Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 15

7 Şubat 2022

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 

Odasına girer girmez Ekim Gürkan’ı arayıp, günü anlattı.

“Anlaşılan müthiş bir rahatlama yaşıyorsun.”

“Evet sevgilim, aynen öyle. Sanki şimdi her şey yerli yerine oturdu. Şu yarını bir atlatalım hemen kabristana gitmek istiyorum. Onlara da olanı biteni anlatırsam daha rahatlayacakmışım gibi geliyor. Biliyorum çocukça ama ben öyle hissediyorum.”

“Önemli olan senin ne hissettiğin değil mi canım. Keyfine bak.”

“Bu akşam gelmiyorsun herhalde, değil mi?”

“Evet. Akşama annem ve babamla neler yapacağımızı programlayalım istiyorum. Sana bir şey söylemek istiyorum ama kararsızım. Acaba söylemesem mi, sana da sürpriz mi olsa bilemiyorum.”

“Bu konuşmadan sonra söylememeyi düşünmüyorsun herhalde, değil mi?”

“Bak sevgilim, ben sana sormadan bir şey yaptım. Gidip kendimize çok güzel yüzükler aldım hatta yaptırdım.”

“Gürkan, gümüş yüzük falan mı yoksa? Nostaljik olur vallahi.”

“Hayır sevgilim. Alyans aldım. Babam yarın akşam teklif edecek. Çocukların nişanını bu akşam takalım diye. Babanlar çok kızar mı acaba?”

Bu sözler üzerine Ekim gülmeye başladı.

“Niye gülüyorsun bi’ tanem. Çok mu komik söylediğim?

Hayır. Ben sana bize geldiğiniz zaman sana bir şey söyleyeceğim dedim hatırlıyor musun?”

“Evet ısrar ettim ama söylemedin. Ne alaka?”

“Tam da bu alaka sevgilim. Babam bunun böyle olacağını söylemişti. Ve ben senin bunu yapacağını bildiğim için sana söylememiş ve o akşam sana söylerim demiştim. Biraz karışık oldu ama sanırım ne demek istediğimi anladın.”

“Anladım, anladım da demek herkes benim ne hâlde olduğumu anlamış. Buna şaşırmadım dersem yalan olur.”

“Yalnız o değil ki Sevin de ‘Ne zaman evleniyorsunuz?’ diye soruyor.”

“Aslan baldız. Bak bu hoşuma gitti. Demek ki en kısa zamanda evleneceğiz.”

“Babam anneanneme anlatırken ‘Umarım askerliği bitene kadar beklerler’ dedi ona göre. Sevgilim annemler sesleniyor sanırım yemek hazır.”

“Tamam aşkım. Afiyet olsun. Seni öpüyorum.”

“Ben de.”

“Gerçekten mi?”

“Hoşça kal.”
 

*

 
Masaya oturunca, Sevin kulağına doğru uzandı; “Ekim uzun konuştun, bütün haberleri verdin galiba” diye sordu.

“Evet Sevin. Bugün hiç konuşmadık. O yüzden uzun sürdü.”

“Allah’ım, bana da bir sevgili ver. Ben çok yalnızım.”

“Şiştt. Deli kız sus.”

“Vallahi şaka değil. Dua ediyorum.”

Sevin’in yüzünden şaka yapmadığı anlaşılıyordu.
 

*

 
Sabahleyin erkenden uyanmıştı Sevin. Bugün çok akıllı olması gerekiyordu ama şansının da yanında olması lazımdı. Kaptan bugün hep yalnızdı ama onun evden çıkması zordu. Akşam yattığında saatlerce düşünmesine rağmen bir çözüm bulamamıştı.

Fazla düşünmesine gerek kalmadı. Kahvaltı masasında olayı kafasında çözdü Sevin. Öğleden sonraki program kendisine çok uygundu.

Öğlene kadar ne ihtiyaç varsa Sermin Hanım, Seher ve Hatice Hanım dışarı çıkıp alışverişlerini yaptılar. Evde yoğun bir çalışma vardı. Ev yeniden süpürüldü, silindi. Tozlar alındı.

Öğlen yemeğinden sonra Tahir Bey, “Sermin, biz daha fazla ayak altında dolaşmayalım. Benim bir ofise uğramam gerekiyor, biz de Sabih’le birlikte gitmeye karar verdik.”

“Çok iyi. Sanırım Ekim’le Sevin kuaföre giderler. Biz de rahat rahat hazırlanırız.”

“Yok ben kuaföre gitmeyeceğim. Bugün Ekim’in günü o gitsin. Ben evde kalacağım.”

“Hadi gel be Sevin, beraber gidelim. Manikür falan yaptırırsın.”

“Yok. Ben uzanıp müzik dinlemek istiyorum. Hem belki yardım gerekir.”

“Peki, inşallah fazla kalabalık değildir de çabuk dönerim. Hoşça kal.”
 

*

 
Sevin biraz uzanıp müzik dinler gibi yaptı ama aklı fikri programındaydı. Üzerine rahat bir kıyafet giyerek odadan çıktı.

“Ben çok sıkıldım, sanırım Ekim’in heyecanı bana geçti. Sahilde biraz yürüyüp geleceğim.”

“Kızım çok sıcak. Rahatsız olmayacak mısın?”

“Fazla kalmayacağım” dedikten sonra evden dışarı çıktı. Yolun karşısına geçip balkona baktı. Arkasından bakan kimse yoktu. Hemen Ediz’i arayıp tekneye gelmek istediğini söyledi.
Ediz güverteye çıkarak Sevin’i karşıladı.

“Bu ne güzel sürpriz.”

“Beklemiyordunuz, değil mi? Ben biliyordum ama.”

“Beklemiyordum ama hiç hayâl etmediğimi söyleyemem.”

“Nasılsınız?”

“Sıkılıyordum ama şimdi çok iyiyim.”

“Çok sıcak.”

Sevin böyle söyleyerek üzerindeki bluzu çıkardı. İçinde son derece dar ve küçük straplez tişörtü vardı. Göğüsleri neredeyse yarı yarıya açıktaydı. Umursamaz bir pozla çıkardığı bluzunu arkasına doğru koymak için kolunu uzattı. Bu hareketiyle nasıl bir görüntü verdiğinin farkındaydı tabii ki.

“Size ne ikram edeyim?”

“Soğuk bir şey iyi olurdu. Mümkünse buz da istiyorum.”

Ediz kısa bir süre sonra içinde buz olan içeceklerle geri döndüğünde Sevin’in minderlerin üzerine uzanır vaziyette oturduğunu gördü. Sevin bir taraftan da evin balkonunu kesiyordu. Ama evde o kadar yoğun hazırlık vardı ki kimsenin balkona çıkmayacağından emindi.

“Buyurun.”

“Teşekkür ederim. Kısa bir mesafe geldim ama çok sıcak. Bu akşam Gürkanlar Ekim’i istemeye gelecekler. Evde yoğun bir hazırlık var, kimse benim yokluğumu fark etmeyecektir.”

“Nasıl yani gizlice mi çıktınız evden?”

“Tabii ki hayır ama yokluğumun ne kadar sürdüğünü fark etmeyecekler.”

Sevin buz gibi meşrubatı içip içtikten sonra içindeki buzu alarak dudaklarının arasında gezdirdi.

“Ne dersiniz, bizim yarım kalan bir konuşmamız yok muydu kaptan?”

“Ne demek istiyorsunuz Sevin Hanım?”

“Artık bana yine Sevin desen Ediz.”

Genç kız yaptığı her hareketi ile Ediz’i davet ediyordu. Genç adam karşısındaki bu harikulade dişiye baktıkça onun yaşını unutuyordu.

“Sevin Hanım lütfen, her an Yavuz gelebilir.”

“Ben Yavuz’un nerede olduğunu biliyorum. O gelemez.”

“Peki Ekim Hanım sizi ararsa.”

“O benim burada olduğumu bilmiyor kaptan. Hadi şu yarım kalan işi bitirelim.”

Sevin’in gözleri bir kedi gibi kısılmış sesi ise adeta mırıldanmaya dönmüştü. Elini uzatıp Ediz’i yanına çağırdı.

“Hayır burada olmaz Sevin Hanım.”

“Hadi ama artık sadece Sevin olmak istiyorum. Beni nereye götürmek istersen gelirim.”

“Tamam, hadi aşağı inelim.”

Genç kızı elinden tutarak kaldırmak istedi. Oysa bilerek ve isteyerek düşme numarası yaparak genç erkeğin kollarına atıldı. Daha fazla dayanamayan Ediz genç kızı kucağına alarak kamarasına indirdi.

İkisi de inanılmaz heyecanlıydılar. Sabırsız hareketlerle birbirlerinin ulaşabildikleri her noktalarını öpüyorlardı. Sonra Ediz genç kızın dudaklarını büyük bir hasretle öpmeye başladı. Sevin de buna çılgınca karşılık veriyordu. Ediz, kızın üzerindeki straplez penyeyi aşağı çekip göğüslerinin ortaya çıkmasını sağladı ve uzanarak onları öpmeye başladı. Bir taraftan öpüyor, bir taraftan da kızın soyunmasına yardım etmeye çalışıyordu.

“Sen de soyun. Seni görmek istiyorum.”

Ediz, üstündeki tişörtü tek bir hareketle başından sıyırıp attı. Şimdi iki genç vücut birbirlerini keşfe çıkmışlardı. Ediz nihayet kızı tamamen çıplak olarak görebilmişti. O kadar güzeldi ki nefesinin kesildiğini hissediyordu. Elini kendi şortuna indirdi ve onu da çıkarıp attı. Artık nefes nefese iki muhteşem vücut tek parça olmaya hazırlanıyordu. Sevin durmadan Ediz’in adını tekrarlayıp, haydi diyordu.

Sonra birden Ediz’in aklına Ekim geldi ve gözlerinin önündeki bu yüz ona, ‘Size güveniyorum, O biraz çılgın, yaptığının yanlış olduğunu düşünemiyor, içinden geldiği gibi hareket ediyor’ dedi. İşte o anda Ediz geri çekildi. Sevin arzudan kısılmış sesiyle devam etmesi için onu çağırırken o ayağa kalkıp yere attığı şortunu ve tişörtünü giydi. Genç kızın yerde atılı duran çamaşırını ve kıyafetlerini vererek “Ben bunu yapamam, sana çok değer veriyorum, bu yaptığımız çok yanlış, bu şekilde olmamalı.”

“Hadi ama ikimiz de istiyoruz niye yanlış olsun ki?”

“Yapamam. Lütfen giyin, seni yukarda bekliyorum.”

Sevin, bir anda buz gibi olduğunu hissetti. Ne olduğunu anlayamıyordu ama kendini aşağılanmış gibi hissediyordu. Kıyafetlerini giydi ve yukarı çıktı. Minderlerin üzerinde duran bluzünü de alıp giydi ve tek kelime etmeden tekneden ayrıldı. Beş dakika kadar sahilde dolaştıktan sonra eve gitti.
 

*

 
Kapıyı Seher Hanım açtı.

“Kızım bu ne hal, berbat görünüyorsun. Bir şey mi oldu?”

“Hayır anne, çok sıcak. Ben duşa gireceğim.”

“Tamam kızım, bir şey istersen seslen. Bir garip görünüyorsun.”

Sevin odaya gidip temiz çamaşırlarını aldıktan sonra banyoya girdi. Soyunup aynada kendisine baktı. Ediz’e ne olduğunu anlayamamıştı. Öylesine coşkuyla sevişirken birden kollarından kaçıp gitmişti. Aynada göğüslerine baktı ve o anları yeniden yaşadı. Onun göğüslerini öperken hemen önünde olan saçlarını zevkten inleyerek çekişini hatırladı. Tertemiz kokan teninin kokusunu duydu yeniden. Sonra aynadaki aksini gördü. Sadece düşünmekle bile yüzünde beliren bu şehvet dolu ifade onu ürküttü. Hemen aynanın önünden uzaklaşarak buz gibi akan suyun altına girdi. Dakikalarca duşta kaldıktan sonra çıktı ve giyindi. Saçlarını henüz kurutmuştu ki Ekim geldi.

“Sevin ne oldu? Seher anne çok kötü göründüğünü söyledi, merak ettim.”

“Yok iyiyim. Çok sıcaktı hata ettim biraz yürüdüm, herhalde sıcak çarptı.”

“Sevin orana ne oldu?”

Sevin ürkerek geri kaçtı.

“Nereme, ne olmuş?”

“Baksana göğsünün üstü kıpkırmızı.”

Sevin hemen koşup banyoda kendisine baktı. Evet o heyecanlı ve şehvet dolu dakikalardan bir kalıntıydı göğsünün üstündeki kızarıklık. Hemen kendini topladı, gülerek içeri girdi.

“Dedim ya sıcak çarptı galiba diye, bir an fena oldum ve düştüm o arada galiba bir yere çarptım.”

“Acıyor mu?”

“Yok hayır, farkında bile değilim. Saçların ve makyajın çok güzel olmuş.”

“Teşekkür ederim. Çok kalabalıktı ama Engin abi beni araya sıkıştırdı. Geliyor musun, istersen biraz uzan.”

“Yok geliyorum. Sen git, ben hemen geleceğim.”

Ekim odadan çıkarken Sevin’in kendi kendine gülümsediğini fark etti. ‘Dilerim bu kız çılgın şeyler tasarlamıyordur’ diye düşündü.
 

*

 
Biraz sonra Tahir Beyler de geldi. Balkonda çaylarını içtiler. Evde tatlı bir telaş vardı. Bu arada Ekim, Sevin’in bluzünü değiştirip daha kapalı bir şey giydiğini fark etti.

“Eee biz yavaş yavaş gitme programı yapsak fena olmayacak galiba. Ne dersiniz?”

“A ne güzel oturuyoruz, daha ne kadar oldu geleli?”

“Öyle söyleme Serminciğim. Sabih haklı, kim bilir gidince nelerle karşılaşacağız. Sizleri çok sevdik ama inanın evimizi de özledim.”

“Haklısın anneciğim. Gidelim ki babam işlerini bir an önce halledebilsin. Sonra da hop buraya.”

“Sen okuldan ve arkadaşlarından ayrılacağına hiç üzülmüyor musun?”

“Çok az. Artık beni Ekim’den ve bu ailemden kimse ayıramaz. Nasıl olsa konservatuara burada da devam edebilirim. Kim bilir belki burada da meşhur olurum.”

“Tabii ki, neden olmasın. Unutma, seni meşhur etmek için bekleyen menajerin bile hazır.”

“Ama o ikimizi birden meşhur etmek istiyordu.”

“Ne yapalım, artık seninle idare edecek.”

“Siz gitmeden tekrar tekneyle çıkalım. Hiç olmazsa ilk yaptığımız gibi Adalara kadar gider geliriz. Bir akşam mehtap gezisine çıkalım. Ne dersiniz kızlar?”

“Çok iyi olur babacığım. Sence de öyle değil mi Sevin?”

“Fark etmez. Önemli olan beraber olmak.”

Ekim içinden, ‘Hayret kaptanın yanına gitmek için atlamadı bizim kız’ diye düşündü.

“Hem sonra daha sırada gideceğimiz yerler var. Bir akşam Mehmetlere gidelim. Bir akşam Gürkanlara gitmemiz gerekir herhalde. En azından buralara gidelim. Aslında sizi göndermemek için bu listeyi daha uzatabilirim ama sonunda sizin gelişinizi yavaşlatmamak için burada kesiyorum.”

“Çok ömürsünüz azizim. Sağolun. Bakalım nasıl yapacağız. Bu olay benim kafamı fena meşgul etmeye başladı. Bir tarafta sizlerle beraber olmak, kızımızı hem kardeşinden hem anneannesinden ayırmamak için gelmemiz gerektiğini düşünüyorum, bir taraftan da yıllardır kurmaya çalıştığım sistemi dağıtmak hiç içime sinmiyor.”

“O zaman dostum, işyerini hiç bozma. Sen kendine burada güzel, istediğiniz gibi bir ev yaptır veya al. Orada işlerin başına güvendiğin birini oturtup sık sık seyahat et. Bu seyahatleri de işten çok gezi olarak düşünüp tadını çıkar. Siz sistemi oturtmuşsunuz zaten. Markanız da malum. İllaki senin işlerin peşinden koşmana gerek var mı? Biz artık bundan sonra hayatın tadını çıkaralım. Hem Ekim evlenince gelsin burada otursun. Biz de size yakın şöyle güzel bahçeli bir ev alalım, keyfini sürelim. Hatta keşke mümkün olsa da evlerimiz deniz kenarında olsa ve teknemiz de yanımızda olsa. Nasıl güzel olmaz mı?”

“Siz anlatırsınız da güzel olmaz mı? Ama bana öyle geliyor ki Servet Hanım sizi pek boş bırakacağa benzemiyor.”

“Elimizden geleni yaparız ama bu saatten sonra yoğun bir iş temposu hiç cazip gelmiyor bana. Ben daha yeni yeni işten uzaklaşmaya çalışıyorum. Hatta Sermin’i bile ikna etmeye çalışıyorum. Önceki emekli olup bir sahil kasabasına yerleşme hayâllerimiz biraz değişti ama ben iş hayatından uzaklaşmak istiyorum artık. Geçen yıllar bir daha gelmiyor. Geçenlerde çok güzel bir söz okudum. ‘Unutmayın, bugün, bundan sonraki hayatınızın en genç yaşındasınız’ diyordu. Çok beğendim inanın.”

“Hele bir evimize gidelim bakalım.”
 

*

 
Servet Hanım da erken geldi ve yemek yedim dediği hâlde masaya buyur edildi. Çok şık beyaz bir takım giymişti.

Yemekten kalkıp masayı beraberce toplamışlardı. Sermin Hanım artık hazırız diye koltuğa otururken kapı çalındı. Gürkan ve ailesi geldi. Ekim kalbinin inanılmaz hızlı çarpmasına hayret ediyordu. Eli ayağına dolaşmıştı. Gürkan’ın kollarına uzattığı çiçeği aldı. Nedim Bey’le Nazan Hanım’ı buyur ettiler. Nazan Hanım’ın elindeki çikolata kutusunu da Sevin aldı ve Ekim’e uzattı.

Hepsi çok şıktılar.

“İyi akşamlar.”

“Hoş geldiniz. Tanıştırmaya gerek var mı? Sanırım hepimiz ismen de olsa birbirimizi tanıyoruz. Sabih Bey’i, Seher Hanım ve kızlarını da sanırım Gürkan vasıtasıyle tanıyorsunuz. Ama ailemize yeni katılan Servet Hanım’ı sizlerle tanıştırabilmekten de mutluluk duyuyorum.”

“Servet Hanım, Gazeteci Nedim Onur Beyefendi ve eşi Nazan Hanımefendi.”

“Çok memnun oldum. Nedim Onur Bey’i yazılarından tanıyorum. Yıllar önce bir davette de sanırım tanışmıştık.”

“Bravo Servet Hanım. Yazın Holding’ti, değil mi?”

“Evet, buyurun lütfen.”

“Doğru söylüyorsunuz Tahir Bey. Sizlerle tanışmak çok güzel. Epeydir çocuklarımız beraber ve dolaylı olarak birbirimizi tanıyoruz. Ekim kadar güzel bir kızımız olması da çok güzel. Bir oğlum daha olsa sizi de kaçırmazdım güzel kız.”

Sevin her zamanki rahat haliyle, “Ben de sizin gibi bir kayınvalidem olsun isterdim. Neyse artık Ekim’in kayınvalidesiyle idare edeceğiz. Oh cümleyi doğru söyledim, değil mi Ekim?”

Sevin’in bu samimiyetle söylediği sözler ortamı bir anda ısıtıverdi. Sanki kırk yıllık dostlar gibi konuşmaya başladılar. O kadar sıcacık bir sohbet vardı ki nihayet Gürkan annesine işaret etmek zorunda kaldı.

“Gördüm oğlum, gördüm. Dur anneni sıkıştırma. Önce havayı ısıttık ki kızı alamamak gibi bir tehlike kalmasın.”

“Ha ha ha. İlahi Nedim Bey, çok hoşsunuz. Zaten bizim böyle bir yetkimiz ve de etkimiz yok ki. Neticede karar merci gençler.”

“Rica ederim Tahir amca. Öyle şey olur mu?”

“Olur oğlum, olur. Biz seni zaten oğlumuz olarak kabul ettik. Ama prosedürü yerine getirelim bakalım.”

Nedim Bey gülerek döndü, “Çok doğru söylüyorsunuz. Artık konuya geçelim” dedi.

“Benim bir ricam var. Biz kızımızı verdik ama ailenin en büyüğü olarak kızımızı Servet Hanım’dan istemenizi rica ediyorum.”

“Memnuniyetle.”

“Hanımefendi. Her ne kadar sizi yeni tanıyor olsak da kızımızı hayli zamandır tanıyor ve çok seviyoruz. Klişe sözleri söylemek istemiyorum. Kısmetse, kızınız Ekim’i oğlumuz Gürkan’a istiyoruz.”

“Evet sizin de söylediğiniz gibi ben olaya geç dahil oldum ama görüyorum ki sizler zaten çok iyi anlaşıyorsunuz. Bu durumda bana ‘Hayırlı olsun’ demekten başka söz düşmüyor.”

“Çok teşekkür ederiz ama ben sözlerime devam etmek istiyorum. Oğlum Gürkan, en kısa zamanda askere gitmeye karar verdi ve bugün askerlik şubesine gitti. 20 gün sonra oğlumu kısa dönem askere göndereceğiz. Biraz da bu nedenle biz bu akşam nişan da takmak istiyoruz. Ama lütfen yanlış anlaşılmasın. Bu, Gürkan’ımızın isteği. Bir oldu bitti gibi algılamayın lütfen.”

“Ben böyle bir şeyi bekliyordum zaten. Çok da güzel olur. Hayırlı uğurlu olsun.”

Gürkan hemen cebindeki yüzükleri çıkarttı. Ayağa kalkıp Ekim’in önüne gelerek, ellerinden tutup ayağa kaldırdı.

“O zaman yüzükleri de tabii sizce de uygunsa, kızımızın da baba dediği Sabih Bey taksın.

“Azizim, Nedim Bey taksaydı keşke.”

“Rica ederim. Tahir Bey çok haklı. Maksat bir aile büyüğü taksın, değil mi?”

“Çok heyecanlandım. Konuşmak istiyorum ama sözcükler boğazımda düğüm düğüm. Ben sizleri kutluyorum. Daima mutlu olun çocuklar.”

Ekim parmağına takılan yüzüğe baktı. Alyansın üstünde Gürkan yazıyordu.

“Çok beğendim aşkım.”

“Çocuklar, eğer nişan olursa diye yanımda getirdiğim hediyemi vermek istiyorum ben de.” Nazan Hanım ayağa kalktı ve çok zarif bir kolyeyi Ekim’in boynuna taktı. Servet Hanım da ayağa kalkıp genç kızın parmağına çok zarif incili bir yüzük taktı.

“Ben nişan olacağını bilmiyordum ama, bu da benden küçük bir hatıra olsun. Seni bulduğum anda böyle bir mutluluğuna tanık olmak çok güzel. Oğlum kutlarım, mutluluğunuz ömür boyu sürsün.”

“Teşekkür ederim Servet Hanım.”

“Lütfen anneanne deyin çocuğum. Çok mutlu edersiniz beni.”

“Peki anneanne.”

Sevin bu arada Tahir Bey’in longplaylerinden birini pikaba koymuştu bile. Ortalığı nefis bir müzik doldurdu.

“Hadi bakalım ilk dansınızı yapın.”

“Aşkım nihayet. Şimdi ikimizi bir bütün olarak düşünmek daha kolay. Çok mutluyum. Beni bu kadar mutlu ettiğin için sana teşekkür ederim.”

“Gürkan, bana askerlik işini söylememiştin. Sürpriz oldu.”

“Seninle konuştuktan sonra gittim şubeye. Baktılar çok hevesliyim hemen aldılar beni.”

“Şaka mı bu?”

“Hayır değil sevgilim. Meğer tam zamanıymış. Yani 4,5 ay sonra askerden gelmiş olacağım.”

“Nereye gideceksin?”

“Ankara’ya. Yani hiç yabancılık çekmeyeceğim. Ama senin yüzündeki bu hüzün bulutlarını görmek istemiyorum.”

“Ne bileyim, birden çok şaşırdım. Bu kadar çabuk gideceğine göre hazırlıkları sen gelince yaparız, olmaz mı?”

“Bana kalsa olmaz ama seni daha fazla sıkıştırmak istemiyorum.”

“Bugün babam, evlenince Ekimler gelsin burada otursun dedi. Aslında onlar Sabih babayla konuşuyorlardı ama ben işittim.”

“Nasıl yani? Kendileri nerede oturacak?”

“Sabih babaların alacakları eve yakın biz de bir ev alırız, bahçeli falan, hatta deniz kenarı olursa daha da iyi olur, diye konuşuyordu babam.”

“Ne kadar güzel olur.”

“Ama bu öyle çok çabuk olamaz ona göre.”

“Hiç belli olmaz. Nasıl yüzükleri beğendin mi?”

“Çok beğendim, bakayım seninkine.”

“Senin ismin daha kısa olduğu için benimki daha sade.”

Alyansların üst tarafında imza gibi verev ve el yazısıyla yazılmış isimleri çok güzel duruyordu.

“Modeli çok hoş. Nerede gördün? Ya da gördün mü yoksa sen mi çizdin?”

“Ben çizdim canım, kuyumcu arkadaşım da yaptı. Başka yapmayacağına dair söz aldım.”

“Çok hoşsun. Hadi artık oturalım. Baksana herkes dans etmeyi özlemiş. Hepsi dans ediyor.”

“Evet Sevin de görevini iyi yapıyor.”

“Size bir teklifim var. Madem bu akşam bir kutlama yapamadık. Şayet herkes müsaitse yarın akşam teknede bir mehtap turuyla kutlama yapalım.”

“A ne güzel olur ama böyle aniden.”

“Ben çok mutlu olurum, ben varım.”

Bunu söyleyen Servet Hanım’dı. Nazan Hanım ve Nedim Bey de akşam müsaitlerdi. Akşam saat sekizde buluşmak üzere sözleştiler.
 

*

 
Önce Gürkan ve ailesi kalktılar. Onları yolcu ettikten sonra Servet Hanım ayağa kalktı.

“Ben bir şey söylemek istiyorum ama sizleri rencide etmekten korkuyorum.”

“Rica ederiz, buyurun Servet Hanım.”

“Yarın akşamki daveti ben organize etsem.”

“Lütfen sadece aile arasında bir kutlama yapacağız zaten.”

-Tamam ben de aşırı bir şey söylemiyorum zaten. Bizim organizasyon şirketinin düzenlemesini sağlayacağım sadece. Söz veriyorum çok sade bir şey olacak. Ufak bir yemek sadece. Ama Ekim sen Gürkanları arayıp yemeği haber vermeyi ihmal etme istersen. Mehtap turu dedik, yanlışlık olmasın.”

“Merak etmeyin, ben hemen haber veririm.”

“Ben hazırlardım Servet Hanım.”

“Senin yemeklerini daha çok yiyeceğiz Hacer Hanım. Yarın akşam kızımızın kutlamasını sen de rahat rahat yaşa. Artık bana müsaade.”

Servet Hanım da gittikten sonra Sevin, Ekim’in yanına gelerek alyansını ve hediyeleri inceledi.

“Yüzüğün ne kadar güzel. Gürkan çok zevkli bir erkek. Çok şanslısın. Allah bir tane de bana göndersin.”

“Sen çılgınsın. Bu kadar çok ararsan yakında bulursun.”

“Ben balkona hava almaya çıkıyorum, geliyor musun?”

“Biraz Hacer Teyzeye yardım edeyim. O da iyi yoruldu bugün.”

“Çıkın kızım siz balkona, ben yardım ederim Hacer Hanım’a.”

Sevin balkona çıkar çıkmaz tekneye doğru baktı. Teknede hiç ışık yoktu. ‘Acaba bu kadar erken yattı mı?’ diye düşünürken sahilde yürümekte olan Ediz’i gördü. Belli ki bir yerlere gitmiş dönüyordu.

“Bak Ekim, kaptan dışarı çıkmış. Geri dönüyor herhalde.”

“A evet ben geçen gece de geç saatte onun geri dönüşünü gördüm. Kim bilir nerelere takılıyor?”

“Güzel kızların olduğu yerlere gittiği kesin.”

“Neden olmasın? Neticede yalnız ve bekar bir erkek.”

“Gürkan böyle yerlere gitse bozulmaz mısın?”

“Bozulurum tabii ki ama o artık bekar bir erkek sayılmaz.”

Ekim böyle söyleyerek parmağında yüzük olan elini kaldırarak alyansına baktı.

“Hadi artık yatalım. Benim için çok yoğun bir gündü.”

“İnan benim içinde öyleydi.”

“Şaka mı yapıyorsun, bütün gün tembel tembel yattın. Biraz dışarı çıkmışsın onda da fenalaşıp geri gelmişsin.”

Sevin içinden güldü. ‘Sen benim bugün ne yaptığımı bir bilsen benimle böyle konuşmazsın bile’ diye düşündü.
 

*

 
Ediz kamarasına girdi. Kızları balkonda görmüştü. Ama gördüğünü belli etmeden tekneye çıkmıştı. Aslında kendisine hem kızıyor hem de kendi kendine çok ucuz atlattığını düşünüyordu. Sevin öyle büyük bir teslimiyetle yatarken onu nasıl bırakabildiğine şaşırıyordu. Genç kadın bir ateş topuydu adeta. O güzel dakikalara nasıl son verdiğine hâlâ hayret ediyordu. Ama neredeyse o anda Ekim’in sesini duymuştu. Ne Sevin’e ne de ailesine böyle bir şeyi yapamazdı ama şimdi garip bir şekilde pişmanlık duyuyordu. Maalesef genç kadını bir daha kollarına alma şansını yitirmişti. Nedenini bile açıklayamadan gitmişti Sevin. Halbuki ona kendisini çok sevdiği için bunu yapamayacağını söylemeliydi. Kafasında düşünceler tam bir karmaşa içindeydi. Soyunup yatağa girdi. Epey sonra ayak sesleri duydu. Herhalde Yavuz geldi diye düşünerek, ses çıkartmadan yatmaya devam etti.

Sabahleyin uyandı ve güverteye çıktı kaptan.

“Günaydın abi. Nasılsın? Beni aradın mı dün? Bütün gün yalnızdın.”

“Tabii ki aradım, sıkıldım ama ne çare. Senin günün nasıl geçti? Bayağı geç geldin akşam.”

“İyiydi. Akşam da bir yerlere gittik. Galatasaray, çiçek pazarı gibi. Sonra o beni bıraktı.”

Yavuz yerleri paspaslarken yerde bir bileklik buldu.

“Abi, bak ne buldum. Bir bileklik. Dün kimse geldi mi tekneye?”

“Yoo kimse gelmedi. Belki daha önceden kalmıştır.”

“Yapma abi ben her gün pas pas yapıyorum. Şimdiye kadar yüz kere bulurdum. Neyse ben Ekim Hanım’a sorarım görünce.”

“Gerek yok. Koy oraya şayet onlarınsa alırlar.”

“Valla abi sen akşamdan kalmasın herhalde onlarınsa ne demek? Yoksa sen akşam tekneye kız mı attın?”

“Saçmalama oğlum.”

Yavuz bilekliği cebine koydu. Öğlene doğru Tahir Bey arayıp akşamki daveti söyledi.

“Yavuz akşama davet var teknede ama biz hiçbir hazırlık yapmayacağız. Catering şirketi getirecekmiş yiyecekleri.”

“Tamam abi. Ben ortalığı düzenlerim. Ne zaman geleceklermiş?”

“Öğleden sonra şirketten geleceklermiş. Fark etmez be oğlum. Nasıl olsa biz buradayız. En çok sahile çıkarız.”
 

*

 
Sevin evde bilekliğini arıyordu. Tahir babanın hediyesi olmasa bu kadar ısrarla aramayacaktı ama yokluğu kolunda hemen fark edilirdi. Zira Ekim koluna taktığından beri hiç çıkarmamıştı. Herhalde tekne de ya da yolda düşürdüm diye düşünüyordu.

Herkes evdeydi. Bütün gün tembel tembel oturdular. Biraz akşamın dedikodusunu yaptılar, biraz Servet Hanım’ın anlattıklarını ve de en çok gelecekle ilgili hayâllerini konuştular. Sabih Bey, düzenini hiç bozmadan gidip gelerek işlerini yürütmeye hemen hemen karar verdi. Öylesine kendilerini kurdukları hayâllere kaptırdılar ki ertesi günü Silivri ve çevresine gidip araştırma yapmaya karar verdiler.

“İnanamıyorum, benim babam bir şeyi günler, pardon aylar boyunca düşünmeden gerçekleştirmezken, şimdi hop her şey oluyor. Ben yetişemiyorum.”

“Ne yapalım kızım. Baksana hayatımız ne kadar hızlı değişti. İnsan ister istemez ayak uyduruyor bu tempoya. Hem bu kadar hızla hareket etmesek sen kardeşinden ayrılabilecek misin?”

“Yok asla. Artık onsuz olamaz. Değil mi Ekim?”

“Aynen kardeşim. Ben sensiz ne kadar yarım olduğumu seni tanıyınca keşfettim.”

“Şişt bunu enişte duymasın. Senin diğer yarın o değil mi?”

“Sevin, muzırlık yapma. Ne demek istediğimi en iyi sen biliyorsun.”

“Şaka yaptım, kızma. Ben de sensiz olmak istemem artık.”

“İşte ben de bunun için acele çözüm bulmaya çalışıyorum.”

“Biliyorum babacığım, kızma. Ben böyle dolu ve hızlı yaşamayı çok daha sevdim.”

“İşte hızlı yaşamayı sevdiğin kadar, dilini de hızla düzeltsen çok iyi olacak. Ama bu konuda hata bizde. Biz seninle çok az Türkçe konuşuyorduk, aslında iyi bile konuşuyorsun. İyi ki o Türk filmlerini bol bol seyretmişiz.”
 

*

 
Öğleden sonra kıyıya bir minibüs yanaştı. Önce telefonla kaptanı aradılar. Allah’tan komşular iki gündür yoktu da O Gün’ü kıyıya yanaştırabiliyorlardı. İki delikanlı bütün kolileri, kutuları tekneye taşıdılar. Ardından da taşıdıklarını yerleştirmeye başladılar.

“Siz bayağı bir şeyler getirmişsiniz. Gerçi Tahir Bey 13 kişiyiz dedi ama. Bizim yapabileceğimiz bir şey olursa Yavuz’a söyleyin lütfen. Ben biraz dinlenmek istiyorum.”

Ediz yatağa uzandı. Dünü düşünerek derin bir uykuya daldı. Uyandığında yukarda sesler vardı. Acele giyinip yukarı çıktı. Tahir Beyler ve Sabih Beyler gelmişlerdi.

“Hoş geldiniz. Kusura bakmayın. Dün gece pek uyuyamadım. Uzanmıştım, uyuyakalmışım.”

“Keyfinize bakın Kaptan. Bu akşam burada bir nişan kutlaması yapacağız.”

“Hayırdır, yoksa Ekim Hanım’la Gürkan Bey mi?”

“Aynen öyle. Aslında yüzükleri dün akşam taktık da bu akşam kutlaması kaldı.”

“Çok güzel efendim. Gerçi bize hiçbir iş bırakmamışsınız ya. Tebrik ederiz.”

“Teşekkür ederiz. Organizasyonu kızların anneannesi üstlendi. Onun için biz de hiçbir şey yapmıyoruz.”

“Biz Sabih’le önden geldik. Hanımlar, Servet Hanım’ı yani kızların anneannesini bekliyorlar. Daha sonra da Gürkanlar gelirler herhalde ama onların gelişini beklemezler. Nasıl olsa Gürkan biliyor tekneyi.”

“Tahir, kaptan ve kardeşi bizim ailenin bir ferdi gibi oldular. Biraz durumlardan bahsetsek mi?”

“Çok haklısın Sabih. Durum biraz tiraji komik zira. İkiz kardeşler var ama ayrı anne babalar var.”

“Nihayet Tahir Bey, ben meraktan ölüyorum aslında.”

“Yavuz!”

“Ne yapayım abi. Doğruya doğru. Bir su damlası kadar birbirine benzeyen iki kardeş ama ikisi de anne ve babalarına benzemiyorlar. Merak etmekte haksız mıyım?”

“Bu bizim üstümüze vazife değil.”

“Yok kaptan, durumu kısaca size anlatmamız daha uygun olacak” deyip hikâyeyi bilmeleri gerektiği kadarıyla anlattı.

“Bizi, kendinize bu kadar yakın bularak bu ailevi durumunuzu paylaştığınız için teşekkür ederiz. Gerçekten çok ilginç bir olay.”

“Film gibi Tahir Bey. Tevekkeli 2 kardeş bu kadar aynı ama bu kadar ayrı. Tabii biri Türkiye’de, diğeri Amerika’da yetişince böyle oluyor demek ki.”

Yavuz’un açıkça söylediği bu samimi düşünce hepsinin gülmesine neden oldu. O arada hanımlar da geldiler.

Hepsi tekneye çıktıktan sonra Sabih Bey, kaptanı ve Yavuz’u, Servet Hanım’la tanıştırdı.

“Kızlar, görüyorum ki Ediz kaptan ve Yavuz çok yakışıklı erkekler. Bunu söylemekteki amacım, babanız da en az onlar kadar yakışıklı idi. Herkesin ilgisini çekerdi. Keşke sizin bu yaşlarınızı görebilselerdi. Neyse konuyu kapatıyorum. Sadece bir an o günlere gittim. Bu arada kaptan ve kardeşini biraz mahcup ettiğimi görüyorum ama beyler siz zaten yakışıklılığınızın farkındasınızdır herhalde. Bunu benim yaşımda bir hanımdan duymak hoşunuza gidebilir ancak.

“Teşekkür ederiz, çok naziksiniz Servet Hanım.”

“Bu arada Sevin’in hazır cevaplılığı ve açık sözlülüğünü de kimden aldığı belli oluyor, değil mi arkadaşlar?”

“Çok haklısın Seher.”

“Size ne ikram edelim?”

Bunu görevli gençlerden biri sormuştu.

“Vallahi hafif bir şeyler içebiliriz konuklar gelene kadar. Ne dersiniz hanımlar?”

“Çok güzel olur. Madem bir kutlama yapıyoruz. Kaptan gerekli hazırlıklar tamam, öyle değil mi? Şöyle çıkıp bir tur yapsak hiç fena olmaz.”

“Biz her zaman hazırız Tahir Bey, siz hiç merak etmeyin.”

Daha ilk yudumlarını almışlardı ki büyük bir şans eseri hemen yakına arabalarını park ederek Gürkanlar da geldiler. Üçü de çok rahat ama bir o kadar da şık kıyafetlerle gelmişlerdi.

“Bakın iş resmiyete dönünce hemen kaynaşmaya başladık. Aylar hatta yıllardır bir türlü tanışamadık da şimdi 2 akşam üst üste beraberiz.”

“Çok haklısınız Nazan Hanım. Hoş geldiniz.”

“İyi akşamlar. Gürkan tekne aldığınızdan bahsetmişti ama bu kadar büyük ve güzel bir şey düşünememiştim doğrusu. Hayırlı olsun. Bol geziler diyeyim bari.”

“İnşallah. Yeriniz her zaman hazır Nedim Bey. Ben en kısa zamanda kendimi ve eşimi emekliye ayırmak istiyorum. Yani biz hep hazır olacağız. İnşallah Sabihler de en kısa zamanda bize katılacaklar. Yani, siz müsait olduğunuz zaman haydi deyin denizlere yelken açalım.”

“Çok sağ olun Tahir Bey. İnşallah. Biz zaten emekli sayılırız. Belki biliyorsunuz ben gazeteye pek gitmiyorum. Nazan’ın işleri benden daha yoğun. Doğrusu deniz kokusu çok iyi geldi.”

Büyükler kendi aralarında konuşurken Ekim Gürkan’ın yanına gitti.

“Hoş geldin aşkım.”

“Hoş buldum sevgilim. Çok güzelsin her zamanki gibi.”

“Nasıl geçti günün?”

“Bütün gün tebrik kabul ettim. Parmağımdaki yüzüğün bu kadar dikkat çekeceği hiç aklıma gelmezdi. Tabi, çocuklar niye haber verilmedi acaba diye sitem ettiler ama nasıl, kızı daha istemeden elimize alyanslarımızı alıp gittiğimizi anlatınca hak verdiler. Yani ben bütün gün uçtum. Sen nasılsın?”

“Biz sabahtan beri hayâllerimizle yaşadık.”

“Nasıl yani, ne hayali bu?”

“Yarın hep beraber, yani annemler ve Seher anneler hep birlikte Silivri ve civarına araştırma yapmaya gidiyorlar. Her şey bu kadar hızla gelişirken yarın Sabih Babalar bir çiftlik ya da büyük bir ev bulup alırlarsa hiç şaşırmayacağım.”

“Ee kararını verdi mi Sabih Bey?”

“Hemen hemen. İşini orada hiç bozmamaya karar verdi denilebilir. Bu zamanda ben işlerimi böyle de halledebilirim diye düşünmeye başladı. Ama sık sık seyahat edecek. Tabii oradaki evi de kapatmayacaklar. Yani Seher anneyle birlikte gidip gelecekler.”

Onlar böyle baş başa vermiş konuşurlarken yanlarına Yavuz geldi.

“Affedersiniz Ekim Hanım. Ben bu sabah yerleri pas pas yaparken bu bilekliği buldum. Herhalde sizin veya Sevin Hanım’ın.”

Ekim, Yavuz’un elindeki bilekliği eline aldı.

“Teşekkür ederim Yavuz. Ben alayım. Sağ ol.”

Ekim bilekliği eline aldığı anda kafasına türlü düşünceler hücum etti. Bu bileklik dün sabah Sevin’in kolundaydı. Zira kuaföre beraber gidelim, manikür yaptırırsın dediğinde boncuklardan biri düşmüş zannedip dikkatle bakmıştı kardeşinin koluna. Sonrasında yürüyüşe çıktığını söylemişti demek ki dün Sevin tekneye gelmişti ve Yavuz’un teknede olmayacağını biliyorlardı. Birden Sevin’in göğsünde gördüğü kırmızılık aklına geldi ve ter içinde kaldı. Bu deli kız bunu yapmış olabilir miydi?

“Ne oldu Ekim? O Sevin’in bilekliği herhalde, seninki kolunda olduğuna göre.”

“Evet, herhalde Sevin düşürdü. Neyse hadi annemlerin yanına gidelim.”
 

*

 
Herkes birileriyle sohbete dalmıştı. Tatlı bir esinti vardı. İnsana huzur veriyordu adeta ama bu anlarda Ekim hiç de huzurlu değildi. Bir ara kardeşine işaret edip ön tarafa yürüdü.

“Ne oldu Ekim? Bir şey mi söyleyeceksin?”

“Evet Sevin, bilekliğin nerede?”

“Sabahtan beri onu arıyorum, herhalde bir yerde düşürdüm. Çok üzüldüm ama bir türlü bulamadım.”

“Bilekliğin bende, al.”

“Aa harikasın, nerede buldun?”

“Ben bulmadım, Yavuz verdi. Bu sabah temizlik yaparken yerde bulmuş. Belki başka yerde bulmuştur da bana öyle söylemiştir, o kadarını bilmiyorum. Sen ne zaman geldin buraya?”

Sevin önce bir duraladı ama kaçacak yeri olmadığı için doğruyu söylemeyi tercih etti.

“Dün ben buraya uğradım, kaptanla biraz lafladık, sanırım o zaman düşürdüm.”

“Ama bize bunu hiç söylemedin.”

“Çok kısa kaldım, unuttum herhalde.”

“Bu kadar mı?”

“Ne olabilir ki Ekim? Saçmalama kardeşim.”

“Umarım öyledir. Geçen gün söylediklerine istinaden sana inanmak istiyorum.”

“Ne dediğini pek anlamadım ama istersen kaptana da sorabilirsin.”

“Bunu asla yapmayacağımı biliyorsun. Neyse tak koluna bilekliğini. Hadi arka tarafa geçelim.”

Sevin içinden ‘Neyse kolay atlattım’ diye düşünüyordu ama aslında Ekim hiç de rahatlamamıştı ama daha fazla karışmaya hakkım yok diye geçirdi içinden. Bu gibi konularda Sevin’in ne düşündüğünü az çok öğrenmişti. Zaten kaptana biraz dikkat edersem neler olduğunu belki anlayabilirim diye düşündü.

Biraz sonra kaptan, Ekim ve Gürkan’ın yanına gelerek onları tebrik etti.

“Sizin adınıza çok sevindim. Mutluluklar diliyorum. Bu arada askere gideceğinizi de öğrendim. Şimdiden hayırlı teskereler dileyeyim de çabuk bitsin.”

“Çok teşekkür ederiz kaptan. Evet askerlik evlenmemize engel teşkil etmesin diye bir an önce halledeyim diye düşünüyordum, yakında da gidiyorum.”

“Merak etmeyin Gürkan Bey. Kısa dönem askerlik inanın çabuk bitiyor. Tecrübeli biri olarak konuşuyorum.”

Bu arada yanlarına Yavuz da gelmişti.

“Tabii tabii kaptan çok iyi bir askerlik yaptı. Bir gitti bir geldi. Arada hiçbir izin kullanmadı.”

“Ama inanın o zaman daha rahat geçiyor. Bir arkadaş vardı, yeni evliydi. Devamlı izin peşinde koşardı. Askerde geçirdiği her dakika ona işkenceydi. Sanki yıllarca askerlik yapmış gibi yıprandı. Bana inanın Gürkan Bey, izin yapmazsanız askerlik daha rahat geçiyor. Bari her gidiş gelişte adaptasyon sorunu yaşamıyorsunuz.”

“Ne dersin Ekim, hiç gelmeden bitireyim mi askerliği?”

“Buna sen karar ver Gürkan. Böyle dinlerken çok mantıklı geliyor ama orada sen neler hissedersin ben bilemem ki.”

“Neyse ona gidince karar verelim. Ben Ekim’den o kadar ayrı kalabileceğimi sanmıyorum ama zaman kazanmak açısından çok mantıklı geliyor kulağa.”

Ekim bütün bu konuşmalar süresince kaptanı inceledi. Kaptan asla gözlerini kaçırmıyordu. Halbuki minicik bir buse için bile Ekim’in yüzüne bakamamıştı. Bir taraftan böyle düşünüyor bir taraftan da ‘Ama o zaman ben yakalamıştım. Şimdi haberim olduğunu bilmiyor’ diye geçiriyordu kafasından. ‘Bu sorun aslında Sevin’i ilgilendirir, umarım ne yaptığının farkındadır’ diye düşünerek akşamın tadını çıkartmaya karar verdi.
 

*

 
Hazırlanan yemekler genelde zeytinyağlı idi. Açık büfe hazırlanan masadan herkes tabağına yiyeceklerini alıp rahat minderlere veya koltuklara oturdu. Sonra garsonlar ara sıcakları taze taze getirdiler. Hepsi çok güzeldi.

“Servet Hanım, gerek servis gerekse yemekler harika. Bu sizin çalıştığınız bir catering şirketi mi?”

“Hayır Sabih Bey. Bizim organizasyon şirketimiz var. Malum bu kadar büyük olunca, davetler, kokteyller hiç bitmiyor. Biz de böyle bir şirket kurarsak kendi işimizi de böylece hallederiz diye düşündük ama o kadar başarılı oldular ki bazen bizim davetlerimizi yine dışarıdan birilerine yaptırmak zorunda kalıyoruz. Tabii ben bunları asistanımdan öğreniyorum. Yoksa bu kadar uzak durmaya çalışırken her şeyi bilebilmem mümkün değil. Yemekleri nasıl buldunuz, özellikle şimdi gelen etleri? Ne de olsa bu konuda uzman sizsiniz.”

Yemek faslı da bittikten sora, gelen istekler üzerine Sevin, kaptanın gitarını eline aldı ve uzun bir müzik ziyafeti çekti konuklara.

“Ekim haydi sen de bir parça söyle. Gezide ne güzel söylemiştin.”

“Hadi Ekim ben de duymak istiyorum. Bak annemler de senin sesini duysunlar. Her zaman bu fırsat ele geçmez.”

“Ben utanırım.”

“Yapma Ekim, şurada ailece eğleniyoruz.”

“Hadi kızım. Benim için büyük sürpriz. Kardeşinin müzikle iç içe olduğunu öğrendim ama seni de dinlemek çok hoşuma gidecek.”

“Ben ancak kaptan söylerse ona eşlik edebilirim.”

“Hadi kaptan top size geldi.”

“Hay hay, Ekim Hanım’a eşlik etmek zevktir. Hangi şarkıyı söyleyelim?”

“Ama sorulur mu bu? Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık.”

“Tamam o halde.”

Önce kaptan bir iki satır söyledi. Sonra Ekim de katıldı. Tabii arkasından hep birlikte söylemeye başladılar.

Sonra kaptan Firuze’yi çaldı, Ekim tek başına şarkıyı söyledi. Şarkının sonunda büyük bir alkış aldı Ekim.

“Ben kıskanırım ama ben o kadar şarkı söyledim ama beni bu kadar alkışlamadınız niye?”

“E kızım sen bu işin eğitimini alıyorsun, seninki normal de Ekim sürpriz yapıyor. Ekim’i hakimlerin savcının karşısında şarkı söylerken düşünsene.”

“Çok güzel sesin varmış canım torunum. Aslında normal galiba hem anne müzikle o kadar ilgili olup hem baba müzisyen olunca böyle oluyor demek.”

“Gerçekten çok beğendim Ekim. Keşke fırsatın olsa da sen de biraz müzik eğitimi alsan. Enstrüman çalıyor musun?”

“Hayır efendim. İlkokulda bir ara merak sarmıştım ama sonra unuttum gitti.”

“Vallahi bir gitar ya da piyano dersi alsan ve bizlere böyle arada bir müzik ziyafeti verseniz ne iyi olur. Değil mi Nedim?”

“Çok haklısın karıcığım. Ama tahsili bir hayli ağır. Belki sonra Sevin ona hocalık yapar.”

“Seve seve. Ne güzel olur. Beraber şarkılar söyleriz.”

Bu arada aileler sanki dün akşam tanışmamışlar da çok eski dostlarmış gibi sıcacık sohbetlerle akşamı sürdürüyorlardı. Sonra Ediz güzel bir cd koydu. Ortalık nefis bir melodiyle doldu.

“Mademki bu bizim nişan kutlamamız o zaman ben de güzel nişanlımı dansa kaldırırım. Benimle dans eder misin canım?”

Ekim’le Gürkan’ın arkasından önce Tahir Bey karısını kaldırdı arkadan Nedim Bey, Nazan Hanım ve Sabih Bey ve Seher Hanım dansa kalkınca Servet Hanım’la Sevin yalnız kaldılar. Bunun üzerine Tahir Bey, “Haydi Beyler, Kaptan, Yavuz. Bu iki güzel hanımı ortada mı bırakacaksınız. Biraz ayıp olmuyor mu?”

Kaptan Servet Hanım’ın yanına giderek, “Hanımefendi, bu dansı bana lütfeder misiniz?” diye sordu.

“Memnuniyetle kaptan.”

Yavuz’da Sevin’e yaklaştı. “Benimle dans eder misiniz Sevin Hanım?”

“Tabii ki Yavuz çok sevinirim.”

Bu dansı başka danslar takip etti. Eşler değişti dans devam etti ve nihayet Kaptan Sevin’i dansa davet etti.

“Benimle dans eder misiniz Sevin Hanım?”

“Bunu bana mı soruyorsunuz?” Sevin bunu çok alçak sesle söylemişti ve çok anlam yüklüydü ama kimsenin bir şey anlamaması için yüzünde çok sevimli bir tebessümle söylenmişti bu söz.

“Lütfen hem bu arada size söylemek istediklerim olduğunu da açıklama fırsatım olur.”

Sevin kalkarak kaptanın kollarının arasında dans etmeye başladı ama ikisi de son derece heyecanlanmışlardı. İkisinin de aklında dün vardı.

“Sevin Hanım sizinle mutlaka konuşmam lazım.”

“Konuşacak bir şey kaldı mı ki?”

“Evet açıklama yapmak istiyorum.”

“Ama ben istemiyorum. Siz söylemek istediğiniz şeyi dün söylediniz.”

“Lütfen burada konuşmayalım. Ekim Hanım bize bakıyor.”

“Konuşacak bir şey yok. Teşekkür ederim, oturalım mı?”

“Peki Sevin Hanım. Teşekkür ederim yani dans için.”

Ediz kendini çok kötü hissediyordu. Sevin’in dünkü olaydan ne anlamlar çıkardığını tahmin edebiliyordu, çok üzgündü. Onu bu kadar severken, uzak durmak çok zordu. Artık bu deli dolu, hırçın kıza âşık olduğunu biliyordu. Hem de bu sefer sevmenin ne demek olduğunu çok iyi anlıyordu. Daha önce sevdiğini zannederken yaşadıklarıyla ilgisi yoktu bu hissettiklerinin. Sevin’le bakışları karşılaştığında bile kimyası değişiyordu. Ve düne, sadece onu sevdiği için yapamadıklarına kızgındı. Belki de her şey çok başka olacaktı. Sevin’i çözebilmiş değildi ki. Ama onun da heyecanlandığını sıklaşan nefes alışlarından anlamıştı. Söylediği kadar duyarsız olsaydı, heyecanlanması için sebep de olmazdı diye düşünerek umutlanmaya devam etmesini söylüyordu iç sesi.

Sevin kızgındı ama aslında Ediz’in neler söylemek istediğini çok merak ediyordu. Sadece onu biraz daha üzmekti maksadı. Tanıdığı Ediz ne yapıp eder onunla konuşmayı becerirdi. Nasıl olsa en azından birkaç gün daha buradayız, beklerim diye düşünüyordu.

Servet Hanım, etrafını seyrederken, bir taraftan da düşünüyordu. Holdingteki avukatlara talimatlar vermiş, torunları için neler yapabileceğini araştırmalarını istemişti. Onları sıkmadan, bunaltmadan ve asla ailelerini dışlamadan neler yapılabileceğini çok merak ediyordu.

Gürkan’ı ve ailesini de çok beğenmişti. Gürkan şimdiden kendine bir kariyer edinmişti. Gelmeyi kabul ederse askerlik dönüşü şirketlerin birinde ya da Holdingte çalışmasını çok isterdi ama son karar tabii ki kendilerinindi. Ne tuhaf diye düşünüyordu bir yandan da, daha iyi eğitim alması için aileler çocuklarını yurt dışına gönderirken, Sevin zaten o imkana sahipken buraya dönmek istiyor. Bu düşünce ile yüzünde bir tebessüm oluştu. Bu da kendisini çok sevindiriyordu, yeni bulmuşken torununu, uzaklarda olmasını hiç arzu etmezdi.
 

*

 
“Nedim, oğlumuz bize ne kadar harikulade bir gelin buldu. Ve ailesi, ben tek kelimeyle hepsini çok sevdim.”

“Çok haklısın Nazan. Hepsi de harika insanlar. Ben Tahir Bey’le çok iyi anlaşacağımıza eminim. Şimdiden birçok ortak nokta bulduk.”

“Ekimciğim, Nedim’le sizi konuşuyoruz. Sizleri tanımak çok güzel. Seni zaten çok seviyor ve beğeniyorduk ama ailen ve dostlarınız hepsi harika insanlar. Senin oğlumla evlenmen inan bizi çok mutlu edecek.”

“Çok teşekkür ederiz. İnanın bizler de sizleri çok sevdik. Ekim’in yerine ben cevap veriyorum ama biraz önce, biz de karımla aynı şeyi konuştuk. Biz de Gürkan’ı çok seviyoruz. Zaten o bizim ailemizin bir ferdi gibi uzun zamandır. Şimdi her şey çok daha güzel olacak.”

“Umarım askerlik dönüşü yuvalarını kurarlar. Gerçi gençler ne düşünüyor kesin olarak bilmiyorum ama Ekim’in oğlumuza iyi geldiğini biliyoruz en azından. Şayet Ekim okulunu bitirmek isterse çok beklemeleri gerekecek. Neyse biz bu konuları onlara bıraksak daha iyi galiba.”

“Anneciğim, benim bu konuda ne düşündüğümü siz biliyorsunuz. Ben Ekim’i ikna etmeye çalışıyorum. Ama esas karar verecek olan Tahir amcayla Sermin teyze. Pardon, Tahir babayla SerminaAnne demem daha doğru galiba.”

“Ah ne kadar güzel. Sağ ol oğlum. Bunu tekrar uzun uzun konuşalım.”
 

*

 
Artık yola çıktıkları yere yani eve gelmek üzereydiler.

“Ekim, Sevin; benim sizlerle ve ailelerinizle konuşmam gereken konular var. Bunun için zamanı siz belirleyin. Sabih Beyler gitmeden uzun uzun konuşalım. Ben sizden haber bekliyorum. Ama lütfen beni çok merakta bırakmayın.”

Kıyıya yanaştılar. Servet Hanım’ın şoförü bekliyordu. Önce o herkesle vedalaştı. Arkasından Gürkan’lar gittiler. Cateringten gelenler malzemelerini alıp gittikten sonra:

“Ben eve gitmeden Yavuz’un bir kahvesini içmek istiyorum, ne dersiniz?”

“Hemen yapıyorum efendim. Herkes içiyor, değil mi?”

“Ben içmeyeceğim. Bugün ayar kaçtı. Sonra uyuyamıyorum. Zaten gitmemiz yaklaştıkça acaba oralar ne alemde diye uykularım kaçmaya başladı.”

“Seni çok iyi anlıyorum Seherciğim. Ama üzülme her şey yoluna giriyor. İnsan üzüldüğüyle kalıyor.”

“Çok haklısın ama yatağa yatınca düşüncelerle baş başa kalıyorsun. Neyse hadi bana da yap Yavuz. Gruptan ayrılmayalım.”

Sevin ve Ekim kahvelerini alıp baş tarafa geçtiler. O sırada yanlarından geçen balıkçı sandallarının kürekleri harika yakamozlar oluşturmaktaydı. Ekim kardeşine gösterip hemen annesine babasına koşarak onlara da gösterdi.

“Aman Allah’ım. Ne harika bir görüntü. İşte şairlere ilham veren bu müthiş olay. Baksanız azizim sanki küreklerden gümüş akıyor. Epeydir görmemiştim.”

“Ben hayatımda ilk kez görüyorum. Bu masalsı bir şey. Anlatılmaz ancak yaşanır. Harika.”

“Çok haklısın Seher. Bunu çeksen bu güzellikte seyretmen mümkün olmaz herhalde.”

“Bak Ekimciğim, doğa bile sizin mutluluğunuz için gümüşler serpiyor. Daima mutlu olun, birbirinizi sevin çocuğum.”

Ekim gelip babasına sarıldı.

“Babacığım, anneciğim, sizi çok seviyorum. Beni bu kadar mükemmel yetiştirdiğiniz için size minnettarım.”

“Olur mu çocuğum, sen varlığınla bizi umutlandırdın.”

“Sen olmasan biz ne yapardık.”

“Eh kahveler bitti, yakamozlar seyredildi artık gitme vakti geldi. Hadi gençler, size iyi geceler.”

“Güle güle. Her zaman bekleriz.”
 

*

 
Saat epey ilerlemişti, herkes odasına dağıldı. Sevin soyunup yatağına girdi ama hep Ekim’in bir şeyler söylemesini bekledi. Bu sefer nasıl atlatacağım diye düşünüyordu ki:

“İyi geceler Sevin.”

“İyi geceler. Tekrar tebrik ederim. Güzel bir kutlama oldu.”

“Teşekkür ederim.”

Ekim’in bu kadar sessiz olması da Sevin’i rahatsız ediyordu ama o bunları düşünmek yerine kaptanın kendisine söylediklerini düşünmeyi tercih etti.
 

*

 
“Günaydın Hacer Hanım. Erken kalkmışsın. Her şeyi hazırlamışsın bile.”

“Hazırladım Sermin Hanım. Pek uyumadım bu akşam. Bizim küçük kuzumuz yola çıktı bile. Şimdiden gidecek diye üzülmeye başladım.”

“Ne yapalım Hacer Hanım. Öyle veya böyle bir gün geliyor ayrılık zamanı. Allah’tan çok iyi bir çocukla beraber. İçim bu bakımdan çok rahat. Ya bizim tasvip etmediğimiz, uygunsuz biriyle beraber olsaydı… Onun için bence şükredelim.”

Onlar, evdekiler uyanana kadar balkonda sabah kahvelerini de içtiler. Sonra Ekim geldi yanlarına.

“Ben de ev ne kadar sessiz diyordum. Meğer siz balkondaymışsınız. Daha millet kalkmamış ama ben çok acıktım valla.”

“Galiba, yok galiba demeyeceğim, açık hava insanı acıktırıyor. Düşünsenize denizde olduğumuz hafta sürekli bir şeyler yedik içtik. Sanırım hepimiz kilo aldık. Siz gençler için önemli değil de bizim vermemiz bir hayli zor oluyor.”

“Anneciğim sen harika görünüyorsun zaten. Hiç fazlan da yok. Hacer teyzenin kilo alması ise mucize olur.”

“Hakikaten Hacer Hanım. Sen maşallah hep aynı kilodasın. Gerçi bu kadar harekete belki normal ama.”

“Benim soyum böyle Sermin Hanım. Rahmetli annem de babam da çok zayıftılar. Hatta kilo almak için annemin uğraştığını hatırlarım. Ben de onlara çekmişim herhalde. Gerçi dikkat de ediyorum. Biliyorsunuz yakın markete gitmem uzaktan alışveriş yaparım.”

“Biliyorum, biliyorum.”

“Günaydın hanımlar. Biz geldik, masamız da hazır. Hepimiz çok acıkmışız.”

Neşe içinde kahvaltılarını ettiler.

“Haydi bu akşam Mehmetlere gidelim. Ne dersiniz?”

“Olur. Çok da iyi olur. Ama sabahtan haber verelim. Sonra Pervin canımıza okur.”

“Hadi sen telefon et, sonra da giyinip çıkalım. Bakalım neler bulacağız ve nerelerde olacak bu bulduklarımız. Gerçi benim kafamda var bir şeyler. Tesadüftür ki bu konularda epey bir şeyler duymuştum.”

“O zaman belli bir yere gideceğiz.”

“Direkt oraya gideriz de etrafı da gezeriz. Kızlar siz geliyor musunuz?”

“Yok babacığım tek araba gidin siz. Biz evdeyiz, en çok yürüyüş yaparız.”
 

*

 
Birkaç saat sonra sıkıldılar ve yürüyüşe çıktılar. Gerçi çok sıcaktı ama iki kardeş de yalnız kalıp konuşma isteği içindeydi, birbirlerine söylemeseler de bunu hissediyorlardı. Kısa bir yürüyüşten sonra basit bir şeyler yiyebilecekleri bir yere girip oturdular. Zaten saat de epey ilerlemişti. Kendilerine birer salata söylediler.

“E Ekim, artık evlilik yoluna girdin sayılır. Gerçi hiç düşünmediğin kadar erken görülüyor ama bu konuda sen ne yapmak istiyorsun?”

“Çok haklısın. Asla bu kadar erken evlenmeyi düşünmedim. Gürkan çok ısrar ediyor ama ben hâlâ aynı fikirdeyim. Bu kadar genç evlenmek bana, nasıl söylesem, yanlış gibi geliyor. İnsan hayat hakkında biraz daha tecrübe sahibi olmalı, böyle bir mesuliyetin altına girerken.”

“Ama?”

“Evet ama Gürkan hemen evlenmemizi istiyor. Ona kalsa askerden bile önce evlenecek. ‘Evliliğimizle birlikte büyür, deneyim kazanırız’ diyor. ‘Gençken her şeyi birlikte yapar, her macerayı birlikte yaşarız’ diyor. Ne bileyim işte.”

“Şimdi sana bir şey söylemek istiyorum ama sen kızıyor ve beni yanlış anlıyorsun.”

“Ne konuda?”

“Gürkan’ın hemen evlenmek istemesi konusunda.”

“Neden?”

“Sen sanırım Gürkan’a hiçbir şey için izin vermiyorsun.”

“Saçmalama Sevin. Senin söylediğin anlamda hiçbir isteği olmadı Gürkan’ın.”

“Bence istemediği için değil, seni tanıdığı için olmuyor. Bazen sana bakarken saniye kadar bakışlarını yakalıyorum Gürkan’ın. Of off. Bu çocuk senin aşkından ölüyor ama siz doğru dürüst yalnız bile kalmıyorsunuz.”

“Biz onunla her konuda konuşuyoruz Sevin.”

“Bazen konuşmak yetmiyor. Yalnız olmak, sarılmak, öpüşmek belki biraz ileri gitmek.”

“Saçmalama, ben asla böyle bir şeye izin vermem.”

“O zaman da çocukcağıza evlenmekten başka yol bırakmıyorsun.”

Ekim kızardığını hissederek kafasını öne eğdi. Allah’tan o sırada salataları geldiği için Sevin fark edemedi.

Sevin, söze kaldığı yerden devam etti.

“Bazı şeyler için illa da evli olmak gerekmez Ekim. Biliyorum sen öyle düşünmüyorsun ama zaten sen istesen bile Gürkan daha ileri gitmez. Yani öyle tahmin ediyorum.”

“Böyle konular hakkında konuşmak istemiyorum.”

“O zaman evlilik konusunda iyi düşünmen lazım. Evliyken okumak. Bilmiyorum ama biraz zor görünüyor bana. Akşam okuldan gelince, notlarını alıp odana kapanmak yerine yemek hazırlama telaşına gireceksin. Ya da yıkanacak bir şeyler olacak, ütün olacak, işin olacak. Gerçi bir yardımcı alabilirsiniz ama yeni evliyken evde birinin olması bence hiç de güzel bir durum değil. İnsan dilediği zaman çıplak bile gezebilmeli evinde.”

“Sen bir çılgınsın.”

“Hadi ama. Sen bunu yapmak istemez misin? Sevdiğin adamın önünde tüm çıplaklığınla olmayı. Of ben bayılırım.”

“Sevin sen beni korkutuyorsun. Bütün bu söylediklerinden sonra sana sormaya korkuyorum.”

“Sor sor ve rahatla. Ya da sorma ben anlatayım. Evet ben Ediz’in yanına gittim. Onu baştan çıkartmak için ne gerekirse yaptım ama olmadı bir şey. Yapamam dedi. Ve ben eve geri geldim.”

Ekim derin bir nefes aldı.

“İnan bunun için ona teşekkür etmelisin.”

“Ben onu istedim, bunda ne kötülük var ki?”

“Tamam, senin yetiştiğin yerde ve hatta burada bazıları öyle yaşıyor ama inan bu bizim aile yapılarımıza çok ters. Ben bu yaştayım, aileme göre daha serbest fikirliyim, birçok konuda daha özgürüm ama bana bile hâl3a ters geliyor. Sanki saygınlığımdan kaybedermişim gibi geliyor.”

“Bana da senin söylediklerin komik geliyor. Hangi çağda yaşıyoruz? İnsan evleneceği erkekle her konuda uyumlu olmalı. Bunu yaşamazsan bilemezsin ki.”

“İnan sen söyleyince mantıklı geliyor ama yetiştirilme şartlarımız benim böyle bir şey yaşamama asla izin vermez, yapamam.”

“O zaman evlen Gürkan’la. Uyuşamazsan boşanırsın.”

“Sevin ne kadar kötü konuşuyorsun.”

“Peki onunla birlikteyken ne hissedeceğini ne biliyorsun. Zevk alacağından emin misin?”

“Ama biliyorum.”

“Neyi biliyorsun Ekim? Sadece seni öptüğünde çok heyecanlandığını biliyorsun.”

“O bir erkek. Deneyim sahibi. Her şeyin çok güzel olduğunu, birlikte çok mutlu olacağımızı söylüyor. Ben ona inanıyorum ve çok seviyorum.”

“Tamam kardeşim. Sen de haklısın. Zaten sen böyle yetişince, bir şeyler yaşayamazsın, zevk alamazsın. Alsan da vicdan yapar, hayatı kendine zehir edersin. En iyisi Gürkan’la birlikte karar verin. Belki anneannem size aşçılar, hizmetçiler olan bir ev açar. O zaman ev işi düşünmezsin ama hiç özgür olamazsın.”

Sevin gülmeye başladı.

“Düşünsene sen Gürkan’la mutfaktasın. İkinizin de üzerinde önlüklerinizden başka bir şey yok. Tam o sırada uşak geliyor ya da hizmetçi, ‘Aman efendim siz zahmet etmeyin, biz hazırlarız’ deyip içeri dalıyorlar.”

İkisi de artık kahkahalarla gülüyorlardı. Zaten içeri girdiklerinden beri üzerlerinde olan bakışlar bu sefer hayrete dönüşüyordu. Adeta ‘Deli misiniz?’ der gibi seyrediyorlardı etraftan. Yemeği biten kızlar hesabı ödeyip dışarı çıktılar.

“Biraz daha kalsaydık bizi ‘Deli bunlar’ diye dışarı atacaklardı.”

“Ne garip, böyle bir konuda ilk kez biriyle konuşuyorum. Başka biriyle konuşmam da mümkün değil zaten.”

“Sen beni çocuk görüyorsun ama bazı konularda da bence sensin çocuk. Neyse kardeşim biz böylece bir bütün oluyoruz. Biliyor musun bu da ne demek?”

“Galiba biliyorum. Bizim her konuda konuşup birbirimizin düşüncelerini öğrenmemiz lazım, değil mi?”

“Evet, işte ben soruyorum. Ben bu kaptanla ne yapacağım?”

İkisi de gülmeye başladı.

“Biliyor musun? Benimle konuşmak istiyor ama ben ‘Söyleyecek söz yok’ dedim. Hata mı ettim?”

“Evet, bence konuşmasına izin ver. O sana ne kadar değer verdiğini göstermiş. Şimdi sıra sende.”

“Hadi gel tekneye gidelim. Sen Yavuz’la laflarken ben Ediz’le konuşurum.”

“Ama eve haber verelim, görürlerse çirkin bir durum olmasın. Tamam sen evi ara ben kaptana haber vereyim.”

İki tarafında okeyini aldıktan sonra tekneye çıktılar.

“Yavuz sen güzel fal bakıyordun. Benim bir fala ihtiyacım var.”

“Tamam Ekim Hanım, hemen kahvenizi yapıyorum. Sevin Hanım, kaptan siz ne içersiniz?”

“Benim kolam var, Sevin Hanım siz?”

“Ben sadece su istiyorum. Ve sizinle konuşmak.”

Kahve ve su gelince Sevin’le kaptan ön tarafa geçtiler.

“Size geldiğiniz için teşekkür ederim. Sizin yanlış anlamanız beni çok üzdü. Duruma açıklık getirmek istedim.”

“Siz Ekim’e teşekkür edin. Çünkü sizi dinlememi o istedi.”

“Yoksa her şeyi anlattınız mı?”

“Evet kendi yaptıklarımı ve sizin beni nasıl reddettiğinizi anlattım.”

“Ama öyle değil. Ben size âşık oldum Sevin. Artık hiç uyku uyuyamıyorum. Kafamdan, düşüncelerimden bir an bile uzaklaştıramıyorum sizi. Sizin için çıldırırken size hayır diyebilmek beni kahretti. Ama bu kadar güzel ve eşsiz bir anı, böyle kaçak ve gizli bir şekilde yaşatmak istemedim size. O eşsiz an, sizin için de unutulmaz olmalıydı. Ne bileyim çok daha romantik bir akşam sonrası olmalıydı mesela. Ama sizi kırdım, gücendirdim diye kahroluyorum. Lütfen beni yanlış anlamayın. Bunu ne size ne de ailenize yapamazdım. Siz benim için çok değerlisiniz.”

“Tamam Ediz. Ne tesadüf ki biz de Ekim’le aynı konuları konuştuk. O, benim sizi daha iyi anlamamı sağladı. Biz yakında gidiyoruz. Artık çok az vaktimiz kaldı.”

“Böylece gidecek misiniz?”

“Hayır size kırgın değilim. Artık anlayabiliyorum. Sizinle arkadaş olalım. Yazışırız. İnternette konuşuruz. Babama göre fazla kalmayacağız orada.”

“İnanın çok sevindim. Umarım en kısa zamanda gelirsiniz.”

“Şimdi artık Ekim’in yanına gidelim.”

“Ooo Sevin, gel gel. Yavuz neler söyledi bilemezsin.”

“Artık gidebiliriz. Gerçi burası serin serin daha güzel ama sen ne dedin Ekim?”

“Burada biraz daha oturalım. Nasıl olsa Hacer teyze burada olduğumuzu biliyor. Annemler ararsa söyler o.”

“İstersen sen falını anlat, tabii anlatmak istersen.”

“Yavuz’un söyledikleri hoşuna gidecek. ‘Yakında evlilik görünmüyor’ diyor.”

“Yavuz’un falda gördükleri bile daha gerçek. Gerçi eniştenin hiç hoşuna gitmez herhalde ama.”

“Yok artık olaylara ben de daha farklı yaklaşacağım. Umarım Gürkan’ı ikna edebilirim. Ama sen böyle arkasından enişte demeye devam edersen, bir gün Gürkan’a da enişte diyeceksin. Bozuşacaksınız bak karışmam sonra.”

“Merak etme asla o hatayı yapmam. Sen kaptana bizim hikayemizi anlatmıştın, değil mi?”

“Evet ama Yavuz ne kadarını biliyor bilmiyorum.”

“Hayır ben kardeşime bir şey anlatmadım ama dün akşam, babanız ve Sabih Bey tekneye herkesten önce geldiler ve babanız bize bütün hikâyeyi anlattı.”

“Peki anneannemizi bulduğumuzu da anlattı mı?”

“Hayır. O konuda bir şey anlatmadı ama ben tahmin ettim. Çünkü hanımefendiyi daha önce hiç görmedik.”

“Evet kaptan anneannemizi de 3-4 gündür tanıyoruz ama onu çok sevdik, değil mi Sevin?”

“Doğru, ben de çok hoşlandım hanımefendiden.”

“Oo bu ne resmiyet.”

“Ama herkes öyle hitap ediyor, ne yapayım?”

“Kızım o saygıdan. Ama sen hanımefendi dersen çok ayıp olur.”

“Kızma Ekim sadece şaka yapmak istedim.”

“Çok şanslısınız aslında, ikinizin de aileleri çok mustesna insanlar.”

“O ne demek?”

“Hadi bakalım kaptan şimdi açıklayın.”

“Yani çok eşsiz insanlar demek istedim. Çok uzun zaman olmadı sizleri tanıyalı ama olağanüstü aileleriniz var. Sizler de öyle. Sizleri tanımaktan çok mutluyum.”

“Özellikle de Sevin’i, değil mi kaptan?”

Bu sözler kaptanın çok hoşuna gitti. Bu küçük cümle, Ekim’in onayı gibi bir şeydi.

“Aşk olsun Ekim Hanım. Sizi tanımak çok güzel ve değerli. Bugünü size borçlu olduğumu da biliyorum. Teşekkür ederim.”

Yavuz konulara biraz uzak kalsa da durumun iyiye doğru gittiğine, terslik olmadığına memnundu. Şimdi abisinin de yüzü gülmeye başlamıştı nihayet.

“Artık biz gidelim. En kısa zamanda denize girme isteğimiz kabarabilir. O zamanda direk buraya geliriz. Tabii tüm aile yani aileler.

“Bekleriz. Her zaman.”
 

*

 
Kızlar eve gireli henüz 10 dakika bile olmadan Silivri yolcuları geri geldiler.

“Of çok sıcaktı. Eve gelmek çok güzel. Kızım hadi bize güzel bir çay koy. Hep beraber çayımızı içerken konuşalım.”

Bu durumu önceden düşünen Hacer Hanım her hazırlığı yapmıştı. Fırında güzel poğaçalar pişmek üzereydi. 15 dakika sonra hanımlar duşlarını almış, beyler tavla partisine başlamışlardı.

Hacer Hanım çay servisini yaparken Ekim sıcacık poğaçaları getirdi. Hep beraber balkona çıktılar.

“Hadi baba, bizi daha bekletecek misin?”

“Tamam kızım. Ne dersin azizim, istersen sen anlat. Neticede oraları bilen sensin.”

“Tamam çocuklar. Ekimciği,m biz direkt Güzelce’ye gittik.”

“A biliyorum. Benim bir arkadaşım oturuyor orada.”

“Her gün gidip geliyor mu oradan?”

“Evet. Evleri çok güzelmiş hem de denize sıfır. Annesi ve babası oradan ayrılmıyorlar. Yani kış yaz oradalar.”

“Gördünüz mü? Ben size söyledim, artık insanlar öyle şehir dışında oturmayı tercih ediyorlar. Neyse, ben orada çok güzel evlerin yapıldığını duymuştum. Daha doğrusu oradan ev alan bir müşterimiz anlatmıştı oraları. Tabii o zaman hiç ilgimi çekmemişti ama ‘Nasıl bir yer Sabihleri buraya getirmemizi kolaylaştırır?’ diye düşünürken aklıma geldi. Ayrıca sizlerin de denizi seyretmekten ne kadar keyif aldığınızı da gördüğüm için, ilk aklıma gelen deniz kenarı bir yer oldu. Ardından da Güzelce aklıma geldi. Her neyse gittik, gördük. Bu konu hakkındaki düşüncelerini kendileri anlatsınlar.”

“Evet baba! Ne oldu evi ya da ne bileyim çiftliği beğendiniz mi? Anneler bu konuda ne düşünüyor?”

“Çocuklar biz oraya giderken herhalde arsa bakarız diye düşünmüştüm ama evler mükemmel. Ben de yapsam ancak bu kadar yaparım. Gerçi Tahir çok büyük buldu ama sanırım onu da ikna ederiz. Hem sonra torunlar falan olunca ev hiç de büyük sayılmaz. Zaten hanımlara hiçbir ev büyük gelmez. Onlar hepsini çok beğendiler.”

“Tek bir yere mi baktınız?”

“Hayır, çok yer baktık da denize sıfır tek yer Güzelce. Ama çok güzel evler var. Yine aynı yerde yapılan, yakında bitecek ikiz villa bir yer var. Ben şahsen beraber o iki villayı almamızı çok isterim.”

“Kararınızı nasıl vereceksiniz? Hanımlar beğendiğine göre!”

“Biz değil, siz vereceksiniz. Yarın tekrar gideceğiz. Anneleriniz kararsız kaldı. Son karar sizin yani.”

“Ama baba, anneannem bizlerle konuşmak istiyordu, ayıp olmasın.”

“Ona telefon eder, durumu anlatırız. Sanırım aciliyeti yoktur.”
 

*

 
Bir saat sonra, hanımlar hazırlanmış, beyleri bekliyorlardı.

“Hadi beyler kalkın. Biz hazırlandık ama siz daha hazır değilsiniz. Erken gelin diye çok ısrar etti Pervin.”

“Aslında biz gelmesek.”

“Çok ayıp olur. En azından bunu sabahtan söyleseydiniz, kadıncağıza ona göre söylerdik. Hem sanırım Gökalp ve karısı da gelecekler. Sizler aynı yaşlardasınız. Sıkılmazsınız.”

“Sıkılmakla ilgili söylemedim anneciğim. Ben hâlâ arabamı kullanamıyorum onu kastetmiştim.”

“Yarın akşam çıkarsınız çocuğum.”

Nihayet gidecekleri yere ulaştıklarında saat sekize geliyordu. Hacer Hanım gelmediği için tek arabayla gelmişlerdi. Araba geniş olmasına rağmen biraz sıkışıyorlardı ama aralarında rahatsız olan yoktu.

“Nerede kaldınız? Hani erken gelecektiniz?”

“İyi bile geldik Mehmetciğim. Anlatırız ya, bugün Silivri taraflarına gittik, gelişimiz anca oldu. Kusura bakmayın.”

Mükemmel masa hazırlanmıştı bile. Önce oturup son günlerin havadislerini anlattılar. Bu arada Gökalp ve karısı Şeniz de geldi. Gökalp’in ciddiyetinin tam aksine cıvıl cıvıl hayat dolu bir kadındı Şeniz. Daha yarım saat geçmemişti ki kırk yıllık arkadaş gibi samimi olmuşlardı. Salonun bir tarafında büyükler ciddi ciddi bu günkü emlak olaylarını konuşurken, Gökalp de onlara katılmışken, salonun diğer köşesinden kahkahalar yükseliyordu. Tabii buna, turnelerde karşılaştığı komik olayları taklitler yaparak anlatan Sevin sebep oluyordu.

“Hadi bakalım kızlar. Gerçi siz pirzolalarınızı yediniz ama biz daha açız.”

“Yok biz de yemek yemedik” diye itiraz eden Sevin, herkesi bir kez daha güldürdü. Sonrasında Şeniz ona, nasıl bir kahkahanın bir kemik pirzolaya karşılık olduğunu anlattı. Ama Sevin bu mantığı bir türlü kabul etmedi. Neşeyle ve sohbetle süslü yemek faslı bittikten sonra da grup ikiye ayrılmış vaziyette oturmaya devam etti.

Bu arada Gökalp “Herhalde birçok şey değişecektir. Kim bilir Servet Hanım neler düşünüyordur?” diye sordu.

“Ne demek istiyorsun oğlum?” Bu soruyu soran Mehmet Bey’di.

“Somut bir şey söylemiyorum ama eminim ki çok şeyler olacaktır.”

-Oğlum, sen babana bakma, sen herhalde bilmemiz gereken kadarını söylüyorsun bize. Zaten bizimle de görüşmek istiyor Servet Hanım. ‘Yalnız kızlarla değil, ailece konuşalım’ diyor da sen bu konu hakkında nasıl bilgi sahibi oluyorsun onu anlamadım.”

“E bu da meslek sırrı demem lazım ama değil tabi. Holdingte çalışan bir arkadaş, sizi tanıdığımı bilen bir arkadaş çıtlattı biraz. Zaten o da konuşmak istediğine göre, aldığı bazı kararları size açıklayacak demektir.”

“Oğlum, kim derdi ki kızımızla oyun arkadaşı olan, ona abilik yapan Gökalp, bir gün gelecek onun karanlıkta kalan geçmişini aydınlatacak. Çok teşekkür ederiz sana.”

“Estağfurullah Tahir amca. Bu kadar yararlı bir iş yaptığım için ben de çok mutlu oldum. İnanın en az benim kadar Şeniz de koşturdu bu işlerde. Şimdi de gördüğüm kadarıyla güzel bir arkadaşlık doğdu. Bu da demektir ki siz büyükler aksatsa bile bizlerin sayesinde daha sık beraber olacağız bundan sonra.”

“Ne güzel işte. İkinci kuşak da devam ettirsin dostluğumuzu. Hadi bakalım.”

Geçmişten anılar, üç gündür yaşananlar derken akşam çabucak geçmişti. Yakında tekrar bir araya gelme sözleri ile vedalaştılar.
 

*

 
Sabahleyin Servet Hanım’ı arayan Tahir Bey, ona durumu anlattı. Servet Hanım, bu olayın Sevin’in bir an önce buraya gelmesiyle ilgisi olması nedeniyle sevindiğini söyledikten sonra bir gün sonra hepsini Zekeriyaköy’deki evine davet etti. “Ama lütfen misafir gibi gelmeyin. Gün boyu beraber olalım, ona göre gelin” diye tembih etti.

“Kadıncağız o kadar mutlu ki bizleri memnun etmek için ne yapacağını bilemiyor.”

“Bakalım Gökalp’in söyledikleriyle ilgili neler anlatacak. Doğrusu merak ediyorum.”

“Ben üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum aslında.”

“Ben de senin gibi düşünüyorum Tahir ama ben şimdiden bazı konularda kararlıyım da nasıl olacak merak ediyorum.”

“Demek herkesin birtakım tahminleri var.”

“Evet baba, bu konuda benim de tahminlerim var. Sevin’in de benim gibi düşüneceğini umut ediyorum. Ben bu saatte, hayatımda değişiklik istemiyorum. Ben böyle çok mutluyum. Sizlerden asla ayrılmak istemiyorum. Anneannemi görürüm ama benim yerim sizin yanınız, bunu hiçbir şey değiştiremez.”

“Canım kızım. İşte bu. Son günlerdeki en büyük korkumuzu dile getirdin.”

“Ben de ailemin yanındayım. Hiçbir yere gitmem. Ben onlar olmadan yaşayamam.”

“Canım, canım sağ ol yavrum.”

“Hadi ama bu kadar duygu seli yeter. Hacer Hanım hazırlan, yeni evimizi görmeye sen de gel.”

“Amanın bu güzel evimizden ayrılacak mıyız biz?”

“Ne yapalım, evin yeni sahipleri var artık.”

“Siz yoksa sattınız mı evi Tahir Bey?”

“Satar mıyım güzel evimizi Hacer Hanım? Evlenince kızımız oturur burada, biz de arada bir gelir hasret gideririz. Ha, istersen sen de onlarla kalabilirsin, tabii bizi bırakabilirsen.”

“Kızımı çok severim ama yeni evlilerin yanında ne işim var. Ben sizlerden ayrılamam Tahir Bey.”

“Ben de öyle ümit ediyordum zaten.”

“Babacığım, sanki biz hemen evlenmeye kalkmışız gibi davranıyorsun. Benim hiç öyle bir acelem yok. Bu konuda Gürkan’ı ikna edebilirim diye umuyorum. Evlenince, adı üstünde evleniyorsun, yani bir sürü yeni işin oluyor. Bu durumda benim ders çalışmam çok zor. Ben hiç yıl kaybetmek istemiyorum.”

“Aferin kızım. Ama olsun. O zamana kadar iki evimiz olur. Hafta sonları gideriz. Bazen sen burada kalırsın, biz orada oluruz. Hem burada teknemiz de var. Sık sık geliriz. Ev alsak bile pek oralara götürmeyiz diye düşünüyorum ama belli de olmaz.”
 

*

 
Uzun yola gideceklerini düşünerek, Sermin Hanım’ın işyerinden minibüs istemişlerdi. Rahat rahat oturarak yola çıktılar. Her zaman aşina oldukları yollardan farklı taraflara gitmek hepsinin hoşuna gidiyordu. Neticede şehirden uzaklaşmışlardı. Birçok yerde yemyeşil çimenler, bahçeli evler görüyorlardı. Farkında olmadan insanın içine bir neşe doluyordu.

Nihayet evlere geldiler. Bir gün önce gördükleri evler hakkındaki düşüncelerini söylemeden hepsini kızlara da gezdirdiler. Bu arada emlakçı, yine o civarlarda satılık bir çiftlik olduğunu söyledi. Burası, hayvancılık yapmak isteği ile yola çıkan bir iş adamı tarafından yaptırılmış bayağı büyük bir çiftlikmiş. Sonra bazı nedenlerle işe devam edemeyip satışa çıkartılmış. Arazi epey büyük olduğu için uzun zamandır müşteri bekliyormuş. Bunu duyan Sabih Bey orayı da görmek istedi.

“Ama siz burada kararınızı verin. Hangi ev olduğunu tespit edelim, sonra çiftliğe de bakarız. Tekrar buraya dönmeyiz artık.”

“Aslında bu kararı siz verseniz daha iyi. Neticede uzun zaman oturacak olan sizlersiniz.”

“Bak şimdi hem evlenmeye acelem yok diyor hem de biz fazla oturmayacağız diyorsun. Oldu mu şimdi? Şaka kızım şaka. Siz, sizin evinizmiş gibi düşünüp öyle yardımcı olun bize. Neticede evlenseniz de sık sık gelip kalırsınız inşallah. Öyle değil mi hanımlar?”

“Tahir Baba doğru söylüyor. Biz evlensek de sizin eviniz, hep bizim evimiz olacak.”

“İşte böyle. Şimdi kararınız ne?”

“Ben bahçesi büyük olduğu için önce baktığımız evi çok beğendim ama ikiz villayı alırsak yan yana olacağız. Yani tam karar veremedim. Sen hangisini beğendin Sevin?”

“Ben yan yana olduğu için bu evi isterim. Ama son karar annelerin olsun. Aslında evin gerçek sahibi anneler oluyor. Ben kendi evimizden biliyorum. Annem o evin her santimini kendi düzenledi. Bence kararı onlar versin.”

“Tamam o zaman. Bunu söyleyen Seher Hanım’dı. Gidelim çiftliğe de bakalım. Şimdi Sabih’in kafasından neler geçiyor, nasıl bir kararsızlığa düştü tahmin ediyorum. Sonra eve gider düşünürüz. Bilahare telefonla kararımızı bildiririz.”

“En güzeli. Hadi bakalım.”
 

*

 
Çiftlik Ortaköy’deydi. Gittiler ve gördükleri anda Sabih Bey hayran oldu. Adeta kafasından geçenler bir bir gerçekleştirilmişti. Gerçekten çok büyük bir arazi idi. İçinde atlar için bile yer vardı. Ayrıca bütün bu alandan epey uzakta çok güzel bir villa vardı. Ona yakın bir de müştemilat yapılmıştı.

“Valla burası da çok güzelmiş Sabih. Sen işleri bırakmayı düşünmüyorsun ama?”

“Tam bir ikileme düştüm. Hay Allah neredeyse kararımızı vermiştik ama ben buraya hayran oldum. Tamam işi oradan takip edelim ama buraya da şöyle güzel atlar alsak, doğal sebzemizi yetiştirsek, hatta yumurtalarımızı, sütümüzü kendimiz sağlasak. Daha iyi olmaz mı? İlerde torunlar da tabiatla iç içe büyüse. Hayvanları sevse, beslese. Ne dersiniz?”

“Sen düşün, eşinle kızınla görüş. Biz şimdi evimize gidelim. Uzun uzun konuşup karar verelim. Acele etmemiz gerekmiyor.”

“Çok haklısın azizim. Yani basit bir şey değil. Aklımıza başka şeyler de gelebilir. Hadi bakalım. Haberleşmek üzere size veda edelim Sadık Bey.”

“Tamam Sabih Bey, Tahir Bey, ben sizden haber bekliyorum.”

“Yalnız bu arada çiftliğe müşteri falan çıkarsa bizim haberimiz olmadan satmayın Sadık Bey.”

“Ha ha ha. Aslında karar verilmiş galiba.”

“Yok valla. Ama ben kararımı daha doğrusu biz kararımızı verelim. Sonra ah vah demeyelim. Aslında bu müştemilatı da daha güzel ve konforlu hâle getirebiliriz.”

“Yok Sabih. Ne demek istediğini anladım ama sen burayı alsan da biz yine deniz kenarında bir yerde oturmayı tercih ederiz, diye düşünüyorum. Ne dersin Sermin?”

“Haklısın Tahir ama hadi gidelim, bakalım evde aklımıza neler gelecek. Hacer Hanım sen hangi evi beğendin, hiç sesin çıkmıyor. Sen de fikrini söylesene.”

“Hepsi çok güzel Sermin Hanım. Ben mutfaklara bakıyorum. Çok beğendim. Evdeki mutfağımı çok severim ama bunlar bir başka. İki evin mutfağı da çok büyük. Karar sizin.”

Emlakçıyla vedalaşıp yola çıktılar.

“Buralara kadar gelmişken balık yiyelim mi, yoksa eve mi alıp gidelim.”

“Bana sorarsanız, alıp gidelim. Mis gibi kendi evimizde serin serin yiyelim yemeğimizi, hatta damadımızı da çağıralım.”

“Oooo bak sen, damadını da unutmuyor Serminciğim.”

“Aşk olsun Tahir. Ekim dün akşam bile gelmek istemedi bizimle. Direksiyon çalışmak istiyor. O nedenle söyledim ama damadıma da laf söyletmem bu arada.”

“Canım annem. Ben Gürkan’a telefon edeyim o zaman.”

“Oh karar verildi yani.”

“Ben de Sermin’le aynı fikirdeyim. Saatlerdir sokaklardayız. Eve gidelim.”

Tamam hanımlar, Şoför Bey, sen bizi Silivri’ye sahile götür, oradan balık alalım.”

Balıkları, karidesleri aldılar, istemem diye direten şoförü dinlemeyip ona da balık aldıktan sonra yola çıktılar. Saat akşam iş çıkışına yaklaşmıştı. Ve trafik gerçekten de Silivri istikametine doğru bayağı yoğundu.

“Bu trafik bile bizim konuşmamızı doğruluyor. Bakın insanlar evlerine doğru gidiyorlar. Artık insanlar ufak ufak şehir dışına doğru kaçıyorlar.”

“Zaten konut sayısından da belli. Ne kadar çok yerleşim yeri var.”

“Ama senin aklın çiftlikte kaldı, değil mi Sabih?”

“Eh biraz öyle oldu. Öyle bir evde oturursak Amerika’yı daha doğrusu oradaki evimizi de fazla özlemeyiz diye düşündüm. Neyse Seher’le, Sevin’le konuşalım bakalım.”

“Kızım Gürkan geliyor, değil mi?”

“Yemekten sonra gelip beni çalıştırmayı düşünüyormuş zaten. Ben ısrar ettim yemeğe de gelecek.”

“Tamam çocuğum.”
 

*

 
Eve gittikten az sonra Gürkan geldi. Hava daha kararmamıştı bile.

“Ekim, hadi gel, yemeğe kadar çalışalım. Nerden baksan bir, bir buçuk saat çalışırız.”

“İyi fikir. Bari alelacele yemekten kalkmak zorunda kalmazsınız.”

Çalışabilecekleri trafiğin çok yoğun olmadığı bir yere gittiler. Direksiyona Ekim geçti.

“Şimdi son derece sakin ol. İstersen benimle sohbet et, istersen dikkatini arabaya ver. Sen zaten çok güzel kullanıyorsun.”

Ekim, Gürkan’ın bu sözleriyle iyice motive olarak gayet güzel kullanmaya başladı. Trafik fena değildi ama Ekim son derece sakin sürüyordu.

“Ben sana söylemiştim sevgilim, senin çekinmen için hiçbir sebep yok. Sen son derece hâkimsin araca. Çok kısa zamanda sanki hep araba kullanıyormuşsun gibi gelecek. Bu arada meraktan ölüyorum ama seni rahatsız etmemek için sormuyorum. Neler oluyor kuzum?”

“Biraz daha gidelim. Uygun bir yere park edelim, ben sana anlatayım canım.”

“Seni çok özledim sevgilim. Artık bütün gün ailenle berabersin diye her aklıma geldiğinde aramak istemiyorum ama hiç aklımdan çıkmıyorsun.”

“Alışman lazım bir tanem. Yakında ayrılacağız. Belki dört ay gelmeyeceksin.”

“Buna dayanabilir miyim, hiç bilmiyorum. Bana kalsa her hafta sonu İstanbul’a gelirim. Gelmezsem daha iyi tabii ama. Neyse belki telefonlarla idare ederiz.”

Bir saat kadar araba kullanmaya devam etti Ekim.

“Canım istersen yeter, sanırım günün yorgunluğu da var. Zaten tek bir hata bile yapmadın. Senin talim yapmana da gerek yok bence ama kaçamak yapmak için derslere devam edebiliriz tabii. Şakaydı bu son söylediğim. Gerçekten ilk zamanlar biraz yavaş olman koşuluyla normal trafiğe çıkabilirsin canım. İstersen şimdi eve giderken de sen kullan. Bir iki kere de birlikte normal trafikte çıktık mı tamamdır bu iş.”

Ekim uygun ve güzel bir yere arabayı park etti. Dönerek Gürkan’a baktı.

“Yeniden merhaba aşkım, nasılsın? Günün nasıl geçti?”

“Bugün hayli yoğundu. Esasen bayağı bunalmıştım ama senin telefonun gelince keyfim yerine geldi. Tabii hâlimden nasıl belli oluyorsa ‘Gürkan doping yaptı’ diyorlar bana. Sen ne yaptın? Ev bakmaya gideceğiz demiştin ama?”

“Evet biz Silivri, Güzelce, Ortaköy taraflarında gezdik. Güzel yerler var. Hatta babamlar neredeyse karar vermişler ama son anda emlakçı bizi bir çiftliğe götürdü. Sabih babanın kafası allak bullak oldu. Çiftlik çok güzel, çok büyük. Hani neredeyse Sabih Babanın yapmayı düşündüğü çiftlik modeli. Ama babam deniz kenarından vazgeçmeyip oyunu Güzelce’deki villalardan yana kullanınca işler karıştı. Bir türlü karar veremediler. ‘Birkaç gün düşünelim’ dediler.”

“Yani Tahir baba kararlı, sizin ev, bizim ev olacak.”

“Evet ama benim seninle konuşmak istediğim bir mevzu var.”

“Galiba tahmin ediyorum.”

“Ama haksız değilim inan ki. Sevin’le çok konuştuk. Ben bir an önce mezun olmak istiyorum. Biliyorum sen hemen evlenmek istiyorsun ama evlendikten sonra benim için çok zor olacak. Ben şimdiden kafamda ufacık bir düşüncem olsa, derse konsantre olamıyorum. O zaman evi, çamaşırı, ütüyü, temizliği ne bileyim her şeyi düşünmek zorunda olacağım.”

“Ben sana her konuda yardımcı olurum.”

“Biliyorum ama aynı şey değil. Bir de ben her şey mükemmel olsun diye kafama takacağım.”

“Eve bir yardımcı alırız.”

“Bugün bir konuşma oldu. Babam Hacer teyzeye ‘Sen istersen Ekim’le gidersin’ dedi.”

“Harika ya. Sonra?”

“Hacer teyze, ‘Benim yeni evlilerin evinde ne işim olur’ dedi. Sevin de ‘Sen kocanla baş başa olmak istemez misin?’ diyor. Yani aklım karışık. Ama kesinlikle mezun olmadan evlenmeyelim ne olursun.”

“Peki o zaman, babanlar hemen aldıkları eve taşınmayacaklar mı?”

“Babam biz taşınırız, sen burada kalırsın, hafta sonları gelirsin. Arada biz gelir kalırız diyor.”

“E güzel fikir. O zaman sana daha sık gelebilirim.”

“Belki Sevin de benimle kalır, bilmiyorum. Bu konuda konuşmadık ama.”

“Olsun. Senin açından daha iyi. Peki o zaman da ev işlerin olacak.”

“Aynı şey değil ki Gürkan. Hem büyük bir olasılıkla Sevin benimle olur. Hem de merak etme annemler bizim yemeklerimizi de temizliği de bize bırakmazlar. Çamaşırı falan da hafta sonları hallederiz herhalde. İnan böyle daha güzel. Hem şimdiki gibi değil, senin de söylediğin gibi, istediğin zaman bize, yani bana gelirsin.”

“Ve de evde yalnız oluruz.”

“Evet. Gerçi Sevin olacak gibi ama.”

“Bana sorarsan Sevin pek evde durmazmış gibi geliyor.”

“Evet, eğer tekne burada olursa kesin Sevin teknede olur. Tabii babamlar duyarsa ne olur bilmiyorum ama.”

“Benim bilmediğim bir durum mu var?”

“Evet, kaptan aşkını itiraf etti. Ve de Sevin de pek boş değil gibi. Zaten büyük bir beğeni vardı da şimdi galiba havada aşk kokusu var.”

“Helal olsun valla. Ne yaptı etti, çocuğu kafaya aldı Sevin.”

“Valla, kimin kimi kafaya aldığını ben hâlâ anlamadım. Zira önce biri çok üstüne düştü, diğeri kaçtı, sonra da tam tersi oldu. Ama kaptan sağlam bir karaktere sahip olduğunu ispatladı.”

“Nasıl yani?”

“Boş ver Gürkan. Biz kendimizden konuşalım.”

“Söylediklerin çok hoşuma gitti vallahi. Sevdim ben bu konuyu. Hem senin istediğin olacak hem de biz son derece özgür olacağız. Bunu hangi anlamda söylediğimi biliyorsun, yanlış anlama lütfen. Dilediğim zaman senin yakınında olma fikri çok güzel. Umarım benim düşündüğüm gibi olur. Senin ona göz kulak olmak istediğin gibi, Sevin de bize gözcülük etmek isterse yandık o zaman.”

“Yanılıyorsun. Onun hayat felsefesi farklı. Bana bazen kızıyor bile.”

“Ee anlat anlat, hangi konularda kızıyor?”

“Gürkan, artık eve gitme vakti geldi. Balık yiyeceğiz. Geç kalırsak ya evdekileri bekletmiş olacağız ya da soğuk balık yemek zorunda kalacağız. Büyük bir ihtimalle neredeyse telefon gelir.”

“Tamam haklısın. Hadi bakalım.”
 

*

 
Yola henüz çıkmışlardı ki Sermin Hanım telefon etti. Onlar da dönüş yolunda olduklarını söylediler. Ekim direksiyondaydı.

“Hiç acele etme, vaktimiz var. Telaşlanmadan kullan sevgilim. Bu arada ben de anneme hemen evlenmeyeceğimizi söyleyeyim. Şimdiden telaşlanmaya başlamıştı.”

“Umarım yanlış anlamazlar.”

“Hayrı, hayır. Annem de ısrarla, sen hemen evlenmek istiyorsun ama kızcağızın durumu çok zor. Hem ağır derslerle boğuşacak hem evle ve seninle uğraşacak diyordu. Yani kalben sana hak veriyordu.”

“Annem de üzülüyordu. Bu kadar kısa zamanda ne yaparız diye. O da çok sevinecek.”

“Bakalım Sabih Bey neye karar verecek.”

“Bana öyle geliyor ki o çiftliği alacak, çok beğendi. Babam da Güzelce’deki evi alır. İki türlü yerde de yaşamış oluruz böylece. Bu arada çiftlikteki ev çok büyük. O nedenle, Seher anne biraz karşı çıktı ama Sabih baba, ‘İlerde torunlar gelince rahat ederiz, hiç de büyük gelmez’ diyor. Bu arada sanırım babam ikiz villalardan birini alacak. Gerçi başka evlere de bakmışlar ama ikiz villa daha sevimli. Bahçesi belki daha küçük ama çok daha yuva gibi bir ev.”

“İnan çok merak ettim. Neyse, nasıl olsa ilerde göreceğiz. Hani siz bu evde oturursunuz diye söylemiş ya Tahir baba, ben anneme anlattım. ‘Oğlum bu ne büyük bir şans, harika bir şey, kıskanmadım dersem yalan söylemiş olurum’ dedi.”

“Aşk olsun. İstedikleri zaman bize gelirler, söylemedin mi?”

“Hayır sevgilim. Ben hiç misafir istemiyorum. Seninle baş başa kalmak istiyorum.”

“Bunu annene nasıl söyleyeceksin?”

“Söylememe gerek yok. Bak göreceksin, birer kere gelecekler sonra bir daha ayda yılda bir.”

“Oh nihayet geldik, umarım geç kalmamışızdır. Şimdi babam soracak ‘Nasıl kullanıyor trafikte?’ diye.”

“Ben de gerçeği söyleyeceğim aşkım. Bak park yeri de bulduk. Bayan sürücülerin en sevmediği ve beceremedikleri şey, park etmek. Sen onu da gayet rahat yapıyorsun.”

“Tam zamanın da geldiniz çocuklar. Şimdi sizin balıkları koyalım ızgaraya. Biz de şimdi oturuyorduk.”

“Hoş geldiniz çocuklar. Nasıl geçti, trafikte ilk sürüş?”

“Gayet başarılı ve rahat Tahir baba. Hiç merak etmeyin. Bir iki kere daha birlikte çıktıktan sonra, aslında gerek yok ama, kendisi öyle istiyor. Sonra rahat rahat istediği yere gidebilir. Zaten şimdi de Ekim kullandı arabayı.”

“Afferin Ekim. Artık işe giderken de okula giderken de rahat edeceksin. Tek derdin park yeri olacak.”

“Evet babacığım. Tekrar teşekkür ederim. Aslında şikâyet etmiyordum ama ben de dört gözle şöyle kendi imkânlarımla gidip gelmeyi istiyordum. Bazen çok kalabalık oluyor. O zaman nefes alamıyormuşum gibi hissediyorum ve adeta paniğe kapılıyorum. Neyse inşallah rahat rahat kullanırım.”

“İnan Ekim, alıştıktan sonra bu günlerine güleceksin. Gerçi ben çiftliğin içinde geçirdim acemiliğimi ama dönünce babam da bana yeni araba alacak. Şimdiye kadar çoktan alınacaktı ama…”

“Kızım ne kadar yoğun geçti günlerimiz. Söz gidince ilk iş sana araba alacağız. Belki sen de şöyle küçük bir araba alırsın.”

“Ben Ekim gibi acemi değilim. Bana söz verdiğin spor arabayı alacaksın. Öyle konuşmuştuk.”

“Tamam tamam. Zaten gidince de konser çalışmalarınız olacak. Belki de buraya geldikten sonra araba alırız sana.”

“Neden olmasın, nasıl olsa beni okula araba götürüyor. Aynen devam ederiz. Turneye de karavanla gidiyoruz. Olur baba.”

“Hadi o zaman, Sevin’i kandırmışken bunun şerefine içelim.”

“Baba!”

“Şaka kızım. Aşk olsun. Ben seni bir araba için kırar mıyım?”
 

*

 
Yemeklerini yemiş, kahvelerini içerken telefon çaldı. Telefonu Ekim açtı.

“İyi akşamlar anneanne. Nasılsınız?”

“İyiyim kızım. Hem de çok iyiyim. Bugün, yarının programı ile meşguldüm. Holdinge gitmedim. Bir ara kabristana gittim. Annene ve babana çok müteşekkirim. İnan şimdi çok daha huzura kavuştum. Herkes iyi mi? Sevin nasıl? Ben şimdiden özledim sizleri.”

“Teşekkür ederiz, hepimiz iyiyiz.”

“Kızım, ben sizi yarın kahvaltıya gelin diye aramıştım. Ayrıca gelirken mayolarınızı getirin, havuza girersiniz. Akşama kadar burada kalmak üzere program yapın lütfen. Bu arada Nazım Bey ve iki avukatım gelecek, bir görüşme de gerçekleştireceğiz. Umarım bu canınızı sıkmaz.”

“Hayır anneanne. Biz de bazı konularda sizinle konuşmak istiyoruz zaten. Ama izin verirseniz yarınla ilgili programı babamlara bir sorayım.”

“Tabii çocuğum, bekliyorum.”

“Babacığım, Sabih baba, anneannem yarın sabahtan bizi davet ediyor. Kahvaltıya gelin. Sonra gün boyu burada olalım diyor. Sizce de uygun mu?”

“Tamam kızım, tamam. Zaten bildiğimiz için ona göre program yaptık. Teşekkür ederiz. Yarın görüşürüz.”

“Tamam Ekimciğim. Babanın söylediklerini duydum. Sabah görüşmek üzere. Hepinize iyi akşamlar.”

“Kadıncağız heyecandan ne yapacağını şaşırıyor. Kolay değil tabii, bunca yıldan sonra iki torun sahibi olmak.”

“Yarın bir ara Nazım Bey ve iki avukat gelecekmiş. Bir görüşme yapacakmışız. ‘Umarım bu canınızı sıkmaz’ dedi. Baba Servet Hanım çok akıllı bir kadın. Bizim düşündüklerimizi o da düşünüyor bence. Bakalım nasıl bir öneriyle çıkacak karşımıza.”

“Konuşur, anlaşırız kızım.”

“Ben hayatımızın değişmesini istemiyorum ama onun da üzülmesini istemiyorum. Bugün kabristana gitmiş. Yerini sana ne zaman sordu baba? Size çok müteşekkir olduğunu şimdi çok huzurlu olduğunu söylüyor.”

“Nazım Bey’le olduğumuz gün, bir ara Nazım Bey sormuştu. İlk fırsatta gitmiş demek ki. İsterseniz Sabihler gitmeden hep beraber tekrar ziyaret edelim.”

“Ben de gitmek istiyorum Tahir baba.”

“Tamam Sevin.”

“İzniniz olursa ben de sizinle gelmek isterim.”

“Tabii oğlum. Aslında çok da iyi olur.”

İlk müsait zamanda Ekim Gürkan’ın yanına gitti.

“Gürkan kabristana gelmek zorunda değilsin.”

“Biliyorum aşkım. Ama sen aileni ziyaret ederken yanında olmak istedim.”

“Çok teşekkür ederim. Bu benim de çok hoşuma gidecek. Sanki onların da onayını almışız gibi hissedeceğim.”

“Gördün mü, ben de öyle düşünmüştüm. Sen böyle şeyleri kafana takma aşkım. Hadi gel, biraz balkonda oturalım.”

“Anne biz Gürkan’la balkona çıkıyoruz.”

“Tamam çocuklar, bir şey isterseniz seslenin.”

“Bugün verdiğin haberler çok güzeldi. Gerçi evlenmemizin geri kalması beni biraz üzse de durumlar biraz daha farklı olacağı için fazla üzülmedim. Hem senin istediğin uzun romantik nişanlılık dönemini de yaşamış olacağız böylece.”

“İnan böylesi çok daha güzel olacak. Bir de anneannemle ilgili düşünceler var kafamda. Onu bizlerden dışlamadan, ilişkimizi sürdürmemiz gerekiyor. Nasıl olacak bilmiyorum.”

“Canım, sen fazla takılma bu konuya. Bu saatten sonra sizi yanına almaya kalkmayacak herhalde. En fazla elindeki imkanlardan sizlerin yararlanmasını sağlamak isteyecektir. Şirket hissesi verecektir, ne bileyim, okul masraflarınızı karşılamak isteyebilir.”

“Ama ben bunların hiçbirinin olmasını istemiyorum. Herhangi biri ailemi rencide edebilir.”

“Ama kadıncağız da haklı. Düşünsene hayatta sizden başka kimsesi yok.”

“Tamam manen hep yanında olalım.”

“Bence şimdiden bunları düşünerek o güzel kafanı yorma. Neticede her şeyi yarın öğreneceksin. Bak, Sevin hiçbir şeyi dert ediniyor mu?”

“Evet öyle görünüyor ama bu konularda onunla hiç konuşmadım. Neyse sen şimdi yakında askere gideceksin yani.”

“Evet aşkım. Gidip geleyim de geleceğimiz için planlarımı gerçekleştirmeye başlayayım. Kafamda bir sürü proje var.”

“Çalıştığın yerden ayrılmayı düşünüyor musun?”

“Şimdilik devam gibi görünüyor ama hiç belli olmaz. Karşıma neler çıkacak bilemem. Geçenlerde iş yaptığımız çok büyük bir firma, iyi bir teklifte bulundu.”

“Hiç bana söylemedin.”

“Söylemedim çünkü hem askerlik engelim var hem de birkaç ay yurt dışına gitmem gerekecek, bu nedenle bana pek cazip gelmedi. Ayrıca bu seyahatler arada sırada devam edecek.”

“Ne alaka?”

“Şöyle ki yurt dışından gelen bir takım malzemenin burada montajı yapılıyor. Yani parçalar yurt dışından demonte gelip burada montajı yapıldıktan sonra piyasaya sunuluyor. Yurt dışındaki fabrikaya gidip staj gibi birkaç ay kalmak gerekiyor. Devamında da yenilikleri takip etmek için bu seyahatler devam edecek. Bu da benim bu olaya pek sıcak bakmamı engelliyor. Ben askerliği böyle düşünürken, iş için sık sık senden ayrı kalmayı pek düşünmem doğrusu.”

“Çok cazip bir teklifse!”

“Yani teklif cazip de senden ayrı kalma kısmı hoş değil. Seninle beraber gidebilme şansı olsa o zaman çok güzel ama.”

“Anlaşıldı. Ben okulu bırakır, ev kızı olursam bayağı iyiymiş bu teklif.”

“Değil mi ama. Ha ha. Seni bütün gün evde oturup sadece yemek yapan, örgü ören bir ev kızı olarak düşünemem bile. Sen de öyle bir enerji var ki.”

“Hey arkadaşlar, gelirsem keyfiniz kaçar mı?”

“Gel Sevin, gel. Tam zamanında geldin. Keyfimiz çok iyi. Anlatalım da sen de keyiflen.”

Ekim kısaca Sevin’e olayı anlattı.

“İşte biz de Ekim’i bir ev hanımı olarak hayâl etmeye çalışıyorduk.”

“E bayağı iyiymiş. Ne işin var zaten adliyelerde falan. Otur evinde 2 de çocuk yaptın mı tamam işte.”

“Doğru valla. Tabii bu seyahatler, çocuklar olunca Gürkan Bey yalnız olarak devam edeceği için sıkıntıdan kendimi yemeye verir, 90 kilo olurmuşum. Beyefendi İstanbul’un gece alemlerine de akarmış.”

“Ay yeter Ekim. Ben zaten hep bunları düşünüp o teklife yanaşmadım.”

“Ne kadar kötüsün Gürkan.”

“Öyle değil hayatım. Ayrı kalma kısmını kastetmiştim. Ama gün doğmadan neler doğar, hiçbir şey şimdiden belli değil. Önce şu askerliği bitireyim.”

Böyle söyleyerek ayağa kalktı Gürkan.

“Ben artık gideyim. Siz de yarın Servet Hanım’a gideceksiniz. Ekimciğim dönüşte ilk fırsatta beni ara, merak ederim.”
 

*

 
Saat epey ilerlemişti. Trafikte sanki biraz daha rahattı. Yatağına yattığında Ekim’in söylediklerini düşünmeye başladı. Arzu ettiği gibi hemen evlenemeseler de böyle bir nişanlılık güzel olacaktı galiba. Yüzünde tebessümle uykuya daldı.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan