Aynı gün ünlü bir akademisyen ile yazdığı romanlar hakkında söyleşi yapacağını öğrenince olabilecek her türlü aksiliği göze alır ve Prof. Moretti’nin bağ evine gider kiralık arabasıyla.…
“Siz söylemeseydiniz nereden bilebilirdim ki? Zaten Profesör Moretti ile görüşmeye gelen konuklar hep bizde kalır. Kayıt yaptırdığınız sırada buraya neden geldiğinizi sormuştum dün akşam. Siz de bugün saat beşte kendisiyle randevunuz olduğunu söylemiştiniz.”…
Birden hatırladı! Gençlik yıllarında, Boston’dayken gittiği çamaşırhaneyi görmüştü rüyasında. Öğle vakti sakin adımlarla kapıdan içeri girmiş, elindeki mavi plastik torbadan çekip çıkardığı kirli çamaşırları boş bir makineye tıkıp cebindeki bozukluklarla aleti çalıştırmıştı. Oraya kadar her şey yolundaydı.…
Ediz kamarasına girdi. Kızları balkonda görmüştü. Ama gördüğünü belli etmeden tekneye çıkmıştı. Aslında kendisine hem kızıyor hem de kendi kendine çok ucuz atlattığını düşünüyordu. Sevin öyle büyük bir teslimiyetle yatarken onu nasıl bırakabildiğine şaşırıyordu. Genç kadın bir ateş topuydu adeta. O güzel dakikalara nasıl…
Saray Kuyumcusu Recaipzade Efendi’nin torunu Mehmet Efendi’nin biricik kızı Servet Hanım’ın kızı Binay Hanım, büyükannesi Mihriban Hanım’ın gözbebeğidir. Güzel sesiyle evde söylediği şarkılar çok hoşuna gidince, müziğe meraklı büyükanne, torununa bir müzik hocası tutar. Saraylı büyükannenin bu isteğine damat bey karşı çıksa da mâni…
Buruna geçip havlusunu yaydı ve uzandı. Ediz’in de kitap okuduğunu görmüştü. Ortalarda Yavuz da yoktu. Gözlerini kaptana çevirdi. Kısa bir süre sonra, üzerindeki bakışları hisseden Ediz genç kıza baktı. İşte o anda kaptanın bütün keyfi yerine geldi. Zira Sevin sıcacık bir gülümseme ile onu…
Hep beraber valizlerini, yemeklerini alıp tekneye çıktılar. Kaptan onları karada karşıladı ve tek tek hanımların ellerinden tutarak tekneye çıkmalarına yardım etti. Belki de özellikle Sevin en arkada kalmıştı. Gayet fütursuzca kaptanın uzanan eline, kendi elindeki çantayı vererek tek başına tekneye çıktı. Ediz, karşılaştığı hareket…
Şimdi geriye dönüp baktığında bunu nasıl aralık ayında yapamadığına hayret ediyordu. Zamanla insanın alışmayacağı keder yoktu gerçekten de. Aralıkta onsuz nefes dahi alamayacağını düşünürken haziranda, aralıkta hissettiklerine şaşar olmuştu.…
Plajın masalara doğru inen tahta yolu; dört direği tül, sarmaşık ve led ışıklarıyla dekore edilmiş bir taga ulaşıyordu. Pamir hangi masaya gideceğinin bilincinde tagın altından geçerek sol tarafa yöneldi. Didem etrafı seyrederek ilerlediğinden biraz geride kalmıştı. Gözleriyle Pamir’i aradı. Bulduğunda bir an inanamadı gördüğü…
“İçin rahat edecekse böyle düşünebilirsin. Terk eden, darbe indiren, aşka aşık bir Don Juan olduğumu… Bunların hiçbiri değilim ben, ne var ki seni olmadığıma ikna etmeye çalışmaktan yoruldum. Ne yaparsam yapayım vardığın bu yanlış yargılara kuvvetle tutunmakta ısrar ediyorsun. ”…