Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 4

22 Kasım 2021

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
Sabahleyin erkenden uyanan Ekim, dün gece kardeşinin yaptığı gibi ikizini seyretmeye başladı. Ve aynı şeyleri düşündü. Görünümleri aynı olmasına rağmen farklı kişiliklerini şimdiden görebiliyordu.

Sevin kendisine göre daha duygusaldı sanki. Kararlarını da daha çok ailesine danışarak veriyor gibi görünüyordu. Hâlbuki kendi ailesi, daha küçücük çocukken bile, kararlarını kendisi versin diye yönlendirirlerdi onu. Şimdiyse, karşılaştığı ne olursa olsun, birkaç dakikada kararını verir ve uygulamaya geçerdi. Fazla ve fuzuli konuşmaktan hiç hoşlanmazdı. Bu nedenle de babası kardeşinin izini kaybettiklerini söylediği an bunu kabul etmiş ve babasına başkaca soru sormayı lüzumsuz bulmuştu. Pek çabuk arkadaş edinemez ve karşısındakini öncelikle tanımayı tercih ederdi ama kardeşini sanki ilk günden beri tanıyormuş gibi hemen benimsemiş ve sevmişti.

Belki de kardeşinin ısrarlı bakışları ile Sevin de uyandı.

“Günaydın. Yanılmıyorum değil mi; dikkatle inceliyordun beni.”

“Aynen öyle. Hem bu kadar aynı hem de bu kadar farklı iki kardeşiz diye düşünüyordum.”

“Sana söylemek lazım. Ben de dün gece seni seyrettim ve aynı düşündüm. Ama seni çok sevdiğimi de biliyorum.”

“Bu bozuk Türkçene rağmen ben de seni çok seviyorum.”

“Çok mu kötü konuşuyorum.”

“Hayır çok sevimlisin. Haydi giyinip aşağı inelim yoksa hepsi bizi aramaya gelecekler.”

Aşağı indiklerinde herkesin pür neşe kendilerini beklediğini gördüler. Hep beraber zengin kahvaltı masasına oturdular.

“Hava fazla ısınmadan size çiftliği gezdirmek istiyoruz. Tabii sizce de uygunsa.”

“Yok yok. Doğrusu ben kendi adıma bunu merakla bekliyorum. Karımla kızımın da benim gibi düşündüğüne eminim.”

“Ben sizlere birer şapka vereyim. Açık havada dolaşacağız çoğunlukla. Başınıza güneş geçmesini istemeyiz.”

Neşe içinde şapkalarını başlarına takıp kapını önündeki araca doluştular.

Arazi hayli büyüktü. Ev bütün araziye hâkim bir tepeye yapılmıştı ama birçok yerleşim yeri daha dikkat çekiyordu. Sabih Bey geçtikleri yerleri birer birer anlatınca, bu yerlerde çiftlik çalışanlarının ikamet ettiğini öğrendiler.

Sabih Bey ailesi için bu araziyi aldıktan sonra, uzun bir süre buraları adam edebilmek için çalışanları ile ailesinden uzak burada yaşamıştı.

Sevin ve Seher Hanım o sıkıntılı dönemi yaşamamışlardı. Bütün bu süreler zarfında sadece hafta sonları ailesiyle beraber vakit geçirebilmişti Sabih Bey. Ama bunca uğraşıdan sonra karısını ve kızını buraya getirdiğinde onların yüzünde gördüğü mutluluk ve beğeni her şeye değmişti. Sonra beraberce çalışıp şimdiki tesisi kurmuşlardı. Hayvanları besliyor, üretiyor ve hijyenle hazırlanmış büyük kesimhanelerde kesip çeşitli ürünler yapılabilmesi için ülkenin tanınmış büyük fabrikalarına pazarlıyorlardı.

“Bütün bu uğraştan sonra, işin imalat bölümünü niye siz yapmıyorsunuz?”

“Çok haklısınız bunu sormakta Tahir. Ama Amerikalılar alışkanlıklarından kolay vazgeçmiyorlar. Yani yıllardır aldığı markayı değiştirmeye pek sıcak bakmıyorlar. Yıllarca ürünümüze pazar aramaktansa, bu büyük firmalarla yapmış olduğumuz anlaşmalar daha cazip geldi bize. Bu kuruluşlardan ikisinin kendi besi çiftlikleri de var ama onlara yetmiyor ve biz böyle bir kolaylık sağlamış oluyoruz. Bu işten onlar da mutlu. Ayrıca çok güzel atlarımızda var. Hem çiftlikte kullanıyoruz hem de bir iki tane yarış atımız var.”

“İşin burasında ben devreye giriyorum. Zira babama yarış atlarını aldıran ve bu işleri takip eden benim.”

“Ooo neler duyuyoruz. Gerçi dün akşam ata bindiğini söylemiştin ama bu kadar profesyonel ilgilendiğini düşünmemiştim doğrusu.”

“Sen de ata bir kere binsen vazgeçemezsin.”

“Bir kere binse hemen vazgeçer kızım. Senin ilk başlarda nasıl zorlandığını unutma. Uzun bir süre çok yakışıklı bir hocadan ders aldı kızımız.”

Sevin sitemle söze atıldı:

“Aman anne. Sanki hoca yakışıklı diye ders aldım.”

“Ama onun için bir türlü vazgeçemedin ders almaktan. Neticede sana yaradı ve harika bir binici oldun.”

“Şanslısınız zira haftaya burada güzel bir yarış var. Bu kasabada düzenlenen bir eğlence aslında ve orada da Sevin atıyla yarışa katılacak.”

“Ne kadar güzel. Bu harika oldu. Ödül de var mı?”

“Tabii ki. Ödül benim İstanbul’da harcayacağım para olacak.”

“Ne yani İstanbul’a giderken benden para istemiyor musun?”

“Tabii ki hayır. Sizden masrafları alacağım ama İstanbul’da gezdiğimiz yerlerde hesabı enişteye ödetmek bana ayıp.”

“Yani sence ayıp olur demek istiyorsun. Aferin iyi düşünmüşsün. Bu durumda o yarışı mutlaka kazanman lazım. Bu konuşmadan sonra benden masraflar dışında para yok, ona göre.”

“Aşk olsun Sabih. Tahir babası da diğer masrafları karşılar. Biz ölmedik daha.”

“Çok teşekkür ederim Tahir baba. Ama hiç merak etmeyin, ben o yarışı kazanacağım.”

Oradan haraya gidip yarış atlarına baktılar. Sevin’in atı, simsiyah bir taydı. Duruşu bile farklıydı. Sevin hemen yanına giti; atını okşayıp öptü. Ardından seyise atı hazırlamasını söyleyip misafirlerine güzel bir gösteri sundu. Gerçekten ata çok güzel biniyor ve adeta onunla tek vücut gibi atın bütün hareketlerine eşlik ediyordu. Sevin ata binerken diğerleri kendilerine hazırlanan masaya oturup soğuk ayranlarını yudumladılar. Hava yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı. Bir süre ata binen Sevin’in de gelişi ile yarıda kalan gezilerine devam için jipe tekrar bindiler.

Etraf yemyeşildi ve her tarafta çalışanlar görülüyordu.

Bayağı bir çalışan kadrosu vardı. Kesimhanenin önüne geldiklerinde Ekim ve annesinin burayı gezmek istemediklerini söylemeleri ile Seher Hanım duruma müdahale etti.

“Hiç merak etmeyin, kesim görmeyeceksiniz. Siz tesisi gezin. Kesilmiş hayvanların, yapılacak imalat çeşitlerine göre nasıl ayrıldıklarını, ambalajlanıp, kolilere yerleştirildiğini göreceksiniz. Kesimhane alt katta zaten oraya ben de pek girmiyorum ama kesilmiş hayvanların nasıl işlenip, her bir yerinin nasıl değerlendirildiğini görmeniz gerekir. Hayvanın hiçbir şeyi ziyan olmuyor. Bu arada arzu ederseniz süt sağma bölümlerini gezebilirsiniz.”

Bu açıklamanın ardından hep birlikte tesislere girdiler. İçeride fazla sayıda çalışan vardı. Hepsi de son derece temiz görünümlü bir alanda yine bu şartlara uygun kıyafetler içinde çalışıyorlardı. Etrafta insanı rahatsız edecek hiçbir görüntü yoktu ve aynen Seher Hanım’ın söylediği gibi, insanlar özenle etleri parçalıyor, oradan bantlar yardımıyla paketlenmeye gönderiyor, en sonrada da kolilere yerleştiriyorlardı. Kolilerin üstündeki resimler bile iştah açıcı ürün resimleriydi. Her birinin üstünde kocaman, çiftliğin bir Türk çiftliği olduğunu anlatan bir Türk bayrağı ile üçünün de isimlerinin ilk harfinden oluşan çiftliklerinin ismi, yani “3S Çiftliği” yazısı okunuyordu.

Oradan süt sağım bölümüne geçtiler.

Hayvanların sütlerini aldıkları bölümde son derece temizdi. Ve saatler önce süt sağım işlemi bittiği için şu anda kimseler yoktu. Ama sanki hiç hayvanlar buraya gelmemiş gibi ortalık tertemizdi.

“Ne kadar temiz etraf. İnsan buralarda hijyene bu kadar dikkat edildiğini görünce huzur içinde tüketebilir yiyecekleri.”

“İnanın artık bu işler bütün Dünya’da böyle. Geçenlerde gelen bir arkadaşımız, artık Türkiye’de de hijyenin çok önem kazandığını ve ancak bu şartları sağlayan üreticilerin ürünlerinin tüketici tarafından alındığını, pazar bulabildiğini anlattı. Bu bizim de çok hoşumuza gitti.”

Tesisten çıktıklarında, sütleri imalatı yapılacak fabrikalara götürmek üzere dolum yapmış tankerleri gördüler. Dışarda işçiler kendilerine soğuk içecekler ikram ettiler. Çalışan Türk işçiler, yakınlık gösteriyor ve kızların benzerlikleri hakkında mutlaka bir şeyler söylüyorlardı. Kesimhaneyi de gezen Sabih Bey’le Tahir Bey de kendilerine katıldılar.

“Azizim sizi tebrik ederim. Her şey çok güzel. Sizinle bir Türk olarak gurur duydum.”

“Sağ olun. Bunları sağlamak için çok çalıştık. Yıllarca tatil bile yapmadık ki bu arada Seher’den bol bol şikâyet aldığım hâlde, imkanlar elvermedi. Hatta, kızımızın birçok konserine bile gidemedik. Süt sağım merkezimiz daha yeni yeni bu son şeklini aldı. Daha iptidai şartlarla ve çok zorlanarak çalışıyorduk ama sürekli gelen talepler bizi bunları da yapmak zorunda bıraktı. Tabii, çok daha temiz ve seri oldu. Şimdi artık yeter diyorum. Bundan sonra ailemle daha çok ilgileneceğim. Hatta Seher’in de bana yardımcı olmayıp daha rahat bir hayat yaşamasını istiyorum.”

“Tabii tabii. Biz annemle karar verdik. Bundan sonra beraber yarış atı yetiştireceğiz. Şimdi Ekim ve yeni ailemiz var. Herhalde bu bizden epey zaman alacak.”

“Yani, bizim artık meşgul olacak yeni uğraşlarımız var demek istiyor kızımız. Ama ben de artık evde oturmaya pek itiraz etmeyeceğim. Ben de bundan sonra daha özgür ve kendim için yaşamak istiyorum.”

“Eyvah eyvah. Bizim evde ayaklanma var. Neyse ben seve seve sizin istediğinizi yapmanıza razıyım. Zira ben de artık daha az çalışmaya karar verdim.”

“Hah tamam. Ben de kendi işimi biraz biraz yardımcıma yıkmaya başladım. Bu nedenle buraya bu kadar rahat gelebildik zaten. Artık gençler çalışsın. Bir de bizim hanımı kandırabilsem.”

“Aman Tahir, ben neredeyse ayda bir kere şirkete gidiyorum.”

“Evet ama evde elinden telefon düşmüyor ya da odana kapanıp yeni bir şeyler çiziyorsun.”

“Tahirciğim, bırak bu kadar da çalışsınlar. Ben Seher’in de tamamen işi bırakacağına ihtimal vermiyorum. En azından gelip sık sık teftiş edecektir.”

Bu sırada Tahir Bey’in telefonu çaldı. Arayan Kıvanç Bey’di.

Tahir Bey kısa bir görüşme yaptıktan sonra Sabih Bey’e “Burada bilgisayardan görüşmem mümkün mü?” diye sordu.

“Tabii hanımlar burada otururken benim odama çıkalım ve ofisini oradan arayalım.”

Üst kata çıkıp, son derece lüks döşenmiş ama bir o kadar da sevimli olan ofise girdiler.

“Geç azizim, benim koltuğuma otur ve rahatça görüşmeni yap. Ben bu arada muhasebeye bir uğrayayım.”

Sabih Bey böyle söyleyerek Tahir Beyi yalnız bıraktı.

Kıvanç Bey, son yaptıkları fabrika inşaatında meydana gelen bir problem için aramıştı. Aslında meseleyi halletme yolunu bulmuş ama Tahir Bey’in onayını almak istemişti. Proje üzerinde karşılıklı tartıştıktan sonra en doğrusunun Kıvanç Bey’in bulduğu yol olduğuna Tahir Bey de ikna olmuştu. Bu da çok hoşuna gitmişti ama Kıvanç’a bir şey söylemedi.

“Tamam Kıvanç. Senin söylediğin gibi değişiklik yapın ve gereken yerlere başvurun. Benim gelişimi beklemenize gerek yok. Beni istediğin zaman arayabilirsin. İmkân olursa nette yoksa telefonla haberleşiriz. Size kolay gelsin.”

“Çok teşekkür ederiz efendim. Size iyi tatiller. Dilerim aramak zorunda kalmam.”

“Durumları bildirmek için de arayabilirsin. Rahatsız edeceğini düşünme. Hoşça kal.”

Tahir Bey, kendi kendine durum muhasebesi yaparken Sabih Bey geri geldi.

“İyi haberler aldınız galiba?”

“Aslında pek önemli değil ama ben yokken de çözüm üretebilmeleri hoşuma gitti. Ve bu nedenle mutlu oldum.”

Beraber hanımların yanına döndüler.

“Bir terslik yok inşallah.”

“Yok Sermin. Kıvanç’ın kafasına bir şey takılmış, onu hallettik.”

“Çok sevindim. En ufak bir problemin bu güzel tatili bozmasını istemiyorum.”

“Serminciğim, biz bütün aile buradayız. Hiçbir iş problemi bizim tadımızı kaçıramaz. Yeter ki biz beraber olalım.”

“Aşk olsun baba. Gürkan İstanbul’da ama.”

“Pardon pardon. Ben işle ilgili problemden bahsettim. Tabi ki Gürkan çok önemli. Onu unuttum, affet.”

Hep beraber gülerek jipe doluştular ve eve döndüler.

Bahçede havuz başında hazırlanan öğle yemeklerini yediler.

Bu sefer Seher Hanım’ın talimatı ile hazırlanmış, ton balıklı salata ve makarnadan oluşan yemeklerini yiyip içeri geçtiler ve serin salonda Sevin’in son konserinin kayıtlarını seyrettiler.

“Seni sahnede görmek çok başka bir şey. Sanki o kız sen değilmişsin gibi geliyor.”

“İnan Ekimciğim, aynen öyle oluyor. Sanki sahnede şarkı söyleyen benim kızım değilmiş gibi izliyor, adeta o bir yabancıymış gibi ona hayran olduğumu hissediyorum. Sonra onun bizim kızımız olduğunu düşünüp gurur duyuyorum ve etrafıma bakınıp herkes beğenmiş mi diye insanları inceliyorum.”

“Sizi çok iyi anlıyorum Seher anne. İnşallah bir gün biz de sahnede izleriz kendisini.”

“Sen de şarkı söylemeyi denemelisin, inan insana müthiş bir enerji veriyor.”

“Denemeden önce öğrenmek lazım. Ben almayayım. İkizimi dinlemek ve seyretmek daha güzel.”

“Yanılıyorsun, şarkı söylemek çok güzel bir duygu, hiç tanımadığın insanlarla bir anda, hımm bütünleşiyorsun yani, bir bütün oluyorsun adeta. Bir akım oluşuyor ve sen onlara bir şeyler verdiğini ve onlardan da geriye sevgi aldığını çok canlı bir şekilde hissediyorsun. Nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama çok farklı bir şeyler oluyor ve sen hiç sahneden inmek ve o havayı kaybetmek istemiyorsun. Galiba bunu anlatabilmem zor. Ama inan o saatlerin bitmesini istemiyorum.”

“Ne kadar güzel. İnsanlarla bir şekilde iletişim kurmak, hem de hiç tanımadığın insanlarla. Hayli ilginç geliyor. Şarkı söylemek konusunda bir şey söyleyemem ama ata binmeyi denemek…”

Ekim’in cümlesi tamamlanmadan Sevin araya girdi; “Tamam yarın sabah hava ısınmadan gideriz at binmeye. Ben sana yardımcı olurum.”

“Nasıl olsa bizim de işimiz yok. Biz de seyretmeye geliriz.”

Sabahleyin sanki bir sınava girecekmiş gibi heyecanla uyandı Ekim.

Baktı Sevin mışıl mışıl uyumaya devam ediyor, usulca banyoya geçti.

Ekim banyodan çıktığında, yatağının üzerine konmuş binici kıyafetlerini görünce gülümsedi. Aralarında inanılmaz bir telepati vardı. Duş alırken düşünmüştü, acaba üstüme ne giysem diye. Tam kıyafetlerini giymeyi bitirmişti ki ıslak saçlarıyla odaya Sevin girdi.

“Günaydın. Oh sen giyinmişsin bile. Ben havuza girdim, aşağıda duş aldım. Hemen giyineyim, çıkalım.”

“Acele etme.”

“Yok yok çabuk olmalıyız. Birer bardak taze sıkılmış meyve sularımız aşağıda bizi bekliyor olacak. Kahvaltı sonra gelince yeriz.”

“Ama hep beraber gitmeyecek miydik?”

“Tamam sen ilk ata binişini kimse görsün istiyorsan o başka, belki de düşersin.”

“Korkutma beni, vazgeçeceğim şimdi.”

“Yok korkma, sonra çok seveceksin inan.”

Hemen aşağı inip buz gibi portakal sularını içtiler. Aceleyle kapıdan çıkıyorlardı ki her zaman çok erken kalkan ve verandada sabah kahvesini içip içeri girmekte olan Sermin Hanım’a yakalandılar.

“Nereye böyle? Hani hep beraber gidecektik.”

“Günaydın anneciğim. Ben de öyle düşünmüştüm ama Sevin ilk acemiliğimi siz görmeyin istiyor.”

“Ne fenasın Ekim. Seni düşünmek ne zaman yanlış oldu.”

“Canım benim ya. Öyle demek istemedim.”

“Tamam tamam. Gidiyor muyuz?”

“Ben de sizinle geliyorum. Sakın itiraz etme. Zaten akşamdan beri gözüme uyku girmiyor.”

“Hadi o zaman, yakalanmadan gidelim.”

Atların yanına geldiklerinde, Sevin’in atının yanında güzel beyaz bir at da Ekim’e hazırlanmış onları bekliyorlardı.

“Günaydın Sevin Hanım. Ben bu atı hazırladım ama siz başka bir at düşünürseniz onu hazırlayalım.”

“Yok, bu çok iyi. Uysal ve sakin bir kısrak.”

Sermin Hanım, konuklar için hazırlanmış olan koltuklardan birine yerleşti. En az Ekim kadar heyecanlıydı. Kızına bir şey olacak diye ödü patlıyordu.

Ekim, kardeşinin ve seyisin talimat ve yardımları ile ata bindi. Hayvanın sıcaklığını vücudunda hissedince önce bir tuhaf rahatsızlık duydu ama sonra sanki bu sıcaklık ona güven vermiş gibi rahatladığını hissetti. Seyisin sakin olmasını tekrar eden sesiyle rahatladı. Seyis yanında yürüyor ve atı tutuyordu. Bir an sanki seyis atı bırakırsa, at başını alıp gidecekmiş ve o baş edemeyecekmiş gibi bir korkuya kapıldı.

“Sakın korkma Ekim, hayvan tedirgin olduğunu bilmesin. Kendini bırak.”

“Tabii tabii, demesi kolay. Ya birden koşmaya başlarsa?”

“Korkmayın Ekim Hanım, siz kendinizi güvende hissedene kadar ben yanınızda olacağım.”

Epey bir süre böylece dolaştılar.

Ama sonra birden bir şey oldu ve Ekim kendini inanılmaz iyi hissetti.

“Tamam bırakabilirsiniz. Siz bırakınca birden koşmaya başlamaz, değil mi?”

“Hayır, merak etmeyin. Zaten gördüğünüz gibi Sevin Hanım da hep yanınızda.”

“Evet Ekim, merak etme, biz koşmadıkça beraberce yürümeye devam edeceğiz.”

Kenarda oturup seyretmekte olan Sermin Hanım, kızının ve Sevin’in bol bol resimlerini çekiyordu.

Seyisin Ekim’in atını bırakmasıyla panikle ayağa fırladı. Ama hiç de korktuğu olmadı. İki kardeş sakin sakin atlarıyla dolaşmaya devam ettiler.

“İnanamıyorum, ben ata biniyorum. Bu müthiş bir duygu. Tanrım bu kadar güzel olabileceğini asla düşünmemiştim.”

“Tamam artık, bundan sonra, siz burada olunca her gün ata bineriz.”

“Yani biz burada olduğumuz sürece ata bineriz demek istiyorsun. Ben varım. Çok hoşuma gitti. Senin yarış ne zamandı?”

“Yoksa katılacak mısın sen de yarışa?”

“Tabii ki hayır, o kadar uzun boylu değil?”

“Kim uzun değil?”

“Yok canım, öyle değil. Yani o kadar da değil demek istedim.”

“Benim bunları öğrenmem çok zor. Neden sordun, yarış ne zaman diye?”

“Sadece meraktan, şimdi daha büyük bir ilgiyle izleyeceğimden emin olabilirsin.”

“İstersen artık yeter. Çünkü şimdi her yerin çok ağrıyacak. Sen Sermin anneyle biraz otur, ben biraz atımla çalışmak istiyorum. Hatta isterseniz burada kahvaltı edebiliriz.”

“Tamam o zaman biz hazırlatırken sen devam et.”

“Siz beni beklemeyin ben gelince yerim.”

Böyle söyleyen Sevin atının başını çevirip yanlarından uzaklaşırken, Ekim seyisin yardımıyla atın üzerinden indi. İndiği anda da bacaklarının nasıl kendini taşımakta zorlandığını görerek hayretle seyise baktı. Genç adam gülümseyerek “Korkmayın birazdan geçer. Biraz ağrı çekeceksiniz ama eminim sonra çok seveceksiniz” dedi.

“Yok… Ben bu ağrıya razıyım. Çok güzeldi. Çok teşekkür ederim yardımlarınız için.”

Ekim, annesinin yanına geldiğinde heyecanla konuşmaya başladı:

“Meraklanma anneciğim, çok iyiyim. Biraz ağrılarım var ama dayanamayacak kadar kötü değil. Ata binmek harika bir şey.”

“Acıkmadınız mı?”

“Sevin, arzu edersek burada da kahvaltı edebileceğimizi söyledi. Ne dersin burada onu bekleyelim mi, yoksa eve gitmeyi mi tercih edersin?”

“Bekleyelim ve hatta burada kahvaltı edelim.”

Gelen görevliye kahvaltılarını söylediler.

Çiftlikte yetişen hayvanların taze sütleri ile, yine çiftlikte üretilmiş tereyağ ve peynirlerle kahvaltı başlı başına bir ziyafet oluyordu her sabah. Bu sabahsa kendilerine, bahçelerden toplanmış çeşitli meyve ve sebzeler ağırlıklı bir kahvaltı sundular. Her şey o kadar güzeldi ki insan bir terslik olacakmış gibi ürküyordu adeta.

Anne kız bir taraftan Sevin’i beklerken, bir taraftan da gördükleriyle ilgili sohbet ediyorlardı. Sevin kim bilir şu anda nereye kadar gitmiştir diye düşünen Ekim, “Anne ben Sevin’den nasıl ayrılacağım bilmiyorum. Sanki yıllardır hep onunlaymışım gibi geliyor. Ayrı olduğumuz zamanlarda özlüyor muyum, yeniden kaybetmekten mi korkuyorum bilmiyorum. Ama bir garip hissediyorum kendimi” dedi.

“Canım benim. Çok normal değil mi? Siz ikiz kardeşlersiniz, görüşmüyor olsanız bile adeta birbirinizin eksikliğini hep hissetmişsiniz gibi geliyor bana. Mesela, sen hep bir kardeşin olmadığından şikâyet ederdin. Hele ufakken adeta kafa tutardın bize. Yalnız olmaktan şikâyet eder, sonra da ama iyi ki kardeşim yok, o zaman siz beni daha az severdiniz belki diye, kendi kendine teselli bulurdun. Bak şimdi hazır bir kardeşin oldu.”

“Canım annem, sizi ne kadar çok sevdiğimi anlatıyormuşum ama size.”

Onlar böyle tatlı tatlı konuşurken Sevin geldi.

“Ohh harika. Kızım tam formunda. Haftaya yarış galibi kesin benim. Zaten olması da lazım, yoksa size karşı rezil olurum.”

“Ne ilgisi var. Böyle düşünüp stres yapma lütfen.”

“Şaka şaka. Ben işi eğlenmek için yapıyorum ama olsa para hiç fena olmaz.”

“Değil mi ama? İstanbul’da sen bizi gezdirirsin artık.”

“Aşk olsun ben sizi zaten gezdireceğim, bütün hesaplar benden.”

“O kadar uzun boylu değil.”

“A aa artık sormuyorum, öğrendim.”

“Çok da hızlı öğreniyorsun. Sen kahvaltı etmiyor musun?”

“Ben önce eve gidip duş almak istiyorum. Sonra bir şeyler yerim.”

Hep beraber arabaya binip eve gittiler. Gerçekten de sabah erken kalkıp gitmekle çok iyi yapmışlardı, zira ortalık yanmaya başlamıştı bile.

Evdekiler niye kendilerini beklemediklerini sorup söylenseler de Ekim, Sevin ilk deneyişimde yalnız olursam daha rahat olacağımı söyleyince biz ikimiz gidiyorduk ama annem bizi yakaladı deyince gülüştüler ve konu kapandı.

O gün hiçbir yere gitmeden havuz sefası yapmaya karar verdiler.

Çok keyifli geçen saatlerden sonra Sevin’in aklına geldi.

“Sen hiç ses çıkartmıyorsun. Popon ağrımıyor mu?”

“Ağrıyor tabii ki ama önceden uyardığınız için sesimi çıkartmıyorum. Bayağı canım acıyor doğrusu.”

“Ah ah aranızdaki en büyük fark bu galiba. Şimdi Sevin bu acıları çekiyor olsaydı ortalık yıkılırdı. Seninse hiç sesin çıkmıyor bravo.”

“Çok doğru. Ekim’in çocukken de pek canı acıdığı için ağladığına şahit olmazdık Seher. Ama oyun oynarken haksızlığa asla tahammül edemez ve sinirinden ağlardı.”

“Yani onun çocukken bile adaletten yana olacağı belli imiş.”

“Tamam tamam siz böyle konuşmaya devam edin, ben bu arada yüzmeye gidiyorum.”

“Tamam ikizim ben de seninle geleyim de onlar bizi rahat çekiştirsinler.”

Daha onlar böyle konuşurlarken çalan telefona bakan Ekim heyecanla, “Gürkan arıyor, ben konuşup geliyorum” diye koşa koşa odasına çıktı.

“Canım, nasılsın? Çok özledim.”

“Özlediğin çok belli oluyor, ben aramazsam hiç aklına gelmiyor.”

“Aşk olsun Gürkan. Ben de son defa havuza girip sonra seni internetten aramayı düşünüyordum. Hem sana haberlerim var.”

“Şaka yapıyorum bir tanem kızma. Sensizlik artık tavan yaptı. Arkadaşlar bile çekilmez olduğumu söylüyorlar. Neyse sen haberleri ver bakalım.”

“Ben bu sabah ata bindim. Hem de hiç düşmedim.”

“Ooo harika. Ama sevgilimi o kıyafetlerle görmek isterdim doğrusu.”

“Merak etme annem bol bol resim çekti, onlara bakarsın.”

“Seni çok özledim Ekimciğim. Sensiz hiçbir şeyden, hiçbir yerden zevk almıyorum.”

“Bir tanem çok haklısın. Seni çok iyi anlıyorum. Gündüz devamlı bir şeyler yaptığımız için çok fark edemiyorum ama yine de güzel bir manzara gördüğümde ya da değişik bir şey yediğimde ya da bir anda aklıma sen geliyorsun. Keşke beraber olsaydık, diyorum. Hele akşam yatağa yatınca seni ne kadar özlediğimi daha iyi anlıyorum. Ama zaman o kadar hızlı geçiyor ki… Sabretmemiz lazım.”

“Sen öyle söylüyorsun ama ben evlenmeyi bile öne almayı düşünüyorum.”

“Hayır Gürkan. Aldığımız kararlardan vazgeçmek yok.”

“Biliyorum, biliyorum ama senin okul, benim askerlik. Of Ekim daha kaç sene bu böyle sürecek?”

“Ama tatlım, bunları daha önce konuşup anlaştığımızı zannediyordum. Sen şimdi ayrı olduğumuz için böyle düşünüyorsun.”

“Galiba haklısın. Tamam sen gelene kadar bu mevzuyu bir daha açmayacağım.”

“Unutma aşk en güzel, uzak kalınca yaşanırmış, biz de bunun tadını çıkaralım.”

“Tabii tabii, hatta ben şarkılar besteleyeyim, Sevin de bunları söylesin.”

“Aman aşkım ne kadar kötüsün. Ben de inan, çok ama çok özledim. Yarın şehre ineceğiz.”

“Oohoo o zaman akşama anca dönersiniz. Tek tesellim senin orada çok iyi zaman geçirdiğini düşünmem. Ama seni kollarıma almak, saçlarının, teninin kokusunu içime çekmek istiyorum. Bir alkoliğin içkiye olan tutkusunu ve onsuz olamayışını anlıyorum adeta. Sana ne denli bağımlı olduğumu, sensiz yapamadığımı anladım bu ayrılıkta. Sana bunları söylediğim için bana kızma.”

“Tabii ki kızmıyorum. Ben de seninle olmak istiyorum ama buraya geliş nedenimi biliyorsun. İnan gelince hep yanında olmaya dikkat edeceğime söz veriyorum.”

“Hadi seni daha fazla sıkıştırmayayım. Annen, baban nasıl? Oraları beğendiler mi?”

“Bu soruna pek cevap vermem mümkün değil en azından şimdilik. Çünkü çiftlikten dışarı daha yeni çıkacağız.”

“Evet söylemiştin. Bakalım oraları nasıl bulacaksınız?”

“Sen daha önce buralara gelmiştin, değil mi?”

Evet, San Fransisko ve Atlanta’ya gitmiştim. O eski çılgın yaşlarda diskolar ve gece kulüplerinden başka bir yere gitmemiştik doğrusu. Ha bir de film stüdyosuna götürmüşlerdi bizi. Gündüzleriyse yatıp uyuyorduk bol bol.”

“O zaman, Sevin bize buraları bol bol gezdirir birlikte geldiğimizde, değil mi?”

“Tabii canım en azından çok daha romantik bir gezi olacağına şimdiden söz verebilirim.”

“Sen bu mevzuyu kapattın ama ben bir şey daha söylemek istiyorum. İnan ki ben ailenin ve sevdiklerinin değerini çok daha iyi anladım. Ben artık bir anımı bile sevdiklerimden ayrı geçirmek istemiyorum. Hayatın insana neyi, ne zaman yaşatacağı belli değil. Yaşanan her anın çok değerli olduğunu anladım. Ve de bir anın, insan hayatında nelere sebep olabileceğini. Onun için ben sevdiklerimden hiç ayrı kalmak istemiyorum. Bilmem anlatabildim mi canım benim.”

“Hem de nasıl anladım. Çok da hoşuma gitti. Bak sana ne söyleyeceğim, şimdi gülmeye hazır ol.”

“Hadi çatlatma beni sevgilim.”

“Diyorum ki siz ikiz olduğunuza göre bizim çocuklarımızın da ikiz olma ihtimali var, değil mi?”

“Aaa gerçekten. İnanamıyorum ama neden olmasın. Çokta güzel olur valla. Hele bir kız bir erkek olduğunu düşünsene.”

“Böyle bir hayâlimiz var ha?”

“Ama sen de istemez misin? Bir anda bir oğlumuz ve bir kızımız olduğunu. Ben zaten bir erkek, bir kız çocuğum olmasını çok isterim.”

“Sen olur dedikten sonra ben bayılırım valla.”

Bütün bu konuşmalar şaka gibi başlayıp, iş ciddiye dönünce Ekim bir anda utandı ve hemen lafı değiştirmeye çalışarak Sevin’le ortak noktalarını anlatmaya başladı.

Ekim dakikalar sonra Gürkan’a veda edip aşağı indiğinde herkesin havuzda olduğunu gördü. Doğru havuza gidip kendini serin sulara attı. Uzun zaman yüzdüler. Sonra duşlarını alıp herkes odasına çekildi.

“Sevin sen bir erkek arkadaşından bahsetmiştin, sonra ne oldu?”

“Boş ver, ben onu unutmak istiyorum.”

“Ne oldu, bir ihanet falan mı var?”

“Yok, öyle bir şey değil ama onun karakterinin zayıf olduğunu gördüm ben.”

“Valla çok merak ettim, haydi anlat.”

“Son konserimizde oldu ne olduysa. Zaten ailesiyle gideceğini biliyordum ama arkadaşlığımız devam eder diye düşündüm hep. O gün çok güzel bir kızla birlikte geldi oraya ve bana akraba dedi kız için. Sonra ben sahnedeyken kızla fazla samimi olduklarını görünce sordum bu nasıl akraba diye. Zaten arkadaşlar da görmüşler onu daha önce o kızla. Neyse ben kafamdan atınca daha iyi olacak diye düşünüp veda ettim o akşam. Zaten öyle bir arkadaştı yani.”

“Yani seni üzmedi mi?”

“Hayır, ben bekliyorum merakla benim aşkım nerede diye.”

“Ben sana başka bir şey sormak istiyorum. Annemlere hiç söylemedim hatta kendi kendime bile itiraf etmedim ama ben esas ailemi galiba merak etmeye başladım. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?”

“Ben hep merak ettim. Öğrendiğim zaman, nasıl birileriydi diye.”

“İster misin İstanbul’a gidince araştıralım. Zaten babam arzu edersek bizi onların kabrine götürebileceğini söyledi.”

“Ben bilmiyorum kabir ne demek?”

“Mezarlarına yani.”

“Ha tamam. Tabii gideriz, Binay anne nasıl bir kadındı acaba?”

“Annem, Binay annenin çok güzel, Burhan babanın da çok yakışıklı olduğunu, Doktor Tamer amcanın anlattıklarından biliyor. Onlar çok güzel bir çifttiler, biraz da o nedenle hastanenin odak noktası olmuşlardı, diye anlatmış Tamer amca. Zaten babam, sen herhalde onun için bu kadar güzelsin, diye iltifat etmişti bana.”

“Ne mutlu bize, bu kadar iyi ailelerimiz var, değil mi?”

“Evet, onun için de öğrendiğimden beri Allah’a dua ediyorum, onlardan ayrılmamak için.”

“Evet ben de ailemi çok seviyorum. Ama ben şimdi sana komik bir şey anlatmalıyım.”

“Aa ne oldu?”

“Hani sen arkadaşımı sormuştun ya, sana çok eski bir şey anlatmak istiyorum. Gülmek için ama. Ben daha 6. sınıfa giderken, okulda benden büyük çok yakışıklı bir çocuk vardı. Ben devamlı onu anlatıyordum, annem üzülüyordu bana, çünkü çocuk beni görmüyor, fark etmiyordu. Ben ölüyorum onun aşkından. Okulda müzik faaliyetleri var, benim de sesim güzel. Grupta şarkı söylemeye başladım ama gözüm görmüyor başka kimse, o da grupta gitar çalıyor. Ben hep onu sayıklıyor, ders yapamıyorum. Sonra provalar başladı. Bir gece yapılacak, biz de çalacağız. Bu arada çocuk da benimle ilgilenmeye başladı sanıyorum, aslında bütün grup ilgileniyor çünkü ben şarkı söylediğim için ama ben bir tek onu görüyorum. Yavaş yavaş bütün grup hiç ayrılmaz bir 6’lı olduk. Tabii ben çok mutluyum. Derken konser günü geldi. Ben çok güzel giyindim. Heyecandan ölüyorum. Tam okul kapısından girdim, aşkım orada. Çok güzel göründüğümü söyledi. Ve beni biriyle tanıştırmak istediğini söyleyip uzaklaştı. Biraz sonra yanında kısa boylu, şişman bir kız. Bak dedi bu benim hayatımın kadını…”

“Hadi ya… inanmıyorum.”

“Ben şokta tabii ama o an bir şey oldu, baktım onlar çok komik bir ikiliydiler ve ben çok güldüm. Onlar hiçbir şey anlamadılar tabii. Olan benim zayıf olan derslerime oldu. Zayıfları iyileştirmek için annem beni deli gibi çalıştırdı.”

“Ah canım, konser nasıl geçti peki?”

“Çok iyiydi çünkü ben iyileşmiştim. Daha önce ona bakmaktan hata yapıyordum ama şimdi iyiydim.”

“Sevin inanılır gibi değil ama ben de 6. sınıfa giderken bir arkadaşıma âşık oldum. Çok sevdiğim bir kız arkadaşım da onu beğeniyordu ve daha da komik olan kız arkadaşımı çocuktan kıskanır olmuştum. Ama ben gözlerimi çok çabuk açtım. Bir gün eve geldim tam mantomu çıkarıyordum ki cebimdeki kâğıdı fark ettim. Büyük bir heyecanla kâğıdı açıp okumaya başladım. Bu bir aşk mektubu idi ama maalesef bana değil sınıftaki başka bir arkadaşa yazılmıştı. Yazan da benim âşık olduğum çocuktu. Tabii biraz üzüldüm ama kıskandığım arkadaşımın da elinin boş kalması beni çok güldürdü. Ertesi günü mektubu arkadaşıma gösterdim; beraberce, mektubu sahibine verdik. Tabii bu olaydan çocuğun da haberi oldu. Sonra gelip benden özür diledi. Meğer o kız arkaşın da benim gibi mantosu kırmızı olduğu için karıştırmıştı çocukcağız. Sonra biz çok iyi anlaşan 4 arkadaş olduk. Yani onlar da sadece arkadaş oldular, ben de bu nedenle kıskanmadım.”

“Bakalım başka ne ortak noktalarımız çıkacak. Ama inşallah ben de birini bulurum, beni çok seven.”

“Hadi artık aşağı inelim. Ben yarını düşünüp heyecanlanıyorum. Nerelere gideceğiz?”

“Valla o size kalmış. İsterseniz uzun yollar yapar bütün turistlerin gittiği yerleri gezeriz ama bence serbestçe gezmek daha güzel.”

“Yani avare takılalım diyorsun.”

“Ne dediğini anlamadım ama öyle.”

“Yani serbestçe dolaşalım.”

“Evet ama babamın Amerikalı bir arkadaşının çok güzel bağları var oraya mutlaka gidelim.”

“Mevsim uygun mu?”

“Orası bir şaraphane aynı zamanda ve çok güzel.”

“Oh keşke Gürkan da olsaydı o bayılır böyle yerlere. Biz İstanbul’dan Şarköy’e gitmiştik, çok güzeldi.”

“Tamam işte sen de ona şaraplar alırsın. Birlikte içersiniz.”

“Yani hep beraber içeriz. Unutma sen de bizimle geliyorsun.”

“Unutur muyum, meraklı bekliyorum.”

İki kız aşağı indiğinde verandaya mükemmel bir çay masası hazırlanmıştı.

“Haydi bakalım, evimizin gülleri geldiğine göre kutlamaya şimdiden başlayalım. Akşama devam ederiz.”

Misafirler birbirine bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırlarken mutfaktan çayların yanında çok güzel bir pastanın da servis edildiğini görüp şaşırdılar.

“Hayrola, neler oluyor? Kaçırdığımız bir şeyler var ama?”

“Efendim bugün bizim 25. evlilik yıl dönümümüz. Size sürpriz olsun istedik.”

“Ama aşk olsun, önceden haberimiz olsaydı. Böyle olmadı ama.”

“Oldu oldu. Sizin burada olmanız bizim için çok özel bir hediye emin olun.”

“Çok tebrik ederiz. Allah nice nice uzun birliktelikler yaşatsın, hiç ayırmasın sizi.”

“Evet, ben de kutluyorum. Ve bunun daha nice güzel günlerin başlangıcı olmasını diliyorum.”

“Ben de çok kutluyorum Seher anne, Sabih Baba.”

“Annecim, babacım. Sizi çok seviyorum. Bu da benim size hediyem” deyip piyanonun başına geçti Sevin. Önce çok güzel bir melodi doldurdu salonu.

Bu bir ilk değil tam 25 yıl
Beraber oldunuz ikiniz
Ve sizi çok seven kızınız
Ne mutlu bize, nice yıllara
Şimdi büyüdük daha çoğuz
2 kardeş, 2 anne, 2 baba
Ne mutlu bize, nice nice yıllara

Sözler belki çok basitti ama o melodileri ta içinde hissederek besteleyip yorumlayan Sevin herkesi ağlatmıştı. Seher Hanım’la Sabih Bey kızlarına sarıldılar. Sarmaş dolaş ağlaştıktan sonra masaya geçip oturdular.

“Ağlaştık ama kızım esas senin sayende böyle mükemmel insanlarla tanıştığımız da bir gerçek.”

“Bunun adına ‘kader’ diyorlar. Yeter artık bu günlük bu kadar duygusallık. Doğrusu pasta çok güzel görünüyor ve ben pasta yemeyi çok özledim.”

Hep beraber gülüşerek yenilip içildikten sonra, o akşam yakındaki bir tavernaya gidip eğlenmeye karar verdiler.

Akşam önce beyler indi aşağıya.

İkisi de çok şıktı doğrusu. İnce yapılı zarif bir erkek olan Tahir Bey elbiseyi üzerinde çok iyi taşıyordu. Tahir Bey’in yanında hayli iri kıyım görünen Sabih Bey de sarışın ve yakışıklı bir erkekti. O da sağlıklı vücudu ile iyi görünüyordu. Önce Seher Hanım aşağı indi. Yanık tenine çok yakışan koyu sarı renkte bir elbise giymişti üzerine. Güzelliğini tamamlayan, (sadece giydiği beden ölçüsünü söylediği halde, üzerine son derece uyan) Sermin kreasyonuna ait bir elbiseydi.

“Ooo çok şıksın canım. Yakıyorsun etrafı.”

“Haklısın, çünkü elbise çok güzel. Doğrusu uzun zamandır bu kadar hoşuma giden bir şey giymemiştim. Tabi bunu Sermin’e borçluyum. Gelince tekrar teşekkür ederim.”

“Teşekkür etmene gerek yok. Önemli olan elbisenin iyi taşınması ve sen harikasın” diyerek salona giriş yaptı Sermin Hanım.

“Hımm senin kıyafetin de çok güzel. Sormamalıyım şüphesiz o da sana ait, değil mi?”

“Benim ama bunun modelini Ekim çizdi.”

“Aman Tanrım, öyle bir yeteneği de mi var?”

“Evet, çocukluğunda benimle birlikte çizer, sonra da onları bir güzel boyardı. Şimdi de bazen böyle bir şeyler çiziyor. Bu bazen kendine, bazen de bana oluyor, ilgilenecek vakti olsa çok güzel modeller yaratacağına eminim.”

Gerçekten de elbise çok sade ama bir o kadar da güzeldi. Ön taraftan bakıldığında vücuda oturan dar bir kesim gibi duruyor ama arka tarafı bol dökümlü olan çok güzel bir elbise idi. Elbisenin bütün süsü ise bele takılı harika kemerdi.

“Esas önemli olan, elbiseyi bu kadar albenili hale getiren kemer de Ekim’in tasarımı.”

“Çok güzel, bravo vallahi.”

“Çok teşekkür ederim. Bütün övgüleri memnuniyetle kabul ediyorum.”

İki genç kız ise son zamanlarda bayanların adeta bir yere giderkenki korkulu rüyalarıyla dalga geçercesine aynı modelin değişik renklerini giymişlerdi üzerlerine.

Böylece ikiz oluşlarını daha da vurgulamışlardı adeta. Daha açık renk saçlarıyla zümrüt yeşili elbiseyi Sevin, koyu kumral saçlarıyla turkuaz rengini de Ekim giymişti. Çok güzel görünüyorlardı. Kesinlikle bir bakanın dönüp bir daha bakacağı kadar güzeldiler. Ama asla öyle mağrur ve soğuk bir duruşları yoktu. Çok sevimli görünüyorlardı doğrusu.

“Haydi arabamız bizi almaya geldi, çıkabiliriz.”

Hep beraber gülüşerek kapıya çıkıp, minibüse bindiler.

Gittikleri restoran daha doğrusu taverna, çok uzun yıllar İstanbul’da yaşayan, 20 yıl önce Teksas’a gelip yerleşen bir aileye ait olup, geçen zamanla şimdi de çocuklarının çalıştırdığı bir işletmeydi. Gerek mezeleri gerekse tavernada çalışan müzisyenlerin tadına doyum olmayan nefis müzikleri ile haklı bir isim yapmışlardı.

Eleni ve kocası Niko, gelen her müşteriyle, sanki konuklarını ağırlıyormuşçasına birebir ilgileniyorlardı. Gelen konukların İstanbul’dan yeni geldiklerini öğrenince daha da sevgiyle yaklaştılar.

Masaya geçip oturdular ve servisi tamamen Bay Niko’ya bıraktılar.

Sabih Bey önceden özel bir gece olduğunu bildirdiği içinde tavernanın en güzel masası kendilerine ayrılmıştı zaten. Çok kısa bir zamanda masaları türlü mezelerle doldu. Gerçekten de yıllardır aslının Rum mezesi mi yoksa Türk mezesi mi olduğu tartışma konusu olan pek çok tat masalarını donatmıştı.

“Eh sevgili dostlar, size nice nice mutlu, sağlıklı yıllar diliyorum.” Bunu söyleyerek kadehini kaldıran Tahir Bey, eşine sarılarak sözlerine devam etti.

“Hep bir yavrumuz olmadığı için üzülüp kahrolduğumuz yıllardan sonra sahip olduğumuz çocuklarımız sayesinde genişte bir aileye sahip olduk. Allah bizleri ayırmasın inşallah.”

“Ne güzel söyledin Tahir Baba. Hep böyle beraber nice yıllara inşallah.”

“Hadi bakalım bu kadar duygusallıktan sonra, kızlarımız bize izin versin, biz de eşlerimizi dansa kaldıralım, değil mi Tahirciğim?”

Onlar dansa kalkınca etraftan alkışlar yükseldi ve bir anda pist doluverdi.

“Seni tanıdım çok mutluyum.”

“Yine cümleyi mahvettin ama ben de seninle ve burada olduğum için çok mutluyum. Keşke Gürkan da burada olsaydı.”

“Ne kadar güzel, her güzelliği onunla paylaşmak istiyorsun, değil mi?”

“Aynen öyle. O olmayınca sanki bir şeyler eksik gibi geliyor. Kendimi yarım hissediyorum. Telefonun her çalışında ‘Acaba o mu arıyor?’ diye heyecanla telefonu elime alıyorum. Ki şimdi her şey çok farklı. Düşünsene annemle babam yıllarca mektupla haberleşmişler, düşünemiyorum bile. Ama annem, onun çok ayrı bir tadı, heyecanı olduğunu söylüyor. O zamanlar nişanlıymışlar, babam askere gitmiş. Devamlı mektuplaşırlarmış ama bazen de aksamalar olurmuş. Annem anlatıyor, o zaman nefes bile alamıyor, uyku uyuyamıyordum, diyor. Ta ki postacı mektubu getirene kadar. Bu arada, postacı kapıda görünürmüş ama annem korkudan bakamazmış bile yine gelmeyecek ve ben ellerim boş kalacağım diye. Ne zaman ki postacı getirip mektubu eline verirmiş o zaman kaldırırmış başını. Sonra da o biraz önceki üzgün kızın yerine, cıvıl cıvıl hayat dolu bir kız olurmuş bir anda.”

“Aslında çok romantik, değil mi?”

“Doğru. Şimdi doğru dürüst özlemiyoruz bile. Açıyorsun neti, hoop sevgilin karşında.”

“Evet ama önce bulmak lazım.”

Ekim önce hayretle kardeşine baktı, sonra onun şaka yaptığını anlayınca gülmeye başladı.

“Merak etme, sana İstanbul’dan bir tane buluruz. Sen de sık sık İstanbul’a gelirsin.”

“Yok ben istemem. Sevgilim yanımda olsun, İstanbul uzak.”

“Oh oh muhabbetiniz çok güzel ama haydi bakalım, şimdi de güzel kızlarımızla dans edelim de herkes bizi kıskansın.”

“Ne kadar fenasın baba, annem seni öldürecek.”

“Hiç de değil. Annen, kalbimin sultanı kim, gayet iyi biliyor.”

“Canım babam benim, karısına da hiç kıyamaz.”

Babasına sarılarak piste çıkan Ekim’in arkasından da Sevin’le babası piste çıktılar.

Zaten güzellikleri ile ilgi odağı olan kızlar, bir de ikiz oluşları nedeniyle herkesin daha çok ilgisini çektiler ve etraflarında dans edenler yavaş yavaş yerlerine oturunca pistte sadece 4’ü kaldılar. Onlar da bu ilginin hakkını verip dans ederek, hatta eş değiştirerek gösteriye devam ettiler. Çok güzel göründükleri kesindi. Sonra birden bir masadan alkışlandıklarını görerek baktıklarında Sevin çığlık attı.

“İnanmıyorum bu Marc. Ne güzel bir tesadüf.”

“Marc kim Sevin? Okuldan bir arkadaşın herhalde, delikanlı artist gibi, galiba sahibi var.”

“Evet Tahir baba, okul arkadaşım, ayrıca grubumuzda da var. Piyanistimiz o.”

“Haydi oturalım artık.”

Onlar masaya geçerlerken Marc’ta yanlarına geldi.

Sevin bir süre arkadaşı ile sohbet edip onları tanıştırınca Marc hayretle Ekim’e baktı. O şaşkın haliyle çok sevimli görünüyordu. Gülüşerek biraz konuştuktan sonra delikanlı masasına geri döndü. Herhalde masadakilere de durumu anlattığı için hepsi el sallayıp ilgilerini gösterdiler.

Daha sonra ortaya çok güzel sirtaki yapan iki çift çıktı. Oldukça güzel dans ediyorlardı. Nefes bile almadan onları seyrettiler. Bu arada masaya devamlı yeni bir şeyler geliyordu.

“Bunca yemekten sonra biz de biraz halay çekelim de yediklerimiz erisin ne dersiniz?”

“Ne güzel olur Sabih. Kim bilir halay çekmeyeli ne kadar oldu.”

Gruptan kendileri için bir kasap havası rica ettiler. Neticede kasapla sirtaki arasında bir müzikle oynamaya başladılar. Derken alkolünde etkisi ile epey kalabalık bir şekilde masaların etrafında dolanarak halay çektiler. Çok güzel bir akşam yaşıyorlardı. Derken Marc, Sevin’in yanına gelerek ona bir şeyler söyledi ve beraberce masadan uzaklaşarak gittiler. Biraz sonra Sevin gülerek geldi.

“Şimdi esas sürpriz olacak, ben şarkı söyleyeceğim.”

“Ciddi mi? Kim eşlik edecek?”

“Marc klavye çalacak ve gruptan biri gitarla eşlik edecek. Biz de çok bilinen şarkıları söyleyeceğiz.”

“Harika çok sevindim. İkizimi rahat rahat dinleyeceğim. Hemen çıkıyor musunuz?”

“Yok grup biraz ara verecek, sonra çıkacağız. Bu arada Marc konuşacak.”

Tavernanın nasıl bu kadar isim yaptığı belli oluyordu.

Gerek yemeklerin güzelliği gerekse müziğin coşkusu herkesi coşturmuştu. Oturanlar hep beraber şarkılara eşlik ediyorlardı.

“Bu kadar güzel mezeler için tarihler boyu tartışmamız hiç de boşuna değil ama. Baksanıza hepsi birbirinden güzel.”

“Evet öyle de bunlar için tartışmak boş. Aslında aynı şeyleri yapıyoruz ama haklı olarak isimleri ve belki de içine katılan bazı baharatlar farklı. Ne bir eksik ne bir fazla. Bu bile bizim Rumlarla ne kadar içli dışlı olduğumuzu anlatmıyor mu? Neticede yıllarca bir arada yaşamışız Tahirciğim.”

“Haklısın dostum, hele yemesi enfes.”

Gece bayağı hızını almış, herkes ortada oynuyordu. Bir süre sonra Sevin’in arkadaşı sahneye çıktı ve herkesi susturarak, kendilerini anons edip Sevin’i sahneye davet etti.

Pistte oynayanlar yerlerine oturup, merakla çıkan küçük grubu seyretmeye başladılar.

Tavernada çalışan gruptan da 2-3 kişi onlara eşlik ediyordu. O anda tüm Dünya’da popüler olan parçalardan derlenmiş bir repertuarla ortalığı bir anda coşturdular.

“İnanamıyorum. Ne kadar güzel sesi var Sevin’in. Çok da sahnesine hâkim. Ayrıca çok yakışıyor sahneye.”

“Evet kızım, kardeşin anlaşılan tam bir profesyonel. Ve haklısın sesi çok güzel.
Sevin’in söylediği ve herkesi dansa davet ettiği slow parçaya dayanamayarak Sabih Bey’le, Tahir Bey de eşlerini alıp piste çıktılar. Ekim hayran hayran kardeşini dinliyordu. O anda telefonu çaldı. Tabii ki arayan Gürkan’dı.

“Alo Gürkan?”

“Selam sevgilim, umarım seni zamansız aramıyorum. Bir toplantıdan yeni çıktım, ama seni çok özledim ve sesini duymak için daha fazla dayanamayıp aradım. Hatta arkadaşlar arasında espri konusu oldum, galiba her hâlimden yalnızlığım belli oluyor.”

“Canım benim. Ben de seni çok özledim. Biz bir tavernadayız şimdi ve inanmayacaksın ama sahnede Sevin şarkı söylüyor. Bir harika, bak dinle…”

Elindeki telefonu sahneye doğru uzatarak müziğin Gürkan’a ulaşmasını sağladı. Ama gürültü ve kalabalık çok fazlaydı.

“Duyabildin mi Gürkan?”

“Çok az ama çok güzel olduğuna eminim. Ne kadar ilginç, söylediği parça burada da çok popüler hatta biraz önce o şarkı çalıyordu burada da. Sevgilim ben kapatayım da sen Sevin’i dinle. Bu kadar sesini duymak bile iyi geldi bana.”

“Tamam bir tanem. Eve döndüğümüzde ben seni ararım. Seni seviyorum.”

“Ben de sevgilim. Telefonunu bekliyorum. Haydi hoşça kal.”

Ekim telefonu kapatıp merak ve hayranlıkla kardeşini dinlemeye başladı. Sevin’in sesi çok güzeldi. Müzisyenlerin efektli diye ifade ettikleri, insana etki eden ve parçayı ta yüreğinizde hissettiren çok hoş bir sesi vardı. 6 parça söyledikten sonra sahneden inmek istedi. Ama müşteriler alkışlarla tekrar istediklerini belirttiler. Sevin tekrar mikrofonu eline aldı ve arkasındaki arkadaşı ile bir şeyler konuşup Sezen Aksu’nun çok sevilen Keskin Bıçak adlı şarkısını daha sonra da Tarkan’ın oralarda da iyi bilinen 2 şarkısını söyledi. Çok kalabalık bir grup pistteydi. Oturanlar da alkışlarla tempo tutuyordu. Sevin alkışlar arasında programını bitirdi.

“Bravo kızım. Yine harikaydın.”

“Gerçekten çok güzeldi. Canım kardeşim seninle iftihar ettim. Harikaydı.”

“Aslında çok iyi değildi tabii ki… Arkadaşlarımla kesin daha güzel ama size böyle bir hediye verebilmek güzel oldu.”

“Çok teşekkür ederiz canım kızım. İyi ki Allah seni bize bahşetmiş.”

“O ne demek bilmiyorum ama kesin iyi bir şey.”

“İyi ki varsın diyorlar canım kardeşim. Meğer insanın kardeşi olması ne kadar güzelmiş.”

“Benim için de öyle. Siz dinliyorsunuz diye çok heyecanlandım zaten.”

“Seni Gürkan’a bile dinlettim.”

“Gördüm sahneden. Tahmin ettim Gürkan diye.”

“‘Çok az duyduğum halde, çok güzel olduğunu anlayabiliyorum’ dedi, sevgilerini gönderdi.”

“Aslan enişte.”

“Sevin…”

“Şaka şaka, kızma, Gürkan’a söylemek yok.”

Sonra her zaman her yerde olduğu gibi, müzikle coşanların kırdıkları tabakların gürültüsü sardı ortalığı.

“Ne dersiniz, artık kalkalım mı? Yarın bayağı yoğun bir programımız var.”

“Tamam iyi olur. Ama Sabihciğim sen bizimle olunca sorun olmasın. Bizim misafirliğimiz size zarar vermesin. Bunu asla istemem.”

“Yok Tahirciğim. Sizden haber aldığımız günden beri, hızlandırılmış bir program uyguladık yani hiçbir şey aksamayacak siz rahat olun.”

Hep beraber gülüşerek minibüslerine bindiler. Eve geldiklerinde bütün akşam çektikleri resimlere baktılar.

“Bütün tavernanın bizim masaya bakması çok normalmiş birader, baksana salonun en güzel kadınları bizim masamızdaymış Tahir.”

“Aynı fikirdeyim. Allah bizleri hiç ayırmasın daha kalabalıklaşalım inşallah.”

“Oh ne kadar güzel olur. Hele bir de ikiz torunlar olursa.”

“Aaa Gürkan da aynı şeyi söyledi.”

Dediği anda Ekim utanarak sustu. Hemen oradan ayrılma telaşı ile ayağa kalktı. Bunu fark eden Sermin Hanım, “Ne güzel olur Ekimciğim. Bak Gürkan bizden önce düşünmüş, aferin ona” dedi.

“Aman Tanrım İkimiz de ikiz çocuk yaparsak ne güzel olur.”

İki kızın farklılığı burada bile belli olmuştu. Ekim utanarak ağzından kaçırdığı lafa üzülürken Sevin son derece pervasızca bunu konuşabiliyordu.

“Haydi bakalım, ben başı çekiyorum herkese iyi geceler.”

“İyi geceler.”

“İyi uykular.”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan