Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 6

6 Aralık 2021

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
“Bütün bunları yememizi beklemiyorsunuz herhalde” diye takıldı Nehir.

“Sen yemeye bir başla, bakalım vazgeçebilecek misin?” diye Bülent konuştu.

“Benim kuzenler tam Amerikalı olmuş, doğru dürüst yemek yedikleri yok. Varsa yoksa hazır ayak üstü yenen şeyler. Doğrusu ben de özlemiştim böyle yemekleri. Ellerinize sağlık. Kim yaptı bilmiyorum ama muhteşem görünüyorlar.”

“Siz yemeye bakın, gerisini boş verin çocuklar.”

Neşe içinde yemeklerini yediler. Bu arada tekne mevzuu tekrar gündeme gelince Bülent’in bir akrabasının bu işlerle uğraştığını da öğrenmiş oldular. Kendisi tekne malzemeleri satıyormuş ama aynı zamanda kaptanlık sertifikası da varmış ve en güzeli Sarıyer’de oturuyormuş. Kendilerine her türlü yardımı sağlayabileceğini söyledi Bülent.

“Siz dua edin, bu tekne işi hallolsun. Bugünkü eğlenceyi teknede de gerçekleştiririz.”

“Ona şüpheniz olmasın çocuklar. Teknenin en güzel tarafı onu dostlarla paylaşabilmektir yoksa tek başına ne işe yarar ki.”

“Bu arada bir de atasözü vardır ama…”

“Biliyorum. ‘En güzel tekne arkadaşımın teknesi’ değil mi? İşte biz de size bunu sunacağız.”

“Sizlerle olmak çok güzeldi. Bu arada hikayenizi de öğrendik. Siz müthiş bir altılısınız. Allah gülen yüzlerinizi hiç soldurmasın. Sizleri tanıdığımız gün harika bir günmüş.”

Nehir de elini uzatıp veda ederken onları evlerine davet etti.

“Bizim de çok güzel bir bahçemiz var. Gelirseniz mangal yaparız ve ailemiz bundan çok memnun olur.”

“Neden olmasın? Siz gençler çok iyi anlaştınız. Tabii ki geliriz.”

Bu arada Tunç lafa karıştı.

“Kızınızı daha doğrusu kızlarınızı Dünya starı yapmak için teklif yaptım ama kabul ettiremedim.”

“Haydi saçmalama Tunç.”

“Niye öyle söylüyorsunuz ya, ben son derece ciddiydim teklif yaparken.”

“Hayrola çocuklar, kaçırdığımız bir şey var galiba.”

“Biz anlatırız babacım. Siz bakmayın Tunç’un söylediğine sadece hoş bir şakaydı.”

Misafirleri yolcu ettikten sonra yan taraftaki koltuklara geçip kahvelerini içerlerken Ekim izin isteyip odalarına geçti ve hemen Gürkan’ı aradı. Saat farkı nedeniyle birbirleriyle çok uygunsuz zamanlarda konuşuyorlardı ama birbirlerini o kadar özlemişlerdi ki bu uyumsuzluk ikisinin de umurunda değildi.

“Canım, nasılsın?”

“Ben çok iyiyim, çok yoğun ama eğlenceli bir gündü ama biraz fazla uzun sürdü.”

“Pek halinden şikayetçi gibi çıkmıyor sesin.”

“Yok öyle yorgunluk falan değil. Konuklar vardı bugün. Hem de bizim konuklarımız. Daha doğrusu uçakta tanıştığımız yeni evli bir çiftle geçen gün karşılaştık. Çok şeker bir çift. Herhalde İstanbul’da da görüşeceğiz, yani sen de tanıyacaksın. İşte o gün Seher anne eve davet etti onları. Bugün akşama kadar havuzdaydık. Sonra akşam yemekle de devam etti bu beraberlik. Üstelik onlar da kuzenlerini getirmişlerdi, çok eğlendik.”

“Çok sevindim ama biraz da kıskandım. Kuzen tabii ki erkek oluyor, değil mi?”

“Ay tanımasam bozuldun derim ama… Hem kız hem de erkek vardı. Çok tatlı insanlar.”

-Şaka tabii ki aşkım. Eğlenmeniz güzel tabii. Bu arada ailen, kardeşin, herkes iyi mi?”

“Hepimiz iyiyiz. Sana flaş bir haber; babam tekne almaya karar verdi. Vee… Sabih babayla birlikte büyük bir şey alacak ya da yaptıracaklar.”

“Ooo çok sevindim. Desene bundan sonra harika geziler bizleri bekliyor.”

“Tabii tabii. Artık Ege, Akdeniz, Karadeniz bizi bekliyor.”

“Ama siz yeterince kalabalık olacaksınız. Hep beraber gitmek biraz zor.”

“Hayır işte bu yüzden Sabih babayla birlikte büyük, çok kamaralı bir tekne yaptıracaklar. Hatta burada bir broşürden 6 kamaralı bir tane beğenmişler bile. Meğer Sabih babanın da hayaliymiş böyle bir şey.”

“Ne kadar güzel haberler veriyorsun bir tanem. At yarışına kaç gün kaldı?”

“Yarın sıkı bir şekilde çalışacak ve pazar günü de yarışacak Sevin.”

“Herhalde çok heyecanlıdır.”

“Vallahi heyecanı varsa da hiç belli etmiyor. Ben ondan daha heyecanlıyım. O biraz da eğlence gözüyle bakıyor. O nedenle de galiba fazla heyecanlanmıyor. Ya da bize belli etmiyor bilemiyorum.”

“Belki de alışıktır.”

“Doğru, daha öncede birçok kez böyle eğlencelik yarışlara katılmış, bazen kazanmış bazen kaybetmiş ama bu atına çok güveniyor. Kazansın işin ucu bize de yarıyor. Kazandığı paralarla bizi İstanbul’da o gezdirecekmiş öyle söylüyor.”

“Ah canım ya, ben her türlü masrafı karşılamaya hazırım, siz yeter ki gelin. Vallahi çok özledim. Geçen gün sizin evin oradan geçtim inan içim acıdı.”

“Dayanamam ben bir taneme. Az kaldı zaten. Babam da bir an önce dönmeyi istiyor şimdi. Gelecek ve hemen araştırmalara başlayacak. Zaten bir ahbabı varmış. Bu arada Bülent’in yani yeni evli arkadaşın da bir akrabası varmış bu konuda yardım alabileceğimiz. Nasıl olsa Sevin de bizimle gelecek onun için daha fazla gecikmenin anlamı yok, diye düşünüyoruz. Tabi Sabih baba ve Seher anne bu durumdan hiç memnun değiller ama işin içine tekne girince onlar da fazla itiraz edemiyorlar.”

“Bu duyduğum en güzel haberdi. Desene yakında bitecek bu ayrılık. İnan çok sevindim.”

“Sen şimdiden programlar hazırlasan iyi edersin. Laf aramızda İstanbul’u gezmek benim de hoşuma gidecek. Oradayken farkında değildim ama şimdi İstanbul’un her köşesini gezmeyi ben de çok istiyorum.”

“Bu da senin buraları çok özlemenden kaynaklanıyor tabii. Ama aslında sen haklısın, insan içinde yaşayınca birçok şeyi ihmâl ediyor. Yıllardır gidip görmediğimiz ne çok yer var. Sevin’in sayesinde biz de yeniden keşfederiz İstanbul’umuzu.”

“İnan burnumda tütüyor. Çok özledim her yeri, evimi, işimi.”

“Bu arada ben ne oluyorum?”

“Tabii ki en çok seni. Zaten senin duymanı çok isterdim. Babam tekne, kamara hesabı yaparken ‘Ekim evlenince bir kamara artacak, o zaman Gürkan’la ikisine bir kamara olacak’ dedi. Yani gezilere şimdiden dahil ediliyorsun ama sen ve ben 2 kamara işgal ederken evlenince kamaranın biri boşa çıkıyor. İnan bir tuhaf oldum babamın ağzından böyle şeyler duyunca.”

“Niye o kadar şaşırdın ki?”

“Ama bakar mısın, sen şimdiden kadrodasın da sonra değişiklik olacak. Çok hoşuma gitti.”

“Ailelerimiz bu işe bitmiş gözüyle bakıyorlar yani. Geçen gün annem de ‘Evlenince nerede oturmayı düşünüyorsunuz?’ diye sordu. Birden şaşırdım çünkü bu hiç aklıma gelmemişti.”

“Sonra düşündün mü?”

“Hayır ama oturacağımız ev deniz görürse çok sevinirim.”

“Aynen ben de öyle düşündüm. Sabah kalkınca yüzümü yıkamadan denize bir bakmam lazım benim. Doğduğumdan beri önümüz açık bir yerde oturuyorum. Öyle sokak aralarında falan biraz zor otururum, diye düşünüyorum yani şu anda öyle düşündüm.”

“Çok haklısın. Neyse, o zaman bir gelsin bakalım.”

“Sen askerdeyken, yani benim son senemde bakarız bu işlere, değil mi?”

“Çok haklısın bir tanem. Ama şimdiden kafamızda bir semt oluştursak fena olmayacak galiba.”

“Senin ailen nasıl?”

“Onlar da çok iyiler. Sizi dört gözle bekliyoruz.”

“Çok tatlısın. Yarın akşam seni ararım. Artık vedalaşalım mı?”

“Tamam canımın içi. Yarına kadar hoşça kal. Seni seviyorum.”

“Ben de seni aşkım. Hoşça kal.”

Tam yatağına girdiği anda Sevin odaya geldi.

“Gürkan çok selam söyledi.”

“Teşekkürler. Ben anladım onun için hemen gelmedim.”

“Canım benim ya. Çok özlemiş beni. Erken gelebiliriz dedim, bayıldı bu habere. Ha sana da bol şans diledi.”

“Teşekkür ederim. Aslında bu yarışa eğlenmek için girmek istedim. Ama şimdi siz varsınız ve ben kazanmayı istiyorum.”

“Ben senden daha fazla heyecanlanıyorum valla. Sen ne kadar sakinsin.”

“Ama benim heyecan yapmam saçma. Ben koşmayacağım ki. Belki atım heyecanlanıyordur.”

“Sabah kaçta gideriz?”

“İsterseniz hep beraber erken gideriz ya da ben önden giderim siz daha sonra gelirsiniz.”

“Herkesi bilmem ama ben seninle erkenden gelmek isterim. ilk kez böyle bir şey göreceğim için çok merak ediyorum. Gerçi bir kere Gürkan’la at yarışlarına gitmiştik ama bu çok farklı, her şeyden önce canım kardeşim yarışıyor.”

“Biliyor musun Ekim; ben o kadar mutluyum ki gece uyanıp seni seyrediyorum, çok hoşuma gidiyor. Nasıl anlatsam şimdi kendimi daha güçlü görüyorum.”

“Seni çok iyi anlıyorum. Ben de daha önceleri bir yalnızlık hisseder ama buna bir anlam veremezdim, oysa şimdi çok farklı hissediyorum. İnan senden ayrılmak çok zor olacak.”

“Ama ne yazık mecburuz. Sen Türkiye’de ben burada olacağız.”

“Ama iyi ki şimdi net var, rahat rahat haberleşeceğiz. Hem okul olmadığı zamanlarda sen bize gelebilirsin. Ben Gürkan nedeniyle ve çalıştığım için zorlanırım ama sen daha rahatsın. Bunu garantilemek için sana İstanbul’dan bir arkadaş bulmamız gerekecek galiba.”

“Ne kadar kötüsün, sizin için gelirim ben.”

“Kızma kızma şaka yaptım. Haydi artık yatalım. Sabahleyin erken kalkalım.”

“Sen yat, ben annemlere erken gideceğimizi söyleyeyim ikimizin.”

“Tamam haydi çabuk gel, sen gelene kadar uyumam” dedi ama Sevin geldiğinde derin bir uykuya dalmıştı bile.

Sevin yatağın yanına gelerek uzun uzun ikizini seyretti. “Garip” dedi, “her gün daha çok seviyorum kardeşimi.” Sonra oda usulca soyunup, yatağına yattı.

Gece ağlayan kardeşinin sesiyle uyandı Ekim. Önce ne olduğunu anlayamadı ama sonra yatakta kıvranan Sevin’i görünce hemen yanına gidip, kardeşinin saçlarını okşayarak onu uyandırdı.

“Ne oldu tatlım? Tamam geçti, kötü bir rüyaydı, şimdi buradasın” diye yatıştırmaya çalıştı ama Sevin hâlâ gördüğü rüyanın etkisi ile ağlamaya devam ediyordu.

“Ne oldu Sevin. İyi misin? Sana biraz su getireyim ister misin?”

“Yok istemem, şimdi iyiyim. Ama çok kötü bir rüyaydı. Yarışta atımla beraber düştüm ve onun bacağı çok kötü kırıldı. Çok çok kötüydü. Sonra veteriner ‘Yapacak bir şey yok’ diyordu. Of Allah’ım, iyi ki uyandırdın Ekim.”

“Gerçekten iyi misin? Sana su getirebilirim.”

“Yok sen gitme. Ben aşağı inip su içeyim. Biraz zaman geçsin, ben iyileşeyim.”

“İstersen ben de geleyim.”

“Yok sen uyumaya devam et. Ben hemen gelirim.”

Ekim yatağına döndü.

Aradan ne kadar geçti bilmiyordu ki Sevi’nin hâlâ yatağında olmadığını fark etti. Hemen aşağı indi ama ortalıkta da görünmüyordu. Verandaya çıktı baktı, mutfağa baktı ama Sevin yoktu.

Sonra aklına geldi, bir daha bahçeye baktı. Sevin’in arabasının olmadığını fark etti. Şimdi daha rahatlamıştı. ‘Herhalde atına bakmaya gitti’ diye düşündü.

Tam üstüne bir şey almış verandaya oturup kardeşini beklemeye çıkıyordu ki Seher annenin geldiğini gördü.

“Ekim kızım, iyi misin? Ne oldu, uykun mu kaçtı?”

“Kaçan bir şey var ama benim uykum değil Seher anne” deyip olayı Seher Hanım’a anlattı Ekim.

“Anladım, mutlaka atına bakmaya gitmiştir o. Gidip görüp rahatlamak istemiştir.”

Onlar böyle konuşurlarken Sevin geri geldi.

“Sevin, aklımı aldın. Uyanıp seni göremeyince şok oldum. Nasılsın? Toparlandın mı?”

“Şimdi iyiyim. Yıldırımı sapasağlam görmek çok iyi geldi bana. Anne sen niye kalktın?”

“O kadar yemekten sonra hararet bastı, su içmek istedim. Ama Ekim’i kapıya doğru yürürken görünce ödüm patladı demesem yalan olur. ‘Ters bir şey var ama ne?’ diye çok korktum. Ah benim deli kızım, bari babanı uyandırsaydın.”

“Haklısın anneciğim ama Yıldırım’ı öyle görünce dayanamadım. Zaten orada da herkes ayakta, kimse uyumamış.”

“Haydi yatalım, siz erken kalkacaksınız.”

“İyi uykular anneciğim, özür dilerim.”

“İyi geceler Seher anne.”

“İyi geceler çocuklar, gün ağarmak üzere, neredeyse sabah olacak, hadi herkes odasına. Ben de su içip geliyorum.”

Odalarına çıkar çıkmaz uyudular.

Sabahleyin erkenden uyanan Sevin usulca kardeşini öperek uyandırdı.

“Hadi tembel, gitme vakti geldi.”

Ekim de hemen fırlayıp kalktı. Mutfağa uğrayıp birer bardak meyve suyu içtikten sonra atların yanına gitmek için arabaya bindiler.

Gittiklerinde David’in de gelmiş olduğunu gördüler.

“Günaydın güzeller. Gözlerimiz yollarda kaldı, neredesiniz? Gerçi birisi gece burayı ziyaret etmiş ama.”

“Hemen söylediler mi David?”

“Evet hatta rüyanı bile anlattılar. Bence bu yarışı kazanacağının bir işareti bu rüya.”

“Çok teşekkür ederim. Bana moral veriyorsun. Siz ata binecek misiniz? Ben zaman kaybetmek istemiyorum. Haydi görüşürüz.”

“Ne dersin Ekim, ata binelim mi? İstersen önce biraz oturabiliriz de ama sen karar ver.”

“Yoo haydi söyleyelim, bizim atları da hazırlasınlar, biraz dolaşalım, sonra otururuz.”

“Zaten atlar hazır. Ben birlikte geleceğinizi tahmin edip hazırlattım bile.”

Birlikte çiftlikte dolaşmaya başladılar. Ara ara Sevin’i de görüyorlardı ama onlar sakin sakin binerlerken Sevin atını iyice koşturuyordu.

“Biz yakında gitme kararı aldık.”

“Nasıl yani zaten az kalacaktınız, daha da mı önce gideceksiniz?”

“Babamın bazı işler için hemen dönmesi daha iyi olacak o nedenle de daha önce dönmeye karar verdik. Nasıl olsa Sevin de bizimle geleceği için sorun yok.”

“Tabi ama bizler sizleri daha az göreceğiz. Kim bilir bir daha ne zaman gelirsiniz. Sizleri özleyeceğiz.”

“Söz verdiniz, siz Türkiye’ye geleceksiniz.”

“Tabii tabii. Zaten çok merak ediyordum. Şimdi sizler de varsınız. En kısa zamanda fırsat yaratmaya çalışacağımdan şüpheniz olmasın. Siz yakında evlenecek misiniz?”

“Yok daha bizim evlenmemiz için çok zaman lazım. Önce okulu bitirmem ve Gürkan’ın askerliğini yapması var planlarımızda.”

“Anladım. İsterseniz bugünlük bu kadar yetsin, sanırım birazdan Sevin de yanımıza gelir.”

“Evet. Bence de öyle. Bugün daha sıcak bir gün olacak galiba, şimdiden sıcak bastı.”

“Gelin size soğuk bir şeyler ikram edeyim.”

Onlar yavaş yavaş oturacakları masaya doğru ilerlerken Sevin’de yanlarına geldi.

“Harika, atım tam formunda, yarınki yarış kesin bizim olacak.”

“İşte budur; sen bu yarışı almaya kararlısın.”

“Vallahi ben heyecandan bu gece uyuyamayacağımı şimdiden biliyorum.”

“Siz bir şeyler içmek için oturuyordunuz galiba.”

“Ekim sıcaktan biraz rahatsız olunca…”

“Tamam ben de içerim ama sonra hemen eve gidelim. Feci acıktım. Tabii ki bu arada kahvaltıyı da kaçırdık ama eminim dünkü böreklerden daha vardır. Ah David keşke dün sen de bizde olsaydın. Evde tam bir ziyafet vardı.”

“Davet edildiğimi hatırlamıyorum ama.”

“Zaten bir davet değildi, Ekimlerin yolda tanıştığı bir aile bizi ziyarete geldi, sonra yemeğe de davet ettik. Ama evde hazırlıklar bütün gün sürmüştü çünkü yemekleri annem özel olarak Ekimler için yaptı.”

“Yazık olmuş, sağlık olsun. Evet kızlar, bugünlük bu kadar, ben gidiyorum. Sabah kaçta geleceksin?”

“Ben erken gelmeyi düşünüyorum. Evdekiler daha sonra gelirler, diye düşünüyorum.”

“Ben de seninle gelmek isterim tabii sana engel olmayacaksam.”

“Yo hayır Ekimciğim. Benim de bir işim yok sadece o havayı koklamak için erken gelmek istedim. Tabii ki beraber geliriz.”

“O zaman ben de erkenden gelirim. Hoşça kalın.”

“Güle güle, görüşürüz.”

David gittikten sonra Sevin gülümseyerek kardeşine baktı.

“Bu David’e bir şeyler oluyor ve bunun sebebi sensin kardeşim.”

“Nasıl yani?”

“David uyumayı çok sever. Beni çalıştırırken bile saatlerimizi onun uykusuna göre düzenliyorduk. Ama şimdi erken geliyor, seni görmek için.”

“Tabii tabii, hatta Türkiye’ye bile beni görmeye gelecek.”

Ekim bu sözleri şaka olarak söyledi ama Sevin ciddi bir yüz ifadesi ile; “Ben sana söyledim. Bunlar David’e uygun şeyler değil. Bence David sert taşa tosladı.”

“Ne demek istiyorsun? Adam bana ne zaman evleneceğimi bile sordu.” Ama bunu söylediği anda Ekim’de tuhaflığı fark etti.

“Ben bu adamı bir daha görmesem iyi olacak galiba.”

“Ama çok geç, yarın yine onu görmek zorundasın. Haydi artık biz de eve geçelim.”

Eve geldiklerinde kahvaltı masasının onları beklediğini görünce hiç şaşırmadı Sevin.

Zira annesi bir gün önceden kalan börekle kahvaltı etmeye bayıldığını çok iyi biliyordu. Kadınlar hemen börekleri ısıtıp getirdiler.

“Hımmm harika. Siz de börek yediniz mi Sermin anne?”

“Yedik kızım. Size afiyet olsun. Bak bir benzer huyunuz daha ortaya çıktı. Ekim de böreği ertesi günü daha çok sever. Hele kızartmaya ertesi günü bayılır. Evdeki yardımcımız o yüzden hep fazla yapar kızartmayı. Ekim günlerce yer.”

“Ben de öyle seviyorum. Tatlıları da açken yemek çok hoşuma gidiyor ama annem kızıyor.”

“Tabii o zaman daha az yemek yediğin için, değil mi?”

“Aynen öyle.”

Masadan kalkıp salona geçtiler. Gerçekten bugün hava çok sıcaktı, onun için serin serin içerisi daha güzeldi.

“Baba, şimdi sen döner dönmez tekne hazırlığına başlıyor musun?”

“Tabii kızım ama bazı sorunlar olduğunu öğrendim. Ben hemen kaptan olamıyorum maalesef. Yaptığım araştırmaya göre bu iş biraz detaylı ve zaman lazım. Bu durumda ya bir kaptan alacağız ya da bu projeye ara vereceğiz.”

“Neden babacığım; bir kaptan tutarsak sen de pratik yapmış olursun, böylece sınavın da daha kolay geçer. Zaten tekneyi yeni yaptırırsak bunun için de bir zaman gerekecek. Bu durumda sen hemen dönünce ilk aşama için müracaat edersin. İnanın ben şimdiden heyecanlanıyorum. Bu geziler harika olacak. Akşam Gürkan’a söyledim. O da çok sevindi, hatta ‘Teknede bana yer var mı? Gerekirse çalışmaya bile razıyım’ dedi.”

“O nasıl söz öyle ama teknede çalışacağı kesin. Hem de herkesin. Kaptan alsam bile tayfa almam. Her işimizi kendimiz yapalım ki tadını çıkaralım, değil mi? Bence işin zevki burada.”

“İnanamıyorum, keşke hazır bir tekne bulsan da hemen alsak.”

“İstanbul’a gidince bakacağız artık, kim bilir belki de bize yardımcı olur, bizim oradaki tekneler.”

“Aslında ben her yaz satılık bir sürü tekne görüyorum ama bizim aradığımız vasıflara sahipler mi, bilemem tabi.”

“E böylece bizim Güney hayâllerimiz buraya kadarmış, değil mi Tahirciğim?”

“Yo çocuklar evlenince, onlarda bizimle gelirse ben yine giderim Ege’ye ya da Akdeniz’e Serminciğim.”

“O biraz zor Tahir. Sonra torunlar, onların okulları derken biz İstanbul’dan zor ayrılırız.”

“Hiç öyle söyleme Sermin. Bir gün Gürkan’la sohbet ederken ben bu hayâlimden bahsettiğimde onun da benim kafada olduğunu gördüm.”

“İnanmıyorum baba, nasıl yani?”

“Vallahi kızım. Artık iş imkanlarının Güney ya da Ege’deki herhangi bir şehirde de İstanbul’daki kadar sağlanabildiğini, hem oralarda hayatın daha kolay ve daha cazip olduğunu söyledi bana. Hem unutma o işletme okuyor, onun iş sahası çok geniş. Artık sen de ufak bir kasabada avukatlık yapabilirsin. Ya da noter olursun.”

“Biliyorum bunlar şaka. Ben İstanbul’dan ayrılamam.”

“Biz gittiğimiz ve de Gürkan da istediği zaman bakalım ne yaparsın. Tabii ki şaka kızım. Artık bir tekne alırsak uzun uzun istediğimiz sahillerde tatil yapma şansımız olur.”

“Aman babacığım, vallahi bir an ciddi söylüyorsun zannettim.”

“Ama sen yine de aklının bir kenarına yaz bu söylediklerimi.”

“Haklısın Tahir. Hele Sevinler geldiği zaman. Aman Allah’ım. Ekim’in söylediği gibi, inşallah istediğiniz gibi bir tekneyi hazır almak kısmet olur da biz bu güzel gezilere bir an önce kavuşuruz.”

Bu arada işi biten Seher Hanım ve Sevin de yanlarına katılınca tekneyle ilgili hayaller de gelişmeye başladı.

“Babam ilk baharda çok çalışıyor ama diğer zamanlarda biz de size katılmak için geliriz. Ben Türkiye’yi çok merak ediyorum.”

“Evet bizim işler ilk baharda çok yoğun oluyor ama yazın çok daha rahatız. Zaten işler tıkır tıkır yürüyor. Kadro oturdu. Bu nedenle ben bile fazla ilgilenmiyorum artık. Sanırım Sabih işlerini daha rahat bırakabilir. Doğrusu ben de vatanımı çok özledim. Daha önce gelmek istemeyiş nedenimi anlatmıştım ama artık sizler varsınız. Onun için bir an önce ben de Türkiye’ye gelmek istiyorum.”

“O halde siz de bizimle gelin Seher. İnanın çok memnun oluruz.”

“Ama ben bunu Sabih’e yapamam. Kızımız gidiyor, bir de ben gidersem Sabih çok kötü olur. Hem ben de onunla gelmek isterim. Biz Sevin konsere bir yerlere gittiği zaman bile çok kötü oluyoruz. İkimiz olunca daha rahat ederiz.”

“Seni çok iyi anlıyorum.”

“Anneciğim, isterseniz gitmekten vazgeçeyim. Sizi üzmek istemiyorum.”

“Hayır çocuğum, onu demek istemedim. Sen git. Hem iki kardeş biraz daha birlikte olun. Ama şimdiden denize açılmanın hayâli de çok güzel doğrusu.”

“Bizim evimizde geniş, istediğiniz zaman gelebilirsiniz.”

“Çok teşekkür ederiz, artık orası da bizim evimiz. Sizleri tanıdığıma şükrediyorum. İyi ki Tahir ısrar edip görüşmemizi sağladı. Hem biz sizleri tanımayacaktık hem de kızlarımız ömür boyu birbirine hasret kalacaktı.”

Onlar böyle tatlı tatlı konuşur sohbet ederlerken işlerini bitirip eve dönen Sabih Bey de aralarına katıldı.

“Ah Sabihciğim, hayâllerimiz çok güzeldi. Sabahtan beri tekne rüyaları kuruyoruz.”

“Ben size bir sürü katalog daha getirdim. Bu arada Internetten bayağı araştırma yaptım. Belki de fazla beklemeden, şöyle istediğimiz gibi bir şeyler bulma şansımız olduğunu öğrendim. Marmaris’te, Bodrum, Göcek ve Fethiye’de bu işleri yapanlar çok. İşte oralardan hazır satılık tekne bulma şansımız var. Bunları öğrenince ben de çok sıkı bir şekilde kendi işlerimle ilgilendim.”

“Biz size engel oluyoruz tabii, lütfen bizimle bu kadar ilgilenip işlerinizi aksatmayın, bu beni çok üzer dostum.”

“Yok asla onu demek istemedim. Ben çok daha başka bir şey söylemek istiyorum. Ben birkaç gün daha böyle yoğun çalışırsam belki Türkiye’ye hep beraber gidip tekneyi de hemen alabiliriz, diye düşünmüştüm. Hem bütün yükü de size yüklememiş olacağım o zaman.”

“Baba! Harika, tamam tamam, hep beraber gidelim lütfen. Lütfen ayarla baba.”

Sevin böyle söyleyerek fırladı babasının boynuna sarıldı.

“Dur dur deli kız. Dur hemen kesin konuşmuyorum. Beklediğim, bugün hemen halletmek üzere başlattığım bir iki işim var onlar hallolursa hep beraber gideriz.”

“Biliyorum, sen istersen yaparsın baba.”

“Bak Seherciğim, o zaman hem vatanını görecek hem de kızından ayrılmamış olacaksın. Ne kadar güzel olacak, değil mi?”

“Evet Sermin. Çok sevindim. İnşallah ayarlayabilirsin Sabih. Biz de bütün sabah bu konuları konuşmuştuk. Verdiğin haber çok güzel oldu.”

Evde bir bayram sevinci yaşanmıştı. Buna en çok sevinen de Sevin’di. Dile getirmiyordu ama annesini babasını bırakıp gitmek onu üzüyordu aslında. Şimdi gezi çok daha güzel olacaktı bu kesindi.

“Çok güzel bir haber oldu bu. Belki de biz, gençleri İstanbul’da bırakıp dördümüz tekne bakmaya Ege’ye gideriz Sabih.”

“Neden olmasın? Böylece zaman da kazanmış oluruz. Sonraki aylarda siz tekne için gerekenleri yaparsınız. Artık bu sene gelemesek de seneye mutlaka mavi tura geliriz.”

“Öyle söyleme Sabih. Şayet hemen alabilirsek, eğer imkânınız olursa sonbahara gelirsiniz ufak bir gezi yaparız.”

“Doğru söylüyorsun. Hem belki bazı işlerimiz de olabilir.”

Bu son kısmı daha usulca söylemişti Sabih Bey. Tahir Bey de pür dikkat baktı Sabih Bey’e.

Sonra hafifçe eğilerek daha alçak sesle devam etti; “Belki diyorum bazı araştırmalarda yapabiliriz, kızlarımızın ailesi hakkında.”

“Önce çocukların karar vermesi gerekmez mi?”

“Onlara bu gerilimi yaşatmayalım, diye düşünüyorum. Neticede ikisi de bir gün merak edip öğrenmek isteyeceklerdir gerçek ailelerini. Zaten hemen hallolması mümkün değil, herhalde epey bir araştırma gerekecek ama ilk adımları birlikte atabiliriz, diye düşünüyorum.”

“Kuzum, siz ne kaynatıyorsunuz öyle fısır fısır?”

“Yok bir şey, sizin tatlı hayallerinizin gerçek boyutları ile ilgili konuşuyorduk, değil mi Tahir?”

Sonra hep beraber havuza girdiler.

Hava akşam üstüne doğru biraz daha tahammül edilir hâle geldiği için açık havada oturdular. Geldiklerindeki ten rengi farkı hayli azalmış, artık onların da rengi çok hoş bir bronz olmuştu. Şimdi ikizlerin benzerliği daha da belirginleşmişti ve de İstanbul’a beraber gitme fikri de eklenince hepsinin de yüzü gülüyordu.

“Yarınki yarış için şampiyon hazır mı?”

“Atım harika baba. Kesin şampiyon biziz. Biz sabahleyin Ekim’le gideceğiz erken. Siz sonra gelirsiniz.”

“Kızım orada sıkılmayasın; hazırlıklar, telaş, koşuşturma. İstersen sen de bizimle gel.”

“Yok Sabih Baba. Ben istedim Sevin’le beraber gitmeyi. Onu yalnız bırakmak istemiyorum.”

“Ya baba, işte bu kardeş farkı.”

“Ne demek istiyorsun sen?”

“Hiç, yani bak o hep benimle olmak istiyor mesela.”

“O zaman hep beraber erkenden gidelim.”

“Yok yok baba, siz daha sonra gelin. Yarışlar zaten çok erken başlamıyor. Orada beklerken sıkılırsınız siz. Ekim hep benimle olacak onu hiç yalnız bırakmam merak etmeyin. Zaten öyle yapmam gerekiyor.” Böyle söyleyip Ekim’e baktı.

Onun ne demek istediğini anlayan Ekim, “Saçmalıyorsun. Ben hayatımda hiç böyle bir ortamda bulunmadım. Onun için çok ilginç olacak, başka şey beni ilgilendirmiyor.”

“Tabi seni ilgilendirmiyor ama başkasını çok ilgilendiriyor.”

“Bak Sevin, bu konu beni kızdırıyor lütfen kapat. Yoksa yarışa hiç gelmeyeceğim.”

“Sakın o zaman seni eve almaya gelir. Orada bizimle daha eminsin.”

“Yani daha emniyetteyim. Ama bak söylüyorum saçmalıyorsun.”

“Anne, sen Sermin anneye bir şapka ayarla. Ben de Ekim’e vereyim. Hem çok sıcak hem de genelde şapka takıyor kadınlar.”

“Aynı filmlerdeki gibi inanamıyorum.”

O akşam daha çok tekneden, İstanbul’dan konuşup, güzel bir film seyredip erkenden yattılar.

Ekim sabahleyin kardeşinin öpücüğü ile uyandı.

“Hadi Ekim, aşağıya haber verdim, bize kahvaltı hazırlıyorlar. Ben sadece meyve suyu içeceğim ama senin karnını doyurman gerekir. İniyorum sen de hemen hazırlanıp gelirsen iyi olur. Bak buraya giyeceğin kıyafete uygun şapka da bıraktım.”

Böyle söyleyerek kardeşini odada yalnız bıraktı. Giydiği eflatun elbiseye çok uyan mor minik çiçekleri olan bej rengi şapkayı kafasına takan Ekim ne kadar güzel göründüğünün farkında bile olmadan salona indi.

“Aman tanrım. Çok güzel görünüyorsun. Aptal aşığın aklı çıkacak seni görünce böyle.”

“Sevin, sana bu konuda şaka yapmamanı söylemiştim hatırlatırım. Sen de çok güzel görünüyorsun bu kıyafetle.”

“Teşekkür ederim. Bugün yarışlardan çok bize bakacaklar eminim.”

“İkimiz çok ayrı tarzda giyindik, onun için dilerim fazla dikkat çekmeyiz.”

Bu saatte hava hafif esintili, çok güzeldi. Etraftan değişik kuş sesleri gelmekteydi. Çiftlik çalışanları çoktan ayağa kalktığı için ortalık bayağı hareketliydi. Hafif bir kahvaltı sonrası, arabalarına binip yarışın yapılacağı yere doğru yola çıktılar.

Gittiklerinde David gelmişti bile.

“Tanrım, ikiniz de çok güzelsiniz. Millet yarışları seyredemeyecek size bakmaktan.”

“Günaydın David. Siz burada durun, iki dakika bir yere kadar gidip geleceğim. Sonra aşağı ineriz.”

David’le birlikte oradaki kafeye geçip oturdular.

“Belki bana kızacaksın ama seni unutmam hiç kolay olmayacak.”

“Lütfen David.”

“İzin ver. Sana seni kızdıracak bir şey söylemeyeceğim. Ben Sevin’i tanıdığımda ona hayran olmuştum. Ama tüm çalışmamız boyunca, onun ne kadar hareketli, anlık yaşayan, önce yapıp sonra düşünen karakterini tanıdıkça, yaramaz bir çocuğu sever gibi, kardeşim gibi sevdim onu. Ama sen, seni tanıyınca işler değişti. Sen benim hayallerimin kadınısın. Sana bunları söylemeden duramazdım. İnan, sana senin istemediğin hiçbir şeyi asla söylemeyeceğim. Bu yalnızca bende kalacak ama senin bilmeni istediğim için ilk ve son defa konuşuyorum. Senin bir erkeği sevdiğini çok iyi biliyorum. Ama senin, burada senin için atan bir kalp olduğunu daima bilmeni istedim. Sana mutluluklar diliyorum. Şimdi iznini istiyorum. Sevin de geldi zaten. Hoşça kal.”

Ekim ne söyleyeceğini şaşırmış bir vaziyette öylece susuyordu ki David arkasını dönerek yanından uzaklaştı.

“Ekim ne oldu? Neden yalnızsın?”

“Gel Sevin, biliyordum ama bu şekilde olmasını hiç arzu etmezdim.”

“Neler oluyor kardeşim?”

“David gitti. Burada değil. Yarışı bizimle seyretmeyecek. Neler olduğunu evde anlatırım. Ne oldu, işini hallettin mi?”

“Tamam, son defa listeden kontrol yaptım. Hadi gel, bir şeyler içelim.”

Ortalık çok kalabalıktı.

Etrafa baktığında kadınların hepsinin şapkalı olduğunu gördü Ekim. Zaten daha bu saatte güneş feci yakıyordu. Yani şapka takmasa hâli haraptı. Bütün hanımlar adeta bir çiçek tarlası gibi rengarenk giyinmişlerdi, çok güzel görünüyorlardı.

“Artık sakin olduğumu söyleyemezsin, ben de heyecanlıyım şimdi.”

“Canım, çok haklısın. Hadi portakal suyu içelim. Sana enerji versin. Sonra da çıkıp etrafı dolaşalım.”

Ekim şaşkınlıkla etrafına bakıyordu. Sevin onu atların olduğu yere götürmüştü. Yıldırım da oradaydı. At sahiplerinin ortalıkta heyecanla koşuşturmaları görülecek manzaraydı. Etrafta yarışacak olanlar kıyafetlerinden anlaşılıyordu. Gördüğü her şey son derece eğlenceli geliyordu Ekim’e öylece dolaştılar. Sonra aileleri geldi ve Sevin yanlarından ayrıldı.

Atlar yarış alanına çıktılar. Hepsi heyecanla Sevin’i aradılar ve onun 5 numarayla yarıştığını gördüler. Ekim heyecandan kalbinin adeta yerinden çıkmak ister gibi attığını hissediyordu. Hepsinin elinde minik dürbünler vardı, bu nedenle Sevin’in de heyecandan yanaklarının kıpkırmızı olduğunu görüyorlardı.

“Aman Tanrım. İlk defa Sevin’in bu kadar heyecanlandığını görüyorum. Galiba sizlerin olması neden oldu bu heyecana, her zaman eğlenmek için girer yarışlara ve kazanmak, kaybetmek hiç önemli değildir onun için.”

“Kendisi de heyecanlandığını söyledi. Ama ben yine de eminim ki ben ondan daha heyecanlıyım. Kalbim duracakmış gibi geliyor.”

Derken bir silah sesiyle yarış başladı.

Sevin sanki geç kalmış gibi bütün atlardan daha sonra terk etti çıkışı. Ekim kalbinin sıkıştığını sandı bir an. Ama sonra toparlandı Yıldırım ve koşmaya başladı.

Sevin bir an her şeyin bittiğini sandı. Yıldırım, bir an duralayıp sonra koşmaya başladığı anda gördü yerdeki kaplumbağayı.

“Haydi kızım, aferin sana. Hadi bakalım şimdi yetiş ve geç onları.”

Uçuyorlardı adeta.

Kalabalıkta herkes bir ağızdan bağırıyor ve tuttuğu ya da sahip olduğu ata tezahürat yapıyordu.

“Aman Tanrım, at yarışlarına sürekli gidenlerin hele parayla kumar oynayanların neler hissettiğini anlamaya başlıyorum galiba. Bu ne heyecan!”

“Tabii dostum. Düşününki bizim kızımızın pek bir iddiası yok, yani var da hırslı değil diyelim.”

“Siz öyle zannedin. Artık bu yarış Sevin için de çok önemli.”

“Bakın bakın. 2 at kaldı geçeceği sonra ilk sırada yarışacak.”

“Ben bakamıyorum çok heyecanlandım. Sen bana geçip geçmediğini söyle Ekim.”

“Tamam Seher anne.”

“Haydi Yıldırım, az kaldı kızım. Ha gayret bak önümüzde 1 at kaldı sen onu da geçersin.”

*

 
Heyecandan bacaklarını çok sıktığını fark etti o anda ve biraz daha serbest bıraktı atını. Birden atı öne atıldı ve daha coşkulu koşmaya başladı.

“Haydi kızım. Hadi yavrum bak geçiyoruz. Tamam işte oldu, şimdi kimseye yol vermiyoruz. Bu yarış bizim olacak, ben kardeşime hediye edeceğim bu yarışı. Haydi kızım, haydi çok az kaldı.”

*

 
“Aman Tanrım. Seher Anne aç gözlerini bak Sevin en önde gidiyor ve arayı açıyor. Biraz daha böyle giderse yarışı alacak.”

“Bu saatten sonra hayatta bırakmaz Sevin. Bu yarış bizim.”

Gerçekten de heyecan dolu dakikalardan sonra Sevin yarışı birinci olarak bitirdi. Ve o yarışın birincisine verilen kupayı aldı. Sonra da kendisine ödenecek meblağa ait sembolik çeki aldı. Yanakları kıpkırmızı olmuştu. Bu haliyle inanılmaz güzel görünüyordu. Etraftan bol bol resmini çekiyorlardı. Seher anne de kızının resimlerini çekmekteydi.

“Bu iş bu kadar, şimdi İstanbul’da harcayacak çok paramız var. Korksun bizden geceler.”

“Bak sen, o ağızları da biliyorsun.”

“Tabii bana bunu Gürkan öğretti. İstanbul’da gecelere akacağız.”

“Aferin valla. Duyan da her şeyi kendi parasıyla yapıyor sanacak. Sanki biz yokuz burada.”

“O başka baba. Sen zaten çok para vereceksin kızına ama bu para kolay harcamak için.”

Gülerek hep beraber Yıldırım’ı ahıra bırakıp oradan ayrıldılar.

Eve geldiklerinde elindeki kupayı daha önce aldıklarının yanına vitrine yerleştirdi Sevin.

“Ben üstümü değiştirmeye gidiyorum.”

“Bekle ben de geleyim. Gürkan yarışı merak ediyordu. Şampiyonluğunu haber vermem lazım.”

İki kız beraberce merdivenlere yürürlerken, babalar kendi aralarında konuşmaya başladılar.

“Ben çok merak ediyorum aslında. İnşallah onlar da merak ederler de ailelerini araştırırız kızlarımızın.”

“Ben bu konuda o kadar kararlı değilim Sabih. Şimdiye kadar ara sıra düşünürdüm ama şimdi kızımızın eksik olan yanı tamamlanmış gibi geliyor bana.”

“Ben öyle düşünmüyorum. Artık zamanımızda birçok şeyin insanlara genlerinden geçtiğini biliyoruz. Mesela kızlarımızın ailesinde ne gibi yetenekler var bilmek istiyorum.”

“Biz ne söylesek boş. Bakalım kızlar neye karar verecekler.”

“Tabii, onlar karar verince biz onlara tam destek vereceğiz. Belki uzun ve esaslı bir araştırma gerekecek. Gerçi siz bu konuda deneyimlisiniz.”

“İyi yapmamış mıyız ama? Şimdi siz burada, biz orada. Üstelik Ekim bildiği için de kendini yiyip bitirecekti. Hatta bana kırılacaktı. Nitekim ben bu işin peşini bıraktım, diye düşünüyormuş. İçten içe bana kırılacaktı.”

“Siz İstanbul’a gidince kızların ağzını bir kez daha arayın, diye düşünüyorum.”

“Bense bu konuda onları özgür bırakalım diye düşünüyorum ama benden yardım isterlerse elimden geleni yapacağımı bilmelisiniz.”

Kızların yanlarına gelmesi ile bu konuşma sonlanmış oldu.

“Haydi dışarı çıkıp bugünü kutlayalım. Ne dersin baba?”

“İyi fikir ama bu sıcakta dışarı çıkmak hiç cazip gelmiyor. Bu işi akşama yapsak daha iyi olur.”

“Peki ne zaman İstanbul’a gideceğiz?”

“Ben size söylemedim ama 2 gün sonraya bilet aldım. Bütün işlemler tamam. Size sürpriz yapmak istedim. Bu arada İstanbul’da tekne işiyle ilgili görüşebileceğimiz adresler aldım. Yani hemen görüşmelere başlayabiliriz.”

“Bu arada benim şirketten de haberler alıyorum. Benim de elimde bayağı bilgiler oluştu. Tabii gider gitmez gemici belgesi edinmek için müracaat etmem gerekecek.”

“Doğru ya. Kaptan olabilmek için gereken birtakım şeyler vardır mutlaka.”

“Kendi teknemiz olacağı için amatör olarak çok daha kolaylaştırmışlar işi. Gidince detaylı öğreneceğim.”

“Tamam kaptan. Bizler de sana miçoluk yaparız artık. Ya da bir kaptan tutabiliriz, gerçi o zaman biz bize olamayız ama.”

“Ben de öyle düşünüyorum. Doğrusu bu konuda hep aklıma seyrettiğim filmler geliyor.”

“Nasıl yani baba?”

“Hani hep teknenin kaptanı esrarengiz ve kötü adam çıkar ya filmlerde. Hem ailece olmak çok daha cazip geliyor.”

“Haydi o zaman, ben mutfağa bize hafif bir şeyler hazırlamalarını söylemeye gidiyorum. Önce bir güzel yüzmeye ne dersiniz?”

“Hay yaşa Seher. Bayağı ısındı hava. Serinleriz bari.”

“Siz gidin ben Gürkan’a 2 gün sonra gideceğimizi söyleyip geliyorum. O da artık yeter demeye başlamıştı. Söyleyeyim de sevinsin bari.”

Yemeklerini yemişler güneşleniyorlardı ki Sevin’in arkadaşlarından bir grup sürpriz bir ziyaret yaptılar.

Çok komik bir olay oldu. O anda Sevin havuzda olduğu için gelenleri fark etmedi ama gelen arkadaşları Ekim’i Sevin zannedip onun yanına gittiler.

Görülecek manzaraydı. Ekim bir anda etrafını hiç tanımadığı insanların sarması ile şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırdı. Hele kendisine Sevin demeleri daha da hoşuna gitmişti.

“Hey, ben buradayım.” Sevin’in havuzdan gelen sesiyle, arkadaşları şaşkınlıkla bir Sevin’e bir Ekim’e bakıyorlardı.

Sevin hemen havuzdan çıkıp arkadaşlarının yanına geldi. Gelenler ne olduğunu anlamamışlar, hayret ve şaşkınlıkla bakışıyorlardı.

“Size ikizimi tanıtayım. Sevin bunlar da okuldan arkadaşlarım.”

“Sevin senin kardeşin olduğunu bilmiyorduk.”

“Yakın zamana kadar ben de bilmiyordum. Ne iyi ettiniz gelmekle. Hadi sizler de giyin mayolarınızı. Getirdiniz değil mi mayolarınızı?”

“Tabii, bu sıcakta havuza gireriz diye düşünmüştük biz de.”

“Gelin soyunabileceğiniz bir yer göstereyim size.”

Çocukların şaşkınlıkları onların çok hoşuna gitmişti.

“Demek İstanbul’da da benzeri olaylar olacak. Kızım sen şimdiden buna hazırlıklı ol.”

“Bu da güzel bir deneyim oldu, bence hiçbir mahzuru yok. Aksine aklıma bazı muzırlıklar geliyor.”

“Sakın bize oyun oynamaya kalkmayın, zaten biz sizi tanırız da.”

“Siz de bizi tanıyamazsınız ama konuşuncaya kadar.”

“Ben de onu söylemek istedim. Konuşmalarınız o kadar farklı ki.”

Gençlerin gelişiyle havuzdaki coşku artmıştı.

Ekim de onlara katıldı. Havuzdan çıktıklarında hepsi Sevin’le Ekim’in etrafında toplanıp bu kardeş olayını öğrenmek için onları soru yağmuruna tuttular.

Neşeli geçen saatlerden sonra misafirlerin gidişi ile hepsi odalarına çekilip dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladılar.

Erkenden hazırlanan Tahir Bey’le, Sabih Bey salonda kendilerine birer içki koyarak akşamın açılışını yaptılar.

“Siz İstanbul’da ne kadar kalabileceksiniz? Yanlış anlamayın ama sağa sola gitmek için biraz zamana ihtiyacımız olacak. Onun için soruyorum.”

“Hiç merak etme Tahir. İşleri ayarladım. Herhalde yeteri kadar kalabilirim ama eğer halledemezsek artık bir zahmet sana kalacak bu işler.”

“Yok gider gitmez bu işlerle ilgilenirsek sanırım halledebiliriz.”

“Önce Marmaris’e gidelim. Orada satılık bazı tekneler olduğunu öğrendim. Gerçi bizim aradığımız şartlara uygun mu bilemem ama yine de bakarız diye düşünüyorum.”

“Tabii, neden olmasın, zaten merkez olarak Marmaris’e gidersek oradan sağa sola gidebiliriz.”

Salona önce anneler indi. İkisi de çok şıktı. Hemen arkalarından da kızlar indi. Bu sefer açık renk saçlarıyla siyahı tercih eden Sevin olmuştu. Ekim ise beyaz bir mini elbise giymişti. İkisinin de giydiği elbiseler Sermin’in koleksiyonundandı. Ve çok güzeldi.

“Ben her zaman Ekim’in elbiseyi çok iyi taşıdığını söylerdim ama görüyorum ki Sevin de çok güzel taşıyor giydiğini. İkiniz de çok güzelsiniz. Allah’tan ki saçlarınız farklı yoksa insan gözlerinden şüpheye düşecek.”

Gülüşerek minibüse bindiler.

O yöredeki bir Türk restoranına doğru yola çıktılar. Çok güzel bir topluluk oluşturuyorlardı. Gittikleri her yerde dikkatlerin üzerlerine toplamasına alışmaya başlamışlardı bile. Nitekim içeri girdikleri anda bütün gözler onlara çevrilmişti. Burası rezervasyonla müşteri kabul eden çok güzel bir yerdi. Sabih Bey telefon ettiği için sorun olmadan kendilerine ayrılan masaya geçip oturdular.

“Ben kendimi bir hayâlde gibi hissediyorum. Adeta filmde oynuyormuşum gibi. Ama İstanbul’da ayaklarım yerde olsun istiyorum.”

“Eh cümle çok bozuk oldu ama biz ne dediğini anladık. Doğrusu ben de artık bir an önce eve gitmek istiyorum. Eğer sizler bizimle gelmeseydiniz burada biraz daha kalmak güzel olurdu ama beraber gideceğimiz için bir an önce İstanbul’a gitmek istiyorum.”

“Alın benden de o kadar. Geleli kaç gün oldu ama İstanbul’un karışık trafiğini bile özledim.”

“Gürkan ne kadar sevinmiştir kim bilir?”

“Evet, söylediğimde şaka yapıp yapmadığımı sordu. İnanmakta zorlandı. Ama sonra çok mutlu olduğunu söyledi.”

“Sen şimdiden söyle, gittiğimiz akşam mutlaka bize gelsin.”

“Merak etmeyin babacığım, biz onu konuştuk bile. Hatta annem, Hacer teyzeye yemek siparişlerini bile verdi.”

“Eh, tam ona göre bir şey. Her şey planlı programlı olacak, değil mi karıcığım?”

“Fena mı etmişim? Ben sizden bir adım önce düşünüp programımı yaptım.”

Gittikleri restoranın sahibi 30 yıl önce Doğu Anadolu’dan gelip buraya yerleşen ve birçok iş denedikten sonra 15 yıl önce burayı işletmeye başlayan Sırrı Bey’di. Uzun yıllar birçok işletmede çalışarak edindiği deneyimleri ile burayı işletmeye başlamıştı. Oldukça da tanınmış bir yerdi. Yolu bu tarafa düşen meşhurların yemek için tercih ettikleri, sunulan yemeklerin, tam Türk Mutfağı’na uygun özelliklerde oluşu ile bir gelenin mutlaka tekrar geldiği güzel bir yerdi. Özellikle, sahibinin Türk konukseverliği ile müşterilerine ilgi gösterip onları rahat ettirmeye çalışması, bu tarz muameleye alışık olmayan yabancıların hayli ilgisini çekiyordu. Burada her akşam, kardeşlerden kurulu küçük bir grupla, Türk Sanat Müziği’nden örnekler sunuluyordu müşterilere.

Kısa bir fasıl müziğinden sonra klasikleşmiş parçalardan örnekler söylediler.

Saatler ilerledikçe, alkolün de etkisi ile masadakiler ve Türk müşteriler de eşlik ettiler gruba. Çok güzel ve samimi bir ortam oluşmuştu. Sevin parçaları bilmiyordu ama Ekim bütün şarkılara katılıyordu.

Derken grup da bu ortama ayak uydurunca, oyun havalarının gelmesi gecikmedi. Bir anda müşterilerin arasında bulunan kalabalık bir Türk grup oynamaya kalktı. Tabii Seher Hanım, Sabih Bey ısrar edince onları kıramayan Tahir Bey ve Sermin Hanım da hep beraber oynamaya başladılar. Masada oturmakta olan kızlar tempo tutarak onlara eşlik ederken masalarına yaklaştı Sırrı Bey.

“Bu restoran 15 senedir böyle bir şey yaşamadı çocuklar. Vallahi harika bir aileniz var. Baksanıza nasıl ateşlediler ortalığı.”

“Herkes oynamak için bahane arıyormuş, bizimkiler gaz verdi sadece.”

“Ama harika bir akşam oldu, bunu hiç unutmayacağım.”

“Merak etmeyin biz size gelir kendimizi hatırlatırız.”

“Çok şakacısınız kızım. Her zaman bekleriz.”

Gerçekten de ortada oynayanlar çok eğlendiği kadar, onları seyredenler de çok güzel bir akşam yaşıyorlardı doğrusu.

Dakikalar sonra kan ter içinde yerlerine oturdular.

“Aman Allahım, çok güzeldi.”

“İnan Sermin bence de öyle. Oh çok güzel oldu bu. Kızım kupayı sen kazandın ama bize yaradı. Baksana siz oturuyorsunuz ama biz çılgın gibi eğlendik.”

“Merak etme anneciğim. Size bakmak da çok güzeldi. Biraz daha oynasaydınız, burada çalışacaktınız.”

“Nasıl yani?”

“Yani biraz daha oynasaydınız Sırrı Bey size iş teklif edebilirdi demek istiyor” deyip Sırrı Bey’in söylediklerini anlattı Ekim.

Zaten biraz sonra Sırrı Bey gelerek kendilerine bu akşam için teşekkür etti.

Yemeğin üstüne Sırrı Bey’in ikramı künefelerini de yedikten sonra eve gitmek üzere arabalarına bindiler. Yol boyunca akşamı konuştular. Eve geldiklerinde kimsenin odasına çekilmek için acele etmediğini gören Ekim onlara kahve yapma teklifinde bulununca büyük bir coşkuyla karşılaştı.

“Ekim, ben de gelip sana yardım edeyim.”

İki kız, çalışanların çoktan çekildiği mutfağa geçip kahveleri yapmaya başladılar.

“Böyle ailelerimiz olduğu için Tanrı’ya şükredelim Sevin.”

“Doğru diyorsun. Onlar çok iyi anlaştılar. Sanırım bundan sonra sık sık görüşeceğiz.”

“Bana da öyle geliyor ve ben bundan çok mutlu oluyorum.”

Ertesi gün İstanbul’a gitmenin heyecanı hepsini sardı. Sabih, işleriyle ilgili son düzenlemeleri yaparken, diğerleri son bir defa hediyelik bir şeyler alma bahanesi ile şehir merkezine indiler.

Hava sokaklarda gezilemeyecek kadar sıcaktı. Daha çok büyük AVM’lerde dolaşmayı tercih ettiler.

Her yerde olduğu gibi yine ilgi odağı olmuşlardı. Ama onlar artık etrafta hayretle kendilerine bakanlara alışmışlardı, çoğunlukla fark etmiyorlardı bile. Arkalarından gelen aileleri, onlarla ne kadar iftihar ediyordu, bunu da bilmeleri mümkün değildi.

Birlikte gideceğimiz için ne kadar mutlu olduğumu tahmin edemezsiniz. Sevin’den böyle uzun süreli hiç ayrılmadığım için, belli etmemeye çalışıyordum ama çok da üzülüyordum. İyi ki şu tekne işi çıktı.

“Biz, siz söylemeseniz de üzüldüğünüzü anlayabiliyorduk ama elimizden bir şey gelmiyordu. İnanın hem sizin adınıza hem de kendimiz adına meselenin böyle sonlanmasına çok sevindik.”

“İnşallah, bizim istediğimiz gibi, satılık bir tekne buluruz da beklemek zorunda kalmayız.”

Daha çok kendilerine ve evlerine aldıkları ile eve döndüler.

Tahir Bey, işyerini arayıp döneceklerini haber verdi ama daha uzunca bir süre işe onsuz devam edeceklerini söylemeyi de ihmâl etmedi.

Ertesi günün heyecanı ile sakin bir akşam yaşadılar.

Herkesin valizleri hazırdı. Artık dört gözle hareket saatini bekliyorlardı.

O sabah hepsi çok erkenden kalktı. Hep beraber kahvaltılarını edip evdekilerle vedalaşarak alana doğru yola çıktılar.

“Tanrım, bu kadar bagajla bizi uçağa almayacaklar. Dört tane hanımın bu kadar eşyası nasıl oluyor anlayamıyorum.”

“Hadi hadi sanki sizin hiç eşyanız yok. Siz dua edin Sevin’in eşyalarını almadık. Bir de onlar olsaydı. Üstelik ben de çok az kıyafet aldım. Sermin hiçbir şey almamı istemedi.”

“Tabii ki. Aslında bu kadar bile almana gerek yoktu. İkinize de bizim işyerinden yeni birer gardrop hazırlamak çok zevkli olacak.”

“Hiç ağzımızı açmayalım Tahir. Biraz daha konuşursak bizim ikişer gömleğimizi de burada bırakırlar bu hanımlar. Ne de olsa söz onların, çoğunluk onlarda çünkü.”

“Haklısın Sabih. Neyse ki alışverişleri kendileri yapıyorlar. Bir de bizi o işler için sürükleseler o zaman yanmıştık.”

Alana geldiler, bagajlarını verdikten sonra vakit gelene kadar kafetaryada oturdular. Kızlar uçakta okumak için dergiler aldılar.

Uçağa binmeden son olarak Gürkan’ı arayıp yola çıktıklarını haber veren Ekim telefonunu çantasına koyup etrafı seyretmeye başladı ve Nehir’le Bülent’i gördü.

“Nehir, Nehir…”

Kendisine seslenildiğini fark eden Nehir hayretle arkasını dönünce şaşkınlıkla kala kaldı.

“İnanmıyorum, bu ne güzel tesadüf böyle ama siz daha sonra gitmeyecek miydiniz?”

“Öyleydi fakat bazı nedenlerle bizim de erken dönmemiz gerekti. Zaten burada daha fazla kalmamıza gerek kalmadı zira Sevinleri aldık Türkiye’ye götürüyoruz.”

“Aaa ne kadar güzel. Lütfen İstanbul’da da görüşelim. Böyle hep beraber en kısa zamanda bize bekliyoruz unutmayın. Bülent hemen işe başlayacak ama ben daha bir hafta evdeyim. Bu arada mutlaka bekleriz.”

“Tamam kızım. Siz telefonlaşırsınız, belki de siz bize gelirsiniz. Ne de olsa sen daha yeni evlisin, misafir ağırlamak biraz zor gelebilir.”

“Yok hiç merak etmeyin Sermin teyze. Nehir tam bir mutfak kurdu. Yemek yapmaya ve yedirmeye bayılıyor. Hatta yaptıklarını yedirecek adam arıyor. Onun için biz sizi bekleriz çok da memnun oluruz.”

“Tamam o zaman en kısa zamanda görüşmek üzere. Galiba zamanımız geldi. Hadi bakalım.”

Uçakta da sohbetleri devam etti.

Tabii iki genç kız yine yolcuların merakını üzerlerinde topluyorlardı. Yan yana oturdular.

“Artık uçağa bindiğimize göre sana anlatmam lazım.”

“Neyi anlatman lazım.”

“Anlattıklarım seni güldürecek bak ama kızmak yok.”

“Hayrola Sevin neler oluyor?”

“Beni dün kim aradı bil?”

“Tahmin mi etmem gerekiyor?”

“Tahmin etmek zor değil. Tabii ki David’den konuşuyorum.”

“Yine ne saçmalıyor o?”

“Sus ve dinle. O seni çok sevmiş, öyle diyor ve eğer bir gün Gürkan’dan ayrılırsan ona haber söylememi istiyor.”

“İnanmıyorum. Bu ne terbiyesizlik.”

“Kızma, onu anla. Sen gidince senden haber almak mümkün değil diyor. Ben ona haber verirsem çok mutlu olurmuş.”

“Çok bekler sersem. Sanki Gürkan benim basit bir flörtümmüş gibi konuşuyor.”

“Ama o durumunuzu bilmiyor ki!”

“O daha da kötü, böyle konuşması affedilemez. Ben de onu Türkiye’ye davet ettim. İnşallah yanılıp da gelmeye kalkmaz. Bu arada sen bayağı düzelttin Türkçeni.”

“Evet. Önceleri düzeltmezdi kimse. Ama şimdi herkes düzeltiyor.”

“Hah işte. Özen gösterince daha çok bozuyorsun ama rahat konuşunca süpersin.”

Konuşmayı kesip ellerindeki dergileri okumaya başladılar. Kısa bir süre sonra ikisi de uyudu, ta ki hostesler servis için kendilerine seslenene kadar.

“Bak, dergide benim şimdiki aileme verilmemi sağlayan doktorun oğlunun fotoğrafı var, sana onu göstereyim.”

Ekim dergide Tarık’ın fotoğrafının bulunduğu sayfayı açıp Sevin’e gösterdi.

“Oh çok yakışıklı bir adam.”

Dergide “Eski sevgilisi Ezgi’den ayrılan Tarık” diye bahsediliyordu.

“Bu yakışıklının sevgilisi vardır tabii, değil mi?”

“Evet bir sevgilisi vardı ve ailesi çok üzülüyordu. Zira çok uçuk bir kızdı ve yapmadığı terbiyesizlik, burnunu sokmadığı pislik yoktu. Derginin yazdığına göre ayrılmışlar. Bu durumda Taner amcayla İnci teyze çok memnundurlar herhalde. Hele İnci teyze, ‘Oğlum bu kızdan kurtulsun’ diye dualar ediyordu vallahi.”

“E beni bu yakışıklıyla tanıştırırsın o zaman.”

“Hiç merak etme, en kısa zamanda tanışırsın. Zira Taner amcalar seni merak içinde bekliyorlar. Biz İstanbul’a iner inmez bize gelirlerse hiç şaşırmam. Gerçi Tarık gelmez ama. Onu da kısa bir süre sonra görürsün. Zira senin deyiminle gecelere akınca nasıl olsa bir yerlerde karşılaşırız.”

“Ben Hacer teyzeyi de görmek için merak ediyorum.”

“O da merakla seni bekliyor. Canım benim… Seni bulana kadar, ne zaman bu konular açılsa benimle beraber gözyaşı döktü.”

“Bakalım beni de senin gibi sevecek mi?”

“O, o kadar iyi bir kadın ki… Seni değil, tanıdığı herkesi sever. Zaman geçmiyor, ben biraz daha uyumak istiyorum. Sana da aynı şeyi tavsiye ederim.”

“Benim uykum yok, ben film seyretmek istiyorum.”

Aslında gözlerini kapatıp Gürkan’ın hayaliyle baş başa kalmak istemişti Ekim. Sevgilisini ne kadar özlediğini şimdi çok daha iyi anlıyordu. Sanki Gürkan’ı ilk defa görecekmiş gibi heyecan içinde, kavuşacakları anı bekliyordu. Bazen okulu beklemeden evlenmeyi bile aklından geçiriyordu ama sonra annesinin, “Aşkın en güzeli evlenmeden önce yaşanandır, sonra aşk farklılaşıyor” lafını unutamıyordu. Annesi ve babası kadar mutlu bir çift bile böyle düşünüyorsa, orada bir durmak gerekiyor, diyordu kendi kendine. Ama bu ayrılıktan sonra artık her fırsatta sevdiğiyle beraber olmaya çalışacağına kendi kendine söz verdi.

Sermin Hanım gelmeden evi, yani Hacer Hanım’ı aramış ve talimatlarını vermişti.

Her türlü hazırlığın tamam olacağından emindi ama yine de içi içini yiyordu. ‘Keşke gitmeden önce böyle bir ihtimâl aklıma gelseydi de ona göre hazırlık yapsaydım’ diye düşünüyordu. Gerçi evleri büyüktü, hepsine yetecek kadar ayrı oda vardı ama… Sonra kendi kendine gülümsedi, ‘Sanki ben evde olsam da bu işleri Hacer Hanım yapmayacak mıydı? Niye böyle huzursuzum’ diye düşündü.

Tahir Bey karısının huzursuzluğunun farkındaydı. Onun kendi kendine gülümsediğini görünce, ‘Neyse kafasındaki sorunu halletti’ diye düşündü. Uzanıp karısının elini avuçlarının arasına aldı.

“Kafanda hangi tilkiler dolaşıyor bilmiyorum ama galiba çözümü buldun.”

“Canım, beni ne kadar iyi tanıyorsun. Evet misafirleri ağırlamakla ilgili düşüncelerim vardı ama sonra bunları Hacer Hanım’ın halletmiş olacağını düşünerek rahatladım.”

“Hiç merak etme. Sen Hacer Hanım’ı öyle alıştırdın ki aynı sen gibi düşünüyor, eminim birçok şeyi senin yerine hâlletmiş olmasına sen bile şaşırıyorsun.”

Sabih Bey’le, Seher Hanım da kendi aralarında, bu seyahatin çok güzel olduğunu konuşmaktaydılar.

“Ben Türkiye’yi bu kadar özlediğimin farkında değildim. Sanki ilk kez gidiyormuşum gibi heyecanlıyım.”

“Haklısın, zira bu gidişimiz çok daha farklı. Çok ilginç ama sanki İstanbul’a bir akrabamızın yanına gidiyormuşum gibi huzurlu ve mutlu hissediyorum.”

“Çok haklısın Sabih. Bu Tanrı’nın bir lütfu, sanki kırk yıllık akrabalarımız gibi sıcak ve yakın buluyorum onları. Baksana kızlar da ne kadar mutlu. İnan bazen korkuyorum.”

“Neden?”

“Ne bileyim. Bu kadar mutluluk ürkütüyor beni sanırım.”

“Hadi Seher. Sen her zaman bana ‘İyi düşün, iyi olsun’ demez misin? Şimdi ne oldu sana?”

“Korkuyorum ama gene de Biz Allah’ın sevgili kullarıymışız diye de düşünüyorum.”

“İşte bunda haklısın. Bir de istediğimiz gibi bir gulet tekne bulursak harika olacak. İnan bundan sonra yazları sabırsızlıkla bekleyeceğim.”

“Tahir de çok istiyor. İnşallah satılık hazır bir tekne buluruz.”

“Olmaması için sebep yok. Anladığım kadarı ile her zaman satılık tekne bulmak mümkünmüş. Şans yüzümüze gülebilir. Hadi biraz uyumaya çalışalım. Yoksa saatler geçmiyor.”

İstanbul’a indiklerinde, nefis bir yaz yağmuruyla karşılaştılar.

Ortalık mis gibi kokuyordu. Bagajlarını alıp dışarı çıktıkları anda Ekim’in feryadı ile Gürkan’ı fark ettiler. İki sevgili birbirlerinin kollarına atılıp dakikalarca sarmaş dolaş kaldılar. Biraz daha bekleyen Sevin, Gürkan’ın omuzuna dokunarak onları ayırdı.

“Ben kıskanırım. Artık ikizimi bırak.”

Gürkan Ekim’i bırakıp arkasını döndü ve “İnanmıyorum. Bu sensin. Evet görüşüyorduk ama bu kadarını ben bile tahmin etmiyordum. Hoş geldin Sevin. Seni görmek çok güzel” dedi.

“Ben de seni görünce çok sevindim enişte. Kızma kızma, ilk ve son defa enişte!”

Gürkan, Ekim’in elini bırakmadan hepsiyle tek tek selamlaştı. Etraftan onlara bakanlar vardı. Onlar farkında değildi ama Gürkan nasıl bu kadar ilgi odağı olduklarını anlayabiliyordu. İkizler herkesin dikkatini çekiyordu.

“Aman Allah’ım, ben sizinle ne yapacağım. Ekim’le çıktığım zaman bile kendimi farklı hissediyordum, şimdi beni kim koruyacak?”

“İlahi Gürkan, sen koruma istersen, İstanbul gecelerinde biz de sizlere takılırız olur biter.”

“Memnuniyetle efendim, o zaman şekilde görüldüğü gibi vaziyet daha da vahim olur.”

Atılan kahkahalarla alandan çıkıp arabalara doluştular. Kıvanç Bey’in gönderdiği minibüse anneler, babalar bindi. Ekim’le Sevin ise Gürkan’ın arabasına bindiler.

“Oh aşkım, nihayet ayrılık bitti. İnan sensiz günler çok kötüydü. Allah’tan işler yoğundu ama ben yine de her an yokluğunu hissediyordum. Bu arada ben de 2 kere İzmit’e, bir kez de Ankara’ya gittim.”

“Aaa hiç söylemedin görüştüğümüzde.”

“Sen meraklanma diye söylemedim. Eee Sevin, nasıl buldun İstanbul’u. Gördüğüm kadarı ile hayran hayran seyrediyorsun etrafı.”

“Evet, böyle deniz kenarından gitmek çok güzel. Ve her yer yeşil, çok güzel. Yağmurda daha da güzel.”

“Hemen hemen eve kadar deniz kenarından gideceğiz. Zaten Ekim’lerin evi de deniz kenarında.”

“Çok güzel, ben bayıldım. Giderken ayrılmak zor olacak.”

“Gitme sen de, diyeceğim ama Seher anneyle, Sabih babaya bunu yapamam.”

“Yok öyle değil ama sık geleceğim herhalde.”

“Ne kadar güzel olur. Zaten benim gelmem çok zor ama sen daha özgürsün gibi görünüyor.”

“Evet ama benim de müzik var. Bakalım artık.”

Yağan yaz yağmuru bile, trafiği karmakarışık etmeye yetmişti. Kısa süren yağmur durmuş ama karmaşası sürüyordu.

Eve geldiklerinde hanımlar direk yukarı çıktılar.

Tahir Bey kapıcıdan da yardım istediği hâlde tüm valizlerin yukarı taşınması biraz zaman aldı.

Hacer Hanım sevinçten ağlıyordu. İki kızı birer tarafına almış, bir ona bir diğerine bakarak benzemeyen taraflarını bulmaya çalışıyordu.

“Hacer teyze şimdilik saçlarımızla idare et. Bak benimkiler daha koyu. Sevin’in saçları ne kadar açık görüyorsun.”

“Evet ama yarın berbere gidip aynı yaptırırsanız sizi nasıl ayıracağım.”

“Merak etme. Biz sana doğruyu söyleriz.”

Hepsi soyunup dökündükten sonra balkonda toplandılar. Yağan yağmurun arkasından manzara harikaydı. Güzel manzara ve Hacer Hanım’ın hazırladığı taze poğaçalar ve kurabiyeler eşliğinde çaylarını içtiler.

“Tahir Bey sizi iki kere Doktor Bey aradı. Bir de Mehmet Bey aradı. Daha gelmediğinizi bugün döneceğinizi söyledim. Belki bu akşam Doktor Beyler uğrayacaklar. Zira kızımızı çok merak ediyorlar.”

“Tabii tabii ben ararım şimdi. Biz ona çok şey borçluyuz. Bu ailenin temelini atan kişi.”

“Anladım, Taner Bey ve eşi İnci Hanım’dan bahsediyorsunuz.”

“Evet dostum. Daha sonra ararım.”

“Müsaadenizle ben artık gideyim.”

“Oğlum akşama bekliyoruz. Sakın gelmemezlik etme.”

“Tamam efendim. Size iyi günler.”

Yolcu etmek için, Gürkan’ın karşı koymalarına rağmen onunla aşağı inen Ekim heyecandan kızarmış yanakları ile geri döndü.

Kimsenin onu böyle görmesini istemediği için odasına gitti. Gürkan onu çok özlemişti. Kendisi de onu çok özlemişti. Alanda Gürkan’ı gördüğü andaki heyecanını hiç unutamayacaktı. Kalbi yerinden çıkıyor zannetmişti bir an. Sonra biraz önce kapıda, dudaklarının yanına aceleyle konan öpücükten duyduğu heyecanı ve zevki anlatacak kelime bulunamaz herhalde diye düşündü. Gürkan’dan bir daha ayrı kalmak istemediğini biliyordu ama daha askerlik vardı önlerinde. ‘Şimdiden bunları düşünmemeliyim’ diye içinden geçirerek odadan çıkıyordu ki Sevin yanına geldi.

“Ben Gürkan’ı çok beğendim. Çok da yakışıklı. En az benimki kadar.”

“Seninki mi? Anlayamadım.”

“Ne çabuk unuttun, Tarık’ı söylüyorum.”

“Aman Tanrım. Bu ne sürat, daha tanışmadın bile.”

“Olsun nasıl olsa tanışacağım.”

“Adamın huyunu suyunu bile bilmiyorsun. Bakalım anlaşabilecek misin?”

“Ben anlaşırım. Sonra da onu tanırım.”

“Sen tam bir çılgınsın. Benim de sana göstermek istediğim bir sürü küçüklük anılarım var ama bunlara bakacak daha çok zamanımız var. Gel salona annemlerin yanına gidelim.”

Boğazın manzarasına hayran kalmıştı misafirler.

Gerçekten de yağmurdan sonra inanılmaz net ve etkileyiciydi manzara.

“Nasıl, anlattığımız kadar var değil mi? Bizim evin manzarası bir harika, hem de her mevsim.”

“Çok haklısınız, insan bu manzarayı bırakıp nasıl bir yere gider ki…”

“Bu manzarada ve bu balkonda çok da güzel rakılar içilir, değil mi Tahir?”

“Hiç şüpheniz olmasın Sabih. İnanın içtiğiniz içkiden çok, gördüğünüz müthiş manzara çarpıyor insanı. İçinizde uzanmak, istirahat etmek isteyen yok mu?”

“Yok vallahi, ben burada geçireceğimiz her saati dolu dolu yaşamak istiyorum. Zaten uçakta da hepimiz uyuduk.”

“Peki o zaman biz de size, tabii isterseniz, Ekim’le ilgili görüntüler seyrettirelim.”

“Aa çok iyi olur. Gerçi pek değişik bir şey olmayacak, adeta Sevin’i izler gibi seyredeceğiz.”

“Çok küçük hallerini değil de sizin Sevin’e kavuştuğunuz yaşlardan sonraki hallerini seyredelim.”

Ekim’in, küçük yaşlarında, doğum günlerinde, parkta, havuzda, okulda çekilmiş muhtelif görüntülerini seyrettiler. Çok uzun zamandır seyretmedikleri için Tahir ve Sermin de pür dikkat ekrana bakıyorlardı ki Sermin’in el ele tutuşmuş vaziyette görüntüleri seyreden kızların haâi dikkatini çekti. Birden kalbinde bir hüzün, bir burukluk hissetti. Gerçi kocaman iki kız duruyordu karşılarında ama o görüntüleri, sanki birbirlerine sahip çıkarcasına el ele tutuşup oturmaları, sanki bir çaresizlik, bir yalnızlık duygusu sergiliyordu.

Birden kendini çok tuhaf hissetti Sermin ve kalkıp kızlara sarıldı.

“Ne mutlu bizlere ki sizin gibi evlatlarımız var. Allah’a binlerce şükürler olsun sizi bize bağışladığı için.”

“Anne, canım annem, ağlama lütfen.”

“Evet Sermin anne, neden ağlıyorsun. Bak biz buradayız.”

“Biliyorum çocuklar ama ben sizi öyle görünce çok duygulandım. Siz bana bakmayın.
Sermin böyle söylüyordu ama aslında hepsi duygulanmıştı. Hacer Hanım da ağlıyordu.”

“Ama biz çocukken de çok benziyormuşuz, değil mi? Birçok hareketimiz aynıymış.”

“Evet en azından ikimizin de sütle arasının olmadığı ve de çok uslu olmadığımız görülüyor. Gerçi bana göre sen daha yaramaz bir çocukmuşsun ama eh ben de annemi az kızdırmazdım. Hazırladığı çizimleri, nasıl resim yapacağım diye karaladığımı ve onu çıldırttığımı şimdi bile hatırlıyorum.”

“Sevin de evde devamlı bir yerlere saklanır ve orada uyuyup kalarak bizi meraktan çıldırtırdı. Hele bir seferinde bir dolabın içine girmiş ve uyumuştu. Biz saatlerce aradık, hatta sokaklarda aradık, sonra uykudan kızarmış yanaklarıyla ortaya çıkıvermişti de merak içinde kıvrandığımız o saatlerden sonra hiçbirimizin aklına ona kızmak bile gelmemişti. Öylesine sevimli, öylesine cana yakındı ki gören herkes kucağına alıp sevmek isterdi. Ama o kendini kimselere sevdirmez, koşa koşa bizim kollarımıza kaçardı.”

“Ah Ekim de yabancılara hiç sokulmazdı, hatta sevmek isteyenler biraz ısrarcı olsa ağlamaya başlardı. Hâlâ da yabancılara pek sıcak davrandığı söylenemez. Benim kızım önce insanları tanır, inceler sonra arkadaş olur.”

“Ama ben öyle değilim. Herkesi severim, arkadaş olurum. Sonra incelerim.”

“İnan Sevin, en güzelini yapıyorsun. Zira, ben pek kimselere sokulmuyorum. Sonra bir şekilde arkadaş olduğumda, geçirdiğim zamana acıyorum. Belki de bu nedenle çok da iyi anlaşabileceğim birileri ile asla arkadaş olmadım, diye düşünüyorum.”

“Yok seninki daha güzel bir yol. Ben önce seviyorum, sonra tanıyınca onu sevmiyorum. O zaman esas geçen zaman boşa oluyor. Ben üzülüyorum o zaman.”

“İşte insanların karakterleri de böyle farklı farklı oluyor. İyi ki varsınız çocuklar. Sabih Bey böyle söyleyerek tekrar balkona çıktı. O sırada denizden bir tekne geçmekte idi. Sessizlikte çıkan ses o kadar güzeldi ki.”

Ayağa kalkınca hafifçe sallanan Sabih Bey, “Hepimiz dinlendik falan diyoruz ama saat farkı, ilerleyen saatlerde bizi serseme çevirecek. Biraz yatıp dinlensek fena olmayacak galiba. En azından ben biraz dinlenmek istiyorum” dedi.

“Herkesin odası ve yatağı hazır. Buyurun.”

“Sağol Hacer Hanım. Sabih haklı, kendimi sarhoş gibi hissetmeye başladım. Haydi hepimiz biraz dinlenelim.”

Saatler sonra kalkan Sabih Bey’le Seher Hanım, mükemmel hazırlanmış bir kahvaltı masasıyla karşılaştılar.

“İnanamıyorum Sermin. Ne zaman kalktın. Neler hazırlamışsınız öyle.”

“Yok Seher, ben hazırlamadım. Ben de şimdi kalktım. Hah bak Tahir de geldi. Sağ olsun Hacer Hanım hazırlamış masayı.”

“Kızları beklemeyelim isterseniz.”

“Yok yok, lütfen şu balkonda bir altlık kahve içelim. Şu manzarayı bir içime çekmek istiyorum.”

“Bak azizim, bu manzara acayip alışkanlık yapar. Benden söylemesi.”

“Bak bak Tahir” derken bir tekneyi işaret ediyordu. “Böyle bir tekne bulsak, ne harika olur.”

İçinde gençlerin bulunduğu bir gulet geçmekteydi. Sakin bir günde, etrafa güzel bir müzik yayarak hareket ediyorlardı.

“Tam da bizim istediğimiz gibi bir tekne Sabih. Yarın sabah, benim ofise birlikte gidelim. Bakalım Kıvanç bize neler gösterecek. Elinde bir sürü doküman olduğunu söyledi bana. Biz de vakit kaybetmeden burada bir araştırma yapıp seyahat gerekecekse hemen yola çıkalım. İşimizi bitirdikten sonra İstanbul’un tadını çıkarırız, diye düşünüyorum. Sizlerce de uygunsa tabii.”

“Çok haklısın. Önce kafamızdan bu işi bir silelim, sonra doya doya rahatça gezeriz.”

Onlar sabah kahvelerini içerken kızlar da geldi, beraberce kahvaltıya oturdular.

“Benim daha iznim bitmedi ama yarın ofise bir gidip görüneyim, değil mi baba?”

“Tabii kızım. Bir yerlerde görülürsün ayıp olur Mümtaz Bey’e. Ben seni hemen çağıracaklarını zannetmiyorum, en azından 2-3 gün daha Sevin’le takılırsınız. Tabii Mümtaz Bey’e misafirlerden de bahsedersin.”

“Benim bazı açıklamalar yapmam gerekecek herhalde. Ben yarın onunla konuşurum babacığım.”

Tahir içinden, ‘Çok da iyi olur kızım, geciktirirsen ayıp olur’ diye düşündü.

Akşama kadar anca kendilerine gelebildiler. Saat farkı hepsini sarhoş gibi yapmıştı. Bir ara Tahir Bey, Taner Bey’i arayıp akşama beklediklerini söyledi.

Gürkan erken geldi.

Erkekler balkonda aperatiflerini alırken, hanımlar da masayı hazırladılar. İşleri bitince de seyahate çıkarken yanlarına neler alacaklarını konuşmaya başladılar.

Bu arada Ekim, Sevin’e Hacer Hanım’ın yaptıklarını anlatıyordu.

“Bak Sevin, bu patlıcan salatasını Hacer teyzeden daha güzel yapan birini bulamazsın, tadına bayılacaksın.”

“Ben bu kadar çok şeyi yersem korkarım şişman biri olurum.”

“Yemezsen de seni Hacer teyze paralar valla, haberin olsun. Bak bu da zeytinyağlı barbunya, buna da bayılacaksın.”

“Ben yemek yemekten bayılacağım galiba.”

“Sevin sen benimle ofise gelmek ister misin, yoksa daha sonra mı gideriz? Şimdi seni kimse bilmiyor.”

“Yok önce beni sen anlat, sonra ben sana gelirim.”

“Tamam o zaman, sen yarın annemlerle takılırken ben gider dönerim.”

“Hemen başlamazsın inşallah.”

“Yok zannetmiyorum. Ben durumu anlatınca hafta sonuna kadar tatile devam ederim, diye düşünüyorum ama dur bakalım.”

Yemek süresince Sevin sorularıyla Gürkan’ı sıkıştırdı.

“Aman Tanrım, ben Ekim’le tanıştığımdan beri böyle soru yağmuruna tutulmadım. Nasıl soruların bitti mi Sevin?”

“Yok daha yeni başladım. Benim seni tanımam lazım. Bakalım sen benim ikizime uygun musun?”

Masada kahkahalar koptuğu anda kapı çalındı. Hacer Hanım kalkıp kapıya açtı. Taner Bey ve eşi İnci Hanımdı gelenler.

“Merhaba, hoş geldiniz.”

“Sizler de hoş geldiniz. Nasılsınız?”

“Ekim ve tabii Sevin. Sizi böyle görmek ne kadar güzel.”

“Aman Allah’ım ikiniz de çok güzelsiniz. Ekim ne güzel yanmışsın kızım. Allah’a şükürler olsun bu günleri de gördük.”

“Hoş geldiniz, İnci teyze. Bol bol güneşlendik tabii. Sizler de çok iyisiniz. Nasıl buldunuz kardeşimi?”

“Allah sizi bir daha ayırmasın yavrum. Ayrılıklar sona erdi artık. Sevin’in saçları boyalı galiba, değil mi?”

“Evet benim hem gölge var hem de daha açık iki ton esas rengimden.”

“Evet, görüldüğü gibi, Türkçemiz biraz bozuk ama çok tatlı olduğu için artık düzeltmekten vazgeçtim.”

“Sen vazgeçtin ama ben dikkat ediyorum. Göreceksin bak nasıl olacak.”

“Biz daha masadayız. Sizi de böyle alalım. Hacer Hanım…”

“Tamam, ben hemen iki servis açıyorum. Bardakları da getiriyorum.”

Hep beraber bu mutlu günün şerefine kadeh kaldırdılar.

Bu arada garip bir olay oldu ve İnci Hanım’la Sevin birbirlerine acayip yaklaştılar. Sanki Ekim değil de onları uzun yıllardır tanıyan Sevin’di. Tabii bunda Sevin’in sıcak kanlılığının rolü çok büyüktü. Zaten Hacer Hanım’ı da şimdiden etkisi altına almıştı bile.”

“İşte, kız evladınız olunca onlarla sık sık beraber olabiliyorsunuz, erkek olunca orada işler değişiyor. Bakın, biz bizim haytanın yüzünü bile göremiyoruz. Neyse ki artık magazinlerde de görmüyoruz da rahat ettik.”

“A sahi, artık o Ezgi meselesi bitti mi?”

“Neyse ki kızın yarattığı rezaletler Tarık’ın canına tak etti de o işte bitti.”

“Zaten daha sonra kızdan yakasını bir türlü koparamadığını da itiraf etti.”

“Nasıl yani?”

“Biz, Tarık ondan ayrılamıyor zannediyorduk ama işin aslı öyle değilmiş. Kaç kere ayrılmışlar ama o sürekli karşısına çıkıyor, yalvarıyor, sözler veriyormuş. Ama tabii nafile. Neyse artık o hikâye bitti. İnşallah bundan sonra iyi biriyle karşılaşır.”

“Kim bilir, belki bundan sonraki kız ben olurum” diyen Sevin’in sesiyle bütün masa kahkahaya boğuldu. Ama gülmeyen bir tek Sevin değildi. İnci Hanım da dikkatle Sevin’i süzmekteydi.

“Keşke senin gibi bir gelinim olsa.”

“Aman Allah’ım, neler oluyor burada. Yoksa oğlumuz burada yokken birtakım kararlar mı alıyoruz?”

“Eh yani hiç de fena olmaz. Bunca yıllık dostluğumuzu bir de akrabalık ile taçlandırırız.”

“Aslında aklıma güzel bir fikir geldi. Biz bir iki güne kadar bir seyahate çıkmak istiyoruz. Kızlar Hacer Hanım’la kalacaklar ve de Sevin’in inanılmaz dolu bir programı var kafasında, bu durumda bütün yük Gürkan’a düşüyor.”

“Rica ederim. Ben büyük bir zevkle bu göreve talibim.”

“Sağol oğlum bunu biliyoruz ama gittiğiniz yerlerde Tarık’ta yanınızda olsa hiç fena olmaz. Tabii Tarık’ın zamanı uygun olursa.”

“Hiç de fena olmaz, hem ben de eniştemin başına kalmam.”

“Aşk olsun Sevin. Kendini öyle mi görüyorsun? Ama Tarık Bey’in vakti müsait olursa beraber çıkarız.”

“Tamam o zaman biz eve gidince, Tarık da evdeyse, onunla konuşuruz. Hayırdır inşallah siz leyleği havada gördünüz galiba. Amerika’dan gelip hemen yine bir gezi?”

“Gelin, hanımlar masayla meşgul olurken biz erkekler kahvelerimizi balkonda içelim bu arada biz de size gezi nedenimizi anlatalım.”

Erkekler masadan kalkınca Sevin hemen Ekim’in yanına geldi.

“Harika oldu. Program tam da benim için oldu değil mi?”

“Vallahi senden korkulur. İşler tam da senin istediğin şekilde olacak çok şanslısın. İnşallah Tarık da müsait olur.”

“Sen Tarık’la samimi arkadaş mısın?”

“Pek öyle sayılmaz. ‘Tarık Bey’ diyecek kadar resmi değil ama uzun yıllardır toplasan 5 kere ancak görmüşümdür. Hem bakalım kendisini görünce bu kadar hoşlanacak mısın?”

“Ben hoşlanacağımı biliyorum ama bakalım o beni isteyecek mi?”

“İster ister, sen annesinden torpilli olacaksın. Baksana İnci teyze seni ne kadar sevdi. Ben Gürkan’ın yanına gidiyorum. Sen de geliyor musun?”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 6 Aralık 2021 at 08:52

    Sevin için yeni bir aşk gözüküyor ufukta ☺️
     
    Bu harika aileye, yaşamlarına özenmemek mümkün değil.
     
    Kaleminize sağlık Nimet Hanımcığım, merakla takip ediyorum romanınızı 😁
     
    Kucak dolusu sevgiler 🤗❤️

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 6 Aralık 2021 at 09:55

    Mı acaba? Sevin bu! Bekleyip görmek lazım. Onun yaşamı; düşünceleri kadar çılgın ve hızlı.
     
    Okurdan tepki almak inanılmaz güzel bir duygu, hele sizden. Şimdi yazanların okurları için “Hayalet okurlar” derken neyi kastettiklerini çok iyi anladım. Tekrar teşekkürler.
     
    Sevgiyle kalın. 🥰😍💖

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 6 Aralık 2021 at 10:47

    Kahvaltı sofraları, havuz, tekne…
    Mis gibi kokular geliyor burnuma.

    • Yanıtla Nimet Canbayraktar 6 Aralık 2021 at 12:58

      Hayali bile güzel değil mi?
      Bunu hissettirebildimse ne mutlu bana.

  • Yanıtla Mehmet Gökcük 6 Aralık 2021 at 17:38

    Önce temkinli olmak, tanımak ve sonra sevmek veya sevmemek mi? Yoksa önce sevip sonra daha çok sevmek veya soğumak mı?
     
    Gerçekten bu iki yoldan birini seçiyoruz sevgilerde… Ve şimdi Behçet Necatigil’in “Sevgilerde” isimli şiiri de aklıma geliverdi… 🙂
     
    Ben de direkt sevgiye şans verenlerden olduğumu hatırladım, bu bölüm vesilesiyle…
     
    Çok içten, çok ince bir kalem sizin kaleminiz… Bütün bölümleri okumadan, direkt bu bölümü okudum ve o inceliği yine hemen fark ettim. İyi ki varsınız…

    • Yanıtla Nimet Canbayraktar 6 Aralık 2021 at 18:23

      Önce açtım şiiri okudum bir kez daha. Evet ben seçiciyim, kolay şans vermem, bazen de bu nedenle geç kaldığım da olmuştur, çok doğru ama sanki daha az üzücü oluyor.
       
      Böyle ince ruhlu ve özünde çok iyilikler ve güzellikler barındırdığına inandığım sizden, böyle bir övgü almak çok değerli inanın. Çok teşekkür ederim. Siz de iyi ki varsınız.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan