Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 12

17 Ocak 2022

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
Ekim yukarı çıktığında, Sevin ve kaptanın dışında herkesin yattığını gördü. Bir an usulca geri dönmeyi düşündü ama Sevin onu görmüştü, seslendi. Bu durumda yanlarına gitmek zorunda kaldı.

“Gelin gelin Ekim Hanım. Biz de Sevin Hanım’ın mini konserinden konuşuyoruz. Harika bir akşam oldu, değil mi? En kısa zamanda tekrarını isteriz.”

“Gerçekten çok hoştu. Ben de Gürkan’a anlattım. Bayağı seyirci de vardı. Çok güzel söylüyorsun Sevinciğim.”

“Siz devamlı dinlediğiniz hâlde, büyük bir beğeniyle dinliyordunuz Ekim Hanım. Kim bilir şimdiye kadar ne şarkılar dinlemişsinizdir kardeşinizin sesinden.”

Ekim’le Sevin birbirlerine baktılar. Ve ikisi de gülmeye başladı.

“Bilmeden komik bir şey mi söyledim?”

“Tabii ki hayır kaptan ama inanın ben de daha yeni yeni dinliyorum kardeşimi. Çünkü biz bir araya geleli çok kısa bir zaman oldu.”

“Ah haklısınız. Sevin Hanım Amerika’da yaşıyordu, değil mi?”

“Evet ama durumlar biraz karışık. Biz birbirimizi daha yeni tanıdık. Epey ilginç bir hikayemiz var. Bir gün size anlatırız. Ben yatmayı düşünüyorum. Biraz kitap okuyup uyurum diye düşünüyorum. Zaten ‘İyi geceler’ demeye çıkmıştım yukarı. Sen oturuyor musun Sevin?”

Ekim, kardeşinin cevap vermeden Ediz’e baktığını görünce, bakışlarını kaptana çevirdi.

Kaptanın yüzünde adeta yakarı dolu bir ifade vardı. Nitekim Sevin de bunu fark etmiş olmalı ki “Birazdan gelirim Ekim. Sen git. İyi geceler. Aşağı indiğimde sana uğrarım” dedi.

“Peki. Size iyi geceler kaptan.”

“İyi geceler Ekim Hanım. Hiç olmazsa bir gece açık havada yatmanızı öneririm size. Eminim çok hoşlanacaksınız.”

“Tahmin ediyorum. Şu kalabalık yerlerden kurtulalım, önerinizi hemen gerçekleştireceğimizden emin olabilirsiniz, değil mi Sevin?”

“Tabii tabii çok güzel olacak, biliyorum. Ben de çok istiyorum.”

Ekim uzaklaşırken “Evet Sevin Hanım. Nerede kalmıştık?” diye sordu Ediz.

“Önce niye artık bana ‘Sevin Hanım’ demeye başladınız, onu açıklar mısınız?”

“Çünkü artık bir çocuk gibi davranmıyorsunuz ve ben sizin bir çocuk olmadığınızı görebiliyorum.”

“Ama daha önce öyle düşünmediniz mi?”

“Hayır. Çünkü siz öyle davranmıyordunuz. Benim de canım çok sıkkındı. O söylediklerim için özür dilemem gerekecek galiba.”

“Hayır, ben çok sıkmıştım sizi. Hep soru sordum, değil mi?”

“Evet o zaman ben çok kızıyordum ama artık sorduklarınıza cevap verebilirim.”

“Ama artık ben soru sormak istemiyorum.”

“Neden, artık ilgilenmiyor musunuz benimle?”

“Hayır. Artık sadece tatil yapmak istiyorum. Hem ben de yatmak istiyorum. Size iyi geceler kaptan.”

“İyi geceler Sevin Hanım.”

Sevin geçerken gitarın tellerine dokundu.

Çıkan ses adeta Ediz’in çaresiz duygularının ifadesi olmuştu. Sevin’in arkasından bakan kaptanın yüzündeki ifadeyi anlamak biraz zordu ama kesinlikle çaresizliği yansıttığı söylenebilirdi.

“Tanrım, bana neler oluyor… Daha değil Allah’ım, daha değil. Acılar yüreğimde bu kadar tazeyken, yeni bir aşk. Hayır. Kendime gelmeli ve bu kızdan uzak durmalıyım.”

Ediz eline gitarını alarak kamarasına doğru yürüdü.

Sabahleyin gözlerini açtığında, teknenin hareket hâlinde olduğunu fark etti Ekim. İçinden, dün akşamki konuşmadan sonra kaptanı uyku tutmadı herhalde diye düşündü. Sevin, kamarasına giderken uğrayıp, konuşmalarını anlatmıştı.

Gözlerini kapatarak kardeşini düşünmeye başladı. Sevin belki kendisi de farkında değildi ama kaptana haddini bildirmeye veya kendini ona kabul ettirmeye çalıştığını sanıyordu. Oysa aslında esas tutulan kendisiydi. Akşam şarkıları adeta ta yüreğinden hissederek söylemişti. Zaten söylediği parçaların, hemen hepsi aşk şarkılarıydı.

Öyle karışık bir ilişkiydi ki hiçbir şeyi yerine oturtamıyordu kafasında. Bakalım zaman ne gösterecek diye düşündü. Hazırlanıp yukarı çıktı.

Ortalarda kimseler yoktu. Aşağıda hiç saate bakmamıştı. Merakla kolundaki saate bakınca sabahın altısı olduğunu gördü.

“Ekim Hanım rahatsız mı oldunuz? Herkes uyurken güzel bir yere gitmeyi düşünmüştüm.”

“Yok hayır. Ben saate bakmadım. Herkes kalktı zannedip yukarı çıktım. Rahatsız olmayın, işinize bakın lütfen.”

“Estağfurullah. Kalıyorum burada. Bugün sabah erken denize girme programı yapıyordunuz ya. Şayet tekrar kamaranıza dönmek istemezseniz, size bir fincan kahve ikram edeyim.”

“Yok artık dönmem. Kahve çok iyi olur. Yavuz da kalkmadı herhalde. Sizin işiniz varsa ben yaparım kahvemi.”

“Lütfen. Ben şimdi iki kahve alıp geliyorum.”

Ekim yumuşak minderlerin üzerine oturdu.

Biraz sonra kaptan kahvelerle geldi.

“Aslında her sabah böyle, daha da erken kalkıp güneşin doğuşunu seyretmek lazım. Renkler ne kadar farklı” dedi Ekim.

“Ben de bu saatleri çok severim. Tabiat sanki daha uyanmamış ve adeta hiç el değmemiş gibi.”

“Ne güzel anlattınız. Evet o kadar bakir duruyor. Bunu annemlere kesin anlatmam lazım. Eminim yarın sabah onlar da erkenden kalkacaklardır.”

“Güneşin doğuşu öncesi ve ilk ışıklar. İnanın Ekim Hanım, her görüşte yeniden vuruluyor insan.”

“Ama bunları herkesin hissettiğine kesinlikle inanamam. Bir çiçekten, doğadan, şiirden belki bir şarkıdan, belki sizin dediğiniz gibi bir renk farkından, duygulanabilecek insanlar artık zamanımızda maalesef çok az.”

“Çok doğru ama ben inanıyorum ki o insanlar yaşamdan tat almayı ve yaşamayı bilen insanlar. Aksini düşünüp yaşayanlara, ben ancak acırım.”

“Tuhaf…”

“Nasıl yani?”

“Erkekler genelde bu kadar duygusal olmaktan pek hoşlanmıyorlar.”

“Ama eminim bu konularda Gürkan Bey’le çok iyi anlaşıyorsunuz. Sizin çok iyi anlaştığınız ve tam bir uyum içinde olduğunuz görülüyor zaten. Tebrikler.”

“Teşekkür ederim. Siz bu kadar duygusal biri olarak, denizlerde ya şarkı besteliyor ya resim yapıyor ya da yazıyor olmalısınız. Gerçi müzikle ilginizi öğrendik ama.”

“Ekim Hanım, insan doğası itibariyle çok duygusal olabildiği gibi, bazen de yaşadığı hayat ve hayatın onlara getirdikleri de yumuşatıyor yüreğini ve neticede böyle görünüşü çok sert ama nahif bir insan olabiliyor bazen.”

“Bilmeden bazı acılarınızı hatırlattım gibi geldi, üzgünüm.”

“Hayır lütfen. Ben pek konuşmayı sevmem ama ne oldu bilmiyorum, sizinle sohbet güzel geldi bana.”

“Arkadaşlarımda aynı şeyi söylerler bana. Genelde kimseye pek özel bir şey sormam ama her arkadaşım en özelini gelip bana anlatır.”

“Belki de çok iyi bir dinleyici olduğunuz içindir. Neyse, umarım sizinle tekrar sohbet etme fırsatımız olur. Ben sizi yalnız bırakayım. Bakayım Yavuz neler yapmış? Şimdilik hoşça kalın.”

“Tamam kaptan görüşürüz.”

Fark etmeden epey konuşmuşlardı.

İlk önce Tahir Bey’le Sermin Hanım yukarı çıktı.

“Günaydın çocuğum. Erkencisin.”

“Evet baba. Ben uyandım ve saate bakmadan yukarı çıktım. Kimseler yoktu. Hem etrafı seyrettim hem de kaptanla sohbet ettik. Lütfen en azından bir sabah çok erken kalkıp güneşin doğuşunu seyredelim. İnanın, rüya gibi. Her şey o kadar farklı ki.”

“Günaydın. Nedir o çok güzel olan?”

“Erken kalkmak Seher anne.”

“Ben de aynı fikirdeyim. Zaten tatilimiz kısa. Mümkün olduğu kadar uzatmak için her fikre varım. Hem güzel manzaralar görürüz hem de gün uzun geçer. Gülmeyin, vallahi çok güzel olur.”

“Tamam, bugün ilk gün ve yarın da böyle kalkmaya devam. Geç kalkan ertesi günü erken kalkıp kahvaltıyı hazırlar.”

“Oh ne güzel, bu iş bana yarar” diye söze girdi Yavuz.

“Yavuz, bu kadar erken sevinme, bekle bakalım. Bence herkes erken kalkmaya hazır. Yani işler yine seni bekler.”

“Ama Yavuz’a ben seve seve yardım ederim” dedi bu sefer de Ekim.

“Hay yaşayın siz Ekim Hanım. Ama siz yorulmayın ben hazırlarım.”

Kısa süre sonra, hepsi uyanıp yanlarına gelmişti.

“Haydi ben giriyorum. Nasıl olsa en önce ben çıkacağım.”

Ekim suya girdiği anda adeta şoka girdi. Su buz gibiydi ama hiç sesini çıkartmadı. Arkadan Sabih Bey atladı.

“Oh su harika. Ne uyku kalıyor ne tembellik. Hadi hadi atlayın.”

Ekim kendi kendine gülümsedi.

‘İyi ki bir şey söylemedim’ diye düşündü. Denizi bu kadar sevmesine rağmen aşırı üşümesinin önüne geçemiyordu. Sabahın sessizliğinde çınlayan kahkaha sesleri, bir anda herkesin keyfini yerine getirdi. Tabii her zamanki gibi ilk çıkan Ekim oldu.

“Sizin denizle pek aranız yok galiba Ekim Hanım” diye sordu Yavuz

“Yok öyle değil. Çok seviyorum ama suda çok çabuk üşüyorum. Elimde değil.”

“Hay Allah. O zaman siz iyice güneyde denize girin bari.”

“Hatırlıyorum. Çocukken Antalya’ya, Alanya’ya gittiğimizde hiç sudan çıkmazdım. Sürekli hareket etsem bile üşüyorum. Ne yapayım ben de bu kadar kısa girebiliyorum bu sulara.”

“Sevin Hanım’a bakın. Balık gibi valla. Çok da iyi yüzüyor.”

“Hadi Yavuz. Millet geliyor. İnan çok acıktım. Gel biz çayları koyalım.”

Onlar çayları koyarken, denizdekilerde yukarı çıktılar.

“Ooo çaylar bile konmuş. Haydi hemen masaya. Yüzmek güzel de acayip acıkıyor insan.”

Bütün gün, deniz güneşlenme ve uykudan sonra, hepsi gayet şık bir şekilde giyinerek Gemlik’teki ziyafete gitmek üzere hazırlandılar ve karaya çıktılar.

“Bakın bugün balık tutmayı unuttum zannetmeyin. Hazır elimizde bir balığımız var.”

“Tabii canım. Yarın istediğimiz kadar tutarız. Keşke kaptanla Yavuz da bizimle gelseydiler.”

“Haklılar ama. Teknede biz yokken yapamadıkları şeyleri yaparlar. Ne bileyim. Bizim aklımıza gelmeyen işleri olabilir.”

“Bence onlar nezaketten gelmediler. Neyse, yarın balık yiyeceğimize göre: Et mi, tavuk mu?”

“Bak Tahir, şu köşedeki restoranın bahçesi çok güzel. Hadi oraya gidelim.”

Tam yemek saati olduğu için, burası da kalabalıktı.

Zaten, nereye giderseniz gidin, akşamın ilk saatleriyle birlikte bir hareket başlıyordu. Özellikle gençler, değişik isimler altında, oranın merkezi neresiyse oraya doğru akıyorlardı. Bu gezilere ya da gezdikleri yerlere, kimi piyasa, kim mesire yeri ya da başka isimler söyleseler de gençlerin eğlence merkezi oluyordu buralar. Etraf cıvıl cıvıldı.

Restoranın bahçesi, çeşitli teneke kutulara dikilmiş rengarenk çiçeklerle doluydu. Hem görüntüleri çok güzeldi hem de etrafa hoş kokuları yayılmıştı.

“Hoş geldiniz. Hemen sipariş verir misiniz, yoksa size birer akşam çayı ikram edelim mi?”

“Yok usta. Biz çayımız içtik. Sen bize ne yememizi tavsiye edersin onu söyle.”

“Beyim, et var, tavuk var. Malum burası Gemlik. Çok değişik zeytinyağlılarımız var. Ne isterseniz hazırlarız.”

“Gerçekten yahu. Biz burada eti, tavuğu boş verelim. Nefis zeytinyağlılarla karnımızı doyuralım.”

“Ayrıca beyim. İsterseniz sıcak yemeklerimizden de yiyebilirsiniz. Biz burada her yemeği zeytinyağla pişiririz.”

“Tamam babacığım. Ben karnıyarık, pilav ve cacık istiyorum.”

“Ben de Ekim’in yemeğinden istiyorum.”

“O zaman ben de kuru fasulye, pilav ve çoban salata istiyorum.”

“Oldu o zaman ben de Tahir’in yemeğinden yemek istiyorum.”

“Eee hanımlar siz ne istiyorsunuz?”

Bu arada hanımlar da kendi aralarında konuşup karar vermişlerdi.

Biz de iki bamya, bir taze fasulye istiyoruz. Yanına pilav ve cacık tabii.”

“Sen bize şöyle kocaman bir salata da yap usta. Ayrıca size has özel başka zeytinyağlılar varsa tadımlık onlardan da getirebilirsin.”

“İçecek olarak da su istiyoruz.”

Biraz sonra masanın üstü çeşit çeşit zeytinyağlılarla dolmuştu.

“Bu akşam çok sağlıklı beslendiğimiz kesin.”

“Evet ama ipin ucunu kaçırmadan herhalde.”

“Baksana masada bulunmayan zeytinyağlı çeşidi kalmadı. Adama da vur dedik öldürdü.”

“Kızım biz millet olarak böyleyiz. Adamcağıza donat burayı dedik, o da donattı.”

Hem serin serin oturdular hem de yemeklerini yediler. Üstüne birer de kahvelerini içip tekneye geri döndüler.

“Hoş geldiniz. Size ne ikram edelim? Kahve içmediyseniz birer kahve mesela?”

“Yok oğlu, biz kahvemizi içtik ama sen bize şöyle güzel bir çay demlersen içeriz, değil mi hanımlar.”
 

*

 
Ekim kamarasına gidip hemen Gürkan’ı aradı.

“Canım, merhaba.”

“Merhaba aşkım. Nasılsın? Yemeğe çıktınız mı?”

“Unutmamışsın. Evet çıktık. Şimdi yemekten döndük, hemen kamarama gelip seni aradım.”

“Nasıl Gemlik?”

“Ya bi’tanem, ilginç olan ne biliyor musun? Hepsi farklı farklı ama özünde aynı yer gibi. Hiç yabancılık çekmiyor insan. Yemekler bile hep aynı aslında. Sadece pişirenin elinin kattığı tat farklı.”

“Çok iyi anladım canım. Peki, teknedeki hayat nasıl geçiyor? Sevin’le aran nasıl? Umarım problem yoktur.”

“Yok. Merak etme. Zaten beni üzecek bir şey yapmayacağına söz verdi Sevin.”

“Buna çok sevindim. Aslında aklım sende.”

“Beni merak etme sevgilim. Sadece yiyip içip, güneşte pardon yani gölgede yatıyoruz.”

“En güzeli. Kim bilir ne güzel yanmışsındır.”

“Evet bayağı renklendim.”

“Seni çok özledim. Bu akşam işten gelince ne yaptığımı tahmin bile edemezsin.”

“Meraklandırmadan anlatacak mısın?”

“Arabamı garaja park ettikten sonra yukarı çıkıp senin arabanın anahtarını aldım. Ve de ona binip bir tur attım.”

“Aaa ne kadar iyi. Herhalde yatmasın diye, değil mi?”

“Hayır canım sevdiğim. Sanki o arabayı sen kullanmışsın, sana aitmiş gibi düşünerek, özlem gidermeye çalıştım.”

“Ama onu ben daha kullanmadım ki. Allah bilir hâlâ ilk sahibinin kokusu vardır arabada.”

“Şaka yapıyorsun, değil mi? O araba bana neler hatırlatıyor, biliyorsun.”

Ekim sanki Gürkan yanındaymış gibi utandı ve birden her tarafını ateş bastı.

“Ekrandan gördüğüm kadarı ile sen de aynı şeyi düşünüyorsun.”

“Çok kötüsün Gürkan.”

“Tamam tamam sevgilim. Dur daha anlatacaklarım bitmedi.”

“Aaa başka ne oldu ki?”

“Arabayla geri geldim. Biraz daha anılarımla baş başa kalabilmek için gözlerimi kapattım ve seni düşünmeye başladım. Ama o ne?”

“Ne oldu Gürkan, öldürme beni.”

“Meğer babam bir toplantıdan dönüşte anneme uğrayıp, annemi de almış ve birlikte eve gelmişler. İşte ben öyle gözlerim kapalı sevgilimi hayal ederken, birden arabanın camı vuruldu. Bir de baktım annem, babam.”

“Hiii!”

“Aynen öyle. ‘Ne oldu oğlum, bir şey mi oldu? Ne yapıyorsun o arabada?’ dediler. Nasıl derim, ‘Sevgilimi özledim, onu hayâl etmek için arabasına bindim’ diye.”

“Ee ne dedin peki?”

“‘O gün acele ile hiç ilgilenemedim arabayla. Şöyle bir tur attım. Biraz sağına soluna bakıyordum’ dedim.”

“Ama inan ne annen ne de baban yutmamıştır bu numarayı.”

“Yutmadılar tabii. Annem, ‘Valla yüzünde öyle hoş bir ifade vardı ki ben yanında Ekim var zannettim’ demez mi. Neyse fazla üzerime gelmediler yani. Bak gör senin özlemin bana neler yaptırıyor.”

“Ama Gürkan, bazen biz İstanbul’da da günlerce görüşemiyoruz.”

“Öyle ama istediğim zaman sana ulaşabileceğimi bilmek yetiyor demek ki. İnan kendimi yarım gibi hissediyorum.”

“Ben de seni çok özledim canım.”

“Keşke şimdi yanımda olsaydın. Seni yine kollarımla sımsıkı sarıp öpseydim, öpseydim. İnan bunun acısını çıkartacağım.”

“Gürkan!”

“Hiç kızma ve beni susturma. Senin kokunu içime çekmek, o ipek tenine dokunmak istiyorum. O dudaklarından içime dolan hazzı, tekrar tekrar yaşamak istiyorum. Beni yakmanı istiyorum.”

“Gürkan lütfen, dışardan sesini duyacak biri. Çok utandırıyorsun beni.”

“Tamam kestim. Ama unutma bu söylediklerimi, olur mu aşkım?”

“Senin işlerin nasıl? Yoğun musun?” diye konuyu değiştirmek istercesine sordu Ekim.

“Evet bayağı hareketli geçiyor. Aslında iyi de oluyor. Yarın veya yok daha doğrusu öbür gün Ankara’ya gideceğim. Ama kalmayacağım. Sabah gidip işim bitince döneceğim.”

“Gürkan, tabii benim iş durumum da müsait olursa senin böyle günü birlik Ankara’ya gittiğin bir gün ben de seninle Ankara’ya gelsem.”

“Ne güzel olur, keşke ayarlayabilsen. Anıtkabir’e gideriz seninle.”

“Evet, babam beni çocukken götürmüştü. Ama hayâl meyal aklımda kalan. Şimdi yine gitmek istiyorum.”

“Tamam Ekim” dedikten sonra o an aklına gelen bir soruyu yöneltti Gürkan; “Gemlik’ten zeytin alsaydınız. Babamın bir asker arkadaşı var. Hâlâ babama her sene bir teneke zeytin gönderir.”

“Bugün sipariş verdik. Yarın tekneye getirecekler. Biz, teknede kahvaltı için aldık. Sabih baba, Amerika’ya götürmek için küçük bir teneke aldı. Gerçekten çok güzeldi. Gittiğimiz restoranın sahibinin kendi bahçelerinden toplayıp yaptıkları ürünlerden aldık. Hatta babam bir kutu da size aldı.”

“Oh çok teşekkür ederiz. Mahcup oldum şimdi.”

“Gürkancığım, ben dışardan gelir gelmez kamarama geldim. Müsaadenle biraz yukarı çıkayım.”

“Tamam canım. Yarın görüşene kadar çok öpüyorum seni.”

“İyi geceler.”

Ekim yukarı çıktığında yine Binay anneyle Burhan babadan bahsettiklerini duyunca, yavaşça burunda kitap okuyan Sevin’in yanına gitti.

“Geldin mi? Nasıl Gürkan?”

“Çok iyi. Yarından sonra Ankara’ya gidecekmiş.”

“Ben Ankara’yı da merak ediyorum. Orası da İstanbul kadar büyük mü?”

“Hayır daha küçük. Ben de çok küçükken gitmiştim hatırlamıyorum ama Gürkan’la işlerimiz uyarsa bir gidişinde ben de gideceğim.”

“Ne kadar güzel. Belki ben de olabilirim burada.”

“Senin de burada olduğun bir zamanda gidersek beraber gideriz o zaman.”

“Annemler daha oturuyor mu?”

“Evet, bizden yani anne, babamızdan konuşuyorlar. Biliyor musun Sevin? Bazen korkuyorum, gerçekleri öğrenmekten.”

“Neden?”

“Sanki bizi üzecek bir şeyler öğrenecekmişiz gibi bir his var içimde.”

“Ama onlar bizi ne kadar üzebilir ki. Neticede yaşanmış ve bitmiş.”

“Senin için öyle olabilir ama ben kesin etkilenirim. Dilerim güzel bir aşk hikayesinden başkası çıkmaz.”

“Ne kadar romantiksin. Ama esas romantizmi kaçırdın.”

“Ne oldu, kaptan bir şey mi söyledi?”

“Biraz önce bana kendi yazdığı bir şiiri getirdi. O çok güzel.”

“İnanamıyorum. Sen ne yaptın peki?”

“Sadece teşekkür ettim.”

“Şiiri senin için mi yazmış?”

“Hı hıı. Ben de ‘Bu güzel bir şarkı sözü olabilir’ dedim. Eğer isterse bu konuda çalışabileceğimi söyledim. Çok mutlu oldu. Yarın bana daha önce yazdığı şiirlerden de gösterecek ama bunu bestelememi rica etti. Bir gün kendisinden bahsetmek istediğini de ekledi.”

“Ooo bayağı ilerleme olmuş. Bak böyle kibar kibar flörte benim de pek diyeceğim yok.”

“Anlıyorum senin ne demek istediğini. Romantizm var ama tutku yok.”

“Aynen öyle. Büyüklerin onaylamayacağı bir şeye ben de karşıyım.”

“Merak ediyorum Ekim. Siz Gürkan’la bu kadar masumane mi takılıyorsunuz?”

Sevin bu sözü söyler söylemez Ekim’in yanakları kızardı.

“Sevin lütfen, saçmalama. Bu konularda şaka yapılması bile hoşuma gitmiyor.”

“Affedersin kardeşim. Kötü maksatla sormadım. Gürkan o kadar yakışıklı ki… Ben olsam…”

“Sevin yeter. Ben yatmaya gidiyorum. İyi geceler.”

“Ekim, Ekim. Lütfen. Beni yanlış anlama.”

Ekim cevap vermeden arkasını dönüp büyüklerin yanına gitti. Onlara iyi geceler dedikten sonra da kamarasına döndü.

Sanki Sevin, Gürkan’la yaşadıklarını biliyormuş gibi, kendini ele vermişti. Şimdi Sevin daha çok üstüne gelip onu kızdıracaktı. Daha da kötüsü, Gürkan’la ne zaman yalnız kalsa ‘Sevin şimdi neler düşünüyordur?’ diye huzursuzlanacaktı. Düşüncelerini bir yana bırakıp eline okuduğu kitabını aldı.
 

*

 
Kapının vurulmasıyla uyandı. Şaşkın şaşkın etrafa bakındı. Anlaşılan kitap okurken uyuyakalmıştı.

“Efendim Anneciğim sen misin?”

“Benim Ekim, Sevin ben. Gelebilir miyim?”

“Tabii Sevin gel. Kitap okurken uyumuşum. Saat kaç oldu?”

“Bana çok kızdın ama ben kötü bir şey söylemedim. Siz birbirinizi çok seviyorsunuz. Sevince dokunmak, öpüşmek çok güzel. Bunu Gürkan’a yapamazsın. Onu anlatmak istedim.”

“Biliyorum ama bu konular çok özel, böyle açık açık konuşmak bana göre değil.”

“İşte ben de bunu anlatmak istedim. Sevgilinle yakın olmak o kadar güzel ki. Ama haklısın sen bu konuları konuşmayı sevmiyorsun. Ben de bir daha seninle böyle konuşmayacağım, söz veriyorum. Şimdi beni affet.”

Ekim kardeşine baktı. O kadar içtendi ki ona kızamıyordu bile.

“Tamam tamam. Hadi artık yatalım, benim hâlâ çok uykum var.”

“Tamam, kaptan şiirlerini şimdi verdi. Ben şimdi onları okuyacağım. İyi geceler.”

“İyi geceler.”
 

*

 
Sevin kamarasına geçti, yatağına uzanarak okumaya başladı. Şiirlerin hepsi çok güzeldi. Ama okudukça kaptanın nasıl değişim geçirdiğini anlayabiliyordu. Önceleri kırgın, hayata küsmüş, adeta kadınlardan nefret eder gibi yazdığı dizeler, sonraları aşk ve tutku doluydu. Ama bu tutku hep bir özlem ifadesi içeriyordu. Sanki biraz acı da vardı. Ama daha sonrakiler, sevgi, aşk, tutku, sevinç, mutluluk daha doğrusu hayat dolu şiirlerdi. Sevin bütün şiirleri, sanki Ediz kulağına fısıldıyormuşçasına büyük bir zevkle okudu. Sonra elinde defterle derin bir uykunun kollarına düştü.
 

*

 
Ekim mayosunu giydi, üzerine penye elbisesini giyerek Sevin’in kamarasına gitti. Kapıyı usulca vurdu. Kısa bir süre sonra Sevin uykulu gözlerle kapıyı açtı.

“Günaydın. Ben giyindim yukarı çıkıyorum, sana baktım sadece. Geliyor musun, yatacak mısın?”

“Gel Ekim. Sana kaptanın şiirlerini göstereyim. Gerçekten çok güzel yazıyor. Hepsi şarkı olur bana göre.”

Ekim defteri eline alıp, Sevin’in yatağına oturdu.
“Sen en baştaki ve en sondakini oku, anlayacaksın bak.”

Unutmak istediklerim.
O, sevildiğimi zannedip önceleri anlamaya çalıştığım,
Sonra tanıdıkça sevdiğim.
Kısa bir süre sonra, tapılası sandığım.
Denizlerde, gökyüzünde yüzünü gördüğüm,
Geceleri başımı yastığa koyduğumda,
Adını sayıkladığım günler.
Sen sadece bir yanılgıymışsın.
Sevgi sandığım, meğer sadakatsizlik,
Güzellik sandığım, gizli hesaplar
Yarenlik sandıklarım, birer sorguymuş.
Yazık ki aldandığımı anladım. Acı da olsa uyandım.
İçimdeki yangın şimdi, aşk ve tutku değil.
Yüreğimdeki acı.
Yalanlar dünde kaldı. Yarınlar, yeni umutlar.
Bir avuç kül vardı acının yanında.
Üfledim denizlere. Artık yok.

“Hımm. İlginç. Şimdi son şiiri mi okumamı istiyorsun?”

“Evet.”

Mutluyum.
Her gün yeni bir gün.
Her yeni gün, sevmenin yeni şekli.
İnsan karşıdan bakarak da mutlu olur mu?
Rüzgârın getirdiği, teninin
Ya da parfümünün kokusu içini titretir mi?
Gözlerimiz kazara birbirine değse bile,
Kalbimi ağzıma getirebilir mi?
Koca adamsın deyip, kendimi kınadığım
Yüreğimdeki çarpıntılar, söylemek istediklerim.
Yapmak isteyip yapamadıklarım.
Ellerini avuçlarıma alsam,
Birlikte maviliklerde kaybolsak.
Saçlarını sarsam ellerime, öpsem, koklasam.
Öpsem nefessiz kalana kadar.
Sarılsam, soluksuz bırakana kadar.
Sen ben, ben sen olsak.
Kalmasa sen ve ben, biz olsak.
Günlerce anlatsam sana içimdeki beni.
Benden seni çıkarınca geriye sıfır kaldığını.

“Kızım bu adam sana bayağı âşık olmuş.”

“Ben sana o iki şiiri neden okuttum biliyor musun?”

“Galiba anladım. Ediz’deki değişimi anlatıyor, değil mi?”

“Evet arada çok daha güzel şiirler var ama onlar çok açık anlatıyor.”

“Hadi yukarı gidelim. Ama defteri şimdi alma yanına, benim okuduğumu anlamasın Ediz.”

“Doğru. Sonra bir ara veririm.”

Hafif titreşimden yola çıktıklarını anladılar.

“Gelin çocuklar. Yola çıktık bile. Erdek’e gidiyoruz.”

“Aaa çok güzel. Bizim okuldan bir arkadaşın yazlığı var orada. Her yaz gidiyorlar. Çok güzel bir yer zannediyorum.”

“Hadi gelin kahvaltınızı edin. Kaptan uygun bir yerde kıyıya yanaşacak, o zaman denize gireriz.”

Yavuz’la Hacer teyze, marifetlerini göstermek için yarışıyorlardı adeta. Kahvaltıda nefis omlet vardı.

“Bugün omletler sanırım Hacer teyzeden, değil mi?”

“Bilemedin kızım. Ben yapayım diye hazırlanıyordum ama Ediz Kaptan bu konuda Yavuz’un çok iyi olduğunu söyleyince bıraktım. Gerçekten de bu işin ustası. Omletleri havada bir çeviriyor görmeniz lazımdı.”

“Ellerine sağlık Yavuz.”

“Afiyet olsun Ekim Hanım.”

“Gördünüz mü kızlar, herkes sizi rahat rahat ayırıyor.”

“Yok o kadar kolay değil Sabih Bey. Gerçi saçları da farklı ama görmesem bile, ben Ekim Hanım’la Sevin Hanım’ı seslerinden tanıyorum.”

Kızlar ön tarafa geçip, ellerine kitaplarını alarak uzandılar.

Biraz sonra Sevin, “Ben defteri vereyim, herhalde meraktan ölüyordur” diyerek Ekim’in yanından uzaklaştı. Kamarasından defteri alıp yukarı kaptanın yanına çıktı. Ediz pür dikkat önüne bakıyordu. Zira etrafta küçük küçük tekneler vardı.

“Günaydın.”

“Günaydın. Sizi burada görmek ne kadar güzel.”

“Şiir defterinizi getirdim.”

“Fikrinizi söylemeyecek misiniz?”

“Çok beğendim. Özellikle bazıları çok rahat bestelenebilir. Siz müzikle uğraşıyorsunuz, herhalde boş zamanlarınızda bu işle meşgul olursunuz.”

“O bir yetenek Sevin Hanım. Şiir yazmak başka bir şey. Ben duygu patlaması yaşadığım anlarda öyle karalıyorum onları. Bir iddiam falan da yok tabii ki. Zaten ilk defa o defteri siz gördünüz. Başka birine daha göstermeyi asla düşünmem zaten.”

“Size soru sormayacağıma söz vermiştim ama ilk şiirleriniz adeta şikâyet dolu. Yanlış anlamadıysam tabii.”

“Hayır yanlış anlamamışsınız. Onlar benim kendime duyduğum kızgınlık ifadeleri.”

“Artık iyi misiniz peki?”

Ediz bütün yakışıklılığını ortaya çıkaran bir gülüşle Sevin’e baktı.

“Evet Sevin Hanım. Şimdi artık iyiyim.”

Sevin ancak o zaman anladı, yine yanlış bir şeyler söylediğini. Ama içinden de ‘Evet aşkım evet, ben de seni öpmek istiyorum, sana sarılmak istiyorum’ diye geçirdi. İkisi de birbirlerinden gözlerini alamıyorlardı. Yavuz’un sesiyle kendilerine geldiler; “Tahir Bey soruyor; daha yola devam edeceksek olta atmak istiyor.”

“Tabii tabii ben daha devam ediyorum ama onlar yüzmek istediklerinde haber verebilirler. O zaman en kısa zamanda dururuz.”

“Tamam ben söylüyorum.”

“Kaptan, ben de teşekkür ederim.”

“Gidiyor musunuz?”

“Ben Ekim’in yanındaydım. Size şiirlerinizi vermek için geldim. Görüşürüz.”

Ediz bakışlarıyla adeta bir kor gibi yakıyordu Sevin’i. Hızla oradan uzaklaşıp Ekim’in yanına gitti.

“Geç kaldın. Merak ettim.”

“Yok, öyle kısa bir sohbet yaptık. Tahir baba balık tutacak, istersen arka tarafa geçelim.”

“Olur, eğleniriz bari. Benim de uykum geldi. Biraz daha gelmesen beni uykuda bulurdun.”

Ekim bu arada kardeşini inceliyordu. Bir şeyler olmuştu ama ne? Sevin’in gözleri adeta koyulaşmıştı. Ama kaptanla ikisini yattığı yerden görebiliyordu. Öyle olağanüstü bir durum yok gibiydi. ‘Neyse herhalde bir şey olsa bana söylerdi’ diye düşündü.

“Baba, bol şans. Ben bu akşam balık yemeye asla hayır demem.”

“Tabii kızım, ben de bayılırım ama bakalım balıklar bu konuda ne düşünüyorlar.”

Tahir Bey’in şanslı günüydü herhalde. Attığı ilk seferde kocaman bir levrek yakaladı.

“İnanamıyorum. Kaptana söyleyelim, biraz burada duralım. Ne dersin baba?”

“Vallahi bilmem ki kızım. Aslında neden olmasın, bir 10-15 dakika oyalanalım bakalım. Hadi sen bir zahmet söyleyiver kızım.”

“Tahir Bey, konuşmalarınızı duydum. Stop ettim bile. Demir atmıyorum. Zaten biraz sonra kıyıya biraz daha yaklaşıp, mola verecektim. Siz şansınızı deneyin. Öyle karar verelim.”

Bu arada Yavuz da misinanın ucuna biraz yem takıp denize attı. Hava çok sıcak olmasına rağmen denizin üstü dayanılır bir sıcaklıktaydı. Hele tentenin altında gölgede harikaydı.
Ediz kaptan da yanlarına geldi.

Yanlarından çok güzel küçük bir tekne geçiyordu.

“Aslında 2 kişi, bu kadar küçük bir tekneyle Dünya’yı gezmek ne eğlenceli olur kim bilir?”

“Delisin sen Sevin. Ben göze alamam doğrusu. Düşünsene bu ufacık şeyle okyanusta, fırtına patlamış ve dev dalgalarla boğuşuyorsun. Tek bir ışık görünmediği gibi sizden başka yardım isteyebileceğiniz bir Allah’ın kulu yok. Ayy, yok ben asla böyle bir şeyi göze alamam.”

Sevin usulca yanına gelip kulağına; “Yalnızca sen ve Gürkan olsa da istemez misin?” diye sordu.

“Hayır, asla istemem. Ben ayaklarımın yere sağlam basmasını isterim. Böyle maceralar bana göre değil. Senin böyle bir şeyi isteyebileceğine bile inanmıyorum.”

“Ben isterim. Hem de bayılırım. Yeter ki yanımda benim istediğim biri olsun.”

Büyükler bu konuşmaların farkında bile değildi ama Ediz bu konuşmaları duymuştu.

“Macerayı seviyorsunuz Sevin Hanım. Gerçi öyle dev dalgalarla falan boğuşmadık ama arkadaşımla çıktığım sefer çok güzeldi. Aslında böyle bir yolculuk, gerçekten yaşanması gereken bir olay bence. Eğer denize sevdalıysanız, müthiş bir deneyim.”

“Aha. Gerçekten bugün benim günüm mü, yoksa buralarda mı keramet var.”

Tahir Bey bu sefer ilkinden daha büyük bir balık yakalamıştı. Bu sırada Yavuz’da bir balık yakaladı.

“Anlaşılan keramet bende değil, burada. Baksana neredeyse elimizle yakalayacağız balıkları. Bence artık yüzme vaktimiz geldi. Kaptan? Bu kadar balık hepimize yeter.”

“Tamam Tahir Bey. Az ilerde çok güzel bir yerleşim alanı var. İsterseniz oraya gidelim, isterseniz açıkta kalayım.”

“Fazla yaklaşmayalım.”

“Tamam efendim. Yaklaşık 20 dakika sonra denize girebilirsiniz.”

“Artık ben size de ‘reis’ diyeyim Tahir Bey.”

“O neden Hacer Hanım?”

“Baksanıza 20 dakikada 2 tane kocaman balık yakaladınız. Bir tane de Yavuz. Bu akşam ziyafet var. Balıkları nasıl yapacağımızı da siz mi söyleyeceksiniz reis?”

“Yapma Hacer Hanım. Bu işleri siz benden daha iyi bilirsiniz. Üstelik bir de Yavuz var. Siz dilediğinizi yapın. Ama denizden çıkınca acıkmış olacağız. Sen bize o zaman ne yedireceksin bakalım?”

“O hazır bile, merak etmeyin. Bu da bizim sürprizimiz.”

Uzaktan görebildikleri kadarıyla kıyıda çok şirin bir balıkçı köyü vardı.

Hemen sahilde köy meydanı vardı. Orada da Atatürk’ün bir köylü ile sohbetini anlatan bir heykel duruyordu. Tabii, köy meydanlarının olmazsa olmazı cami ve yakınında da bir kahve vardı.

Deniz, Boğaz’a göre daha iyiydi. Ekim daha uzun süre denizde kaldı. Ama yine de diğerleri kadar uzun kalamadığı için tekneye çıktı. Ve o anda hayretler içinde kaldı. Zira kendisinin denizde zannettiği kardeşi, kaptanın kollarındaydı. Bir an ne yapacağını şaşırdı. Gördüğünü belli edip gürültü mü yapsın, yoksa sessizce arka tarafa mı yürüsün karar veremedi. Zaten karar vermesine de gerek kalmadı. Zira onu fark eden kaptan derhal Sevin’den uzaklaştı. Ekim ne yapacağını bilemez vaziyette arka tarafa yürüdü. Ve kurulanmaya başladı.

“Ekim, ne oldu?”

Sevin’in bu fütursuzca sorusuna cevap bile vermeden sadece kardeşinin yüzüne baktı.

“Sana defalarca hareketlerine dikkat etmeni söyledim Sevin. Benim gördüğümü babam görseydi ne olurdu, düşünemiyorum.”

“Ne oldu ki Ekim? Sadece küçücük bir buse.”

“Sen bu kadar rahat olduktan sonra bunun daha ateşli olanlarını da göreceğimiz kesin.”

“İnan öyle bir şey değil. Sadece konuşuyorduk. O arada küçük bir sarsıntı oldu ve ben sendeledim. Kaptan beni tuttu. Ve o an sadece bakışlarımız buluştu ve minik bir öpüştü. Kızacak bir şey yok yani.”

“Ben bu konuda konuşmak istemiyorum. Ama bu andan itibaren, seni asla kaptanla yalnız bırakmamam gerektiğini anladım. Ben üstümü değiştirmeye gidiyorum. Dilerim ben yokken yarım kalan öpüşmenizi tamamlamazsınız. Zira neredeyse annelerimiz, babalarımız yukarı gelirler.”

Ekim böyle söyleyip Sevin’in cevap vermesini bile beklemeden aşağı indi. Merdivene doğru ilerlerken kaptanla göz göze geldi. Ediz başını öne eğerek hafif selam verdi.

‘İnanamıyorum, nasıl bu kadar pervasız olabiliyor bu kız?’ diye düşünüyordu. Sinirle mayosunu çıkarıp, üstüne şortunu ve tişörtünü giyerek yukarı çıktı.

Sevin ortalarda görünmüyordu. Denize baktığında onun da diğerleriyle birlikte yüzdüğünü gördü.

Sevin bir taraftan yüzüyor bir taraftan da düşünüyordu.

Dudakları alev alev yanıyordu hâlâ. Gerçekten sadece çok kısa bir an sendelemiş ve kendini Ediz’in kollarında bulmuştu. Kendisinin toparlanmasına yardım ederken minicik bir öpücük kondurmuştu dudaklarına ama o bile yetmişti. Kesin kafasına koymuştu. Ediz’le beraber olmayı çok istiyordu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. ‘Eğer açık açık flört edersem Ekim beni asla affetmez’ diye düşünerek yüzdü, yüzdü.

“Sevin, Sevin hadi kızım gel yemek için seni bekliyoruz.”

Sevin aceleyle tekneye çıkıp, üstünü değiştirdi ve masaya oturdu.

“İnanmıyorum. Aslında kaç zamandır aklımdaydı ama şimdi söylersem hepiniz karşı çıkarsınız diye sesimi çıkartmıyordum. Buna bayıldım.”

Masada üstünde dumanı tüten koca bir kapta görünen menemen, adeta ye beni diye davet ediyordu.

“Hem de tam sizin istediğiniz gibi bol acılı Tahir Bey. Kızlar siz belki yemezsiniz diye ben size salata hazırladım.”

“Yok valla ben de acı acı menemen yemeyi tercih ederim.”

“Çok acı değilse ben de yerim ama acıysa o zaman salatayı tercih edebilirim.”

“Hadi kaptan, Yavuz lütfen, her seferinde böyle söylettirmeyin.”

“Yok Tahir Bey, beni bu sefer mazur görün. Ben biraz önce meyve yedim” dedi ve o anda kendisine bakan Ekim’i görünce kaptan ne yapacağını şaşırdı. Aslında çok masumane söylemişti o sözleri. Gerçekten de bir elma yemişti ve kendisini tok hissediyordu ama Ekim’in başka anlamda anladığını fark edince ne yapacağını şaşırmış, aceleyle oradan uzaklaşmıştı. Sevin ise hiçbir şeyin farkında değildi.

Büyük bir iştahla yemeklerini yiyip üstüne kahvelerini içen büyükler biraz sonra uzanmak üzere kamaralarına çekildiler.

Ekim kitabını eline alıp arka tarafta uzandı.

“Ekim. Bana lütfen böyle yapma. Ben onu çok seviyorum. Kötü bir şey de yapmadım. O senin ifadenle masum bir öpücüktü. Ben sana söz verdim, seni kızdıracak bir şey yapmayacağım.”

“Sevin ne olur beni yalnız bırak. Biraz sinirlerim yatışsın.”

“Ama ben seni üzmek istemiyorum ki. Ne olur anla beni. O kısacık bir an değer Dünya’ya.”

Ekim kendini tutamayarak güldü. Dönüp Sevin’e baktı. O kadar şirince oturmuş yalvarıyordu ki.

“Tamam ama bak, bir daha asla böyle bir şey olmayacak. İstanbul’a dönünce ne hâlin varsa gör ama teknede asla. Babam fark ederse ilk yanaştığımız yerde kaptan gider, bunu böyle bil. Ayrıca ilişkiniz hakkında da ne düşünür bilmiyorum.”

“Ne demek istiyorsun Ekim?”

“Babamın böyle konularda ne düşündüğünü hiç bilmiyorum ama gençlerin aşırılıklarından hep şikâyet etmiştir. Şimdi seni böyle görürse senin hakkında ne düşünür bilemiyorum.”

“Ama Ekim, ben kötü bir şey yapmadım. Bu çok normal bir olay.”

“Tamam Sevin, seni anlıyorum ama böyle aile ortamında ve yanımızda büyükler varken senin bu kadar serbest davranman sanırım benim ailemin pek hoşuna gitmez. Seninkiler, yani Sabih baba ve Seher anne ne düşünür bilemiyorum ama lütfen hareketlerine dikkat et.”

“Tamam Ekim, anladım. Ama akşam büyükler yatınca serbestim, değil mi?”

Ekim tokat yemiş gibi şaşırarak kardeşine baktı.

“Şaka şaka. Sadece seni kızdırmak istedim.”

Ama Ekim bunun hiç de şaka olmadığını biliyordu. Sadece yokluyordu Sevin.

“Ben de biraz uzanacağım. Sen burada mısın?”

“Evet, ben yatmak istemiyorum.”

Ekim kitabına dalmış okuyordu ki yanında bir hareket hissedip kafasını kitaptan kaldırdı.

Yanında mahcup bir yüz ifadesiyle Ediz duruyordu.

“Çok affedersiniz. Sizinle biraz konuşmak istiyorum. Tabii konuşmak isterseniz. Bana kızgın olduğunuzu görebiliyorum.”

“Yo buyurun.”

“Ekim Hanım, ben kardeşinizle ciddi olarak ilgileniyorum, yanlış yorumlamayın lütfen. Ve sizin de onaylamayacağınız herhangi bir şey olamayacağını bilmenizi isterim.”

“Bakın kaptan, ben kardeşime karışamam. Size daha önce de söylediğimiz gibi, biz henüz yeni tanıştık. Onun bu konularda, sanırım yurt dışında yaşaması nedeniyle çok rahat olduğunu görebiliyoruz. Ama aile büyüklerinin olduğu bir ortamda böyle bir ilişki, en azından benim ailem tarafından hoş karşılanmayacaktır. Lütfen yanlış anlamayın ama bugün benim yerime tekneye babam çıksaydı, hiç de hoş şeyler olmazdı.”

“Sizi anlıyorum. Bugünkü olay bir hataydı. Lütfen özrümü kabul edin. Bu bir daha asla tekerrür etmeyecek. Buna söz verebilirim.”

“Peki kaptan. Ben de unutmaya çalışacağım.”

“Teşekkür ederim.”

Ekim kendi kendine düşünürken derin bir uykunun kollarına düştü. Duyduğu seslerle kendine geldiğinde, etrafta harika bir müzik vardı. İnsanın kanını kaynatan Latin müziği eşliğinde Sevin dans ediyor, hepsi de onu seyrediyordu. Şaşkınlıkla etrafına bakındı. Uzakta bir yerleşim yeri görünüyordu. Burası bir hayli büyük bir yerdi ve sahilde büyük bir kalabalık vardı. ‘Herhalde Erdek’teyiz’ diye düşündü.

“Tünaydın kızım. Ne kadar derin uyumuşsun öyle. Kaç kere seslendim ama uyandıramadım. Baban da ‘Bırak uyusun’ diye seni rahat bırakmamı isteyince sen uyanma diye ön tarafa geçtik. Hadi kalk ister denize gir, ister yüzünü yıka ayıl. Sana bir bardak çay vereyim. Yanında da güzel ve sıcak poğaça.”

“Tamam annecim. Ben soğuk soğuk bir yüzümü yıkayayım, hemen gelirim.”

Merdivene doğru yürürken kaptanla göz göze geldi. Ediz, yaptıkları konuşmadan kaynakladığını tahmin ettiği bir rahatlık ve minnet ifadesiyle başını hafifçe eğerek selam verdi.

Erdek çok kalabalık görünüyordu.

Sahilde boydan boya, gelenlerin kalabilecekleri, pansiyon veya apartlar vardı. Yine her tarafta karnınızı doyurabileceğiniz bir yerler vardı. Sahilde güneşlenenlerin arasında dondurma, mısır gibi yiyecekler satan satıcılar vardı. Gerçekten de arkadaşının anlattığı gibi, eski yerli filmlerde görmeye alışık oldukları bir ortam vardı adeta.

“Keşke bu akşam balık yemeseydik. Biz de sahile iner, orada bir yerlerde karnımızı doyururduk. Burası çok ilginç bir yer.”

“Kızım yemekten sonra gideriz biz de. Dondurma yeriz. Mısır yersiniz. Baksana deniz kenarında bile mısır satıyorlar.”

“Evet evet, sonra biz de gidelim.”

“Hacer teyze poğaçalar da harika olmuş, eline sağlık.”

“Afiyet olsun benim güzel kızım. Ama benim değil, Yavuz’un ellerine sağlık. Benim tarifle Yavuz yaptı onları.”

“Oh ellerine sağlık Yavuz. Senin alacağın kız yaşadı.”

“Öyle söylemeyin Ekim Hanım. Ben hanımımın elleriyle yaptığı her şeyi yemeyi tercih ederim.”

“Hah tamam işte. Tipik erkek tembelliği. Her şeyi kadınlar yapsın. Cevap da hazır; ‘Hanım, kesin sen benden daha iyi yaparsın. Hem senin elinin değdiği her şey daha güzel değil mi?'”

“Hayrola Sermin. Ben burada biraz şikâyet kokusu alıyorum.”

“Aaa yok yok, Tahir çok meraklıdır mutfağa girmeye ama ben daha doğrusu Hacer Hanım’la ikimiz girmemesi için ne gerekiyorsa yapıyoruz.”

“O niye ki?”

“Zira Tahir Bey’in girdiği mutfağı temizlemek çok daha uzun sürüyor da ondan Sabih Bey.”

“Ama azizim. Bütün usta aşçıların yamakları temizler mutfağı. Ben yapacağım, yamaklar temizleyecek.”

“Eee iyi de biz kendimiz temizliyoruz ya. Hiç de yamak aramıyoruz.”

“İşte o da siz kadınların becerisi hanımlar.”

Hep birlikte tekrar denize girdiler.

Artık hepsinin rengi çok hoş bir bronzdu. Hacer Hanım’ı bile zorla denize sokmuşlardı. Bir kere tadını alınca o hepsinden daha çok kalmaya başlamıştı denizde.

Hacer Hanım’la Yavuz, balıkların bir kısmını pilaki yapmış, bir kısmını ızgarada pişirmişlerdi. Bol salata ile mükellef bir masa olmuştu. Hep beraber rakı içiyorlardı. Müzik türü çok hoşlarına gittiği için hâlâ Latin müziği dinliyorlardı. Sahile bayağı yakındılar. Çaldıkları müzik herhalde sahilden de duyuluyordu ki küçük bir grup toplanmış dans ediyorlardı.

Yemekten kalkmaları saat dokuzu bulmuştu.

“Tahir Bey, Sabih Bey, sahile zodyakla ben ya da Yavuz bırakalım sizleri.”

“Çok iyi olur.”

“Abi sen gitmek istersen ben burada kalırım.”

“Yok Yavuz, ben teknede kalırım, sen gidebilirsin. Hatta istersen orada bekle.”

Hepsi giyinip hazırlandıktan sonra botla kıyıya çıktılar. Çıktıkları anda da ilgi odağı oldular. Kasaba çok hareketliydi.

“Burası ne kadar güzel. Çok eskiden Kumburgaz’a giderdik, bana o günleri hatırlattı.”

“Çok haklısın Sermin. Bak ilerde oturabileceğimiz çay bahçesi var. Hadi o tarafa gidelim.”

“Çocuğum, senin hiç tadın yok. Sevin’le de hiç konuşmuyorsun. Aranızda bir şey mi geçti?”

“Hayır tabii ki anneciğim. Ben galiba fazla uyudum, hâlâ sersem gibiyim. Birazdan açılırım.”

“Burası gerçekten çok nostaljik oldu. Eskiden böyle deniz kenarında oturup geleni geçeni seyretmek bir taraftan da çekirdek çitlemek çok rağbette idi.”

“Tabii o zamanın gençleri şimdikiler gibi, bilgisayarın başından kalkamıyor ya da ellerinden telefonları düşmüyor değildi de ondan.”

“Haklısın Tahir. Allah’tan bizim kızlarımızın öyle bir tutkusu yok. Kızım, sen her akşam bu saatlerde Gürkan’la konuşurdun?”

“Cebine mesaj attım anneciğim. Dönünce arayacağım. Deminki konuşmanın üstüne kendimi biraz kötü hissettim ama olsun.”

“Ne ilgisi var kızım. Aksine teknede kalmak isteyebilirdin bile ama sen bizi bırakmadın.”

Uzakta sahilde ateş yakanlar vardı.

Tek kötü tarafı seslerin, yani çalan müziklerin birbirine karışmasıydı.

“Mısır yemek isteyen var mı? Bak geçiyor. Gerçi dondurmacı da orada. Ne isterseniz alalım.
Yavuz da botun yanında kaldı ama orada beklemesine gerek yok.”

“Hadi Sevin biz dondurmaları alıp gelelim. Yavuz’u da çağırırız bu arada.”

“Herkes dondurma mı yiyor?”

“Evet evet. Soğuk soğuk dondurma çok iyi olur.”

Sevin’le birlikte dondurmacıdan önce Yavuz’un botla beklediği tarafa yürüdüler ama delikanlı ortalarda görünmüyordu. Nerede acaba diye şöyle etrafa bakınca onu bir grup kızın arasında seçebildiler. Yavuz kendilerini görmeden usulca uzaklaştılar.

“Yakışıklı çocuğu görünce nasıl etrafına dolmuş kızlar Ekim?”

“Evet bazı kızlar yakışıklı erkeklere dayanamıyorlar, bu tecrübeyle sabittir.”

“Ne sabittir?”

“Boş ver Sevin.”

“Aa anladım. Sen bana söylüyorsun. Ama ben kaptanı yakışıklı diye sevmedim ki.”

“Geçen hafta başka bir yakışıklıya âşık olduğunu unutmadık daha.”

“Ama o aşk değilmiş ki.”

“Ya neydi Sevin? Ben engellemesem, Amerika’ya gelmesini bile söyleyecektin.”

“Ama gelmedi ki.”

“Nasıl yani, söyledin mi yoksa?”

“Ben söylemedim ama kariyeri için burada kalması daha iyi olacakmış. Belki ben kalırmışım.”

“Ee sen o yüzden mi birdenbire çocuğu bıraktın?”

“Ailesi çok sıcak bakmıyormuş Amerika işine. Öyle söyledi.”

“Sevin illaki Amerika’ya gelmesi gerekmezdi ki. Hem belki siz yakında buraya geleceksiniz.”

“Olsun, benim için evinden ayrılmak istemezse ben de onu istemem.”

“Bana bunu niye anlatmadın?”

“Senin az önce söylediklerini bekliyordum yani söyleyeceğini biliyordum, onun için anlatmadım.”

“Peki sen geziye yani doğum gününe çağırdığında ne söyledi?”

“Ben onu çağırmadım. Zaten eski bir arkadaşı ile beraber olduğunu söylemişti.”

“Ama bu illaki sevgilisi olacak anlamını taşımaz ki. Belki sadece arkadaşı idi.”

“Benim için fark etmiyor.”

“Ama sen ısrarla ona âşık olduğunu anlatmıyor muydun? Duygular bir anda değişir mi?”

“Ben şimdi gerçek aşkın ne olduğunu anladım. Bak şimdi yanımda olmasını çok istiyorum.”

“Peki ailen böyle bir ilişkiye ne der? Bu konuda ne düşünürler?”

“Önemli olan benim mutluluğum değil mi?”

“Mutlaka öyle de. Yani o kadar kısa bir sürede, inanamıyorum.”

“Sen ne kadar zamanda anladın âşık olduğunu?”

“Oho biz aylarca sadece arkadaş olarak çok gezdik, yani grup olarak.”

“Sonra?”

“Ne bileyim hatırlamıyorum ama hayli zaman sonraydı.”

“Benim o kadar zamana ihtiyacım yok. Ben Ediz’i seviyorum.”

Bu arada dondurmaları da aldılar ve hızla ailelerinin yanına döndüler.

“Hımm. Görünüşleri kadar güzelmiş dondurmalar.”

“Haklısınız, çok güzelmiş ama siz Yavuz’u çağırmaya gitmediniz mi?”

“Evet ama Yavuz’un keyfi çok yerindeydi, biz de rahatını bozmadık.”

“Ne oldu, arkadaş mı bulmuş kendine?”

“Ne arkadaşı, harem kurmuş kendine. Bir görmeliydiniz hâlini. Biz de görünmedik hiç.”

“Eee yakışıklı oğlanı görünce kızlar etrafını sarmıştır tabii.”

“Dondurmalarda bittiğine göre yürüyelim mi, tekneye mi dönelim?”

“Valla sahil boyunca biraz yürüyelim. Yediklerimiz hazmolsun, ne dersiniz?”

“Haklısınız ama ben çok uzun yürümek istemiyorum. Zira Gürkan’ı arayacağım.”

“Ah tabii. O zaman şöyle biraz yürüyelim. Bak orada incik boncuk satan birileri var.”

“Yok artık. Yakında aldıklarımızla bir sergi de biz açacağız.”

Kalabalık genelde gençlerden oluşuyordu. Geçenler de pür dikkat onları süzmekteydi. Burada da onları yabancı zannedip sesli olarak fikir yürütenler vardı.

“Bak kızların ikisi de çok güzel. Aa bu kızların ikisi de aynı. Hayda ikiz bunlar galiba. Türkçe biliyorlar mı acaba?”

“Tabii biliyoruz. Ama biz buraya misafir geldik. Siz böyle mi karşılarsınız misafirleri?”

Çocuklar ne yapacaklarını, nasıl kaçacaklarını şaşırdılar.

Neticede tekneye gitmek üzere botun yanına geldiler ama Yavuz ortalarda yoktu. Sağa sola bakınırlarken koşa koşa geldi.

“Affedersiniz sizi göremedim. Daha dönmezsiniz diye düşünüp dolaşıyordum.”

“Tabii tabii. Nerelerde dolaştığını biz gördük.”

“Gerçekten, hep botun yanındaydım şimdi uzaklaştım.”

Tahir Bey kızlara doğru anlamlı anlamlı baktı.

“Tamam oğlum sen kızlara bakma, seni kızdırmak istiyorlar. Tabii ki dolaşacaksın. Botun yanında bekleyecek değildin ya.”

Tekneye çıktıklarında taze demlenmiş çaylar onları bekliyordu.

“Hay yaşa kaptan. Bu değdi valla.”

Sevin yine her zamanki gibi boş boş bakıyordu.

“Nereye değmiş Ekim?”

“O anlamda değil Sevin. Yani çok iyi oldu gibi falan.”

“Immm. Benim bunları çözmem çok zor.”

“Merak etme kısa zamanda çözeceğine eminim. Çünkü her şeyi çok hızlı öğreniyorsun.”

Ekim bu lafları kinayeli söylemişti ama Sevin hiçbir şey anlamamıştı. Kaptan duydu mu acaba diye Ediz’e baktığında lafın yerini bulduğunu anladı. Daha fazla ısrarcı olmamak için de kaptana sataşmaya karar verdi. Böylece ortadaki gerginliğin yumuşamasını sağlamayı düşünüyordu.

“Eee kaptan, hadi bu akşam da sizden şarkılar dinleyelim.”

“Yapmayın Ekim Hanım, burada Sevin Hanım varken…”

“Olsun olsun kaptan, bu akşamki müzik de sizden olsun.” Bunu söyleyen Sabih Bey idi.

Yavuz hemen fırladı, gitarı alıp getirdi. Kaptan gitarı elinde bir koltuğa ilişti. Önce İtalyanca bir iki parça söyledi, daha sonra Türk Sanat Müziği’ne geçti. Şarkılar bildikti, kısa sürede hepsi eşlik etmeye başladılar. Ediz Kaptan’ın sesi belki çok güzel değildi ama şarkıları adeta hissederek ve kendine has bir tarzda yorumluyordu. Önceleri, kaptan içinden gelenleri söylerken daha sonra bitmeyen istekleri söylemeye başladı. Ses gecenin sessizliğinde daha da güzeldi. Uzunca bir süre sonra; “Size son olarak Firuze’yi söyleyeyim. Ben çok severim, umarım siz de beğenirsiniz” dedi.

“Ben bayılırım o şarkıya. Hadi siz söyleyin ben de size eşlik edeyim.”

Ekim gerçekten de bu şarkıyı çok seviyordu.

Kaptana eşlik etmeye başladı. Kendini öyle bir kaptırmıştı ki kaptanın sustuğunu ve şarkıyı tek başına söylediğini fark etmedi bile.

“Ooo Ekim, kızım, senin sesin de çok güzel. Sevin’den kalır yerin yok. Vallahi çok güzeldi.”

“Ben söyledim size, arada sırada kendi kendine mırıldandığında, ben hemen ‘Kızım yüksek sesle söyle, biz de dinleyelim’ derim. Benim de çok hoşuma gidiyor sesi.”

“Anne yapmayın, beni utandırmayın ne olur.”

“Yok, utanmak yok. Senin sesin çok güzel kardeşim.”

Kızlar böyle konuşurken iki babalar birbirlerine baktı. ‘Haklıyız, kesin kızlarımızın geçmişini öğrenmemiz lazım’ diye düşünüyorlardı.

“Kaptan sizde de ne marifetler varmış meğer. Hadi İtalyancaları geçtik ama şarkıları ne kadar güzel söylediniz. Ve maşallah hangi şarkıyı istesek vardı. Yok yoktu.”

“Okul daha doğrusu lise çağlarından başlar, Türk Sanat Müziği aşkım. Okulda korodaydım ama sınıfta, özellikle müzik derslerinde hep ben şarkılar söylerdim. O nedenle de repertuarım bayağı geniştir.”

“Ağzınıza sağlık. Çok güzel bir akşam oldu. Ama artık yatma vakti. Yarın Marmara Adası’na gideceğiz sanırım. Yine biz uykudayken mi gideceksiniz?”

“Yok bu sefer burada sabah denizinize girin. Sonra yola çıkarız.”

“Haydi o zaman herkese iyi geceler.”

“Sevin, hadi bu gece dışarda yatalım ne dersin?”

“Harika fikir.”

“Tamam ben hemen yerlerinizi hazırlarım.”

“Biz hallederiz Yavuz.”

“Ama üstünüze bir şeyler alın. Sabaha karşı bazen bayağı serin oluyor. Ben size diğer kamaralardan yastık ve pike getireyim. Siz nerede, nasıl yatacağınıza karar verin.”

“Tamam kızlar o hâlde sabah görüşürüz. Dikkat edin kendinize.”

Biraz sonra yatakları, daha doğrusu minderleri ve yastıkları hazırdı.

Pikeleri yanlarına koyup uzandılar. Az sonra kaptan ve Yavuz, ellerinde dört kadeh ve bir şişe şarapla yanlarına geldi.

“Şayet uykunuz yoksa bu güzel akşamı size ikram edeceğimiz bu harika şarapla noktalayalım. İnanın, manzaradan ve yıldızlardan daha çok zevk alacaksınız. Ama uykumuz var derseniz hemen sizi yalnız bırakalım.”

“Yok yok kaptan, gelin. Aslında bu akşam müzik bir harikaydı. Hatta sizin şu anda açtığınız ve bize çok hafif gelen müzik sesi de bir harika. Ve bu güzellikleri birer kadehle süslemek hiç de fena fikir değil. Teşekkür ederiz.”

Sahildeki ışıklar uzaktaydı ve bu karanlık gecede gökyüzü, sanki içinde binlerce, on binlerce değerli taş olan bir mücevher kutusu gibi pırıl pırıl parlıyor, adeta kendilerine göz kırpıyordu.

Hiç konuşmadan gecenin ve çok hafif gelen müziğin sesini dinlediler.

“Burada bu kadar güzel olduğuna göre, açık denizlerde nasıl olur bu olay kim bilir?”

“Değişen bir şey yok aslında ama orada yoğun bir terk edilmişlik duygusu, daha doğrusu bu kâinatta yalnız siz varmışınız gibi bir duygu yaşıyorsunuz.”

“Sanki biraz korkarmışım gibi geliyor.”

“Ben öyle bir macerayı yaşamak isterim ama yanımda güvendiğim insan olmalı.”

“Gerçekten Sevin, böyle bir seyahati ister misin?”

“Bana ilginç geliyor. Doğru söyledim, değil mi?”

“Ama abim o seferden döndüğünde, günlerce evden dışarı çıkmamıştı.”

“O niye?”

“Bilmiyorum. Acayip bir şekilde insanlardan soyutlamıştım kendimi. Yalnız kalmak daha çok hoşuma gidiyordu. Gene de kısa sürede normale dönmüştüm. Sonra da… Neyse…”

“Sonra ne oldu kaptan?”

“Boş verin Sevin Hanım. Büyük bir hata yaptım ve yaşadım. Neyse ki çabuk atlattım.”

“Bize bunu söylemeyecek misiniz?”

“Israr etme Sevin” diye araya girdi Ekim.

“Yok aslında saklamak istediğimden değil de bu konuda konuşmak istemediğimden sustum. Büyük bir yanılgı yaşadım. Herhalde çok duygusal olduğum bir dönemdi, neredeyse evleniyordum ama neyse ki çabuk kendime geldim.”

“Tabii tabii. Abim ‘Neredeyse’ diyor ama nikahtan döndü aslında.”

“Yavuz yeter. Benden bahsetmek için mi oturduk burada. Konuşacak kim bilir ne güzel konular varken.”

“Haklısınız, fazla özel oldu bu konu. Yaptığınız turistik turlarda kim bilir ne ilginç olaylar yaşamışsınızdır.”

“Tabii. Bir tane ben anlatabilirim mesela. Abi?!”

“Tabii tabii Yavuz. Ne anlatacağını galiba biliyorum.”

“Yine bir haftalık tura çıkmıştık. Tesadüfen bir araya gelmiş bir gruptu. Daha ilk gün, genç bir kız ve bir delikanlı tanıştılar ve söylediklerine göre yıldırım aşkına tutuldular. Ama gerçekten de gözleri birbirlerinden başka hiçbir şeyi görmüyordu. 2 gün sonra evlenmeye karar verdiler. Zaten aileleri de yanlarındaydı. Uzaktan kumanda yani internetle her türlü işlemleri yapıldı. Hatta gelinlik ve damatlıkları bile geldi. Abim onları evlendirdi. Daha güzel olanı nikahtan sonra onlar, o kıyafetlerle denize atladılar. Tam bir şenlik olmuştu.”

“Ne kadar güzel ve bir o kadar da çılgınca. İnsan o kadar sürede evlenmeye nasıl karar verebilir ki?.. Büyük bir olasılıkla ayrılmışlardır bile.”

“Hayır. Bir sene sonra hem de minicik bebekleriyle tekrar mavi tura geldiler. Çok mutluydular. Hatta bizde bir sürü fotoğrafları var.”

Ekim konuyu değiştirme çabasıyla böyle bir konu açmıştı ama iki kardeşin bu konuda anlatacakları o kadar çoktu ki saatler sonra “Hadi Yavuz biz gidelim, sizleri uykusuz bıraktık. Konu buralara gelince günlerce konuşsak bitmez. Ayrıca bana bu anlayışı gösterdiğiniz için de size teşekkür ederim Ekim Hanım. İyi geceler.”

“Çok güzel bir akşamdı. Teşekkür ederiz bizimle paylaştıklarınıza. İyi geceler.”

“Renkli rüyalar.”

“Hanımlar gözlerinizi kapatmadan yatın, yıldızlara bakarak uykuya dalın.”

İkisinin de uykusu gelmişti aslında, sadece iyi geceler dileyip bakışlarını gökyüzüne çevirdiler.

Şanslarına kısa bir süre sonra bir yıldız kaydı.

“Ben gökyüzünde bu kadar yıldız ilk defa görüyorum.”

“Haklısın, çok güzel. Bak bak, şu ne kadar çok parlıyor.”

“Düşünüyor musun, astroloji ile ilgilenenler pek çoğunu ismen tanıyor yıldızların. Bizse sadece güzelliklerini seyrediyoruz.”

“Haklısın. İnsana acayip bir huzur verdikleri de kesin. Hatta daha yaklaşıyorlar gibi oluyor, devamlı bakınca.”

Sonra ikisinin de sesleri kesildi ve derin uykuya daldılar. Herhalde birkaç saat sonraydı. Üstlerine gelen güneş ışınlarıyla önce Ekim uyandı.

“Sevin, Sevin!”

“Ne oldu Ekim? Daha uykum var.”

“Güneş bu saatte bile yakıyor. Biz burada böyle yatarsak kavruluruz. Hadi gel, ya gölgeye çekilelim ya da kamaralarımıza gidelim.”

“Ben aşağı inmeye üşenirim. Arkaya geçer orada uyurum.”

“Ben kamarama gidiyorum. Daha erken.”
 

*

 
Kapısının vurulduğunu duyarak uyandı, aradan ne kadar süre geçtiğinin farkında değildi Ekim. Kapıyı açtığında karşısında Sevin’i görünce çok şaşırdı.

“Ne oldu Sevin? Bir terslik yoktur umarım.”

“Hayır kardeşim. Sabah oldu, annemler kalktılar ve seni uyandırmaya geldim.”

“Hay Allah. Ben aşağı inince bir süre uyuyamadım sonra fena uyumuşum galiba. Hadi sen çık, ben hemen geliyorum ama galiba senin bana anlatacakların var yanılıyor muyum?”

“Yok hayır, bir şey yok. Ben çok güzel uyudum o kadar. Hadi ben gidiyorum.”

Sevin hınzır hınzır gülüyordu, merdivenleri çıkarken. Ekim onu uyandırıp ön tarafa geldikten kısa bir süre sonra kaptan yukarı çıkmıştı ve Sevin uykudaymış gibi numara yapmıştı. Kaptanın karşısına geçip kendisini uzun süre seyretmesine izin vermişti. Neden sonra gözlerini açıp onun istek ve arzudan koyulaşmış gözlerine bakmıştı. O an, onun kollarına atılmak an meselesiydi ve emindi ki dünyalara değerdi ama kaptanın kendisine yaptıklarını henüz unutmamıştı ve cezasını ödetecekti. O minicik buse, neler olduğunu anlamasına yetmişti. Kaptan onu daha hiç tanımıyordu. Sessizce ayağa kalkmış ve kamarasına inmişti.

Ekim de gelince hep beraber denize girdiler. Sahilde akşamki kalabalıktan eser yoktu. Uzaktan görebildikleri kadarıyle esnaf günlük hazırlıklarını yaparken belediye işçileri de ortalığı temizlemeye çalışıyorlardı.

Ekim kurulanıp, Yavuz’a ve Hacer teyzeye yardıma gitti.

“Gelme güzel kızım, her şey hazır. Sen üstüne bir şey giy, ıslak ıslak oturma.”

“Ben özellikle değiştirmedim üstümü Hacer teyze, serin serin hoşuma gitti. Zaten pareomu da sardım bak.”

“Sen bilirsin yavrum. Hadi bak onlar da çıkıyorlar. Sen geç, 10 dakika sonra çayları koyar getiririm.”

“Ekim Hanım, ben şikayetçiyim Hacer teyzeden. Bütün işleri o yapıyor. Valla bana yapacak pek bir şey kalmıyor.”

“Hadi oğlum hadi. Sen koca teknenin her işine koşuyorsun, ben görmüyor muyum? Bırak bunları da ben yapayım.”

“Gördüğün gibi bana söz düşmüyor Yavuz. Hacer teyze ne derse doğru der. Hadi ben gittim.”

“Tamam Ekim Hanım, tamam. Kabahat bende, sizden yardım istedim.”

“Ama haklı Hacer teyze. Sen bütün gün 5 dakika oturmuyorsun. Hacer teyzeye biz yardım ederiz sen işine bak.”

“Peki o halde çok teşekkür ederim.”

“Efendim siz kahvaltı ederken ben Marmara Adası’na doğru yavaş yavaş hareket edeyim ister misiniz?”

“Hiç acelemiz yok kaptan. Gelin birlikte kahvaltı edelim.”

“Ben o işi hallettim, teşekkür ederim. O halde ben hazırlıklarımı yapayım.”

Marmara Adası şimdiye kadar yanaştıkları en sakin yerdi.

Tabii genel olarak orada da bir tatil beldesi havası hakimdi ama yerleşik halkın, balıkçılıkla uğraştıklarını çok rahat görebiliyordunuz. Nitekim girdikleri, denize sıfır restoranda karşılarına çıkan balık çeşitlerinden de bu açıkça anlaşılıyordu.

Masalarına gelen karagöz, aşçının yardımıyla seçtikleri bir çeşitti ama gerçekten de çok nefisti. Bol salatayla harika bir öğlen yemeği yediler. Etrafı gezdiler. Sahildeki çay bahçesinde oturdular. Günlük gazeteleri okudular ve neticede teknelerine geri döndüler.

“Kaptan, daha önce buralara gelmiş miydiniz?”

“Hayır. Bu adaya da Erdek’e de gelmemiştim. Çok sakin bir yer.”

“Evet ama balıklar bir harikaydı. Neyse bugün de balığımızı yedik. Yarın veya bugün daha sonra nereye gideceğiz?”

“İsterseniz bu gecede burada kalalım. Yarın Hoşköy’e uğrar, oradan Tekirdağ’a devam ederiz. Siz ne dersiniz?”

“Çok da iyi olur değil mi Sabih?”

“Evet azizim. Artık ufak ufak eve gitsek de bizde yola çıksak diyeceğim ama bakalım İstanbul’da bizi neler bekliyor.”

“Duydunuz kaptan, sizin rota gayet iyi. Teşekkür ederiz.”

“Hem bu gece biz de biraz yıldızların altında uzanırız belki.”

“Çok da iyi edersiniz. Çevrede aydınlık bir yer olmadığı için gökyüzü daha da yakın gelecektir sizlere.”

“Tamam o zaman, demek bu akşam yıldızların altında olacağız. Hem kim bilir, belki birileri şarkıda söyler bizim için.”

“Tabii Sevin Hanım’ı dinlemek gerçekten çok güzel olurdu.”

“Yalnız Sevin’ mi, Ekim var, siz varsınız, bizler varız. Korksun bu akşam Marmara Adası bizden.”

Büyükler hepsi kamaralarına uzanmaya gidince Ekim’le Sevin de kitaplarını alıp buruna geçtiler.

Orada yattıkları sürece, kaptanın gözlerini Sevin’den alamadığının farkındaydı Ekim.

Allah’tan Sevin hiç ilgilenmiyor gibi görünüyordu. Aslında Ekim öyle zannediyordu. Sevin her şeyin farkındaydı ve istediği pozları vererek kaptanı deli ettiğini de biliyordu. Ekim bir ara başını kitaptan kaldırıp bakınca Ediz’in Sevin’e işaret ettiğini gördü ama gözündeki gözlüklerle hiç belli etmeden etrafa bakıyormuş gibi yapıp başını tekrar kitabına çevirdi. Hatta Sevin’in ne yapacağını merak ederek kitabı yüzüne örtüp uyuma numarası bile yaptı. Ama Sevin yattığı yerden hiç kalkmadı. Bu oyunu daha fazla uzatmayıp Sevin’e sormaya karar verdi.

“Sevin neler oluyor?”

“Yok bir şey, sen keyif yap.”

“Yani keyfine bak diyorsun ha.”

“Aynen. Benim karnım acıktı. Annemler kalksa da bir şeyler yesek.”

“İstersen bakalım neler var diye. Aslında ben de acıktım. Beraberce mutfağa geçtiler. Hacer Hanım kek yapmıştı ve fırından henüz çıkarıyordu. Hemen kendilerine birer kahve yapıp keklerini alarak yine yerlerine geldiler. Sevin tam uzanacaktı ki havlunun üzerine bırakılmış notu gördü. Ekim fark etmeden kitabın arasına koydu. Bir süre sonra Ekim’e fark ettirmeden notu okudu. Kaptan kendisiyle mutlaka konuşmak istediğini yazıyordu.

Sevin usulca ayağa kalktı.

“Ekim bir dakika sonra buradayım.”

“Ne oldu, nereye gidiyorsun?”

“Bir şey yok hemen döneceğim. Gelince anlatırım.”

“Merhaba, notunuzu aldım. Buyurun konuşalım.”

“Şimdi değil lütfen. Ekim Hanım bu tarafa bakıyor.”

“Olsun. Ne söylemek istediniz, ben bilmiyorum ama merak ediyorum.”

“Sevin Hanım, geçen gün aramızda geçenlerden sonra sizinle konuşmak istemem sizce de normal değil mi?”

“Yok. Önemli bir şey olmadı. Siz bana şiirlerinizi gösterdiniz. Hepsi çok güzeldi.”

“Neyi kastettiğimi biliyorsunuz.”

“Ben anlamıyorum. Sadece bir kaza oldu. Kardeşim onu yanlış yorumladı ama sadece bir kazaydı. Sizce de öyle değil mi?”

“Ben, sizin için daha farklı olduğunu düşünmüştüm ama görüyorum ki ben yanlış anlamışım. Affedersiniz.”

“Bozulmayın kaptan. Hayat ve eğlenmek çok güzel.”

Ediz şaşırarak genç kıza baktı. Söylediği kadar serbest mi düşünüyor, o nedenle mi öyle davrandı diye şaşkınlıkla genç kızı inceliyordu.

“Siz öyle söylüyorsanız mesele yok. Ben bir anlaşmazlık varsa halletmek istemiştim.”

“Yok. Her şey çok güzel. Tamam mesele halloldu, değil mi?”

“Tamam Sevin Hanım. O zaman o kaza için sizden özür dilerim.”

“No problem.”

Ekim’in yanına gidip uzandı. Ekim sessizce ona bakıyor, anlatmasını bekliyordu.

“Hadi Sevin, neler oluyor?”

“Yok bir şey kardeşim. Sadece sebep olduğu olay nedeniyle özür diledi.”

“Sevindim. O senden daha hassas bence.”

“Ya tabii tabii. Ben biraz yatmak istiyorum diyecektim sana ama babamlar ve Tahir babalar da geldiler. Ben gölgeye gidiyorum. Çok sıcak oldu.”

“Tamam sen geç, ben de geliyorum.”

Saatler sonra yemeklerini yiyip kahvelerini içtikten sonra buruna geçip yerleştiler. Büyükler henüz arkada oturmuş sohbet ediyorlardı.

Ediz kendi kendine düşünüyordu:

‘Ne oldu bana böyle, son derece katı kuralları olan, yolcularla asla ilgilenmeyen ben, şimdi bu kız öl dese öleceğim. Onu seviyor muyum, yoksa çılgınca arzuluyor muyum, onu bile ayıramıyorum. Ama ilk defa reddedildim, galiba beni kamçılayan bu. Benimle oynadığının farkındayım, umurumda bile değil. Ama bu günkü tutumundan sonra, bakalım ne olacak. En azından bekleyip göreceğim. Ne olursa olsun artık peşinden koşan ben olmayacağım, bu kesin.’

Ediz kendi kendine bu kararları alıyor ama Sevin’den en ufak bir işaret alsa ona koşacağını da bilmiyordu henüz. Farkında değildi ama âşık olmuştu. Bunu da en iyi Yavuz anlıyordu. Abisinin gözlerini Sevin Hanım’dan alamadığının farkındaydı ve onun için çok endişeliydi.

Ediz katı görünümünün altında çok duygusal bir insandı. Kendini açmayıp tüm duygularını tek başına yaşıyordu. Geçmişte yaşadığı olay çok yıpratmıştı Ediz’i ama asla, kimseye tek kelime ile bu konudan bahsetmemişti. Her zamanki, etrafıyla ilgilenen, müziği seven, hayat dolu adam gitmiş, yerine sadece şiirler yazan, kimseyle konuşmayan içine kapanık adamın biri olmuştu. Aylarca hiçbir arkadaşı ile görüşmemişti. Yeni yeni toparlanıyordu ki bu iş teklifi gelmişti. Ediz yeniden hayata gülmeye başlamış, eski Ediz olmuştu.

Buna en çok sevinen de Yavuz’du. Abisini çok seviyordu. Denizlerde olmak çok hoşuna gidiyordu, bu gezilerde devamlı yeni bir şeyler öğrenmekten hoşlanıyordu ama en çok abisiyle beraber olmak için denizcilik yapıyordu. Bunun, abisi evlenene kadar sürecek bir macera olduğunu, Ediz’in evlenince mesleğini yapmak üzere bu işi bırakacağını düşünüyordu. Bu arada sırf abisine yakın olmak sevdasıyla başladığı bu işi kendisi devam ettirmek istediği için de devamlı abisini gözlüyordu. Bu işten döndüklerinde kaptan olmayı kafasına koymuştu.

“Yavuz, oğlum biz de açık havada biraz takılalım dedik ama bizim uykumuz geldi ve rahat yataklarımızda yatmak daha cazip göründüğü için yatmaya gidiyoruz. Kızlar koyu bir sohbete dalmışlar. Sen onlara bizim gittiğimizi söylersin. Haydi iyi geceler.”

“İyi geceler efendim. Ben notunuzu iletirim.”
 

*

 
Sevin, Avustralya’ya giden eski erkek arkadaşını anlatıyordu Ekim’e.

“Farkında değildim ama seninle konuşunca O’nu özlediğimi anladım. Biz aslında onunla çok iyi arkadaştık önce. Hep beraber gezerdik. Hatta onun kız arkadaşı vardı önce. Çok kafaydı. Sonra biz çok beraber olmaya başladık. Her yere beraber gidiyorduk, hep birlikte idik. Bir de baktık biz ikimiz eğleniyoruz. Yani kızdan ne zaman ayrıldı ben bilmiyorum. Her şey çok güzeldi ama beni de sıkmaya başlamıştı. Neyse Avustralya olunca ben çok sevindim. Hiç kırmadan bu iş bitti.

“Sevin hiç sormamam gerekir ama merak ediyorum. Senin bu konulardaki görüşünü öğrendiğim için soruyorum. İlişkiniz nasıldı?”

“Yani onunla yattım mı? Onu soruyorsun, değil mi?”

-Sevin, olayları ne kadar çirkinleştiriyorsun. Hayır yani çok yakın mıydın diye soruyorum.”

“Hayır onunla yatmadım ama yakındık, öpmesi hoşuma gidiyordu. Ama hımm onunla yatmayı hiç istemedim. O istedi ama ben ‘Henüz değil’ dedim.”

“Hayret.”

“Neden? O bana o yönden bir istek yapmıyordu. Öptüğü zaman bile onun benden daha çok hoşlandığını biliyordum ve asla ileri gitmedim.”

“Aferin sana.”

“Ama bu beğendiğim ve istediğim bir erkek olduğunda onunla yatmayacağım demek değil.”

“Çok kötü ve de çok çirkinsin.”

“Hayır ben doğru sözlüyüm. Numara yapmıyorum. Sen Gürkan’la yatmak istemez misin?”

“Lütfen Sevin, böyle konulardan konuşmayı sevmediğimi biliyorsun.”

“Tabii tabii sen sorunca olur ama ben soramam, değil mi?”

“Ben onu kastetmemiştim, biliyorsun.”

“Ekim sen hangi çağda yaşıyorsun, seni anlayamıyorum. Enişteme acıyorum bazen.”

“Bu konuları burada kapatalım yoksa kırıcı olacak.”

“Tamam tamam. Siz ne zaman evlenmek istiyorsunuz?”

“Ben okulu bitirince diye düşünüyoruz. Bu arada Gürkan da askerliğini yapacak. Ama son zamanlarda Gürkan ‘Ben askerliği bitirince evlenelim, sen yine okula devam edersin’ diyor.”

“Hah işte eniştemin neden istediğini ben sana söyleyeyim. Çünkü artık yeter diyor.”

“Sevin, yeter. Hadi artık kamaralarımıza gidip yatalım.”

“Ne oldu, burada yatmak istemiyor musun?”

“Hayır. Kamarama gitmek istiyorum.”

“Çünkü Gürkan’la konuşmak istiyorsun, değil mi?”

“Sevin kızıyorum ama.”

“Kızma kardeşim. Ben seni çok iyi anlıyorum. Hadi gidelim.”

“İyi geceler. Sizinkiler yatmaya giderken iyi geceler demem için beni görevlendirdiler ama ben özel konuşuyorsunuz herhalde diye yanınıza gelmek istemedim.”

“Yoo, gelebilirdin, neyse sizlere iyi geceler.”

“Sabaha görüşürüz, iyi uykular.”

Ekim kamarasına gidip elini yüzünü yıkadı ve yatağına uzandı. Acaba Gürkan uyuyor mu diye düşünerek saate baktı. Vakit epey olmuştu ama belki uyanıktır diye düşünerek telefonuna mesaj attı. Hemen telefonu çaldı. Büyük bir mutlulukla telefonu kulağına götürdü.

“Aşkım seni sayıkladığımı hissetmiş olamazsın, değil mi?”

“Çok özledim ve sesini duymak istedim. Nasılsın?”

“İyi değildim ama şimdi çok iyiyim. Adeta çıldırmak üzereydim. Elim defalarca telefona gitti ama daha üç saat önce konuştuk, ayıp olur diye aramıyordum ki sen aradın. Ekim inan seni bu kadar özleyebileceğimi hayatta düşünemezdim. Sokakta gördüğüm kızları sana benzetmeye başladım. Ne zaman döneceksiniz?”

“Çok kesin bilmiyorum ama bir iki güne kadar döneriz diye düşünüyorum. Yarın Tekirdağ’a gideceğiz. Sanırım fazla oyalanmayı Sabih baba da istemiyor. Oradan, duyduğum kadarı ile Silivri ve Ataköy Marinadan eve geleceğiz. Ama yolda 1 gece mi kalırız, 2 gece mi bilmiyorum.”

“İnan döndüğünde bayram ilan edebilirim.”

“Çok tatlısın.”

“Bu geziniz aslında iyi oldu. Ben bazı kararlar aldım. Kesin asker dönüşü evleneceğiz.”

“Hayır, hani benim okulumu bekleyecektik.”

“Aşkım inan ben o kadar senden ayrı kalmaya dayanamam. Ben şimdiden askere gidince ne yapacağımı düşünmeye başladım. Seninle olmak istiyorum. Seni kollarıma almak, bir saniye bile yanından ayrılmamak istiyorum. Dönüşünüzde ailenin yanında sana sarılıp seni öpmemek için güç harcamam gerekecek.”

“Neler söylüyorsun Gürkan?”

“Doğruyu söylüyorum. Sen benimle olmak istemez misin?”

Gürkan’ın bu sözleri hangi anlamda söylediğini bildiği ve de Sevin’le yaptığı konuşmalar aklına geldiği için Ekim birden ateşler içinde kaldığını zannetti. ‘İyi ki yalnızım, herhalde kıpkırmızı olmuşumdur’ diye düşündü.

“Alo Ekim, orda mısın?”

“Buradayım. Duyuyorum.”

“Sen de benimle yalnız olmak istemez misin? Kamarada ve arabanda yaşadıklarımızı unutmuş olamazsın. Seni kollarıma alma hayâli bile beni öldürüyor aşkım. Ben senden daha fazla ayrı kalmak istemiyorum.”

“Ama inan benim için çok zor olacak.”

“Olmayacak, ben sana her konuda yardım edeceğim. Gerekirse evi bile temizlerim. Yeter ki biz beraber olalım. Ortalık toplamana, yemek işlerine, yani becerebildiğim her şeyde sana yardım etmeye hazırım. Tamam mı güzel sevgilim?”

“Şimdi bunları konuşmayalım. Gelince bol bol konuşuruz.”

“Bana biraz umut ver. Ne olur.”

“Bilmiyorum, düşünmem lazım.”

“Tamam ben gelince ilk yalnız kaldığımızda seni ikna edeceğimi biliyorum.”

“Çok kötüsün.”

“Hayır sadece deli gibi aşığım ve seni çok istiyorum.”

“Gürkan!”

“Ama gerçek bu. Beni deli ediyorsun aşkım.”

Aslında şu anda Ekim de alev alev yandığının, Gürkan’ın söylediği her sözle içinin eridiğinin farkındaydı ama bu duygular onun için o kadar yeniydi ki ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ve farkında olmadan ağzından çıkan bir iç çekiş, onun da ne durumda olduğunu Gürkan’a anlatmaya yetti.

“Canım, canım, bir tanem, güzel gözlüm, hayatım, inan seni çok ama çok seviyorum.”

“Ben de seni çok seviyorum. Gürkan artık kapatsak mı? Sen sabahleyin işe gideceksin.”

“Doğru söylüyorsun. Üstelikte sabah erken çıkacağım. Önce bir yere uğramam lazım sonra ofise toplantıya yetişeceğim. Ama bu akşam aldığım bu heyecan fırtınası ile yarın çok başarılı olacağıma eminim. Hadi sevgilim. Seni dudaklarından uzun uzun öpüyorum.”

“İyi geceler sevgilim.”

Tam telefonu kapattığında, kapısının usulca vurulduğunu duydu Ekim. Acaba yanaklarım hâlâ kırmızı mı diye düşünerek kapıyı açtı.

Karşısında Sevin duruyordu.

“İki dakika gelebilir miyim?”

“Tabii gel. Ne oldu?”

“Sadece seni görmek istedim ve gördüm de. İşte benim anlatmak istediğim bu Ekim. Ben düşündüklerimi yaşıyorum ve asla saklamıyorum. Sen ise, düşünmekten bile korkuyorsun. Şimdi kendini bir görsen anlarsın ne demek istediğimi. Baştan ayağa aşk, tutku ve ihtiras olmuşsun hem de sadece konuşarak. Bunları yaşamayı kendine niye yasaklıyorsun? Hayat yaşanması gereken bir şey. Her şeyiyle. En azından ben öyle düşünüyorum. Seni bu kadar seven ve de sevdiğin bir erkek olduğu için çok şanslısın.”

“Biliyorum.”

“İyi, bari biliyorsun. İyi geceler.”

“Sana da.”

Sevin çıktıktan sonra düşünmeye başladı Ekim. Gerçekten şimdi Gürkan’ın kollarında olmak için neler vermezdi ki. Kendisine hafifçe dokunan ama bu arada araştıran ellerini düşündü. Zaten neresine dokunsa, adeta değdiği noktanın ısındığını hissediyordu son zamanlarda. Daha önce aklına gelmeyen düşünceler doluyordu kafasının içine. Ama bunlar o kadar güzeldi ki. Bazen kendine, bu kadar ağır başlı ve kontrollü olduğu için kızmaya bile başlamıştı.

Kendi kendine gülümsedi. Bütün bu çılgın fikirleri kendisine aşılayan kardeşi geldi aklına.
Aslında, o arkadaşı ile ilgili kendisine anlattıklarından sonra kafasından geçen düşünceyi sormak için kıvranmış, onu kırmadan nasıl sorabileceğini düşünmüş, o şekilde sorabilmişti. Ama Sevin o kadar pervasızca açık açık yanıt vermişti ki. Hiç lafı dolandırmıyordu. Zaten her konuda düşüncelerini açık ve net bir şekilde ifade ediyordu. Kendi düşünceleri her şeyden önemliydi. Karşısındakine veya etrafındaki insanlara ayıp olur diye bir endişe duymuyordu.

Tekrar elini, yüzünü serin sularla yıkayıp serinlemek istedi ve aynadaki aksini görünce Sevin’in ne demek istediğini anladı. Gözleri adeta koyulaşmış ve bir çizgi gibi olmuştu. O anda tekrar arabadaki öpüşmeleri aklına geldi ve parmakları gayri ihtiyari dudaklarına gitti. Sonra birden silkindi ve banyodan çıkıp yatağına girdi.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan