Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 14

31 Ocak 2022

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
Yukarı çıktığında herkesi televizyon izlerken buldu. Güzel bir film vardı, hepsi birlikte onu seyrediyorlardı.

“Ben filmden bir şey anlamayacağıma göre odama gidiyorum. Herkese iyi geceler.”

“İyi geceler.”

Ekim elini yüzünü yıkayıp şortunu tişörtünü giydi, yatağına uzandı. Bu akşam yaşadıkları bambaşka deneyimlerdi. Bu yaşına kadar kimsenin dokunmadığı göğüslerine Gürkan dokunmuştu. Elleri değdiği anda nefesi kesilmişti. Sanki Gürkan’ın eli değil de bir ateşti göğsüne değen. Daha önce nefesinin böylesine kesildiğini, ne yapacağını bilmez hâle gelişini hiç hatırlamıyordu. Farkında bile olmadan Gürkan’ın bütün yaptıklarına karşılık vermişti. Bunlar bilmediği, tatmadığı zevklerdi. O heyecan çok güzel bir duyguydu. Gürkan’ın söylediği bazı şeyler kanını tutuşturuyordu adeta. “Biliyorum sen de istiyorsun” dediği an çok utanıyor ama bir o kadar da istiyordu Gürkan’la bir nefes olmayı.

Bütün bunları düşünerek uykuya daldı Ekim. Rüyasında evlendiğini görüyordu. Bir gürültü duyarak uyandı ve ilk anda nerede olduğunu anlayamadı. Karşısında Sevin duruyordu.

“Ekim, iyi misin? Sesler çıkarıyordun, merak ettim ışığı açtım ama seni korkuttum, değil mi?”

“Hayır Sevin korkmadım. Harika bir rüya görüyordum, uyanınca nerede olduğumu anlayamadım.”

“Çok affedersin. Çok güzel bir rüya gördüğün kesin. Yanakların kızarmış. Keşke uyandırmasaydım.”

“Olsun. Uyandığıma memnunum. Bu güzelliği gerçek hayatta yaşamak isterim, rüyada değil.”

“Hâlâ ne olduğunu, ne gördüğünü söylemedin.”

“Evleniyordum. Gelinlik giymiştim. Çok ama çok güzeldi.”

“Ne güzel ama sanki bağırır gibi sesler çıkarıyordun.”

“Evet, sana bağırıyordum. Gelin çiçeğini senin yakalamanı istiyordum.”

Sevin gelip kardeşine sarıldı.

“Canım… Sen yakında gerçekten evleneceksin ve ben senin çok mutlu olacağını biliyorum. Şimdi yeniden uyumaya devam et. Belki rüyana devam edersin. Ben bazen rüyama devam ederim ama tabii arada böyle, bu derece uyanıp konuşmadan. Kim bilir belki rüyan devam eder, sana iyi uykular.”

“Sen yatmıyor musun?”

“Yatıyorum ama biraz kitap okumak istiyorum.”

“İyi geceler.”
 

*

 
Sabahleyin üçü birlikte evden çıktılar. Hava bulutluydu ama daha da sıcak hissediliyordu. Trafik açıktı, rahat rahat gidiyorlardı.

“Meğer teknede keyfimiz ne kadar iyiymiş. Şehir yanıyor.”

“Çok doğru babacığım. Şimdi biz sabah deniz sefamızı yapıyor olurduk.”

“Neyse kızım, Sabihler işlerini çabuk halledebilirlerse biz de bu gezileri daha sık yapabiliriz. Değil mi Sabihciğim?”

“İnşallah azizim, inşallah. Tuhaftır ama sanki hep buralarda yaşamışım gibi gitmek zor geliyor inan. Bu da beni hayrete düşürüyor. Bu kadar kısa zamanda nasıl böyle bir aile ortamına sahip olduk anlayamıyorum.”

“Çok haklısın azizim. İnan ben de siz gidince ne yapacağız, nasıl bir boşluğa düşeceğiz diye düşünmüyor değilim.”

“Bir de beni düşünün babacığım. Sanki diğer yarım gidecekmiş gibi şimdiden üzülüyorum. Kısa bir süre öncesine kadar varlığını bildiğim ama hiç tanımadığım bir kardeşim var artık. Ve ben onu çok seviyorum.”

“Çok normal çocuğum. İnsanın kardeşi gibisi yoktur hele bir de ikiz olunca. Allah sizleri bir daha ayırmasın.”
 

*

 
Yukarı çıktıklarında Gökalp Bey’in ve ortağının Mümtaz Bey’in odasında olduğunu öğrendiler.

“Babacım siz geçin, ben arkadaşlarıma merhaba deyip hemen geleceğim.”

Ekim, alelacele odasına gitti. Arkadaşları her taraftan sesleniyordu ama o birazdan hepsinin yanına geleceğini söyleyip bekletmemek için tekrar Mümtaz Bey’in odasına geçti.

“Gel kızım. Ne güzel yanmışsın. Daha da güzelleşmişsin.”

“Teşekkür ederim. Mümtaz bey, benimle bu kadar ilgilenmenize çok teşekkür ederim.”

“O nasıl laf Ekim. İnşallah neticeye ulaşırız da zahmetlerimize değer. Ama epey bir gelişme var Gökalp Bey’in anlattığı kadarı ile.”

Vee. Gökalp Bey söze başladı.

“Sizi, nasıl yola çıktık, neler yaptık kısımlarıyla meşgul etmek istemiyorum. Bir takım şanssızlıklar, bazı kayıtların kaybolması kısmı, bizi ilgilendiriyor. Neticede çok önce ortaya çıkabilecek gerçekler, hastane arşivlerinde çıkan bir yangın yüzünden bu zamana kadar uzamış. Ama hayırlısıyla mutlu sona yaklaşıyoruz.”

“Çok heyecanlandırıyorsun oğlum bizleri. Şu işi daha kısa yoldan anlatmanın bir yolu yok mu?”

“Var var Tahir amca ama o zaman kafanızda bir takım neden soruları oluşacak, o nedenle tam detaylı anlatmak zorundayım. Aslında karşı taraf bir hayli araştırma yapmış ama dediğim gibi yangın engel olmuş neticelenmesine. Neyse ben anlatmaya başlıyorum.”

Ekim kalbi, sanki bir el tarafından avuçlanıp sıkılıyormuş gibi hissediyordu. Ter içinde kalmıştı. Onun bu hâli önce Mümtaz Bey’in dikkatini çekti.

“Kızım, sakin ol. İyi hissetmiyorsan ara verelim.”

“Ekim, kızım ne oldu? İstersen sen dışarda bekle.”

“Hayır babacığım ben iyiyim. Sadece çok heyecanlandım. Şimdi daha iyiyim. Lütfen devam edelim.”

“Müsaadenle Ekim. Seninle öyle güzel oynardık ki. Benim için bir kardeş gibisin. İzninle sana Ekim demek istiyorum. Sen de bana geçmişte olduğu gibi Gökalp diyebilirsin. Buna çok sevinirim.”

“Teşekkür ederim. Tamam Gökalp.”

“Şimdi, Saray Kuyumcusu Recaipzade Efendi’nin torunu Mehmet Efendi’nin biricik kızı Servet Hanım’ın kızı Binay Hanım, büyükannesi Mihriban Hanım’ın gözbebeğidir. Güzel sesiyle evde söylediği şarkılar çok hoşuna gidince, müziğe meraklı büyükanne, torununa bir müzik hocası tutar. Saraylı büyükannenin bu isteğine damat bey karşı çıksa da mâni olamaz ve müzik dersleri devam eder. Ama Binay Hanım’la, yakışıklı müzik hocası Burhan Bey kısa sürede birbirlerine âşık olurlar.

Bu işi öğrenen babası Hasan Bey, derhal Burhan Bey’i evden uzaklaştırır ve kızının sokağa çıkmasına bile engel olur. Annesi bu duruma çok üzülse de bir türlü Burhan Bey hakkındaki düşüncelerini kocasına kabul ettiremez. Oysa Servet Hanım, bu efendi ve kibar tavırlı çocuğu çok sevmiştir. Servet Hanım’ın yardımcısı kalfa hanım vasıtasıyla Burhan Bey’le haberleşmeye devam eden Binay Hanım, babasının bu sert tutumuna daha fazla dayanamayarak evi terk eder.
Kısa süre sonra kalfa hanımın yardımlarıyla Burhan Bey’le evlenirler.

Babası Hasan Bey bu duruma çok kızar, tek evladını evlatlıktan reddeder. Bütün bunlara çok üzülen Servet Hanım, aylarca kocasına kızını affetmesi için yalvarır ama sözünü geçiremez. Bu arada Hasan Bey, bir kız kardeşi olduğunu, böyle başına buyruk davrandığı için onunla da görüşmediğini ve onu sildiğini anlatır karısına.

Servet Hanım, birkaç yıl sonra kocası vefat edince, kızını aramaya başlar. Tuttuğu avukatlar kızının izini bir yere kadar bulabilirler. Kızının doğum yaptığını öğrenen Servet Hanım, bu arada acı haberi de alır. Arşiv bölümünde çıkan bir yangın neticesi, kayıtlar yok olduğu için ancak bir hemşireden bilgi almaya çalışırlar ve ne yazık ki sadece halaya verilen çocuğu öğrenebilirler. Onun izini de bir süre sonra kaybederler. Servet Hanım her sene doğum gününde torunu için gazetelere ilan verir ama bir türlü neticeye ulaşamaz. Bu arada torununun Amerika’ya gittiğini öğrenir ama neticeye ulaşamaz.

Servet Hanım şu anda 68 yaşında ve kocasından kalan şirketlerin ve vakfın idaresini ellerine bıraktığı hukuk bürosunun yaptığı işleri denetlemekle geçiriyor zamanını. Biz hukuk bürosundan Nazım Bey’le görüştük. Kendisi Servet Hanım’la yakından ilgileniyor ve Servet Hanım’ın sağ kolu diyebiliriz. Kendisine durumu anlattık. O uygun bir şekilde hanımefendiye haber verecek ve bizi arayacak.

Bütün anlatılanları soluksuz dinleyen Tahir Bey kızı Ekim’in elini tutmuş dinliyordu ki birden Ekim’in elinin avuçlarından kaydığını hissedip kızına döndü.

Ekim gözleri kocaman açılmış, rengi bembeyaz olmuş Gökalp’e bakıyordu.

“Kızım, sakin ol. Biraz su iç. Ya da camın önüne geçelim biraz temiz hava al. İyi misin? Ekim kızım?…”

Bu arada Sabih Bey hemen bir bardak su doldurup Ekim’e uzattı. Ekim suyu alıp soluk bile almadan sonuna kadar içti. Sonra adeta yalvarır gibi Gökalp Bey’e baktı.

“Peki Burhan Bey’in yani babamın yakınları yok mu?”

“Öğrenebildiğimiz kadarıyle Burhan Bey tahsilini yurt dışında yapmış ve ailesi de İngiltere’de yaşıyormuş. Önce annesi hastalanıp ölmüş arkasından da bir gazetede çalışan babasını kaybetmiş. İkiz kardeşi Günhan Hanım daha önce Türkiye’ye gittiği için daha fazla yalnız kalmak istemeyerek Türkiye’ye geri dönmüş.

İkizini bulmak için araştırmaya başlamış. Kardeşi, ailesinin karşı çıkmasına rağmen, üniversitede tanıştığı bir erkekle evlenip tahsilini yarım bırakarak Türkiye’ye dönmüş ama çok kısa süren bu evlilikte hiç mutlu olamayıp evliliğini sonlandırmasına rağmen geri dönmeyip tek başına yaşamayı tercih etmiş ve ailesiyle bağlarını koparmış, biraz özgürlüğüne düşkün, dik başlı bir kadınmış anlaşılan. Ki Burhan Bey’in görüşme teklifini de reddetmiş.

Burhan Bey, işlerini yoluna koyup kardeşiyle ilişkilerini düzeltmeyi umarak İstanbul’daki hayatına başlamış. Zaten bu süre zarfında kendi birikimleri ile idare ediyormuş. Başvurduğu birkaç işten haber beklerken, aldığı özel ders vermesi teklifine hayır diyememiş ve böylece kısa bir süre sonra Binay Hanım’la tanışmışlar. Ve daha önce anlattığım gibi kalfa hanımın yardımları ile Binay Hanım’la evlenmişler.

Evlenene kadar kadar evi bile yokmuş henüz Burhan Bey’in. Kendisi bir otelde kalıyormuş daha önceleri. Epey zorlu günlerden sonra Binay Hanım’ın hamile kalması ile daha da mutlu bir hayata tutunmaya çalışmışlar, bu arada Burhan Bey’in konservatuara öğretmenlik için yaptığı başvuruya olumlu yanıt gelince bir anda her şey yoluna girmiş. Artık bir yuvaları, arkadaşları, dostları varmış. Dünya’da bundan büyük mutluluk yoktur diye düşünerek bebeklerinin doğumunu beklemeye başlamışlar. Prensesleri doğduğunda ise yalnız onların değil çevrelerindeki insanların da sevgilisi olmuş ikizler. Yavrularının sevinci ile evlerine gitmek üzere yola çıkmışlar ama o elim kaza ikisini de yavrularından ayırmış ne yazık ki.

Burhan Bey hakkında daha fazla bilgi bulamadık. İkizi ile ilgili yaptığımız araştırmadan, yakın tarihte bir trafik kazasında hayatını kaybettiğini öğrendik. Hiç evlenmemiş, yani ailesi veya çocuğu yokmuş. Ama bu arada, Burhan Bey’in çok yakışıklı olduğunu, kendisine yapılan film tekliflerini kabul etmediğini öğrendik.

“Ben rüyamda da babamı çok yakışıklı görmüştüm. Ama o çok üzgündü. Şimdi neden o kadar üzgün göründüğünü anlayabiliyorum. Çok şanssız bir erkekmiş. Peki bu bilgiler kesin mi?”

“Evet Ekim. Babanızla ilgili bilgileri otelde kaldığı sürede arkadaşlık ettiği bir beyden aldık. Kendisinin İngiltere’den geldiğini, çok sıkıntıda olduğunu daha sonra özel ders vermeye başladığını biliyor. Hatta oturdukları evi bile bu bey bulmuş. Kız kardeşini de Burhan Bey anlatmış. Kazayı duyduğunda çok üzüldüğünü söyledi. Halanızla ilgili bilgileri çalıştığı işyerinden öğrendik. Emin olabilirsin. Zaten anlatılanlar birbiriyle örtüşüyor.”

“Anladım. Sadece emin olmak istemiştim.”

“Daha Servet Hanım’la tanışmadık ama Nazım Bey, Servet Hanım’ın anlattığı göre ‘Burhan Bey olağanüstü bir beyefendiymiş’ diyor.”

“Bütün bunları duymak ne kadar güzel. Sanki omuzlarımdan yük kalkmış gibi rahatladım.”

Bunu söyleyen Tahir Bey, eğilip kızını öptü.

“Ben onları çok yalnız ve çaresiz düşünüp çok üzülmüştüm. Bu duyduklarım hoşuma gitti Ekim. Evet ailesinden ayrı kalmış Binay Hanım ama yanında onu çok seven eşi varmış. Hatta annesi de damadını çok sevdiğine göre bu evlilik mutlu bir şekilde devam edecekmiş. Tek tesellim bu acı son, bize sizin gibi evlatlar bağışladı. Takdiri ilahi.”

“Evet babacığım. Bu durumda biz Servet Hanım’dan haber bekleyeceğiz, değil mi?”

“Öyle görünüyor. Dilerim yanıt almamız uzun sürmez. Size de bravo Gökalp oğlum. Çok teşekkür ederiz. Doğrusu bu kadar kısa zamanda müthiş bir başarı.”

“Bu başarının esas sahibi, bizi gece gündüz çalıştıran Mümtaz Bey bence. Elini üzerimizden hiç çekmedi doğrusu. Ve tabii ki sizin ele geçirdiğiniz dökümanlar olmasa çok zor ve uzun bir yol olacaktı.”

“Sağol Mümtazcığım. Çok makbule geçti.”

“Canım babacığım. Sen de ne kadar çok uğraşmışsın. Hem de benim haberim bile olmadan.”

“Güzel kızım, sen bizim için çok değerliydin. Seni olabilecek yakınlarından ve kardeşinden mahrum edemezdik.”

“Seni çok seviyorum babacığımm ve tabii annemi de.”

“Bizim de seni çok sevdiğimizi biliyorsun Ekim.”

“Zamanın ne kadar değerli olduğunu hepimiz biliyoruz. Neticede beklenen bir 18 yıl var. Daha fazla beklemeyelim istedim. Ama tabii ki çocuklar çok iyi iz sürdüler. Ben zaten onların bu işi halledeceğine güveniyordum. Şimdi top Nazım Bey’de. O da sanırım Servet Hanım’ı fazla heyecanlandırmadan olayı en kısa zamanda halletmek isteyecektir. Neticede Servet Hanım da torununu 18 yıldır bekliyor. Ama onu hoş da bir sürpriz bekliyor. Bir torun beklerken 2 torun sahibi olacak. Bunu söyleyen Mümtaz Bey’di.”

“Hadi artık biz gidelim. Sevin merakla bekliyordur.”

“Babacım siz gidin ben biraz arkadaşlarımla takılayım.”

“Kızım sen arkadaşlarınla görüş, ben bu arada misafirlerime bir yemek ısmarlayayım sonra hep beraber gidersiniz.”

“Mümtazcığım zaten seni meşgul ettik. Hiç zahmet etme.”

“Hiç itiraz dinlemiyorum. Yakında çok güzel bir yer açıldı. En çok 1 saatimizi alır. Ekim kızım sen de gel diyeceğim ama…”

“Yok efendim, size afiyet olsun. O bir saati ben arkadaşlarımla geçireyim. Hem işler ne alemde bir bakayım. Belki işe başlarım.”

“Hiç acele etme kızım. Bu kadar önemli konularla uğraşırken. İş kaçmıyor ya, sen keyfine bak.”

“Çok teşekkür ederim.”
 

*

 
Ekim ofise girer girmez arkadaşları etrafını sardı. Hepsi meraktan ölüyordu.

“Ekim, tamam çok güzel yanmışsın. Tekneyle geziye çıktığını da öğrendik ama neler oluyor Allah aşkına. Kapalı kapılar ardında saatlerdir toplantı. Hem, daha önce hiç gelmeyen peder bey de sık sık Mümtaz Bey’i ziyaret etmeye başladı. Hadi anlat, meraktan öleceğiz.”

“Arkadaşlar az daha sabredin. Evet benim ailemle ilgili bir mesele yüzünden Mümtaz Bey bize yardımcı oldu. Ama ne olur biraz daha sabredin. Bugünlerde size bir sürpriz yapacağım. O zaman her şeyi anlayacaksınız.”

“Valla film gibi bir şey bu. Gerçi macerayı severim de meraktan da ölürüm.”

Bu son cümleyi Ekim’in asistanlığını yaptığı Firuzan Hanım söylemişti.

“A merhaba. Siz de tatildeydiniz ben uğradığımda. Nasılsınız?”

“İyiyim, iyiyim. Bir de şu denklemleri çözebilseydik.”

“Size söylemek istediğim bir şey var. İki dakika görüşebilir miyiz?”

“Tabii gel odama geçelim.”

Ekim odaya girince kendisine çok yakınlık gösterip edindiği iş tecrübelerinden Ekim’e sürekli örnekler vererek mesleğini daha da çok sevmesini sağlayan, adeta bir abla gibi davranan Firuzan Hanım’a konuyu kısaca anlattı.

“Aman Tanrım. Neler yaşamışsın bu arada. Mümtaz Bey ailevi bir nedenle Amerika’ya gideceğini söylemişti ama kırk yıl düşünse insanın aklına böyle bir şey gelmez. Anlattıklarına üzüldüm ama yeni bir kardeş kazanmana çok sevindim. Çok kardeşli biri olarak, kardeş sahibi olmanın ne kadar güzel olduğunu çok iyi bilirim.”

“Teşekkür ederim. Henüz kimseye bir şey anlatmadım. Ailem hakkında bütün bilgileri öğrendikten ve de sindirdikten sonra anlatmayı uygun buluyorum ama siz başkasınız. Sizin bilmenizi istedim.”

“Tamam Ekimciğim. Sen işe dönmek için hiç acele etme. Burada problem yok. Ayrıca benim yapacağım bir şey olursa lütfen haberim olsun. Hem maddi hem manevi arkandayım. Hadi bakalım. Çakalları daha çok meraklandırmayalım.”

Ekim arkadaşlarıyla sohbet edip onlara Amerika ve tekne gezilerinden bahsetti. O arada zaman da su gibi aktı geçti. Mümtaz Bey yemekten geri dönüp Tahir Beylerin aşağıda kendisini beklediklerini Ekim’e haber verdi.
 

*

 
Eve giderlerken, Ekim Gürkan’ı arayıp durumu anlattı.

“Çok sevindim Ekimciğim. Ne güzel şimdi bir anneannen olacak. İnan çok sevindim.”

“Tuhaf ama Gürkan ben de çok mutlu oldum. Hiç aklıma gelmeyen bir şey bu. Hep aklıma amcalar, teyzeler, ne bileyim, kuzenler geliyordu ama bir anneanne hiç aklıma gelmemişti. Bu arada babamın da çok iyi bir müzisyen olduğunu öğrendik. Demek ki Sevin’in müzik tutkusu genlerinde varmış.”

“Çok sevindim tabii senin adına. Bu arada sesinden anladığıma göre müthiş rahatlamışsın. Buna da çok sevindim. Zira inanılmaz gerginsin bu olaylar ortaya çıktığından beri. Benim tatlı sevgilim.”

“Hadi Gürkan kapatıyorum. Eve gelmek üzereyiz. Ben yine olaylardan haberdar ederim seni. Bu akşam gelecek misin?”

“Yok sevgilim ama umarım bu olaylar bizim size gelişimizi erteletmez. Ben sizden haber bekliyorum bu durumda.”

“Tamam Gürkan babama söylerim bu notunu.”

“Ama bu şekilde söylemezsin, değil mi?”

“Tabi ki hayır. Hoşça kal.”
 

*

 
Eve geldiklerinde hepsinin balkonda kendilerini beklediğini gördüler.

“Ekim, gözlerinin içi gülüyor. Sanırım güzel haberler getirdiniz.”

“Canım annem, nasıl da kızını tanır. Evet her şey umulandan daha da iyi, değil mi babacığım.”

“Çok haklısın kızım. Hadi sen bize şöyle güzel bir çay koy. Sonra da gel yanıma hikâyeyi hep beraber anlatalım, değil mi Sabihciğim?”

Olayı bütün detayları ile anlatan Tahir Bey’i, hiç sözlerini kesmeden dinlediler. Ve tuhaftır ki meseleyi ilk öğrendiğinde bloke olan Ekim, evde bu konular konuşulurken gözyaşlarına boğuldu. Şimdi şaşkınlık sırası Sevin’deydi. Sadece dinliyor hiç tepki vermiyordu. Bütün hikâye bitince derin bir nefes aldı.

“Ben çok mutlu oldum. Hep korktum. Kim çıkacak, nedir, kimdir diye. Kötü insanlarla karşılaşmak çok korkutuyordu ve ben size söylemiyordum. Şimdi çok sevindim. Umarım biz gidene kadar tanışırız Servet Hanım’la.”

Sevin bunu söyleyerek gelip kardeşine sarıldı. Sevin gülüyor, Ekim ağlıyordu. Durumları bir hayli komikti. Sonra her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

“Bir dakika ya. Gökalp’in adını söylediği şirketler grubu ve vakıf bir hayli büyük. Hadi İnternetten Servet Hanım hakkında bilgi alalım.”

Ekim, hemen laptopun başına oturdu ve Yazın Holding ve Yazın Vakfı hakkında bilgileri indirdi. Bu arada vakıf başkanı olarak Servet Yazın’ın da resimlerini gördüler.

“Aaa çocuklar bu hanımla siz birbirinize çok benziyorsunuz. Demek Binay Hanım annesine benziyordu.”

Resimlerde çok hoş bir hanımefendi görünüyordu. Ayrıca çok asil bir ifadesi vardı, asla 68 yaşında göstermiyordu.

“Bizim anneanne çok modern bir kadın. Ben şimdiden tuttum onu.”

Bunu komik bir şekilde söyleyen Sevin hepsini güldürdü.

“Yok ben ciddiyim. Anneanneyi benim konsere götürebiliriz.”

Daha olaylar tam neticelenmediği, tanışma faslı olmadığı halde müthiş rahatlayan iki aile çok güzel bir akşam geçirdiler. Tam kahvelerini içerlerken Ekim; “Babacığımm, anneciğim; Gürkan ne zaman gelebiliriz diye soruyor” diye Gürkan’ın sorusunu iletti.

“Ekimciğim, bak yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, birkaç gün daha bekleyelim de kadıncağızı bu büyük günden mahrum etmeyelim. Neticede ailenin en büyüğü olarak aramızda olması gerekmez mi?”

“Babacım, sizler ne kadar büyüksünüz. Ben böyle bir şeyi düşünemedim bile. Çok tatlısın. Tabii ki haklısın. Tamam. Önce tanışalım bakalım.”

“Çok iyi düşündün azizim. Artık hanımefendi ailemizin en büyüğü. Tabii ki böyle günlerde aramızda olması gerekir.
 

*

 
Ekim odasına geçip, Gürkan’ı arayarak durumu anlattı.

“Çok güzel bir şey bu aşkım. Bu arada ben anneme babama anlattım her şeyi. Ve annem sana iletmem için bana bir şey söyledi.”

“Aa ne olabilir ki?”

“‘Esas saraylı olan Ekim’in ailesiymiş meğer. Buna ne diyecek şimdi?’ diyor.”

Ekim bu sözler karşısında gülmeye başladı.

“İnan çok rahatladım Gürkan. Hep korktum. Ailem nasıl insanlar, kimler çıkacak karşımıza diye. Gariptir ki o vurdum duymaz Sevin de için için hep korkuyormuş, ya kötü birileri çıkarsa diye ama hiç dile getirmemiş. Gerçi ben de kendi kendime düşünüyordum bunları ama Allah’a şükür bu günleri gördük. Ve ben babamı şimdi daha çok sevdim. O çok romantik biriymiş ve annemi çok sevmiş.”

“Ekim, ilk defa annem, babam diyorsun. Bu bile çok şeyler anlatıyor. İnan senin adına çok sevindim.”

“Ben ikimiz adına da çok sevindim. Senin karşında başım dik olabilmek çok güzel.”

“Benim için sen her zaman öyleydin ve ben bunu sana defalarca söyledim Ekim.”

“Evet ama ben şimdi çok iyi hissediyorum. Haydi bir tanem, bu günlük haberler bu kadar.”

“Tamam sevgilim, seni kocaman öpüyorum, hem de her yerinden.”

“İyi geceler.”

“Bana öpücük yok mu?”

“Var tabii öpüyorum.”
 

*

 
Ekim salona döndüğünde Sevin’in dışında herkesin yattığını gördü.

“Sevin ne yapıyorsun?”

“Hiç, sadece düşünüyorum. İyi ki sen varsın. Ben kendimi çok yalnız hissediyorum. Bazen çok mutsuz oluyorum.”

“Ben senin pek yalnız olduğunu düşünmüyorum. Sanki senin kalbinde bazı kelebekler uçuşuyor gibi geliyor bana.”

“Hadi Ekim saçmalama.”

“Peki ben geldiğimde nereye bakıyordun öyle.”

“Sadece bakıyordum.”

“Sadece bakmıyordun, kaptanın olduğu yere bakıyordun.”

“Hayır Ekim. Bu konuda konuşmak istemiyorum. Hem artık yatmak istiyorum, uykum geldi. Bu arada yarın işin yoksa Engin’e gidelim mi? Servet Hanım’la tanışmadan aklı başında bir görüntü iyi olur diye düşündüm. Hem artık böyle çılgınlık istemiyorum.”

“Tabii gideriz de. Senin neyin var Sevin? Bir saat önceki neşenden eser kalmadı sende. Ne oldu bu arada?”

“Bilmem. Müziği özledim, arkadaşlarımı özledim. Yalnız hissediyorum, herhalde ondan.”

“Ama sen artık asla yalnız olamazsın sevgili kardeşim.”

Ekim kardeşinin yanına gidip ona sarıldı. Ve o zaman Sevin’in gözlerindeki yaşları fark etti.

“Sevin, tatlım ne oldu? Çok duygusalız galiba. Benim bilmediğim bir şey yok, değil mi?”

“Hayır, hiçbir şey yok. İlk defa bu akşam annemi ve babamı düşündüm. Babam çok mutsuz olmuş.”

“Evet, yalnız kalmış, üzülmüş. Ülke değiştirmiş, işsiz kalmış. Çok zorluklar yaşamış ama annemle çok mutlu oldukları kesin.”

“Evet annemiz onu çok sevmiş ama o hep korkularla yaşamış. Düşünsene kimsesi yok, işi yok, evi yok. Kardeşi görüşmek istememiş. Ne kadar zor.”

“Çok haklısın. Ama konservatuarda hocalık yapmaya başladığına göre bayağı iyi müzisyenmiş demek ki. Gerçi o yıllarda yurt dışında okumuş birini hemen kapmışlardır ama. Haklısın. Çok zor günler geçirmişler. Şimdi daha çok üzülüyorum. Onlar gerçekten hayatlarının henüz başındaymışlar. Sevin, şimdi birçok şeyi biliyoruz. Yarın kuaförden sonra tekrar ziyaretlerine gidelim mi?”

“Çok sevinirim. O zaman gittiğimizden sonra çok şey değişti, ben de isterim.”

“Haydi artık yatalım.”

Ayağa kalktıklarında teknenin güvertesinde dolaşan karaltıyı gördü Ekim.

“Bak, yanılmıyorsam kaptan da uyumamış. Sevin ben kaptana kısaca hayat hikayemizi anlattım biliyor musun?”

“Sahi mi? Ne zaman?”

“Dönüşümüzden 2 gün önce falan. Anlatmak zorundaydım zira tuhaf bir durum vardı ortada.”

“Çok haklısın. Ne dedi peki?”

“Hatırlamıyorum. Galiba bizim adımıza sevindiğini söyledi.”

Balkondan içeri girip odalarına çekildiler.
 

*

 
Sabahleyin geç başlayan bir kahvaltıya oturmuşlardı ki Tahir Bey’in telefonu çaldı.

“Günaydın oğlum. Yok yok ayaktayız tabii ki. Söyle dinliyorum.”

Tahir Bey dinledikçe yüzündeki ifade değişmiş çok rahatlamıştı. Telefonu kapattı.

“Çocuklar, Servet Hanım seyahatteymiş. Ama avukat telefonda ona müjdeyi vermiş. Kadıncağız o kadar sevinmiş ki bugün geri dönüyor. Yani bir aksilik çıkmazsa, yarın Servet Hanım’la yani anneannenizle tanışacaksınız. Bu arada avukat sizin ikiz olduğunuzu söylememiş. Bu da hanımefendiye sürpriz olsun demiş. Anlaşılan avukat Servet Hanım’ın gerçekten çok güvendiği biri.”

“Çok sevindik babacığım. Her şey bir an önce olsun bitsin istiyorum, bu kadar heyecan… Biz Sevin’le kuaföre gideceğiz. Sonrada kabristana gitmek istiyoruz.”

“Çok iyi kızım. Hep beraber gideriz. Bizim de bugün özel bir programımız yok. Hatta bu akşam Mehmetleri bize çağırsak diyorum. Amerika falan derken arayı açtık.”

“Vallahi iyi düşündün. Gökalp ailesine anlatmıştır herhalde. Hadi Tahir sen ara. Hatta akşama yemeğe gelsinler.”

Evde akşam için program yapılırken kızlar çıkıp kuaföre gittiler.
 

*

 
“Ooo kızlar, bu ne güzellik. İkinizde harika yanmışsınız. Ekim saçların çok güzel olmuş. Sanki doğal röfleli gibi. Ama Sevin senin rengin bir tuhaf olmuş. Güneş yaramamış saç rengine. Gerçi siz o kadar güzelsiniz ki hiç de rahatsız etmiyor.”

“Hem öyle hem böyle söylüyorsun Engin abi. Bu nasıl şey?”

“Canım benimki meslek tutkusu. Bir kuaför olarak renk atmış çok kötü dedim ama kız güzel ya hiç de rahatsız etmiyor. Onu demek istedim.”

“Hadi bakalım. Ne yapıyoruz?”

“Ben bir şey istemiyorum. Sevin’e sor abi.”

“E Sevin Hanım, bu sefer ne renk olacak?”

“Aynı Ekim’in saçının rengi olacak.”

“Hımm. Çılgın dönem bitti yani.”

“Aynen öyle. Artık aklım başımda. Doğru söyledim değil mi Ekim?”

“Tamam canım.”

Engin bu arada Ekim’e yaklaşıp “Ne oldu, oyun bitti mi?” diye sordu.

“Galiba Engin Abi. Neyse aklı başına geldi.”

“Geç senin de saçlarına bir rötuş yapalım. Neticede çok güneşte kalmışsın. En azından bir cila atalım.”

“Peki, bari bu arada ben de manikür yaptırayım.”
 

*

 
İki saat sonra birbirinin aynı olarak kuaförden ayrıldılar. Eve yaklaşınca babasını arayarak gelmek üzere olduklarını haber verdi Ekim. Kapıda buluşarak iki araba yola çıktılar. Tahir Bey’in arabasını Sabih Bey kullanıyordu, yanına karısını ve kızını almıştı. Tahir Bey de Ekim’in arabasını almıştı. Ekim ısrar etse de annesi arkaya oturmuş Ekim babasının yanına oturmuştu.

“Sevin geldiğinden beri ne kadar değişti, değil mi? Sanki daha akıllı, uslu oldu.”

“Bana sorarsan kızımızın bazı özellikleri ona da geçti. Önceleri daha pervasızdı. Şimdi öyle değil.”

“Anneciğim, Sevin aslında göründüğü kadar pervasız değil galiba. Mesela, ailemizle ilgili çok umursamaz duruyordu. Ben biraz kızıyordum bile ama aslında düşündüklerini hiç söylemiyormuş.”

“Ne demek istiyorsun kızım?”

“Anneciğim, en basiti, ailemizin kimler olduğu ile hiç ilgilenmiyor sanıyordum. Ama şimdi gerçekleri öğrenince, ‘Ben de kötü birileri çıkarsa diye çok korkuyordum ama size söyleyemedim’ dedi.”

“Ah canım. Doğrudur kızım. Bu kadar mükemmel bir anne babanın çocuklarısınız neticede hamurunuz iyi. Öyle değil mi Tahir?”

“Öyle tabii. Son derece aklı başında iki insanmış onlar. Nur içinde yatsınlar.”

“Yalnız onlar değil ki baba siz beni o kadar iyi yetiştirdiniz ki. En ufak bir olayda benim fikrimi sordunuz. Kararlarımı hep kendim aldım. Siz sadece doğru olanı anlattınız. Sizlere çok şey borçluyum.”

“Evladım, sen bizim çocuğumuzsun. Biz seni hiç başka türlü düşünmedik ki. Bak şimdi bu akşam çocukluğunla ilgili ne hikayeler dinleyeceksin Mehmet ve karısından. Onlar bizim can yoldaşlarımızdı. Ki hikâyenin büyük bir kısmını da bilmiyorlar. Ama bizim acemiliğimizde onlar her derdimize koşarlardı.”

“Ben de hayal mayal Gökalp’i hatırlıyorum. Hatta bir seferinde, bir misafir ‘Artık büyüyünce Gökalp’le Ekim’i evlendirirsiniz’ demişti de uzun süre Gökalp’le oynamamıştım.”

“Aman Allah’ım demek hatırlıyorsun. Onu söyleyen Hacer Hanım’ın bir tanıdığıydı. Hacer Hanım’ı ziyarete gelmişti. Ama Hacer Hanım kadına öyle bir kızdı ki ‘Çocukların yanında böyle şey söylenir mi?’ diye. Kadıncağız bir daha gelmedi, gelemedi. Sanırım Hacer Hanım da bir daha görüşmedi. Bazı insanlar böyle patavatsızlıklar yapabiliyor. Çocukların anlamayacağını zannediyorlar. Halbuki bak kaç sene geçmiş sen hâlâ hatırlıyorsun.”

“Tabii hatırlarım. Çünkü o zaman ben, büyüyünce babamla evlenmeyi düşünüyordum.”

“Ha ha haa. İlahi çocuk.”

“Doğru vallahi. ‘Sen büyüyünce ne olacaksın?’ dediklerinde, 2 ya da 3 yaşında, ‘Babamla evleneceğim’ derdin.”

Bütün bu sohbet sırasınca yolları nasıl geldiklerini fark etmediler.

Arka arkaya kabristana girdiler. Bu sefer kimse bir şey söylemeden Sevin de başını örtmüştü. Mezarlar yine son derece düzenli ve tertemizdi. Dualarını ettiler.

“İnanıyorum ki şimdi onlar da huzura kavuştular. Ben öyle hissediyorum.”

“Çok haklısın kızım. En azından Sevin’i çılgın saç boyasıyle görmedikleri için son derece rahatlardır. Öyle değil mi?”

“Aşk olsun Tahir Baba.”

“Şaka kızım şaka. Hadi bakalım. Artık evimize dönelim. Akşama şunun şurasına ne kadar kaldı.”

“İlahi Tahir. Duyan da hazırlıkları sen yapacaksın sanır. Hacer Hanım her şeyi halletmiştir bile. Sen hiç merak etme.”

“Hadi bakalım. Giderken Yeniköy’den karides alalım. Mehmet senin güveçte karidesine bayılır.”

“Ah işte, kadınların erkeklerden hızlı düşündüğünün bir kanıtı. Biz o işi çoktan hallettik. Biz gidene kadar her türlü hazırlığı Hacer Hanım bitirmiş olacak. Sadece fırına vermek kalacak yani.”

“Tamam karıcığım, tamam. Sustum. Pes.”

“Mehmetler gelirken keşke Gökalp ve karısı da gelselerdi. Hiç aklımıza gelmedi.”

“Ben söyledim sevgili karıcığım ama Gökalp’in bir toplantısı, daha doğrusu bir iş yemeği varmış, onlar oraya gidecekleri için gelemeyecekler. Sabahleyin söylemiştim. Sonra Mehmet geri dönüp söyledi bunları.”

“Neyse biz söyleyelim de ayıp olmasın.”

“Yok kızım sen hiç merak etme. Biz onlarla çok samimiydik. Böyle şeyler aramızda sorun olmaz. Hatta işi olmasa Mehmet oğlunu zaten getirirdi diyeceğim ama o artık ayrı evi olan koca bir adam. Ben daha görmediğim için o eski çocukmuş gibi geliyor.”

Mehmet Beylerle ilgili anıları yad ederek eve geldiler.
 

*

 
“Bak Hacer Hanım işleri bitirmiş de bizi balkonda bekliyor.”

“Hoş geldiniz. Gözüm yollarda kaldı. Haydi çabuk gelin. İçerde konuğumuz var. Son bir saati zor geçirdik.”

“Hayırdır Hacer Hanım, kim geldi. Kızımızın bir arkadaşı falan mı?”

Böyle söylenerek içeri geçtiler. İçerde son derece bakımlı ve yaşına göre çok güzel bir kadın ve yaşı hanımefendiye yakın bir beyefendi onları beklemekteydi.

Ekim bir an kapıda kaldı. Gerçekten de Sevin’e ve kendisine çok benzeyen bu kadın, onların anneannesiydi.

Kadıncağız oturduğu yerden kollarını açtı.

“Yavrum, bu sensin. Gel gel çocuğum. Benim ayağa kalkacak takatim kalmadı ama seni kollarıma almak için sabırsızlanıyorum. Çocuğum ne kadar güzelsin.”

Ekim de hiç tereddüt etmeden Servet Hanım’ın kollarına sığındı. İkisi de gözyaşlarına boğulmuştu ve Servet Hanım henüz kapıdan kendisine hayretle bakan Sevin’i görmemişti.

Sevin bir adım atarak “O kucakta bana da yer var mı?” dedi. İşte o anda Servet Hanım, Sevin’in sesine doğru başını kaldırdı. Ve hayretle dondu kaldı adeta.

“Ama nasıl olur çocuğum. Hanginiz benim torunumsunuz?”

“İkimiz de. Çünkü biz ikiziz.”

Servet Hanım bu kez hayretle avukatına baktı.

“Evet hanımefendi, bu da benim size sürprizim oldu. Sevincinize sevinç eklemek için bu öğrendiklerimi sizden gizledim. Affedin. İşte bu güzel kızlar sizin torunlarınız.”

Üçü bir yumak halinde bir süre sarıldıktan sonra tanışma faslı başladı. Servet Hanım o kadar mutluydu ki bir Sevin’e bir Ekim’e sarılıyordu.

“Aman Tanrım. Artık ölsem de gam yemem.”

“Neyi yemezsiniz?”

Sevin’in bu sözü üzerine hepsi de güldüler.

“Merak etme Sevin, kimse bir şey yemiyor. O da bir deyim.”

“Benim bunları öğrenmem çok zor.”

“Boş ver sen, böyle de idare ediyorsun.”

Sonraki saatler, daha çok Ekim’in çocukluk resimleri ve iki ailenin anlattığı çocukluk anıları ile geçti. Nihayet Servet Hanım ayağa kalktı.

“Bu günlük bu kadar heyecan yetsin. Bana müsaade.”

“Lütfen kalın. Çok sevdiğimiz bir dostlarımız gelecek, birlikte yemek yiyeceğiz. Siz de kalırsanız çok seviniriz.”

“Çok teşekkür ederim ama henüz valizlerim bile arabada. Şöyle bir eve atayım kendimi. Ama yarın sabahtan bana kahvaltıya gelirseniz çok sevinirim. Umarım başka programınız yoktur.”

Ekim ilk anda anneannesine inanılmaz yakınlık duymuştu. Korkarak babasına baktı. İçinden ‘Umarım babamın başka işi yoktur’ diye düşünüyordu.

“Tabii ki geliriz Servet Hanım. Bundan daha önemli ne olabilir ki? Daha sizin soracaklarınız, öğrenmek istediğiniz bir sürü şey vardır. Yarın uzun uzun konuşuruz. Bu arada siz de sürpriz şokunu atlatmış olursunuz.”

“Çok teşekkür ederim. Siz hiç zahmet etmeyin. Ben size sabah bir araç göndereyim, adres aramak zorunda kalmayın.”

“Hiç gerek yoktu ama siz öyle uygun görüyorsanız öyle olsun.”

“Zaten bu arada sıkça görüşelim, biz yakında Amerika’ya geri döneceğiz.”

Sabih Bey’in bu sözü ile yüzündeki tebessümü donan Servet Hanım, “Ne diyorsunuz? Yakında gidecek misiniz? Beni hemen torunumdan ayıracak mısınız?”

“Yok tabii o kadar çabuk değil ama… Neyse oturup konuşuruz. İnşallah biz de buraya dönmek istiyoruz.”

“Dilerim öyle olur. Yarın sabah görüşmek üzere.”
 

*

 
Servet Hanım’ı uğurladıktan sonra hep beraber oturup kaldılar. Her biri yaşadığı şoku atlatmaya çalışıyordu.

“Servet Hanım inanılmaz bir kadın. İnsan ister istemez hayranlık duyuyor. Ne kadar saygın bir kişilik. Değil mi Ekim?”

“Ben bayıldım ve çok sevdim.”

“Ben de çok beğendim. Çok otoriter, bilgili ve ve ve çok tatlı bir anneanne.”

“Sizlerin böyle düşünmesi çok güzel çocuklar.”

“Mecburen görüşmek zorunda olacağınız bir yakınınızın olması beni üzerdi.”

“Bir iş kadını olduğu her halinden belli. Girdiği yerde hemen hakimiyet kurduğu kesin.”

“Sen de beğendinse harika demektir Sermin. Hep söylerim, benim karım insan sarrafıdır, diye.”

“Hayda! Bu ne şimdi? Sermin anne neymiş?”

“Yani insandan anlarmış.”

“Haa anladım.”

Daha onlar bu konuları konuşurlarken Mehmet Beyler geldi.

“Oh nihayet görüştük. Şükür kavuşturana. Aman Allah’ım sen Ekim olmalısın?”

“Hayır ben Sevin’im.”

Pervin Hanım hayretle bakarken Ekim arkasından gelip sarıldı.

“Ben buradayım Pervin teyzecim, hoş geldiniz.”

“Aman Allah’ım bu nasıl iş. Siz kızı çok sevince klonladınız mı ayol? Gün boyu biriniz birini, diğeriniz öbürünü yanınızda mı taşıyorsunuz?”

“Hahaaaa ha. İlahi Pervin. Kırk yıl düşünsem, böyle bir şey aklıma gelmez. Bu kızımızın ikizi Sevin. Bunlar da onun annesi Seher Hanım, Babası Sabih Bey. Onlar Amerika’da yaşıyorlar. Biz de daha yeni tanıştık sayılır ama artık bir aileyiz gördüğünüz gibi.”

“Ooo bilmediğimiz epey şey var galiba.”
 

*

 
Saatler bir su gibi aktı. Pervin Hanım, Ekim’in çocukluğu ile ilgili anıları, ona nasıl zorla yemek yedirdiklerini, hatta yememekte ısrar ettiği sebzeleri bile oyunla nasıl yedirdiklerini anlattıkça hepsi kahkahalarla gülüyordu.

“Şimdi böyle gülüyoruz ama sen o yemekleri yemeyip Hacer Hanım’ın sana gizlice verdiği abur cuburlarla karnını doyurdukça anneciğin nasıl üzülür, Hacer Hanım’a da kırılmasın diye bir şey söyleyemediği için nasıl kahrolurdu bilmiyorsun.”

“Nasıl yani, çocuk aç kaldı diye eline tutuşturduğum çikolataları, bisküvileri hep bilir miydiniz Sermin Hanım?”

“Bilirdim de bunu iyi niyetle yaptığını bildiğim için sana da bir şey söyleyemezdim.”

Allah’tan Pervin Ekim’e çok iyi yemek yedirirdi. Gökalp de iştahlı bir çocuktu. Yemek saatlerinde onları bir araya getirmeye çalışırdık hep. Sahi, sizin oğlan da bayağı bir iş adamı olmuş vallahi. Baksana bizim meseleyi bile kolayca halletmişler.”

“Vallahi Gökalp bize hiçbir şey söylemedi. Sadece sizinle ilgili bir mesele olduğunu ama ne olduğunu sizin bize anlatabileceğinizi söyledi. Biz de günlerdir meraktan ölüyoruz.”

“İşte bütün mesele bu. Biz de bütün bunları daha dün öğrendik. Biraz önce de anneanne Servet Hanım’la tanıştık.”

Bütün hikâyeyi öğrendikten sonra Pervin Hanım dayanamadı.

“Aman Allah’ım, çocuklar hepiniz çok şanslısınız. Ya apayrı dünyalarda 2 aile olsaydınız. Ne bileyim insanoğlu bin türlü. Neyse neyse… Hayırlı olmuş. Ekim kızım böyle bir kardeşin olması ne güzel.”

“Pervin, sen hatırlar mısın bilmem, bir ara kafasına takmıştı; ikide bir ‘Benim niye kardeşim yok?’ diye sorardı. Hatta Pervin de Gökalp’i gösterip ‘Siz iki kardeşsiniz işte’ derdi. Bu seferde ‘O niye benden büyük, ben küçük kardeş istiyorum?’ derdi. Hay Allah ne günlerdi.

“Ya siz geceleri Ekim’in orası burası ağrıdığında nasıl telaşlanırdınız. Tahir’in aklı çıkardı, kızına bir şey olacak diye. Ekim’in sıkıntısı geçip gülücükler atmaya başlayınca Dünyalar onun olurdu.”

“Ne olur, sık sık görüşelim. Bizim de yakında bir torunumuz olacak. Artık torun bakacağız yani.”
 

*

 
Ekim’le Sevin, Ekim’e gelen telefonu bahane ederek balkona çıktılar.

“Onlar çok yakınlar, konuşacak çok konuları var.”

“Evet, annemlerin de arkadaşları geldiğinde ben hemen odama çıkıyorum. Zira genelde konu, çocukken yaptıklarım oluyor. Ben de o yüzden odamda müzik dinliyor veya film seyrediyorum.”

“Sen şimdi gidince hemen provalara mı başlayacaksın?”

“Sanırım repertuara ilaveler yapmamız gerekecek. Bizim kendi parçalarımız çok az. Bu nedenle popüler şarkıları söylüyoruz. Maalesef artık parçalar çok çabuk güncelliğini kaybediyor. Ve her konsere ciddi bir şekilde hazırlanmak, yeni yeni şarkılar eklemek gerekiyor. Bu arada benim yeni birkaç çalışmam var. Sanırım onları da geçeriz.”

“Peki siz bir albüm çıkarmayı düşünmüyor musunuz?”

“Biz bu konserleri falan daha çok amatörce yapıyoruz ama aslında çalışmalar vardı. Hatta Niko bazı bestecilerle görüşüyordu ama okuldan bize destek olan, tecrübeleriyle bize yol gösteren bir hocamız -ki o profesyonel olarak şarkıcılık da yapıyor- bizim biraz daha çalışmamız gerektiğini söylüyor. Genelde festivallerde falan çıkıyoruz. Yani bizimki biraz daha farklı oldu. Bayağı tanınmaya başladık ama albüm arkadan gelecek. Hatta geçen sene konser kayıtlarımızdan bir cd. yapmak istedik ama olmadı. Bu sene de galiba birtakım çalışmalar benim yüzümden aksadı. Zira ben bayağı zor günler yaşadım. Senin bu kadar tatlı bir kardeş olacağını bilemezdim tabii. Kaldı ki ben ailemi bile yeni öğrendim.

Ekim kalkıp kardeşine sarıldı.

“Durumlarımız biraz farklı. Ben on iki yaşından beri bu gerçeği biliyordum. Babam senin izini kaybettiğimizi söylediği için üzülüyordum sadece. Annnemle babamı kırmamak için de onlarla konuşmaktan kaçınıyordum. Onların bu işin üzerinde olduğunu, araştırmaya devam ettiklerini ise hiç bilmiyordum. Bir de bu gerçeği Gürkan’a nasıl açıklayacağımı düşünüp üzülüyordum. Gürkan’ın ailesinden çekiniyor, Gürkan’ı kaybetmekten korkuyordum.”

“Sonra onlar nasıl tepki verdiler?”

Ekim uzun uzun kardeşine o günleri anlattı.

“Ay çok tatlı valla. Senin kayınvalideyle tanışmak çok güzel olacak. Çok nasıl denir?”

“Evet çok etkileyici ve kültürlü bir kadın.”

“Yok anlattığına göre ben sert diyecektim.”

“Yok öyle değil, daha doğrusu tarz sahibi bir kadın. Galiba biraz dominant.”

“O ne demek?”

“Yani kendi doğruları her şeyden önemli. Ama bu olayda bana karşı tavrına hayran oldum. Hatta şimdi Gürkan’la bana haber göndermiş. ‘Bak, Ekim bizden daha saraylı çıktı’ diye.”

“Gerçekten Ekim. Büyük büyük dede acaba sarayda mı oturuyordu?”

“Herhalde öyledir. Belki araştırırsak daha fazla bilgi bulabiliriz.”

“Aman bu kadar bilgi yeterli, ben daha fazla kafamın karışmasını istemiyorum. Zaten bir tek anne baba varken, şimdi kocaman bir ailemiz oldu.”

“Hele bir de Sabih baba işlerini buraya taşıyabilirse harika olur. Biz şehirde oturduğumuza göre, belki sen hafta içinde bizde kalırsın, hafta sonları hep beraber çiftliğe gideriz.”

“Ha ha. Tabii o zamana kadar sen evlenmezsen. Yanılmıyorum, değil mi? Bu günlerde Gürkan’la en çok konuştuğunuz konu bu.”

“Sen beni mi dinliyorsun kuzum? Nereden biliyorsun bütün bunları.”

“Hayır ama unutma ben senin ikizinim ve seninle ilgili duyularım çok kuvvetli.”

“O zaman ben de sana, senin hakkında hissettiklerimi sorabilir miyim?”

“Tabii ki kardeşim. Ama doğruyu söyleyeceğimden emin olma.”

Ekim hayretle kardeşine baktı.

Sevin o anda gerçek düşüncesini söylese de hemen konuyu espriye vurdu; “Kızma şaka yaptım. Hadi sor. Kaptanla ilgili soracaksın, değil mi?”

“Sevin senden korkmaya başladım valla. Evet, neler oluyor? Hissettiğim doğruysa, sen artık olaya farklı bakıyorsun. Doğru mu?”

“Yani?”

“Yani daha önce kaptanla sen ilgileniyordun sonra olay tersine döndü. Şimdiyse sanki sen de onunla ilgileniyormuşsun gibi geliyor, yanılıyor muyum?”

“O çok yakışıklı, ilgi duymam normal değil mi?”

“Hayır benim söylemek istediğim o değil. Ne zaman balkona çıksan, sen önce tekneye bakıyorsun.”

“Sana öyle gelmiş, yok öyle bir şey. O çok hoş bir adam, o kadar.”

“Dilerim öyledir. Peki Tarık’la ilgili ne düşünüyorsun? Bütün bu gelişmelerden sonra annemler yakında ya İnci teyzeleri davet ederler ya da biz onlara gideriz.”

“Bizim Tarık’la aramızda kötü bir şey yok ki. Sadece özelimiz bitti. Ben artık ilgilenmiyorum. Zaten geçen gün magazin programında onu başka bir kızla gördüm.”

“Ben fark etmediğini zannetmiştim, demek gördün. O kız Tarık’ın çok eski bir arkadaşı. Sanırım liseyi birlikte okudular. O zamanlar İnci teyze bahsederdi. Zaten daha sonralar biz de pek sık görüşmedik. Ama kızın adını duyunca anımsadım.”

“Tamam işte. Beni bu kadar kısa zamanda unutması aramızdaki ilişkiyi anlatıyor, değil mi?”

“Sen çok ömür bir kızsın.”

“O ne demek demeyeceğim. Herhalde tuhaf olduğumu söyledin, değil mi?”

“Hayır ‘enteresan olduğunu’ desek daha doğru. Hadi biraz içeri gidelim mi?”

“Zaten konuklar da kalkmışlar. Herhalde gidiyorlar.”

“Haydi kızlar, iyi geceler. Biz de sizleri bekleriz. Hatta fırsatınız olursa Sabih Bey ve Seher Hanım gitmeden bize buyurun. Bizde de bir balık partisi yapalım.”

“Çok iyi olur. Görüşürüz.”
 

*

 
Sabahleyin, günün heyecanı ile erkenden kalktılar. Daha henüz hazırlanmışlardı ki kapı çalındı. Gelen Servet Hanım’ın şoförüydü. Hemen aşağı indiler.

Kapıda kendilerini bir limuzin bekliyordu. Gülüşerek arabaya bindiler ve Zekeriyaköy’e doğru yola çıktılar. Çok büyük bir arazinin ortasındaki büyük bir villaya ulaştılar.

Servet Hanım kapıda kendilerini karşıladı.

“Umarım yanlış anlamadınız. Kalabalık olduğunuz için rahat edebilmeniz için şirketin arabasını göndermek durumunda kaldım ama sonradan da sizler ne düşüneceksiniz diye telaşlandım.”

“Rica ederiz. Biz de zaten bu sıcaklarda bir yere giderken iki araçla gidiyoruz. Hatta dün ilk anın heyecanı ile bir şey konuşamadık ama Binay Hanım ve Burhan Bey’in kabirlerini ziyarete de iki araba ile gitmiştik.”

“Ne güzel, demek kabirlerini biliyorsunuz. Bu arada lütfen geçin. Evime hoş geldiniz. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Hatta isterseniz direkt masaya geçelim. Kızlar siz sağıma ve soluma geçin. Henüz sizleri ayırt edemiyorum ama en kısa zamanda bunun üstesinden geleceğimi sanıyorum.”

“Bu sizin şansınıza Servet Hanım. Daha dün sabaha kadar ikisinin saçları farklı renkteydi ama dün Sevin’de saçlarını Ekim gibi boyattı. Şimdi ayırt etmek daha zor.”

“Bu mesele olmayacaktır. Ben eminim. Kabristandan bahsettiniz. Siz nereden öğrendiniz bunu Tahir Bey?”

“Ben… Bu mevzuu başka zaman konuşsak.”

“İzininizle bu konuyu ben anlatayım size.”

“Bana anneanne demeniz en büyük arzumdur sevgili torunum. Herhalde bana Servet Hanım demeyeceksiniz.”

“Tabii tabii efendim. Babam, Binay anne ve Burhan babanın kabrini kendisi yaptırmış. Yani ilk andan itibaren onları yalnız bırakmamış. O gün, o elim kazayı öğrenince gerisi ile babam ilgilenmiş.”

“Allah razı olsun. O nedenle ben bilgi alamadım demek ki.”

“Ben de yeni öğrendim ama o gün, biz ziyaretlerine gittik. Hatta, size ulaşınca önce onlara gidip haber vermek istedik.”

“Çok tatlısınız. Çok teşekkür ederim. Bunca senedir birilerinin onlara sahip çıkması beni çok duygulandırdı. Sağ olun.”

Uzun uzun kahvaltı masasında oturup sohbet ettiler.

Servet Hanım bu sürenin sonunda torunlarındaki farklılıkları keşfetmişti bile. Masadan kalkarken öğrendiklerinin doğrultusunda elini uzatarak Sevin’i kaldırdı ve başköşede duran piyanonun yanına götürerek “Sevin, bu annenin piyanosuydu. Babanla birlikte hem çalar hem söylerlerdi. Gerçi bu çok kısa sürdü ama onları dinlemek benim çok hoşuma giderdi. Arzu edersen çalabilirsin” dedi.

Sevin bu sözü ikiletmedi. Hemen piyanonun tuşlarına, adeta annesini babasını okşarmış gibi usulca dokunduktan sonra, parmakları uçarcasına çalmaya başladı. Annesinin çalıştığı notalar bile orada açık vaziyette duruyordu ve Sevin açık duran son parçayı çalarak usulca piyanonun başından kalktı. Bilinçsizce anneannesine doğru gitti.

“Canım yavrum, o çaldığın sonat annenin en son çaldığı parçaydı bu piyanoda. Ben zaten annene kendi bildiklerimi öğretmiştim. Baban çok kısa zamanda annenin çok ilerlemesini sağlamıştı ama… Neyse, bu güzel günü böyle… Kızım Ekim, aldığım haberlere göre sen de bir hukukçu olma yolundasın, değil mi?”

“Evet efendim. Bu yaz da staj yapıyordum ama Amerika falan derken iş yarım kaldı galiba.”

“Olsun, daha önümüzde tatil devam ediyor. Eylüle kadar vaktin var.”

Bu arada Binay Hanım hakkında bir sürü şey anlatıp resimlerini göstermişti. Hatta bir tane de Binay Hanım’la Burhan Beyin yan yana resimleri vardı.

“Bu resmi rahmetli eşimden zor saklamıştım. Kızımın en son hâli diye bakar bakar özlemimi gidermeye çalışırdım. Zaten ben damadımı da çok sevmiştim. İnanılmaz bir beyefendiydi kendisi. Aslında eşim inat etmeyip tanımaya çalışsa eminim çok sevecekti ama o yıllarda bir müzisyene pek iyi gözle bakılmadığı için biricik kızına layık görmemişti herhalde. Bakın babanız çok yakışıklı bir erkekti. Hatta bir seferinde kendisine bir gazinodan assolistlik teklif edildiğini anlatıp gülmüştü. O zamanlar insanların sahnelere çıkmak için yapmayacağı yoktu ama o, ‘Binay’ın ailesi hoşlanmaz’ diye bu teklifi ciddiye bile almamıştı.

Gerçekten de Burhan Bey çok yakışıklıydı resimde.

Kızlar annelerine benziyorlardı ama ikisinin de yüzünde babalarından bir şeyler, benzerlikler bulmak mümkündü.

“Kızlar, sizi henüz çok yeni tanıdım ama ikinize de söylemeliyim ki siz kesin Burhan Bey’in kızlarısınız. ‘Ne demek bu?’ derseniz, Ekim sen konuşurken tek kaşını havaya kaldırıyorsun. Bu babanın da sıkça yaptığı hareketti. Ve sen Sevin çok sık saçlarını geri atıyorsun ki bu da babanın özellikle piyano çalarken yaptığı bir alışkanlığıydı.

Ekim kendini hiç bu kadar Binay anneyle Burhan babaya yakın hissetmemişti. Ayağa kalktı ve Servet Hanım’a yaklaştı.

“Size anneanne demek çok hoşuma gidecek ve eminim ki Binay annemle Burhan babamın da çok hoşuna gidecektir. İyi ki sizi bulduk anneanne.”

Servet Hanım daha fazla gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başladı. Bu durumu gören Sevin de kendini tutamayarak anneannesine sokulup ona sarıldı. Bu çok özel bir andı, üçü de hem gülüyor hem ağlıyordu.

Bu arada saatler ilerlemiş yemek hazırlanmıştı. Hep beraber bahçede hazırlanan masaya oturdular. Onlar yemekteyken, bir gün önce birlikte geldikleri Nazım Bey, Servet Hanım’ı görmeye geldi.

“Gelin Nazım Bey, gelin. Ben bu dünyadaki en mutlu insanım şu anda. Bir torunuma kavuşacağım diye beklerken iki torunum birden oldu. Daha ben ne isteyebilirim ki? Üstelik torunlardan birisi bir hukukçu olma yolunda. Öbürü ise anneciğinin ve babacığının emanetini teslim almış. Keşke halaları da sağ olsaydı. O zaman bir akrabaları daha olurdu. Gerçi ben tabii ki hala hanımı hiç tanımıyorum ama.

Servet Hanım’ın bu sözü üzerine Tahir Bey, hala hanımla tanışmalarını ve kadıncağızı nasıl ikna etmeye çalıştıklarını, iki kardeşi ayırmamak için ne kadar uğraştıklarını ama bir türlü kabul ettiremediklerini anlattı.

“Kısmet böyleymiş. Kim bilir… Her şey kısmetle. O zaman hiçbirimiz tanışamayacaktık. Belki de biz kızlarımızın ailesini aramayı bile düşünmeyecek dolayısı ile sizi de bulamayacaktık.”

“Bu arada bizim de size sürprizimiz olacak. Tahirciğim, hadi o konuyu da söyleyelim artık. İnanıyorum Ekim merakla bekliyordur.”

“Çok haklısın Serminciğim. Evet, Servet Hanım, kızımız Ekim’in bir erkek arkadaşı var. Biz de Gürkan’ı çok severiz. Kendisi aralarındaki bu ilişkiye resmi bir başlangıç yapmak istiyor. Yani bir söz, bir nişan gibi. Bizim kulağımıza da hoş geldi bu teklif. Aslında kızımızın tahsili bitsin istiyorduk ama bu Amerika seyahati, onların daha fazla ayrı kalmak istemedikleri gerçeğini hem onlara hem bize anlattı. Gerçi umarım bu hazırlık aşamasında Gürkan kısa dönem askerliğini de yapacaktır ki öyle ümit ediyorum. En kısa zamanda bize gelmek istiyorlar. Biz de bu aşamada ailenin en büyüğü olarak sizi aramızda görmek istiyoruz. Tabii sizce de uygunsa.”

“Tahir Bey, Sermin Hanım, ne kadar alicenapsınız.”

Sevin hemen atıldı.

“Ben anlamıyorum ne olmuş Sermin anneyle Tahir babaya?”

Herkes gülmeye başladı.

“Tamam sevgili torunum, baştan alıyorum. Sermin Hanım, Tahir Bey ne kadar eşsiz insanlarsınız. Gerek siz gerekse Sabih Beyler harika çocuklar yetiştirmişsiniz. İkisi de harika. Ve sizler, daha tanışalı ne kadar oldu ama ben sizleri kırk yıldır tanıyor gibi hissedebiliyorum. Çok naziksiniz. Uygun görmek ne demek, ben bu davetten ancak gurur duyarım. Ne zaman gelecekler?”

“Ona hep birlikte karar verelim ama bu en kısa zamanda olursa çocuklar çok mutlu olurlar. Zira bu epeydir ertelenmek zorunda kalan bir davet.”

“Yarın sevgili torunlarım ve sizlerle şirkete ve vakfa gidersek çok sevinirim. Yıllardır özlemini çektiğim torunlarımın, nelere sahip olduklarını bir an önce görmelerini istiyorum. Tabii sizlerin de. Artık bizim ayrı geçirecek zamanımız yok. En azından ben, yaşımı dikkate alırsak, öyle umut ediyorum.”

O anda herkes şaşkınlıkla bu durumu hiç düşünmediklerini fark etti.

“Servet Hanım, bunun hiç acelesi yok. Bu tamamen sizin ve torunlarınızın arasında bir konu.”

“Ben öyle düşünmüyorum. Yarından itibaren torunlarım ve sizler sahip olduğum her şeyden yararlanmalısınız. Ben öyle uygun görüyorum. Zaten bu konuda gerekli çalışmalar başladı bile.”

“Ama Servet Hanım…”

“Sabih Bey lütfen. Sizin de, Tahir Bey’in de benim parama ihtiyacınız olmadığı konusunda bilgi edindim. Ama ben çok büyük bir Holding ve Vakıftan söz ediyorum. Ben gerek yaşım gerekse gönül yorgunluğum nedeni ile pek işlerle ilgilenmiyor, sadece denetlemeye çalışıyorum. Benim sağ kolum Nazım Bey’dir. Ama artık onun da yorulduğunu hissediyorum. O da torunlarıyla daha fazla vakit geçirmek istiyor. Öyle değil mi Nazım Bey?”

“Çok haklısınız hanımefendi.”

Servet Hanım konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

“Torunlarım daha çok genç ama bir an önce bilgi sahibi olmalarını isterim. Neler yapabiliriz şimdiden bilemiyorum, bunları hep konuşmamız gerekiyor. Ekim’in staj yaptığını da biliyorum. Hatta yanında çalıştığı Mümtaz Bey’i uzaktan tanırım. Artık ben de sizlerle vakit geçirmeyi çok isterim. Bu nedenle en kısa zamanda damat beyle tanışmayı da çok isterim. Yarın biraz yoğun bir gün olacağına göre bu işi bir sonra ki gün yapsak. Sence de uygun ya da Gürkan Beyler için uygun mu Ekim?”

“Babacığım?..”

“Tabii kızım sen Gürkan’la konuş bakalım. Onlar müsait olacaklar mı?”
 

*

 
Ekim hemen Gürkan’a telefon açtı ve kısaca olayları anlattı. Sonra da yarından sonra uygun olup olamayacaklarını sordu.

“Tamam Ekim, ben annemle ve babamla konuşmuştum. Onlar da zaten yarın çok yoğun olduklarını ama sonraki günün çok iyi olacağını söylemişlerdi ben de seni arayıp, siz de müsait misiniz diye soracaktım.”

Ekim telefonla rahat konuşabilmek için salonun önündeki verandaya çıkmıştı.

“Gürkan, burası çok güzel ve çok büyük. Servet Hanım’ın şirketler grubu bir hayli büyük anlaşılan ya da ailesinden durumu çok iyi.”

“Ekimciğim ben biraz araştırma yaptım. Yazın Holding çok büyük. Çok değişik alanlarda çalışıyorlar. Sanırım şirketlerin durumları da çok iyi.”

“Neyse bütün bunları yarın öğreneceğiz.”

“Sevgilim seni özledim.”

“Hadi akşama gel.”

“Ama yarın akşam da sizde olacağız, ayıp olmaz mı?”

“Olmaz, olmaz hem daha iyi biraz konuşuruz bütün bu olanları.”

“Tamam sevgilim o zaman akşama görüşmek üzere.”

“Hoşça kal bir tanem.”

Ekim biraz etrafı seyredip içeri girdi.
 

*

 
“Ne oldu çocuğum ne dedi Gürkan?”

“Tamam babacığım, Gürkan’da beni arayıp annesi ve babasının yarın programlarının dolu olduğunu ama öbür gün müsaitsek gelmek istediklerini söyleyecekmiş.”

“Çok iyi. O zaman biz müsaade isteyelim.”

“Böyle iyiydi ama tabii sizin de işleriniz vardır. Yılların özlemiyle torunlarımdan bir an ayrılmak istemiyorum. O zaman yarın sabah size yine araba göndereyim. Kaçta alsın araba sizi.”

“Ne dersiniz kızlar? Hanımlar siz gelmek ister misiniz?”

“Tahirciğim, yarın benim bir görüşmem var. Seher arzu ederse benimle gelebilir, ben çok sevinirim. İşim fazla uzun değil.”

“Çok sevinirim Sermin. Ben de senin iş yerini merak ediyordum.”

“Bu arada Sermin Hanım, sizin kreasyonlarınızı da çok beğeniyorum. Tarzınızı tanıyorum. Bazen bir hanımın üzerinde görüp beğendiğim bir ürünün, sizin olup olmadığını öğrenmek için ufak bir araştırma yaparak eğleniyorum bile.”

“Teşekkür ederim.”

“Evet, kaçta buluşuyoruz?”

“Tahir baba lütfen çok erken olmasın. Ben bugün çok erken uyandım ve uyumak istiyorum.”

“Hımm, uykuyu seviyoruz galiba.”

“Yok kızımız uykuyu fazla sevmez ama uyuyamadığı zamanda biraz agresif olur.”

“Biraz mı?”

“Aşk olsun anneciğim, anneannem beni yanlış tanıyacak.”

Sevin’in bütün samimiyetiyle söylediği bu anneanne kelimesi Servet Hanım’ın gözlerinin yaşlanmasına yetti. Yakınındaki torununa sarılarak onu yanaklarından öptü.

“Tamam o zaman, rahat rahat kahvaltımızı edelim ve 10 gibi araba bizi alsın.”

“Çok iyi. Ben şirkette olacağım.”

“Hoşça kalın.”

“Güle güle. Sizlere, hepinize, bana bu günleri yaşattığınız için çok teşekkür ederim.”

Kendilerini getiren araba onları tekrar evlerine bırakmak için hazır bekliyordu.
 

*

 
“Anneciğim, akşama Gürkan’ı çağırdım.”

“İyi ettin kızım. Yemeğe gelseydi.”

“Yok ben bütün bu konuları onunla konuşmak istediğim için çağırdım. Belki biraz da direksiyon çalışırız.”

“Çok iyi olur kızım. Artık anneannen asla senin vosvos kullanmanı istemez.”

“Aşk olsun babacığım, ben yine de vosvosumu kullanmak istiyorum. Nedenini de biliyorsunuz.”

“Biliyorum güzel kızım. Sadece seni kızdırmak istedim.”

“Hadi teknede 5 çayı içelim.”

“Aaa çok iyi olur.”

Bu ses tabii ki Sevin’den çıkmıştı. Söylediği anda gözleriyle Ekim’i aradı. Ekim kardeşine göz kırptı. Tahir Bey kaptana telefon edip gelmek istediklerini haber verdi. Limuzinden inip tekneye çıktılar.
 

*

 
Gün batımına kadar teknede oturdular. Hafif bir esinti de vardı. Evde olunca rahatsız eden bu hava teknede çok hoştu.

Ekim’le Sevin ön tarafa geçtiler. O gün öğrendiklerini konuşurlarken yanlarına Yavuz geldi.

“Merhaba, Ekim Hanım size bir şey sormak istiyorum. Ben bir arkadaşımı ziyarete gitmek istiyorum ama nasıl en kolay gidebilirim diye size sormak istedim.”

“Ne tarafa gideceksin Yavuz?”

“Arkadaşım Topkapı’da oturuyor. Taksim’e çıkıp oradan gidebilir miyim?”

“Sen zaten çözmüşsün Yavuz. En kolay gidebileceğin yol bu. Biraz uzak ama. Ne zaman gideceksin?”

“Yarın abimin bir işi var. Ben öbür gün giderim. Ama siz denize çıkmak isterseniz daha sonra giderim.”

“Hayır hayır. Bizimle çıkabilirsin diye düşünmüştüm ama öbür gün biz evde olacağız.”

“Yok zaten ben bulurum merak etmeyin. Kaptan da ‘Kaybolmadan gelirsin inşallah’ diyor. Ne demişler, azmin elinden hiçbir şey kurtulmazmış. En azından abime mahcup olmamak için gayet güzel gider gelirim. Teşekkür ederim.”

Sevin’in günlerdir kafasını kurcalayan mesele çözülecekti nihayet. Kaptan bütün gün teknede yalnız olacaktı ama o gün evde telaş varken o tekneye nasıl gelebilirdi? Şimdi düşünüp buna bir çözüm bulmalıydı. O sırada kaptan yanlarına geldi.

“Sevin Hanım, saçlarınız çok güzel olmuş ama artık sizi ayırmak daha zor.”

“Öyle söylüyorsunuz ama hiç tereddütsüz Sevin’le konuşuyorsunuz kaptan.”

“Ama o kadar da olsun Ekim Hanım. O kadar süre ikinizi de çok yakından gördükten sonra bizim için kolay da ben başkalarını kastetmiştim.”

“Kızlar, artık gidelim mi? Yemek falan anca olur. Gürkan gelecek.”

“Tamam anne geliyoruz.”

“Hoşça kalın kaptan.”

Sevin özellikle kaptanın gözlerinin içine bakarak görüşmek üzere dedi. Tekneden tekneye sonra da karaya çıktılar.
 

*

 
Onlar masayı toplarken Gürkan geldi. Büyükler salonda otururken gençler balkona çıktılar. Ekim ve Sevin hararetli bir şekilde o gün yaşadıklarını Gürkan’a anlattılar. Daha sonra Ekim, ‘Direksiyon çalışmaya gidelim mi, diye nasıl sorarım acaba?’ diye düşünürken yanlarına Tahir Bey geldi.

“Kızım, senin bir an önce pişmen lazım. Hadi biraz çalışın bari. Tabi Gürkan yorgun değilse.”

“A hayır yorgun değilim. Hadi hemen çıkalım Ekim.”

Hemen kalkıp aşağı indiler.
 

*

 
“Ben de Ekim bana ne söylemek istiyor diye düşünüyordum.”

“Nasıl yani?”

“Senin bana bir şey söylemek istediğini hissettim. Ama ne olduğunu anlayamıyordum. Ama şimdi anladım. Çalışmaya çıkmamızı söylersen bana o akşamı hatırlatmış olursun diye söyleyemiyordun, değil mi sevgilim?”

“Çok hainsin ve de fesatsın Gürkan.”

“Haydi aşkım itiraf et. Bekliyorum.”

“Evet öyle, ne yapayım ben böyleyim işte.”

“Sevgilim senin hatırlatmana gerek yok ki ben zaten seni düşündüğüm her an, o güzel anları tekrar yaşıyorum.”

“Lütfen utandırma beni.”

“Tamam, tamam. Ama bu akşam gayet ciddi bir şekilde çalışacağız. Bunun için de en uygun yeri biliyorum.”

Mesafe fazla uzak olmadığı için hemen geldiler. Ve direksiyona Ekim geçti. Önce çok heyecanlanıp arabayı stop ettirse de sonra çok güzel bir şekilde kullandı.

“Sevgilim, sen süpersin. Böyle yerlerde çalışmamıza gerek yokmuş. Trafiğin sakin olduğu yerlerde araba kullansak daha iyi olacak. Bravo vallahi. O kadar çok korkuyordun ki. Ben hiç böyle olduğunu düşünmemiştim.”

“Ciddi misin Gürkan?”

“Evet, hatta istersen şimdi bile yola çıkabiliriz.”

“Yok istemem. Ben bugün yaşadıklarımdan sersem gibiyim zaten. Biraz konuşalım beni eve bırak lütfen.”

“Tamam bir tanem. Sen bayağı gerildin galiba. Nasıl anneannenden hoşlandın, değil mi?”

“O çok tonton biri. Hep bizi memnun etmeye çalışıyor. Hatta biz eve gelirken bizden ayrıldığı için çok üzüldü.”

“Ben seni eve bırakayım. Sen gerçekten yorgun görünüyorsun.”

“Sen annenlerle konuştun, değil mi? Bir problem yok yani.”

“Nasıl olabilir ki sevgilim? Ben ortada problem falan bırakır mıyım hiç? Sevgilime kavuşacağım ilk adım. Kim engelleyebilir ki?”

“Sen delisin.”

“Deli değil çılgınca aşığım. Sensiz sabahlarım, sensiz akşamlarım olmasın artık. Çok istiyorum. Evlenince geceler boyu seni seyredeceğim. Benim olduğuna inanana kadar.”

“Sen gerçekten çılgınsın. Hadi gidelim canım, başım da ağrımaya başladı.”

Şanslarına eve yakın bir yerde park yeri buldular. Vedalaştılar. Ekim apartmana girerken Gürkan uzakça bir yere park ettiği arabasına doğru yürüdü.

“Ne oldu kızım? Çabuk döndünüz, çalışacak yer mi bulamadınız?”

“Bulduk babacım. Gürkan beni çok iyi buldu. Bir daha sefere normal ama yoğun olmayan bir trafikte çalışacağız. Ama günün stresinden benim başıma ağrı girdi ben dönmek istedim. Müsaadenizle ilaç alıp yatacağım.”

“Kızım sana sıcak bir şeyler yapsam faydası olur mu?”

“Teşekkür ederim Hacer Teyze. Dinlenince geçer umarım.”
 

*

 
Sabahleyin erkenden uyanan Ekim başının geçmiş olmasına memnun olarak gerindi ve tembel tembel yatmaya devam etti. Sonra birden günün ne kadar yoğun olduğu aklına gelince yataktan fırlayıp kalktı. Sevin hâlâ mışıl mışıl uyuyordu. Kendini daha da zinde hissetme duygusuyla usulca duşa gitti.

Odaya döndüğünde Sevin’inde hazır olduğunu gördü.

“Günaydın.”

“Sana da günaydın. Nasılsın? Akşam çok kötü görünüyordun. ‘Acaba Gürkan’la bir şey mi oldu?’ diye arkandan geldim ama sen uyumuştun bile. Sonra Sermin anne, senin böyle çok stresli olduğun zaman başının ağrıdığını söyledi, rahatladım. Seni hep böyle gülerken görmek güzel. Akşam çok üzüldüm ben.

“Gerçekten, fazla gerilirsem başım ağrıyor. Allah’tan biraz dinlenince geçiyor. Affedersin canım, bilmeden seni üzmüşüm. Hadi kahvaltıya yetişelim.”

“Günaydın güzeller, biz de siz gelmeyince ‘Acaba uyandırsak mı?’ diyorduk. Tam vaktinde geldiniz, Hacer Hanım kızarmış ekmekleri getiriyor.”

“Artık eve dönünce de her sabah ekmekleri kızartmadan kahvaltı etmeyeceğiz galiba. Alıştık böyle mis gibi çıtır çıtır ekmeklerle kahvaltıya.”

“Ben hep böyle kahvaltı ettim. Hacer teyze her sabah böyle yapar. Allah’tan her sabah yumurtalı ekmek yapmıyor.”

“Yapınca yemem demiyorsunuz ama.”

“Hacer Teyzecim harika oluyor ama hem sana eziyet hem de bize fazladan kalori oluyor, o nedenle yani.”
 

*

 
Saat tam onda arabaları, onları almaya gelmişti. Hanımları evde bırakıp aşağı indiler.

“Günaydın efendim.”

“Günaydın Niyazi Bey, trafik biraz rahatlamıştır herhalde.”

“Gelirken problem yoktu efendim. Herkes aksi istikamete gidiyordu ama şimdi biraz zorlanacağız herhalde.”

“Neyse acelemiz yok nasıl olsa.”

“Siz öyle söylüyorsunuz ama Servet Hanım sabah erkenden şirkete gitti bile. Hanımefendi torunlarına kavuştuğu için çok heyecanlı.”
 

*

 
Araba Maslak’taki yüksek binaların birinin önünde durdu. Görevliler hemen yol göstererek onları yukardaki katlardan birine çıkardı. Asansörden indiklerinde Nazım Bey’in kendilerini beklediğini gördüler.

“Günaydın. Hoş geldiniz.”

Anlaşılan fısıltı gazetesi görevini yapmıştı. Geçtikleri her yerde aşırı ilgi gördüler.
Servet Hanım’ın odası büyük, çok şık ve bir o kadar da konforluydu ama asla soğuk ya da ruhsuz değildi. Odanın bir hanımın çalışma odası olduğu belli oluyordu. Servet Hanım bugün, lila ve mordan oluşan şık bir takım giymişti ve çok hoş görünüyordu.

“Sevgili torunlarım ve babaları, sizleri burada görmek benim için ne kadar hoş bir duygu anlatamam. Sanırım kahvaltınızı edeli epey olmuştur. Güzel birer kahve alırız, değil mi?”

“Hanımefendi ben sekreterinize söylerim. Ben odama geçeyim. Siz hazır olduğunuzda gelirim.”

“Teşekkür ederim Nazım Bey.”

Bulundukları kat çok yukarda olduğu için manzara eşsizdi. Pencereler yerlere kadar cam olduğu için insan kendini bir tuhaf hissediyordu ama çok güzeldi.

Ekim ayağa kalktı.

“İzninizle bu manzaraya bakmak istiyorum.”

“Tabii kızım, keyfine bak. Bazen ben de dakikalarca seyrediyorum etrafı. İnsan kendini hem çok küçük ve çaresiz hem de her şeyin hâkimi zannediyor aşağılara bakınca.”

Sevin de ayağa kalkıp Ekim’in yanına geçti.

Manzara anlatılamayacak kadar güzeldi. Aşağıda yaşam o kadar küçük görünüyordu ki, aynen Servet Hanımın söylediği gibi, insan kendini hem çok çaresiz hem de çok güçlü hissediyordu.

“Anneannemiz ne kadar şık ve ne kadar güzel, değil mi?”

“Haklısın Sevin çok muhteşem görünüyor.”

“Çok benzediğimize göre, biz de o yaşa gelince bu kadar muhteşem görüneceksek, yaşlanmaktan hiç korkmayalım.”

“”Çok tatlısın kardeşim. Gerçi bunları düşünmek bizim için çok erken ama haklısın.”

Havadan sudan konuşmalar ve kahve faslından sonra Servet Hanım ayağa kalktı.

“Evett. İlk olarak meşrubat fabrikamızın yeni reklam kampanyası için hazırlanan çalışmaları seyretmek üzere toplantı salonuna geçelim. Bu, zaten bugünkü programdı ama daha sonra sizlere etrafı şöyle bir göstermek istiyorum. Ayrıca tüm çalışanlarımla torunlarımın tanışmaları için ufak bir kutlama yapılacak. Buyurun.
 

*

 
Toplantı salonunda herkes onları bekliyordu. Reklam ajansı hazırlıklarını yapmıştı, hemen sunuma geçtiler. Ekim hayretle pek içmekten hoşlanmadığı ama bir yerlerde içmek zorunda kaldığında tercih ettiği Günboyu isimli limonatanın, Yazın Holding’e ait olmasına şaşırdı. Zaten bu şaşkınlık günün diğer saatlerinde de devam edecekti.

Yazın Holding, gökdelenin bir katını olduğu gibi kaplıyordu. Devamlı yeni şaşkınlıklar yaşıyorlardı. Sabih Bey ve Sevin yurt dışında oldukları için birçok ürün onlara bir şey ifade etmiyordu ama Tahir Bey ve Ekim hayretler içindeydiler. Zira gün içinde tükettikleri birçok şeyin sahibinin Servet Hanım olması inanılır gibi değildi.

“Şaşkınlığımızı mazur görün. İnsan tükettiği şeylerin sadece marka adını biliyor ama esas sahibi kim pek dikkat etmiyor galiba. Gördüğüm kadarıyle Ekim de benim kadar şaşkın. Kutlarım sizi. Tek başınıza bu kadar büyük bir holding, daha doğrusu şirketler. Ne söyleyeceğimi bilmiyorum.”

Reklam kampanyası hakkında karar verildikten sonra, Holding’i dolaşmaya çıktılar. Burası çok büyüktü tabii ki ve bayağı bir çalışan vardı. Onlar etrafla ilgilenirken, etrafta onları incelemekle meşguldü doğal olarak.

Nazım Bey’in odasına uğradılar.

Onun odası da en az Servet Hanım’ınki kadar şıktı. Kapıda gördükleri pirinç isimlikten Nazım Bey’in genel koordinatör olduğunu öğrenmiş oldular.

“Nasıl buldunuz holdingimizi?”

“Çok beğendik. Ve inanın bu kadar büyük oluşunuza çok şaşırdık. Sizleri kutlarım.”

“Haklısınız Tahir Bey. İş hayli büyük, tabii birçok ortağımız da var. Ama itiraf edeyim ki işin yükü Nazım Bey ve hukuk büromuzun omuzlarında. Ben, bana anlatılanlar arasından seçim yapmak zorunda kalıyorum çoğu kez. Yani karar merci olarak çalışıyorum. Hoşuma gidiyor. Eşimin sağlığında onun işleriyle sadece merak ve can sıkıntısı nedeniyle ilgilenirdim. Tabii o zamanlar bu kadar içinde değildim ama konulara az çok vakıftım. İşlerin başıma kalacağını bilemezdim. Uzun yıllar bilfiil çalıştım ama artık 1.5 senedir daha az aktif olmaya çalışıyorum. Gerçi pek başarılı olduğum söylenemez. Kendim burada olmasam da her konuya yabancı kalmamaya dikkat ediyorum. Sizler de bilirsiniz açık vermemek zorundasınız. Bilginizin olmadığı her konuda yanıltılmaya hazırsınız demektir. İşte böyle.”

“Sizleri bu sıcakta fabrikalara götürmek istemem tabii ama sizin görmek istediğiniz bir yer olursa seve seve gideriz. Hem ben işyerlerime ani baskınlar yapmaktan çok hoşlanırım. Ama asla onların bir açığını yakalamak için değil, sadece telaşlarını görmek beni eğlendiriyor. Zaten hepsi alıştı benim bu ziyaretlerime. Benim için en önemlisi, çalışanlarımın yüzünde, ‘Bu da nereden geldi ya da gitse de rahatlasak’ ifadelerinin olmaması. Ben ziyaretlerine gittiğim zaman onlarla ilgilenirim. Dertlerini, halledemedikleri sorunlarını benimle paylaşırlar. Bu nedenle bir de vakıf kurduk. Çalışanlarımızın pek çoğunun çocukları, vakıftan aldıkları burslarla okuyorlar. Bu da beni çok mutlu ediyor. Rahmetli eşim biraz sinirliydi ama iyilik yapmak konusunda ondan öğrendiğim çok şey olmuştur. En önemlisi insanlara verebileceğinizi, açık açık yüzlerine vurmadan, gizlice ve sessizce verebilmektir. Umarım bunda başarılı olmuşuzdur. Beni en çok sevindiren, bursla okuyan hemen hemen bütün gençler işyerlerimizde çalışıyorlar. Benim tek eksiğim torunlarımdı yani torunumdu. Şimdi başka ne isteyebilirim ki?

Sizlere bunları, beni daha iyi tanıyabilmeniz için anlatıyorum. Yoksa basından bol bol haberler okursunuz ama pek çoğunun gerçekle ilgisi yoktur. Olabildiği kadar sade bir hayat sürmeye çalışıyorum ama bazen gerektiği için ortalarda olmam da icap ediyor. Artık yalnız olmamak çok güzel, bunu anlatabilmem biraz zor.”

“Siz o koca evde yalnız mı yaşıyorsunuz?”

“Maalesef öyle Ekim. Daha önce, daha ufak bir evdeydim. Yardımcıların dışında, annem ve babamla yaşadığım zamanlardan beri benimle yaşayan bir emektarımız vardı, kalfa hanım. O benim can yoldaşımdı. Akşamları bazen oturur, eskileri konuşurduk. En çok da kızımdan bahsederdik.”

“Hatırladım kalfa hanımı, Binay annenin Burhan babayla evlenmesine yardımcı olan hanım değil mi?”

“Evet kızım. Çok iyi bir kadıncağızdı, nur içinde yatsın. 2 sene önce kaybettim onu. Daha sonra Nazım Bey bu ev için ısrar etti. Benim de şehirden uzaklaşma fikri hoşuma gitti, buraya taşındım. Pek görüştüğüm kimse yok ama senede birkaç kez evde davet verip yanımda çalışanların aileleri ile birlikte oluruz. Fabrikalarımızda da yılda bir kez bütün çalışanlarla ve aileleri ile yemek yeriz. Hep ben anlatıyorum. Sizin sormak istediğiniz bir şeyler varsa sorun lütfen.”

“Siz çok güzel anlatıyorsunuz. Eminim daha çok şeyler aklınıza gelecektir. Biz de iki aile olarak birbirimizi tanımaya çalışıyoruz daha. Yakında Sabihlerin gidecek olması şimdiden bizi acıtıyor ama inşallah işlerini yoluna koyabilirse onlar da buraya dönmek istiyorlar.”

“Geçen yıllara nasıl üzülüyorum anlatamam. Bundan sonra sizlerle beraber olmak hayatıma anlam kazandıracak. Dilerim en kısa zamanda sizler de aramıza katılırsınız Sabih Bey. Bunca yıl yalnızlıktan sonra böyle kalabalık bir aileye sahip olmak inanılmaz güzel.”

“Konuklarımız acıkmışlardır herhalde. Buyurun yemek salonuna geçelim.”

“Vallahi bu çok iyi oldu, ben açlıktan ölüyordum. Sevin yavaş sesle kardeşine söylemişti bunu ama Servet Hanım da duymuştu.”

“Kızım o zaman söyleseydiniz daha kısa keserdik turumuzu.”

“Ooo yok öyle laf olsun diye söyledim, sorun değil anneanne.”

Servet Hanım torunu kendisine anneanne dedikçe çok mutlu oluyordu ama henüz Ekim, Sevin kadar rahat kullanamıyordu bu hitap şeklini.

Yemeklerini bitirdiklerinde, bir bey gelip herkesin konferans salonunda kendilerini beklediğini haber verdi.
 

*

 
Konferans salonu çok büyüktü ama balkonda eşsiz manzaraya karşı toplanan kalabalıkta bir hayli idi. Hep birlikte balkona çıktılar. Servet Hanım eline bir kadeh aldı ve kenarına parmağındaki yüzükle vurarak dikkatleri üzerine topladı.

“Arkadaşlar, buraya niçin toplandığımızı hepiniz biliyorsunuz. Gerçi birçoğunuzla tanıştırdım kızlarımı ama hepinizi onların da tanımasını istediğim için bu mini toplantıyı düzenlemesini Nazım Bey’den rica ettim. Ekim, Sevin yanıma gelin. İşte bu gördüğünüz şahane kızlar benim torunlarım Ekim ve Sevin. Yıllardır torunumu aradığımı hepiniz biliyorsunuz sanırım. Benim bu arayışım sizlerin arasında bir efsaneye dönüşmüştü, bunu da biliyorum ama bakın rüyalarım gerçek oldu. Artık umarım onları da sık sık görürüz. Zaten dolaştığımız sırada gösterdiğiniz ilgiye buradan teşekkür etmek istedim. Buyurun bir şeyler için, sonra da tabii ki işinizin başına dönün. Bu haylazlığınızı patron duymaz umarım.”

Çalışanların Servet Hanım’ı ne kadar sevdikleri, gösterdikleri ilgiden belliydi.

Yakındakiler gelip Sevin ve Ekim’le tanıştılar.

“Buyurun benim odama geçelim. Vaktiniz varsa biraz daha sohbet ederiz.”

“Biz aslında yavaş yavaş kalksak fena olmayacak. Sermin ve Seher belki de eve dönmüşlerdir bile.”

“Keşke, hanımefendileri de buraya aldırsaydık. Akşam üstü burada manzara harika olur. Beş çayı içerdik hep birlikte.”

“Bilmem ki, ne dersiniz, Sabih?”

“Telefon açalım bakalım neredeler?”

“Ben arıyorum babacığım.”

Ekim annesinin numarasını çevirdi.

“Anneciğim, neredesiniz, işiniz bitti mi?”

“Şimdi yemekten kalkıyoruz canım. Siz eve döndünüz mü?”

“Hayır dönmedik, biz de şimdi yemekten kalktık sayılır. Anneannem bir şeyler içmek için sizleri de buraya davet ediyor, ne dersiniz?”

Sermin’in Seher’e ‘Gitsek mi acaba?’ diye soruşunu dinledi Ekim.

“Anneciğim burası çok güzel ve saat daha erken, gelin yorgun değilseniz.”

“Tamam kızım, siz adresi verin, biz gelelim. Ekim gökdelenin adını söyledi.”

“Yakında sayılırız, sanırım gelişimiz fazla uzun sürmez. O zaman biz taksiyle gelelim. Görüşürüz.”

Bu haberi alan Servet Hanım çok memnun oldu.

“Sabih Bey, siz Amerika’ya ne zaman gittiniz, Sevin’le nasıl buluştunuz bunları anlatır mısınız?”

Sabih Bey ilk günden başlayarak Sevin’e kavuşmalarına kadar bütün hikâyeyi detayı ile anlatmayı henüz bitirmişti ki Sermin Hanım’la Seher Hanım geldiler. Onlarla hatır sorma faslından sonra, Sermin kendi hikayelerini anlattı ama 18. yaş gününe geldiğinde hikâyeye devam etmesi için sözü kızına bıraktı.

Bütün hikâyeyi öğrenen Servet Hanım gözyaşları içinde kalmıştı.

Sermin kalkarak Servet Hanım’ın yanına gitti.

“Lütfen ağlamayın. Belli ki çok uzun yıllar gözyaşı dökmüşsünüz. Artık mutlu olmalısınız. Bakın sadece torunlara değil kalabalık bir aileye de sahip oldunuz. Sizi her zaman aramızda görmeyi isteriz. Ne zaman isterseniz bize gelebilirsiniz. Hiç haber falan vermenize gerek yok, inanın çok seviniriz.”

“Çok teşekkür ederim Sermin Hanım. Sizler torunlarımı çok iyi yetiştirmişiniz. Sizlere minnettarım. Dilerim bundan sonra da çok mutlu olsunlar.”

Ekim annesinin yanına giderek ona sarıldı.

“Anneciğim siz bir tanesiniz. Sizin gibi bir ailem olduğu için çok şanslıyım. Sizi çok seviyorum. Şimdi çok daha huzura kavuştum. Binay anneyle Burhan babayı kabullendiğimden beri, size olan sevgimle, ‘Onlara ihanet ediyor muyum acaba?’ diye düşünüyordum ama şimdi anneannemin yanında, yani annemin ve babamın yanındaymış gibi, size olan sevgimi anlatabilmek beni çok ama çok rahatlattı. Sizi çok seviyorum, sizler benim her şeyimsiniz.”

“Ben o kadar uzun ve güzel söyleyemem ama sen çok doğru şeyler söyledin. Ben de öyle düşünüyorum. Ben de ailemi çok seviyorum. Tabii sizleri de. Özellikle seni kardeşim.”

“Çılgın, tabii ki ben de seni çok seviyorum. Sen benim kayıp yarımsın, senden asla vazgeçmem.”

Onlar öylesine kendi alemlerine dalmışlardı ki yan odada kendileri için hazırlanan mükemmel masaya davet edildiklerinde Servet Hanım bile şaşırdı.

“İşte gördüğünüz gibi Nazım Bey, benim söylemediklerimi hatta düşünmediklerimi bile yapar, halleder. Çok teşekkür ederim ama lütfen, siz de bizimle bu nefis manzarada içeceğimiz, bu kutlama çayında bize katılın.”

“Teşekkür ederim hanımefendi memnuniyetle.”

Onlar çaylarını içerken Sermin Hanım’ı, Hacer Hanım aradı. Hiçbirinden bu saate kadar ses çıkmayınca merak etmişti kadıncağız.

“Tamam Hacer Hanımcığım sen merak etme, biz çaylarımız bitince eve geliyoruz.”

Telefonu kapatınca, gülerek “Kadıncağız haklı, sabah çıktık evden. Hiçbirimizin aklına haber vermek gelmedi. Neyse o yemekleri falan hazırlamıştır. Haydi Servet Hanım, programınız yoksa siz buyurun bize gidelim.”

“Çok naziksiniz ama bu akşam bir konuğum var, evde olmam lazım. Zaten yarın birlikte olacağız.”

“Haydi o zaman biz kalkalım. İşyerine bir ziyaret de ancak bu kadar uzatılabilir, değil mi çocuklar.”

Servet Hanımla vedalaştılar. Nazım Bey kapıya kadar kendilerine eşlik etti. Ve kendilerine tahsis edilen iki arabayla evlerine döndüler.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 8 Şubat 2022 at 00:02

    Bir aile dizisi gibi okudum, ayrı büyüyen ikizleri. İkizler başlı başına merak ettiğim bir konudur. Bir elmanın iki yarısı gibi…

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan