kaldırsa da sonrasında Meltem’i çok daha derinden yaralayacaktı. Yıllarca duygusal açlık çekmiş kadınların, empati yüklü iki cümle, iki iltifat ile nasıl hiç tanımadıkları adamların sözlerine teslim olduklarına pek çok kez şahit olmuştu. İstediklerini elde eden o dinleyen, anlayan, iltifat eden adamlar, birkaç tutkulu gecenin ardından ortadan kaybolduklarında ise kadınlar kendilerini çok daha cerahatli bir yarayla baş başa buluyorlardı.

Fırtınayı kasırgaya çevirecek bu hamleden arkadaşını nasıl koruyacağını tahayyül edemiyor, endişelenmekten başka bir şey gelmiyordu elinden. Üstüne üstlük Meltem bir kere bir şeye karar verdi mi, dünyanın en aptalca hükmü de olsa kararından asla geri dönmez, kimseyi de dinlemezdi. Kendinden başka kimseyi… Sağ duyusunun devreye girip kendine bunu yapmamasını ümit etmekten başka yol yoktu. Fakat eğer kasırgaya savuracaksa da kendisini, İdil limandaki deniz feneri olacaktı. Kendisine sığınmak istediğinde ona yolu gösterecek ışığı devamlı yanık tutacak; fırtına, kasırga, hangisinden çıkarsa çıksın bu sırada aldığı yaraları birlikte saracaklar, bu günleri de beraber atlatacaklardı.

Zihninde en kötü senaryoyla da yüzleştikten sonra birkaç saniyedir tutmakta olduğu nefesini bıraktı İdil. Evet yapabileceği tek şey buydu; her koşulda arkadaşının yanında duracaktı.

Hızlıca ofisini toparlamayı bitirdi, iş arkadaşlarıyla vedalaşıp yayınevinden çıktı.
 

* * *

 

Binadan dışarı attığı ilk adımda Doruk Çebi ile burun buruna geldi.

“İdil Hanım” derken başıyla da hafifçe selamlamıştı Doruk.

İdil de hafif bir gülümsemenin eşlik ettiği “Doruk Bey” ile karşılık verdi.

“Çıkıyor muydunuz?” diye sordu Doruk ilgiyle.

“Evet. Siz de bize mi geliyordunuz?”

“Yo yo. Beymen Brasserie’de arkadaşlarımla buluşacaktım, oraya gidiyordum.”

“Aaaa, ne hoş bir tesadüf, ben de kızlarla orada buluşacağım.”

“O zaman izin verin, yolda size eşlik edeyim.”

“Çok mutlu olurum” diyen İdil tuhaf sessizliklerin dört beş dakikalık yolu mahvetmemesi için ilk adımlardan hemen sonra, “Yarın grafikerimizle kitap kapağınızın tasarımı üzerine görüşeceğim. Aklınızda bir konsept var mı?” diye sordu.

“Sizin en iyi alternatiflerle geleceğinize eminim, ben bir yönlendirmede bulunmayayım” dedikten sonra adımlarını durdurup İdil’e doğru döndü; “Demet Hanım ilk görüşmemizde, kendisinin fırsat bulup kitabımı henüz okuyamadığını fakat en güvendiği editörünün okuduğunu ve çok sevdiğini söylemişti. O editör siz miydiniz?” diye sordu.

Evet kendisiydi. ‘Böylesine yakışıklı olduğunu bilseydim sürecin bu kadar uzamaması için Demet Hanım’ın odasına kamp kurardım’ diye düşündü fakat “Evet, bendim” diye gülümseyerek cevap vermekle yetindi.

“O zaman çok teşekkür ediyorum desteğinize.”

“Hangi editör okusa inanın beğenirdi. Kurgu çok iyiydi; tarih, aşk, coğrafyanın güzelliği. Betimlemeler o kadar canlıydı ki okumaktan ziyade izler gibiydim.”

“Çok mutlu oldum bunları duyduğuma” dedikten sonra yeniden yürümeye başladı Doruk.

Yeni bir sessizlik anı olmaması için İdil devam etti:

“Biliyorum her yazara sorulur, mesleğin içinden biri olarak benim bunu dile getirmem ise abesle iştigal fakat sizinle böyle yan yana yürürken kendime engel olmam mümkün gözükmüyor.”

Doruk gülümseyerek “Sanırım neyi soracağınızı tahmin ediyorum” dedi.

“Tamam o zaman geliyor, hazır mısınız?”

“Hazırım, sorun” dedi içten gülümsemesini koruyarak Doruk.

“Kitapta neredeyse 150 yıl geriye giden bir tarih, bir ailenin soyağacı üzerinden anlatılıyor. Bahsi geçen aile de sizinkine çok benziyor” dedikten sonra meraklı bakışlarını, şimdi yanında daha yavaş adımlarla yürüyen adama çevirdi.

Doruk, “‘Kitaptaki ana karakter siz misiniz?’ diye soruyorsunuz sanırım” dedi.

“Siz misiniz peki?” diye sordu biraz utangaç bir tebessümle İdil.

Doruk, İdil’in sorusuna başka bir soruyla karşılık verdi: “Yazarlar bu soruya genelde nasıl yanıt veriyorlar peki?”

İdil bıkkın bir tonda “Sonuna kadar inkâr ederler. Daha kabul edenine rastlamadım” dedi.

Doruk oyuncu bir gülümsemeyle “O zaman ben de kuralı bozmayayım; ben ve ailem değiliz kitapta bahsi geçen” dedi.

İdil, bu sorunun genelde yazarların pek de hoşuna gitmediğini iyi bildiğinden daha fazla ısrar etmedi ve konuyu kitapta beğendiği bölümlere getirdi. Ne de olsa hiçbir yazar biraz övülmeye hayır demezdi.

Kısa bir süre sonra kırmızı brandalarıyla yıllardır Nişantaşı’nın simge köşelerinden biri hâline gelmiş olan Brasserie’ye varmışlardı bile.
 

* * *

 
İçeri girdikten ve mekanı birkaç saniye gözleriyle taradıktan sonra arkadaş gruplarının olduğu masayı buldular, birbirlerine hoş bir akşam dileyip ayrıldılar.

Meltem hariç herkes gelmişti. Esra, İdil yanlarına geldiğinde, arkadaşının yüzündeki endişeyi fark edip “Merak etme geliyor. Biraz önce konuştum, trafikteymiş” dediğinde İdil’in gerilen yüz kasları bir nebze olsun rahatladı.

Tam yerine oturmuştu ki Dilara muzip bir tonda “Birlikte içeri girdiğin adam şu geçen hafta bahsettiğin yazar değil miydi?” diye sordu.

İdil, “Yuhh! Ne hafıza. Üzerine bir de teleskopik gözler. Eminim senden başka fark eden olmamıştır” deyip Defne ve Esra’ya döndü soran gözlerle. Onların cevap vermesine fırsat vermeden Dilara devam etti; “Görmemişlerdi elbette. Fakat ben anında haber verdim ve bu açığı kapattık” dedi gülerek.

Esra “Dediğin kadar varmış, tam bir Viking1” diye fikrini belirtti.

“Bunca yıl nasıl bekar kalmış? Nerelerde saklanıyormuş?” diye devam ederken salonun diğer köşesindeki masasında, arkadaşlarıyla selamlaşma faslını bitirip yerine oturan Doruk’a sabitlemişti gözlerini.

“Öncelikle bekar değilmiş. Japon bir kadınla evliymiş ve Kyoto’da2 yaşıyorlarmış” diye açıkladı İdil.

“Şaka yapıyorsun? Kyoto ne alâka ya?” diye sordu Dilara. “Ve bekar değilmiş de ne demek? Hâlâ evli mi peki?”

“Yok değil” dedi gülerek İdil, “İki sene önce boşanmışlar. Doruk, İstanbul’a dönmüş ve şimdi bizim yayınlayacağımız kitabının üzerinde çalışmak için bir sene kendini eve kapatmış.”

Esra’nın merakı iyice uyanmıştı; “Nasıl tanışmışlar peki? Eski karısı Türkiye’ye tatile gelmiş, bizim yakışıklı da aşık olup peşinden Kyoto’ya mı gitmiş?” diye sordu.

İdil gözlerini devirerek, “Tanrım Esra, iyi ki yazar değilsin, yaratacılıktan bu kadar yoksun başka bir senaryo olmazdı herhalde” dedi.

“Hah, gerçek hayatta, romanlarda olan o olağanüstü karşılaşmalar vuku bulmuyor canım. Eee madem benim dediğim gibi gerçekleşmemiş hikâye, nasıl tanışmışlar öyleyse?”

“Lise yıllarında, Katana’ya3 olan merakı ile başlamış Doruk’un Japonya tutkusu. Katana, Samuraylar4 falan derken Japon kültürü üzerine bayağı araştırma yapmış. Sonunda üniversiteyi Türkiye’de değil de Japonya’da okuması konusunda ikna edebilmiş ailesini.”

“Vay be bizlerin Amerika’ya, Avrupa’ya eğitime gittiğimiz dönemde Uzak Doğu’yu tercih etmek oldukça orijinal bir fikirmiş” dedi Dilara.

“Değil mi ya? Ben de bu hikâyeyi ilk dinlediğimde bayağı etkilenmiştim.”

Doruk konusu açıldığından beri sessizliğini koruyan Defne; “Peki neden Tokyo5 değil de Kyoto?” diye sordu.

“Kyoto’nun Japonya’nın antik dönemlerini yansıtan bir şehir olduğunu, sanki geçmişe zaman yolculuğu yapmış gibi hissettirdiğinden bahsetmişti Doruk yayınevindeki ilk görüşmemizde. Açıkçası kendisi bu kadim kentten böyle tutkuyla bahsetmeden önce, burası, Kyoto Protokolü’ne6 ismini veren şehir olmaktan öte değildi benim için. Sonrasındaysa bu adamı bu kadar büyüleyen ve yıllarca orada yaşamasına neden olan nasıl bir yermiş diye merak edip Google’dan araştırdım elbette.”

Daha İdil, şehirden ilk bahsettiği anda telefonundan Kyoto aratması yapan Dilara fotoğraflar önüne listelendiğinde “Gerçekten de büyüleyici” deyip ekranı arkadaşlarına çevirdi.

İdil onlar fotoğraflara bakarken anlatmayı sürdürdü:

“1868’e kadar, tam 1000 yıl boyunca Kyoto başkentmiş, o tarihten sonra Tokyo olmuş. En büyük UNESCO Dünya Mirası koleksiyonlarından birine sahipmiş şehir.”

Dilara’nın telefonunu elinde tutan ve fotoğraflardan birini büyüterek incelemekte olan Esra, “Hiç şaşırmadım. Her yer tapınak ve bahçe. Yollar, evler desen 17. yüzyılda geçen bir film setini andırıyor, gerçek olamayacak kadar büyüleyici” dedi.

Romantik değil, daima gerçekçi hedeflerin peşinde koşan Defne “Ee Doruk ne yapmış burada? Şehir masalsı güzellikte anladık ama avarelik yapmaya gitmemiştir herhalde o kadar uzağa?” diye sordu.

İdil bildiği kadarıyla anlatmayı sürdürdü:

“Türkiye’de üniversite sınavına girmeden, lise biter bitmez Kyoto’ya gitmiş. İlk 2 yıl dil eğitimi almış. Bu sırada da asıl tutkusu olan Katana’yı öğrenebileceği bir dojo’ya7 kaydolmuş.”

Esra gülerek “Viking değil, Samuray çıktı bizim yakışıklı. Şaka gibi” dedi.

Defne ise “Gerçek hayatta işe yarayacak bir eğitim almış mı peki?” diye sordu.

“Almış evet. Japonya’nın en eski ikinci üniversitesi olan Kyoto Üniversitesi’nde8 Felsefe okumuş” derken gözleri parıldıyordu İdil’in.

“Aaa senin gibi felsefeci o da yani. İşler daha da ilginç bir hâl aldı bak şimdi. Sonunda hem yakışıklı hem de aynı dili konuşabileceğin bir adam. O zaman Viva la vida,9 hayatım” deyip kadehini kaldırdı Dilara.

Defne yanındaki buz kovasından şarabı alıp İdil’in bardağını da doldurduktan sonra hep birlikte kaldırdılar kadehlerini. Yıllardır vazgeçmedikleri mottoları aynı anda dudaklarından döküldü:

“Dum vita est, spes est.”10

 

* * *

 
Kısa bir süre sonra Meltem restoranın kapısından girdi. Dilara “Geldi” dediği anda hepsinin başları girişe döndü.

Siyah, kısa deri bir eteğin üzerinde siyah boğazlı kazak, ayaklarında siyah kürklü botlar, en üstte de bileklerine kadar uzanan siyah bir kaban vardı Meltem’in. Çorapsız bacakları bronz bir heykel kadar boş gözüküyordu.

“Tanrım o bacaklarla donmuyor mu?” derken arkadaşına hayretle bakmamaya çalışan Defne yüzüne diğerleri gibi bir gülümseme oturtup Meltem’in gelişine hazırladı kendini.

Meltem masaya ulaştığında hepsi ayağa kalkmıştı çoktan. Sarılma ve “Nasılsın?” faslının ardından Defne’nin yanında kendisine ayrılan sandalyeye oturdu. Defne bir şey denmesini beklemeden Meltem’in kadehini doldurdu. Meltem arkadaşına bakışlarıyla teşekkür edip büyükçe bir yudum aldıktan sonra; “İyiyim, daha da iyi olacağım” dedi.

Bir süre sonra bir hafta boyunca olan bitenleri anlatmaya başlamıştı.

“Çocuklara henüz söylemedim fakat bu durumu nasıl anlatmam gerektiğini öğrenmek için bir pedagog ile görüştüm.”

“Akıllıca” dedi Dilara ve devam etti “Peki babalarının evde olmayışını nasıl açıkladın?”

“Çok zor olmadı” dedi Meltem gözlerini devirerek. “Ediz ayın yarısında evde olmadığından, yurt dışında dedim. Onlar da sorgulamadı bile.”

“Pedagog ne diyor peki?” diye sordu Defne.

“Öncelikle, ‘Karşı tarafa ne kadar sinirli olursanız olun çocuklarla sakince konuşmalısınız’ dedi elbette. Duygusal patlamalar olmadan yani anlayacağınız.”

“Tek başına mı konuşmalıymışsın, Ediz ile birlikte mi?”

“Birlikte olmasını tavsiye etti. Böyle olduğunda çocuklar için kararın kesinliğini kabul etmek daha kolay oluyormuş. Öbür türlü diğer ebeveynin gelip durumu düzeltebileceğini düşünebiliyorlarmış. Ayrıca, kararı iki ebeveynin beraber açıklaması çocukların farklı açıklamalar duyarak kafasının karışmasını önlüyormuş.”11

“Ediz ne dedi bu duruma?”

“Beyefendi henüz boşanacağımız fikrini kabul etmekte zorlanıyor. Çocuklar için pedagoga gittiğimi, ikinci görüşmeye psikoloğun onu da çağırdığını söyledim.”

“Kabul etti mi peki beyefendi?” diye soran Dilara’ydı.

“Etti, evet. Randevuya da geldi. Psikolog, hem pedagog hem de aile terapisti olduğu için bu yönde birkaç soruyla başladı görüşmeye. Sanırım boşanma konusunda kararlı olup olmadığımızı öğrenmeye çalışıyordu.”

İdil “Neydi sorduğu sorular?” diye merakla söze girdi.

“Bu evliliği ne kurtarır, diye sordu. Ediz’in verdiği cevaplar karşısında ufak bir şoka girdi. Psikoloğu bile öfkelendirmeyi başardı anlayacağınız.”

Hepsi gözlerini kırpmadan dinlediğinden Meltem devam etti:

“Çocuklar için gittiğim ilk görüşmede neden bu kararı aldığımı anlatmıştım; son olayı ve tüm diğer mutsuzluklarımı. Ediz Bey ise tüm bunlar olmamış, kendisi sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi benim yapmamı beklediği şeyler üzerine taleplerini sıraladı. Yok efendim, yemek yapmıyormuşum, evlendiğimizden beri acaba bir kere bir gömleğini ütülemiş miymişim?”

Sinirle gözleri kocaman açılmış olan Esra “Şaka yapıyorsun, değil mi?” diye sordu.

“Yok yapmıyorum, ben bunları yaparsam evliliğimiz kurtulurmuş. Evdeki yatılı yardımcımız yerine bunları benim yapmamı istiyormuş. Bu onu mutlu edermiş.”

Dilara “Yuh!” diye patladı. Sonra kendini sakinleştirip “Psikolog ne dedi?” diye sordu.

Meltem oyuncu bir gülümsemeyle cevapladı arkadaşının sorusunu:

“Efsaneydi kadının tepkisi. ‘Ben size ‘Evliliğinizi ne kurtarır?’ diye soruyorum, siz bana hizmetçi tarifi yapıyorsunuz’ dedi. O an Ediz’in yüzünü görmeliydiniz.”

Masadan “vaaooovv” nidaları yükseldi. Hepsinin keyfi yerine gelmişti psikoloğun verdiği cevap ile.

Meltem devam etti; “Öküz ya, kariyerimi bitirdiği yetmiyormuş gibi, evde beni toz beziyle görmekmiş hayâli. Yeter ki ezsin, aşağılasın. Köpek! Neyse sonra bana döndü psikolog ve ‘Size göre bu evliliği ne kurtarır?’ diye sordu.”

Defne hızlıca “Sen ne cevap verdin peki?” dediğinde masadaki her bir kadın Meltem’in dudaklarından dökülecek cevap için dikkat kesilmişti.

“‘Hiçbir şey kurtaramaz’ deyip şöyle devam ettim; ‘Ben buraya evliliğimi kurtarmak için değil, medenice boşanabilmek ve çocukları en az zararla bu süreçten geçirebilmek için geldim.’ Cümlemi bitirdiğimde Ediz öfkeyle oturduğu koltuktan kalktı ve ‘Benim boşanmak için birine ihtiyacım yok. Onu kendi başıma da yapabilirim’ dedi. Seansı terk edeceğini anlayan psikolog ‘Elbette kendi başınıza da boşanabilirsiniz fakat bu işi, kırıp dökmeden yapmak için birilerine ihtiyacınız olduğu ortada’ dedi.”

Meltem şarabından yeni bir yudum alırken Dilara; “Kadına para versen ‘Bunları, bunları söyle’ diye ancak bu kadar olurdu” dedi.

Defne “Eee psikolog böyle söyleyince geri oturdu mu peki Ediz?” diye sordu.

“Sence? Elbette oturmadı. Kadına aşağılayıcı bakışlarından birini fırlatıp tek kelime etmeden odadan çıktı.”

“Tam Ediz’den beklenecek hareket” dedi İdil. Konuşurken, yorum yaparken tedirgin oluyor, bu konuda nasıl davranması gerektiğine hâlâ karar veremiyordu. Ne arkadaşını daha fazla ateşlemek ne de pasifize etmek istiyor, dinleyici konumunda kalmaya gayret ediyordu. Gene de bazı anlarda Ediz’e olan hiddeti kelimelere dökülebiliyordu. Ani çıkışından rahatsız olunca konuyu başka bir yöne çevirerek “Eliz12 Hanım’la konuştun mu? Durumu biliyor mu?” diye sordu.

Kayınvalidesinin ismini her duyduğunda aklına, soyadını vermekle yetinmeyip ismini de oğullarına kopyalayan Amerikalı adamlar geliyordu Meltem’in. İsmin başına bir “junior”13 ekliyorlardı oluyordu bitiyordu. Kayınvalidesi de adında bir harfi değiştirerek kopyalamıştı işte kendisini.

Daldığı düşüncelerden sıyrılıp “Evet konuştum Eliz ile” dedi.

Her biri “Eee?” der gibi bakınca devam etti.

“Ediz’in beni yıllardır nasıl aldattığını tüm iğrenç detayları ile anlattım. Oğlunu savunmak için ne kılıf bulacak diye beklerken şaşırttı beni ve ‘Haklısın kızım; her şey paylaşılır da koca paylaşılmaz’ dedi.”

“Vay vay vay! Kafasına taş mı düşmüş Eliz Sultan’ın?” diye araya girdi Dilara.

“Acele etme” diye cevapladı Meltem. “Oğlunun sadakatsiz bir domuz olması nedenmiş biliyor musunuz?” dedikten sonra bir an durup öyle sürdürdü konuşmasını:

“Çok erken evlenmişiz! Karakterinin bozukluğu değil de erken evlenmesi sebep yani aldatmalarına. Erken dediği de beyefendi 28, ben de 26 yaşındaydım evlendiğimizde. Sanki 18 yaşında evlendik. Ya da ben evliliğe zorladım Ediz Bey’i. Oğlu ve kendisi parmağıma yüzüğü takana kadar 40 takla atmışlardı. Ne çabuk unuttuldu o günler.”

İdil duydukları karşısında suskunluğunu bir kez daha bozdu:

“Yazlıktan arkadaşlarım Meriç ve İlker’in hatırlarsınız; hani evlendikten sonra Avusturalya’ya yerleşenler. Onlar liseden beri birlikteydiler, üniversite biter bitmez 22 yaşında evlendiler. Oldukça mutlu bir evlilikleri var. Böyle birçok tanıdığım daha var. Eliz Hanım’ın teorisine hiç katılmıyorum” dedi.

“Yaa İdil, bırak. Elbette saçmalıyor. Geç evliliğin doğru olduğu tezini son bir iki yıldır temcit pilavı14 gibi dinliyorum ondan. Nedeni de basit…” diye devam edecekken konuşmaya Meltem, Dilara araya girdi: “Kendi kızı 35 yaşında evlendi de ondan.”

“Aynen öyle. Senelerce ‘Bu kız evlenemedi’ diye dövünen kendisi değilmiş gibi şimdi geç evliliğin bir numaralı savunucusu oldu.”

İdil “Geç de evlenmek normal, erken de. Anlamıyorum neden illa biri doğru, diğeri yanlış olmak zorunda. Evlilikteki tek kriter yaş mı? Bir evliliği yürütebilmek için birçok unsuru karşılamak gerekiyor” diye fikrini belirttikten sonra mahcupça ekledi: “Gerçi aranızdaki tek bekar benim ama var işte benim de kendimce düşüncelerim, gözlemlerim.”

Dilara, “Hepimizin evliliğini, boşanmasını ıncığına cıncığına kadar bizimle birlikte yaşadın. Bence bunca gözlemle otorite bile sayılabilirsin konuda” dedikten sonra Meltem’e dönüp muzip muzip “Ayrıca masadaki en erken evlenen de sen değilsin Meltemcim” dedi.

24 yaşında evlenen Defne, Dilara’nın kendisine takıldığını duyunca “Herhalde erken evlenip de mutlu olanlar kategorisine sokmuyorsun beni, öyle değil mi?” dedi gözlerini devirerek.

Dilara kahkaha atıp “Kuzum senin evliliğinde mutluluğun m’sinin olmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Adama vermemeye devam et sen, yakında senin de alnın boynuz tarlasına döner” dedikten sonra Defne’ye sokuşturduğu laflardan ziyade Meltem’i üzmüş olabileceğini düşünerek sözü biter bitmez ağzından çıkanlardan pişman olmuşçasına Meltem’e döndü “Pardon güzelim ya, Defne’yi kızdırayım derken…”

Dilara’nın lafını tamamlamasına fırsat vermeden Meltem söze girdi:

“Yanlış bir şey söylemedin ki. Adam gerçekten de boynuz tarlası açtı alnımda. Bir gerçeği dile getirdin diye kızacak hâlim yok herhalde sana.”

Defne kinayeli bir tonda “Benim duygularımı da kâale aldığın için teşekkür ederim Dilaracığım” dedi.

“Yaa bırak, sanki Özgür’e karşı bir duygun varmış gibi. ‘Bana dokunmasın da kimle ne halt istiyorsa yapsın’ demiyor musun kızım sen adam için?”

Defne omzunu silkerek “Doğru ama gene de boynuz tarlası falan…” dediğinde aynı kelimeyi bir kez daha tekrarladığı için arkadaşlarının gözlerinden çıkan alevleri fark ederek sustu.

Kısa bir sessizliğin ardından uzun süredir dinleme modunda olan Esra “Ebru konusunda ne yaptın?” diye sordu.

“Ebru kimdi ya?!” diye yüzünü buruşturarak sordu Dilara.

“Ediz’in Ukrayna’ya çapkınlığa birlikte gittiği Çınar’ın eşi” diye açıkladı Defne.

“Eee ne yapılacaktı ki onunla ilgili?”

Meltem cevapladı Dilara’nın sorusunu:

“Ebru’ya her şeyi anlatmam gerektiğini düşünüyordum. Sonuçta burada tek aldatılan ben değilim. Bilmek onun da hakkı değil mi?”

“Hımmm tehlikeli sular” dedi Dilara.

Meltem “Karar vermeme gerek kalmadı zaten” deyince Esra “N’oldu ki?” diye sordu.

“Sanırım Ediz, Çınar’ı uyarmış. Çınar da artık nasıl bir hikâye anlattıysa Ebru telefonumu engellemiş, bütün sosyal medya hesaplarından da silmiş beni.”

“Oha!” nidası Dilara’dan gelmişti. “Salak, önce bir dinleseymiş seni.”

“Yapacak bir şey yok. Çınar’ın nasıl bir masal anlattığını bilmiyorum ama kadın benimle konuşmak istemiyor. Daha fazla zorlamayacağım. Bir de bununla uğraşamam. Başımda yeterince dert var.”

İdil “Haklısın kuzum. Bir gün tüm gerçekler, üstü ne kadar örtülmeye çalışılırsa çalışılsın ortaya çıkar. O zaman senden özür dileyeceğine eminim” dedi.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Didem Çelebi Özkan

 
 

Notlar & Açıklamalar

  1. Vikingler ya da Norslar: İskandinavyalı korsan ve tüccar kavimlerdir. Aslında “Viking” veya “Nors” bir millet adı değildir; Danlara, Norveçlilere, İsveçlilere ve diğer İskandinavlara (Kuzey Cermenleri) kim olduklarına bakmaksızın verilen isimdir. Bu adlandırma Eski Norsçadaki Vikingr (yağmacı) sözcüğünden gelir ve Viking Çağı boyunca tüm Kuzey Cermenleri bu adla anılmıştır.
     
    Vikingler ömürlerinin büyük bir kısmını denizlerde geçirmiş olan savaşçı bir halktır. 8 – 11. yüzyıllar arasında kuzeybatı Avrupa’da birçok yeri fethetmişlerdir. Viking akınları ile birlikte birçok manastır yok olmuştur. Olaya tanıklık eden ve hayatta kalarak Avrupa’nın çeşitli bölgelerine dağılan keşişlerin dramatik ve trajik anlatımları, yüzyıllarca sürecek bir Viking korkusu ve düşmanlığı yaratmıştır. Vikingleri kaba, ilkel, medeniyetten uzak bir kavim olarak betimlemişlerdir.

    Bu anlatımların etkisiyle, Avrupalıların Viking kültürüne uzun süre kayıtsız kaldıkları anlaşılmaktadır. Göçebe ve savaşçı bir kavim olan Vikinglerin yazılı geleneği olmayışı, kültür izlerinin sürülmesini güçleştirmektedir. Yazılı kaynakların zayıflığına ve Batılı kaynaklardaki olumsuz Viking imajına karşılık, arkeolojik veriler, incelikli bir Viking maddi kültürünün varlığına işaret etmektedir.

    Kaynak: Vikipedi    ⇡⇡⇡

  2. ***
  3. Kyoto: (Japonca: 京都市 Kyōto-shi; “başkent başkenti” ya da “başkentlerin başkenti”), Japonya’nın Kyoto prefektörlüğünün merkezi ve en büyük şehridir. 794-1868 yılları arasında ülkenin başkenti olup “bin yıllık başkent” olarak anılmaktadır. Kyoto; Osaka ve Kobe ile birlikte Keihanshin metropolitan alanını oluşturur. Ayrıca Kyoto protokolü de ismini bu şehirden almaktadır. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  4. ***
  5. Katana: Kavisli, tek ağızlı, iki elle tutulabilecek kadar uzun saplı bir Japon kılıcı. Japon samurayı tarafından kullanılan, geleneksel tek-yönlü, kıvrık kılıç çeşididir.
     
    Japonya’da katana için kullanılan resmi terim uchigatana (打刀) olup, katana (刀) terimi genellikle dünyadaki tüm tek ağızlı kılıçları ifade eder.
     
    Kaynak: Vikipedi    ⇡⇡⇡
  6. ***
  7. Samuray: Eski Japonya’da soylu asker sınıfı için kullanılan bir terimdi. Samuray, eski Japoncada “hizmet etmek” manasına gelen “saburau” kelimesinden türemiştir.
     
    Savaş, Japon kültüründe önemli bir yer teşkil eder. Ülkenin önemli klanları birbirleriyle pek çok kez karşı karşıya gelmiştir. Japon topraklarının sadece %20’sinin tarıma elverişli oluşu, toprak kavgasını doğurmuştur. Toprak savaşları da hem dinsel, hem de fiziksel gelişim ve mücadele yöntemlerini gerektirdiğinden, Samurayların gelişimi de bu olguya dayalıdır.

    Kaynak: Vikipedi    ⇡⇡⇡

  8. ***
  9. Tokyo: (Japonca: 東京; Tōkyō, “Doğunun Başkenti”) veya resmî adıyla Tokyo Metropolü (東京都; Tōkyō-to), Japonya’nın başkenti ve prefektörlüklerinden biridir. Dünya’nın en büyük kentidir. Honşu’nun orta kesiminde, Büyük Okyanus’un bir girintisi olan Tokyo Körfezi’nin kıyısında, Sumida Nehri’nin ağzında yer alır. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  10. ***
  11. Kyoto Protokolü: küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa karbon ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir.
     
    Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır. 1997’de imzalanan protokol, 2005’te yürürlüğe girebilmiştir. Çünkü, protokolün yürürlüğe girebilmesi için, onaylayan ülkelerin 1990’daki emisyonlarının (atmosfere saldıkları karbon miktarının) yeryüzündeki toplam emisyonun %55’ini bulması gerekmekteydi ve bu orana ancak 8 yılın sonunda Rusya’nın katılımıyla ulaşılabilmiştir.
     
    Kaynak: Vikipedi    ⇡⇡⇡
  12. ***
  13. Dojo: (Japonca: 道場 dōjō; “yolun yeri”) Aikido, judo, karate veya samuray gibi Japon dövüş sanatlarının eğitiminin yapıldığı yerdir. Japonya’da ise genellikle tüm spor eğitimlerinin yapıldığı yer anlamında kullanılır. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  14. ***
  15. Kyoto Üniversitesi: Japonya’daki öncü araştırma üniversitelerinden birisidir. Japonya’nın en eski 2. üniversitesidir. Aynı zamanda Asya kıtasındaki önde gelen üniversitelerden birisidir. Üniversite 10 fakülte ve 22.700 öğrenciye sahiptir. Üniversitenin Yoshida, Gokashō ve Katsura adlı 3 yerleşkesi vardır. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  16. ***
  17. Viva la vida!: İspanyolca “yaşasın hayat” anlamına gelen kelime öbeği
     
    David Garrett’tan “Viva La Vida”yı dinlemek için tıklayınız.    ⇡⇡⇡
  18. ***
  19. Dum vita est, spes est: “Hayat varsa, umut da vardır” anlamına gelen Latince söz.    ⇡⇡⇡
  20. ***
  21. Bu bölümdeki bilgiler Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi‘ndeki “Çocuklara Boşanma Nasıl Anlatılmalı?” makalesi referans alınarak yazılmıştır.    ⇡⇡⇡
  22. ***
  23. Eliz: Bu sözcüğe Arapça ve Farsça kaynaklarda da rastlanmaktadır. Eliz ismi, bazı metinlerde “emir veren prenses” anlamında kullanılmaktadır. İsmin anlamı, güzel, zarif ve güçlü kadınları çağrıştırır. Bu isim ile emir verme yetkisine sahip olan, hükümdarlık sahibi kadınlar da kastedilmektedir.    ⇡⇡⇡
  24. ***
  25. Amerika’da aynı ismi taşıyan baba-oğuldan küçük olanına “junior”, büyük olanına “senior” denmekte.    ⇡⇡⇡
  26. ***
  27. Temcit Pilavı: Sahurda yenen pilav. Aynı zamanda bir olayın veya durumun (her sabah ısıtılarak yenen yemek gibi) tekrar tekrar gündeme getirilmesini eleştirmekte kullanılan bir deyiştir. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  28. ***

 
 

6. Bölüm 👇🏻

6 | Fazla Yakışıklı


 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Metin Çoban 14 Mayıs 2022 at 12:08

    Güzel bir geçiş bölümü olmuş, adrenalin sonra artacak, bilgilendirmeler güzel.
     
    Ellerinize sağlık.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 14 Mayıs 2022 at 12:10

      Çok mutlu oldum beğenmenize Metin Bey. Daimi desteğiniz için de ayrıca teşekkür ediyorum.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 17 Mayıs 2022 at 13:35

    Yeni nesil bir dil kullanarak “gençlik” hikayelerinin bana göre en başarılılarını yazıyorsun. Dip notlarını okumak ayrı bir zevk, Didemcim ❤️

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 17 Mayıs 2022 at 13:53

      Beğeniyor olmanıza çok sevindim Şen ablacığım. Yazmaktan en keyif aldığım konu günümüz ilişkileri. Ben yazarken çok eğleniyorum, okurlara da geçiyorsa bu esriklik ne mutlu bana 😁
       
      Açıklamalar bölümünün okurlarımızın hoşuna gittiğini ben de son birkaç bölümdür farkındayım, bu yüzden daha özenli çalışmaya gayret ediyorum o kısmı hazırlarken.
       
      Yorum için teşekkür ediyor, sizi kocaman öpüyorum ❤️😘

  • Yanıtla Burak Süalp 20 Mayıs 2022 at 01:19

    Sevgili baş editörüm; harika bir bölüm kaleme almışsın, eline sağlık. Sanırım ilk defa bir yazını yayınlandıktan neredeyse bir hafta sonra tam olarak okuyup yorum yapabiliyorum. Hiç hoş bir durum değil fakat ne yapalım, bu sefer hayat koşulları böyle icap etti.
     
    Öncelikle, baştan sona duyguların aktığı bir bölüm olmuş. Her bir karakterin içinde olduğu durumu sanki onların arkadaşıymışım ve aynı ortamı paylaşıyormuşuz gibi hissettim. Nefis.
     
    Baştan sona bilgi dolu bir bölüm, dipnotlarına da bayıldım. Emeğine sağlık.
     
    Son olarak, her bir karakterin bundan sonraki hikayesini merakla bekliyorum. Hayâl gücüne kuvvet, kalemine sağlık!

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 20 Mayıs 2022 at 08:43

      Biliyorum canım, ne kadar yoğun olduğunu. Tabii gene de yazdığım herhangi bir şeyin senin fikrini almadan yayına girmesi tedirgin ediyor beni. Birlikte çalışmaya o kadar alışmışım ki o son okumayı sen yapmadığında hep bir şeyler eksikmiş hissine kapılıyorum. Neyse… Dediğin gibi, hayat koşulları böyle gerektirdi.
       
      Beğenmene çok sevindim. Her bölüm bittiğinde bir rahatlama hissine kapılıyorum, ardından birkaç saat içinde yeni bölümde ne yazacağımın stresi başlıyor. Online yazma ve belli bir takvimde yayınlama zorunluluğu cidden geriyor, bir sonraki bölüm ne anlatacağım stresi canıma okuyor. Açık Büfede Birer Tabağız Hepimiz‘in ardından gene aynı şeyi yaptığım ve kendimi buna maruz bıraktığım için deli olmalıyım 🤦🏼‍♀️🙈
       
      Yorum için teşekkür ediyor, seni kocaman öpüyorum ❤️😘

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan