Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 10

3 Ocak 2022

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
Yerlerine oturur oturmaz Gürkan Ekim’e döndü.

“Sana ‘Sakin ol; o içindekini pat diye söylemeye yaşadığı yerlerden alışmış’ diyordum ama bu kadarına da pes. Ekim, Sevin ne yapmaya çalışıyor? İnanamıyorum. Sorduğu soruya bak. Bu saçlarla kendini neye benzettiğinin farkında mı acaba?”

“Sinirlenme aşkım. O bildiğini okumaya alışmış. Annesi de tepki gösterdi ama o, ‘Saç benim saçım’ diye karşı çıktı.”

“İnanamıyorum Ekim. Tamam, belki başkasında bu renk saç güzel olabilir ama zaten dikkat çekecek kadar güzelsiniz, bir de gidip böyle frapan bir renge boyanmak, üstelik makyajı da öyle. İnan bu tiplerden, belli bir saatten sonra Beyoğlu’nda köşelerde bekleşen bir sürü kız var. Ya Ekim çok affedersin, ben biraz ileri gittim ama o soru ve soruluş şekli beni çok kızdırdı.”

“Makyajı da ısrarla kuafördeki kız yaptı. Makyajsız belki daha güzel olur. İnan ben de şaşkınım ama galiba en doğruyu kuaförüm Engin abi söyledi.”

Ekim, hayretle Gürkan’a baktı.

Gürkan ‘Engin ne söyledi?’ diye sormamıştı bile. Aslında niye bu kadar sinirlendiğine hayret etmiyor değildi ama hak vermiyor da değildi. Öyle aile büyüklerinin yanında patavatsızca sorduğu soru, pek affedilir gibi değildi.

“Canım biraz sakin ol, beni bile duymuyorsun.”

“Affet sevgilim. Engin ne demişti? Onu anlatıyordun.”

“‘Senin kardeşinin içinde fırtınalar kopuyor’ dedi. Eğer her şey yoluna girerse gelir saçlarını eski haline değiştirir ama işler yolunda gitmezse daha da çılgın şeyler yapabilir’ diyor.”

“E adamlar kim bilir nelerle karşılaşıyorlar, bu da onların işi.”

“Aynen öyle söyledi. Hadi artık bu konuyu bırakalım. Canı ne istiyorsa onu yapsın. Zaten eve dönmemesi için ısrar da etmeyeceğim. Benim onu anlamam da ona ayak uydurmam da çok zor.”

“Çok iyi olur. İnan ikinizin birlikte, onun bu haliyle bir yerlere gittiğinizi düşünmek dahi istemiyorum.”

“Hayrola! Sen neler söylüyorsun? Sen yenilikçi birisindir Gürkan.”

“Canım, bak bu konuda son sözümü söylüyorum. Belki bana kızacaksın ama çok nasıl söylesem, seni kırmak da istemiyorum…”

“Tamam, kırılmayacağım. Bir erkek olarak senin düşünceni öğrenmek istiyorum.”

“Ekimciğim çok bayağı olmuş. O öyle pat diye ‘Çok davetkâr olmuşum, değil mi?’ deyince nasıl sustum, nasıl ağzımdan kötü bir şey çıkmadı kendime şaşıyorum. Neyse inşallah Sabih Bey yola getirip vazgeçirir Sevin’i.”

“Akşama her şeyi görürüz. Trafik de bayağı yoğundu ama nihayet geldik. Babama telefon açayım, belki hemen çıkarlar.”

Tahir Bey’le, Sabih Bey de işlerini bitirmişlerdi. Binanın girişinde buluştular.

“Merhaba çocuklar.”

“Merhaba babacığım. İsterseniz şoförle gidin. Bizim oralar acayip kalabalık, düğün varmış. Beşiktaş’tan itibaren trafik berbat, park yeri de yok. Gürkan arabasını ta marketin oraya park etti. Hem de bu saatte.”

“Zaten ben de şoförle gitmeyi düşünmüştüm kızım. Garajdan arabayı çıkarıyor, şimdi gelir.”

“Ne tarafa gideceğiz Tahir Amca?”

“Araba Karaköy’de, otoparkta duruyormuş. Orada buluşacağız sahibiyle.”

“O zaman biz Ekim’le gidelim, siz arkadan gelirsiniz.”

“Tamam oğlum, araba da geldi zaten.”

Kabataş’tan Karaköy’e geçtiler. Otoparka gittiklerinde hemen arkalarından Tahir Beyler de geldiler. Telefon açarak arabanın yerini öğrenip beraberce oraya gittiler.

Araba çok güzeldi. Sarı boyalı ve çok temiz görünüyordu. Sahibi de oraya çok yakın bir şirkette muhasebeci olarak çalışan bir hanımdı.

“Ben aslında kızımdan ayrılmayı hiç istemiyorum ama şirket bana bir araba verdi. İki araba benim, bir de eşimin arabası evde otoparkta sorun olmaya başladı.”

“Sonra pişman olmayasınız çok güzel görünüyor.”

“Yok, zaten çocuklar da büyüdü, arabaya zor sığıyoruz diye değiştirelim istiyordu eşim. Yani daha sonra daha büyük bir araba almamız gerekecek. Ama inanın çok memnun kalacaksınız. Ben ona o kadar alıştım ki… Umarım siz de seversiniz.”

Ekim ve Gürkan arabayı incelerken Tahir Bey ve Esin Hanım fiyat üzerinde anlaşmaya çalışıyorlardı.
 

*

 
Sevin, Ekim’le Gürkan evden çıkar çıkmaz, annesine canının çok sıkıldığını söyleyerek sızlanmaya başladı.

“Kızım, keşke sen de Ekimlerle gitseydin.”

“Çağırdılar üstelik Sevinciğim, neden gitmedin?”

“Yok; o trafik, sıcak, hayır. Hadi tekneye gidelim, denize girelim.”

“Yok Sevin, belki yarın ya da öbür gün zaten geziye çıkacağız. Şimdi gitmeyelim.”

“Tamam denize girmeyelim ama teknede çay içmeye gidelim.”

“Kızım bizim balkonun oradan pek farkı yok.”

“Yapma Sermin anne, orası serin çok. Burası öyle değil. Hadi lütfen. Bak Tahir babalara da telefon ederiz, onlar da tekneye uğrarlar. Çayı orada içer eve döneriz.”

“Sevin kızım. Kimsenin oturduğu yerden kalkacak hâli yok sıcakta. Bırak şurada rahat rahat oturalım.”

“İyi ya orası daha güzel, serin.”

Seher’le Sermin birbirlerine baktılar.

“Hay Allah’ım, bu gençler kafalarına bir şey takınca vazgeçirmek mümkün değil. Hadi gidelim bari Seherciğim. Sevin’in dediği gibi Tahir’e telefon açalım. Onlar da tekneye gelsinler. Ya da eve gelip üstlerine rahat birer kıyafet giyip öyle gelsinler.”

“Yaşasın, hadi ben hemen hazırlanıyorum.”
 

*

 
Sevin, aynada kendine bakarken için için gülüyordu. Gideceklerinden son derece emin olduğu için kıyafetini hazırlamıştı bile. Yine o minicik şortunu, üstüne de straplez beyaz tişörtünü giydi. Gözlerindeki makyajın fazlasını aldı. Şimdi çok daha güzel olmuştu.

Kaptana telefon edip geleceklerini bildirdi Sermin Hanım. Hacer Hanım’ı evde bırakıp, evden karşıya geçtiler.

Yavuz kıyıya çıkmış, onları bekliyordu. Ediz Kaptan da teknede onları karşılamak için güvertedeydi.

“Merhaba Ediz Kaptan.”

“Merhaba Sermin Hanım. Hoş geldiniz. Ne iyi ettiniz. Buyurun.”

“Merhaba kaptan.”

Sevin yardım ister gibi elini Ediz’e uzattı.

“Hoş geldiniz Sevin Hanım, Siz de hoş geldiniz Seher Hanım.”

Sevin, sanki sendelemiş gibi yaparak Ediz’in elini daha da sıkı tutarak, ona doğru yaklaştı.

“Aman Sevin Hanım, dikkat. Keşke daha rahat bir şeyler giyseydiniz ayağınıza. Gerçi burada çıkartmak zorunda olduğunuz için önemli değil. Buyurun Yavuz yardımcı olsun. Sandaletlerinizi çıkarın.”

Sevin, Ediz’in yüz ifadesinden hiçbir şey anlayamıyordu. En ufak bir tepki göstermemişti kendisindeki değişikliğe. Aksine, bilinçli olarak sıktığı elini, sanki rahatsız olmuş gibi birden bırakıvermişti.

Ediz, ‘Bu kız çıldırmış’ diye düşünüyordu.

Amacına ulaşmak için hiçbir engel tanımıyordu. Biraz önce elini çekmese düşme bahanesiyle kollarına atılacaktı. Bu yaşta bir kız sadece bakışlarıyla bile, bir erkeğe kor ateş karşısındaymış gibi bir yakıcılığı nasıl hissettirebiliyordu.

Bu kızla başının derde girmesini hiç istemiyordu ama bu kışkırtmalar dozunu gittikçe artırmaktaydı. Boyattığı saçlarıyla, hiçbir güç sarf etmeden çevresindeki bütün erkekleri çekim alanına hapsedebilecek kadar güçlüydü yaydığı enerji. ‘Tanrım, sen beni bu kızın bana yaptırmak istediği çılgınlıklardan koru’ diye düşündü.

“Geldiğimiz çok iyi oldu, iyi ki zorladın Sevin. Yavuz, hadi bakalım, bize güzel birer kahve yap da içelim.”

“Peki Sermin Hanım.”

“Ben Cola varsa, onu tercih ederim.”

“Bakın Sevin Hanım, gelin size de kahve yapayım. Sonra da falınıza bakarım.”

“Sahi mi? Tamam o zaman ben de kahve içerim. Teşekkür ederim.”

“Bu arada saçlarınız çok güzel olmuş. Film yıldızı gibi olmuşsunuz.”

“Teşekkür ederim. Afferin sana, bak Ediz Kaptan saçımı fark etmedi bile.”

“Fark ettim ama… Neyse çok güzel olmuş. Hadi Yavuz sen işinin başına dön. Kahveleri hazırla.”

“Tamam kaptan. Hemen yapıyorum.”

Sevin uygulamayı düşündüğü taktik gereği, teknenin burnuna doğru gidip oturdu ve sanki çok derin düşüncelere dalmış gibi hiç kimseyle ilgilenmeden öylece denizi izlemeye koyuldu. Yavuz kahvesini oraya götürdü. Kısa bir sohbetten sonra da falına bakmaya başladı.

“Bakın Sevin Hanım. Ben kimin falına bakı, ne söyledimse gerçek olur, ona göre.”

Yavuz fincanı eline alıp Sevin’in yanına oturdu.

“Siz çok yeni birinden ayrılmışsınız. Bazı tereddütleriniz var ama o kişi sizden uzak. Sanki başka biri var. Ama zaten siz de başka tarafa bakıyorsunuz. Karşınızda kimse yok ama siz bekliyorsunuz. Sanki orada kimin olacağını biliyor gibi bekliyorsunuz. Ama Sevin Hanım, çok karışık işler var. Siz bir yola gideceksiniz. Çok uzak bir yere.”

“Tabii tabii. Sen zaten biliyorsun, ben gideceğim.”

“Aşk olsun Sevin Hanım. Ben falda çıkanı söylüyorum. Sizin başınıza bir şey gelecek. Bu başınıza gelen, sizin bütün planlarınızı değiştirmenize sebep olacak. Ama bu değişikliği çok seveceksiniz. Siz çok istediğiniz bir şeye sahip olacaksınız. Şimdi hiç düşünemediğiniz biriyle evleneceksiniz. Sizin iki oğlunuz olacak.”

“Off Yavuz…”

“Siz bir başarıdan sonra çok sevinecek, çok ünlü olacaksınız. Galiba bu müzikle ilgili.”

“Bunu da biliyorsun, değil mi?”

“Hayır Sevin Hanım. Ben sizin ne yaptığınızı ya da ne okuduğunuzu bilmiyorum. Ben gördüğümü söyledim. Zaten başka bir şey yok.”

“Tamam, konuşmayacağım. Sen bak.”

“Yok Sevin Hanım zaten bu kadar.”

“Teşekkür ederim. Sen yandın. Ben hep senden fal isterim bundan sonra.”

“Ama hep aynı şeyler çıkar, olmaz ki…”

“Hadi hadi.”

“Görüşürüz Sevin Hanım.”
 

*

 
“Ne oldu Yavuz, neler çıktı falda? Sevin’e güzel haberler verdin mi?”

“Kusura bakmayın söyleyemem. İsterse size Sevin Hanım anlatır.”

“Haklısın oğlum. Kahveler çok güzeldi, teşekkür ederiz. Sen yarım saat sonra falan çay koyarsan, Tahirler gelirken bir şeyler getirecekler. Güzel bir akşam çayı içelim.”

“Peki efendim.”

Sevin ön tarafta sıkılıp annesinin yanına geldi. Ama güneşte kaldığı bu sırada bayağı yanmıştı bile.

“Kızım ne kadar düşüncesiz davrandın. Bak yüzün kıpkırmızı olmuş, fena yanmışsın.”

“Olsun annecim. Bilerek oturdum aslında. Nasılsa yarından sonra bol bol yanacağım.”

“Aman kızım, güzel bir koruyucu krem sürmeden öyle güneşin altında fazla kalma. Hele bu saçlarınla, baştan aşağı kıpkırmızı olacaksın.”

“Aman anne. Bak yanınca daha güzel olacak saçlarımın rengi.”

“Bakalım baban ne diyecek bu çılgınlığına.”

“Sorun değil, babam kızarsa ben de maviye veya yeşile boyatırım.”

“Sen çılgınsın, yaparsın kızım.”

Sevin annesiyle sözde dikleşse bile, sessizce onların yanında kalmaya devam etti.

Ediz, ‘Bu kızı anlamıyorum’ diye düşünüyordu.

Sanki o peşinden koşan, hatta tekneye çıkarken neredeyse kollarına sığınan kız gitmiş şimdi buz gibi kendisinin bulunduğu tarafa bile bakmayan bir kız gelmişti yerine. Aslında B’elki de yeni bir taktiktir’ diye düşünmüyor da değildi. Bu kız hiç de kardeşine benzemiyordu. Sanki erkekleri baştan çıkarmak için yaratılmıştı. Ekim ne kadar akıllı uslu, insanda saygı uyandıran bir tavra sahipse, Sevin de aksine, adeta onunla her çılgınlığı denemek için insanda sonsuz istek uyandıran bir hâl vardı. Sanki her an yeni bir Sevin’le karşılaşmak çok normal ve beklenendi.

Ediz bu düşüncelere dalmışken, yüzünde aç bakışlarla Sevin’e baktığının farkında bile değildi. Ama onun bu halini, büyük bir zevkle seyreden Sevin’den başkaları da vardı. Sermin Hanım, Ediz Kaptan’ın yüzündeki bu ifadeyi görünce irkildi. Merakla Sevin’e baktığındaysa onun dudaklarının şeytani bir gülümseyişle aralandığını görünce şaşırdı ve ‘Bunların arasında neler oluyor?’ diye düşündü.

Ediz, Sevin’i incelerken yüzünün aldığı tuhaf ifadeden habersiz olsa bile, Sermin Hanım’a yakalandığını fark edince hemen bulunduğu yerden uzaklaştı. Ve kendi kendine bu şeytan kızın oyununa gelmemek üzere söz verdi. Değişik ülkelerden birçok yolcuyla yaptığı turlarda, kendisine açık açık teklifte bulunacak kadar serbest kızlarla bile tanışmıştı ama bakışları ve tavırlarıyla onu böylesine tahrik ve davet eden, üstelik de bu yaşta bir kız görmemişti. Gerçi yaşını bilmiyordu ama 17 veya 18 diye tahmin yürütüyordu. Önce onu yaramaz bir çocuk gibi görmüş, hatta hafiften azarlamıştı bile ama işler yavaş yavaş boyut değiştirmeye başlamıştı. Hele bu günki saçlarıyla, bambaşka bir görünümdeydi. Artık onu bir kız çocuğu olarak görmesi mümkün değildi.

Biraz sonra dışardan erkek sesleri gelmeye başlayınca Tahir Beylerin geldiğini anlayan Ediz onlara hoş geldiniz demek maksadıyla dışarı çıktı.

Tahir Bey elindekileri Yavuz’a vererek “Bize çay ikram edersin herhalde, değil mi Yavuz?” diye sordu.

“Çay hazır, hemen getiriyorum efendim.”

“Ooo merhaba kaptan.”

“Hoş geldiniz Tahir Bey, Sabih Bey.”

“Yiyecek bir şeyler getirdik, beraber yeriz.”

“Siz başlayın, benim bir işim var hemen geleceğim.”

“Tamam kaptan, görüşürüz.”

“Çocuklar nerede Tahir?”

“Onların biraz daha işi vardı ama neredeyse gelirler. İstersen onlara da telefon edelim buraya gelsinler.”

“Sen söyle Tahirciğim ama isterlerse direk eve de gidebilirler. Hacer Hanım evde. Biz de fazla kalmayız herhalde.”

Bu arada Sabih Bey, hayretle kızına baktı ama hiçbir şey söylemedi. Sevin ise babasının hiç de memnun olmadığını bakışlarından anladı.

“Biz giderken böyle bir düşünceniz olduğunu söylememiştiniz, sürpriz oldu. Kimin fikriydi buraya gelmek?”

“Ben istedim Tahir Baba. Evde sıkıldım.”

“Çok iyi etmişsiniz. Aslında serin serin oturmak güzel oluyor.”

O sırada salona gelen Ediz, tekneye gelme fikrinin Sevin’den çıktığını öğrenmiş oldu. Tuhaf diye düşündü, buraya gelmek istemiş ama benimle tek bir kelime bile konuşmadı.

“Eee kaptan, öbür gün Marmara turuna çıkmaya hazırlanın. Neler alınacaksa artık yarın kumanyayı hazırlayalım.”

“Yarın gitmiyor muyuz Tahir?”

“Hayır canım. Yarın yine Mümtaz Bey’le buluşacağız. Ekim de gelsin beraber konuşalım. Bazı şeyler oldu, o nedenle yarın çıkamıyoruz ama zaten hazırlık falan derken yarın öğleyi bulurduk. Ya da bakarız. İşlerimiz erken biterse öğleden sonra çıkarız.”

“Ne kadar kalacağız denizde?”

“Valla benim acelem yok ama galiba Sabih bir hafta falan diye düşünüyor.”

“Evet Tahir. Ama bakalım, çok hoşumuza giderse birkaç gün uzatırız. Peki Ekim ve Sermin ayarlayabilir mi daha uzun tatili?”

“Benim için sorun değil. Ekim için sen ne konuştun canım?”

“Ekim’in hiç sorunu yok. Zaten gidip oturacak orada. Ofiste neredeyse kimseler yok. Adli tatil nedeniyle işler durmuş. Yani Ekim hepimizden rahat bence.”
 

*

 
Onlar teknede çıkacakları yolculuğu konuşurlarken Ekim’le Gürkan yeni arabayla eve gelmişlerdi. Şansları da yaver gitmiş, park yeri bulmuşlardı.

“Harika oldu, her şey için çok teşekkür ederim sevgilim. Benim yüzümden arabasız kaldın. Dönüşte zor olacak senin için.”

“Dert etme bir tanem. Senin için bu kadar küçük bir sıkıntının adı bile olmaz. Hem kim bilir belki sen beni eve bırakırsın.”

“Aaa, yoo, bunu isteme benden, lütfen.”

“Dur dur, sadece şaka yaptım. Bak siz yarın belki de öbür gün denize açılacaksınız. Şayet yarın gitmezseniz, akşam üstü ben erken çıkıp geleyim, seninle biraz çalışalım, ister misin?”

“Aslında o kadar acelesi yok ama beraber olabilmek için iyi olur, derim. Tabii senin için de sorun değilse.”

“Hayır, ben de aynı nedenle istedim. Sonra seni en az bir hafta göremeyeceğim.”

“Tamam o zaman, bakalım evde işler ne alemde. Tekneye gitmek ister misin?”

“Gitmeyelim sence mahzuru yoksa. Seninle balkonda oturmak daha güzel.”

“Hacer teyze nasıl olsa bir şeyler yapmıştır, yanında da buz gibi limonata.”
 

*

 
Kapıyı açan Hacer Hanım Ekimleri görünce çok memnun oldu.

Ben de şimdi fırından sıcak poğaçalar çıkardım, içimden ‘Keşke çocuklar buraya uğrasalar da sıcak sıcak yeseler’ diye düşünmüştüm. Siz geçin ben hemen hazırlayıp getireyim.

“Gürkan serin serin elini yüzünü yıkamak istersen?..”

“Çok iyi olur. Hem kaç kişiyle el sıkıştık hatırlamıyorum, geliyorum.”

“Tamam, ben de elimi yüzümü yıkayıp üstümü değiştirip hemen geliyorum.”

“Gelip yardım edeyim istersen.”

Ekim bir şey söylemeden sadece dönüp sevgilisinin yüzüne baktı ama o bakışlarla Gürkan’a neler düşündürdüğünün farkında bile değildi.

Gürkan, banyoda soğuk sularla ellerini, yüzünü yıkarken gülümsüyordu. ‘Ekim acaba benim için neler ifade ettiğini bilebilir mi?’ diye geçirdi aklından. Onun için bu Dünya’da her şeyi yapabilirdi. Ekim’i bu kadar sevmek hoşuna gidiyordu, ondan bir an bile ayrı kalmak istemiyordu ama işte şimdi en az bir hafta ayrı kalacaklardı. Gürkan banyodan çıkıp balkona geçti. O Gün, nazlı nazlı sallanıyordu. Onu önce Sermin Hanım fark etti, elini salladı. O sırada üzerine bir şort ve tişört giymiş olarak gelen Ekim’ de Gürkan’la birlikte annesine el salladı.

“Ben anneme telefon edeyim de ayıp olmasın Gürkancığım.”

“Haklısın, bir bahane uydur bari.”

“Merak etme, aslında uydurmama gerek yok. Üstümdekilerle acayip sıkılmıştım. Yüzümü gözümü yıkamak, üstümü hemen değişmek istiyordum.”

“Anneciğim, biz direk eve çıktık. Ben üstümü falan değiştirmek istedim. Ama sen gelmemizi istersen.”

“Hayır kızım, rahatınıza bakın. Belki Hacer Hanım bir şeyler yapmıştır. Eğer yapmamışsa ben buradan Yavuz’la yiyecek bir şeyler göndereyim.”

“İstemez anneciğim. Hacer teyze poğaça yapmış. Hah şimdi getirdi bile. Siz de orada keyfinize bakın.”

“Tamam çocuğum. Hadi görüşürüz. Gürkan’ı bırakma birlikte yemek yeriz.”

“Peki anne. Hadi bye, yani hoşça kal.”

“Arada unutup hâlâ ‘bye’ diyorsun Sermin teyzeye.”

“Arkadaşlardan alışkanlık ama annem gerçekten hiç hoşlanmıyor. Hemen başlıyor, ‘Bak kızım manası bu kadar güzel hoşça kal diye bir veda varken niye bye diyorsun?’ diye. Neyse boş ver.”

“Ee arabalılar kervanına sen de katıldın. Artık seni karakoldan falan toplamayız inşallah.”

“Aşk olsun canım, ben öyle şeyler yapar mıyım? Anında polisi çağırırım valla.”

“Senin öyle şeyler yapmayacağını ikimiz de biliyoruz. Bunlar işin şakası ama trafikte seni bir hayli rahatsız eden maalesef çıkacaktır bunlara hazırlıklı ol.”

“Biliyorum. Arkadaşlarımın bununla ilgili birçok maceraları var. Ama sen dönüp yüz vermezsen çeker giderler yani haksız mıyım?”

“Haklısın. Hele seni böyle şortla bir görseler, inan bir an peşini bırakmazlar. Gerçekten Ekim, sana şort inanılmaz yakışıyor ve ben bunun sebebini sen annenle konuşurken buldum.”

Ekim birazda mahcubiyetle, sorar gibi Gürkan’a baktı.

“Senin bacakların uzun, özellikle diz altı ve de tabii ki çok düzgün. Zaten mini etek de çok güzel duruyor ama bir de kilolu ve hiç yakışmayan kızlar, hatta hanımlar giyince bir rezalet oluyor.”

“Ooo bu konuda bayağı söyleyeceğin var.”

“Ama nasıl görmezsin aşkım. Sanki erkeklere işkence yapıyorlar.”

“Siz de bakmayın o zaman.”

“Ekimciğim, özellikle bakmıyorsun ki… Sanki şart, herkes her yaşta öyle giyiniyor. Vallahi yaşını başını almış, saygın bir hanımefendiyi normal bir etek boyu ile görünce saygı duyuyorum. Ama sen dilediğin kadar kısa giyebilirsin. Tabii benim yanımda olmasını tercih ederim, bu kısmı biraz kıskanç bir sevgilinin temennisidir ve şakadır.”

“Çok tatlısın Gürkan. Keşke mümkün olsa da sen de bizimle gelsen. Ne kadar güzel olurdu.”

“Ekim sen ne diyorsun, nasıl böyle haince bir şey söylersin? Şimdi benim aklıma böyle şeytanca bir fikri sokup sonra da benim hiçbir şey olmamış gibi çalışmamı nasıl beklersin?”

“Gerçekten çok terbiyesizlik ettim, değil mi? Çok affedersin.”

“Hayır aşkım tabii ki şaka. Hem çok işim var, belki Ankara’ya bile gideceğim. Ayrıca işlerim bu kadar yoğun olmasa bile, bu kadar özel bir durumda sizleri yalnız bırakmayı tercih ederdim inan.”

“Gürkan sen yabancı değilsin ki… Bütün ailem de seni çok seviyor ayrıca. Niye öyle düşünüyorsun, üzülüyorum inan.”

“Sevgilim, siz iki aile daha birbirinizi tanımaya çalışıyorsunuz. Ben ne de olsa bir yabancıyım. Zaten bu aralar senin Sevin’e iyice bir göz kulak olman gerekecek herhalde. Teknede ben olsam, seni kimseyle paylaşmak istemezdim. İnşallah başka zaman.”

“Haklısın galiba. Öğlenki kızgınlığın geçti mi, yoksa hâlâ kızgın mısın Sevin’e?”

“Ekim, bu konuda konuşmayalım istersen. İnan ben de henüz onu tanıma aşamasındayım. Fettan bir kadın gibi mi davranıyor, yoksa daha çok genç ve şımarık bir kızın hareketleri mi, anlayamıyorum yaptıklarını. Belki de yanlış davranan biziz. Sevin’den de senin kadar mükemmel ve saygın bir kişilik bekliyoruz. Halbuki o bambaşka biri.”

“İnan aynı şeyi ben de düşünüyorum. Sanki fiziki benzerliğimiz gibi karakterlerimizin de benzemesi gerektiğini düşünerek hata yapıyorum diye kendime kızdığım anlar oluyor. Ama öyle şeyler yapıyor ki hem anlamaktan aciz kalıyor hem de kızıyorum. Ama sonra dönüp ona bakıyorum ve tuhaf bir hisse kapılıyorum. Bunu anlatmam öylesine zor ki.”

“Ekim, benim altın kalpli meleğim. Gözlerin dolu dolu, ne oldu? Neler düşünüyorsun?”

“Gürkan, ben, annem ve babam, bana gerçeği anlattıktan sonra bile, asla anne babasız gibi hissetmedim kendimi. Nasıl bilmiyorum ama benim ailem şimdiki annem babam. Gerçek anne babamı sadece düşündüğüm zaman hatırlıyorum. Bilmiyorum, belki yanlış hissettiklerim ama ailem mükemmel insanlar. Kendimi evlatlık olarak bir an bile düşünmedim ve öyle hissetmiyorum. Gerçekleri öğrenmeden önceki kadar mutluyum ve kendimi çok güzel bir aileye sahip biri olarak görüyorum.”

Gürkan eğilip usulca Ekim’i yanağından öptü.

“Bir tanem, gerçekten senin harika bir ailen var, onlarla ne kadar övünsen yeridir ve onlar seni çok seviyorlar. Zaten seni çocukları olarak bağırlarına bastıkları o kadar belli ki.”

“İşte ben de aynen böyle hissediyorum. Ama nedendir bilemiyorum. Sevin’e baktığım zaman, içim acıyor. Sanki o benim kadar sahiplenilmemiş gibi geliyor. Aslında Seher anne de Sabih baba da çok iyi insanlar ama ya of anlatamayacağım bir duygu. Bugün mesela, Seher anne, bakalım baban ne söyleyecek saçlarına derken, umarım yarın gidip tekrar boyatmak zorunda kalmazsın derken ki tehditkâr tavrı. Daha önce de Sabih babaya söylemekle tehdit ettiği bir olay, beni tedirgin ediyor ve onu korumak istiyorum adeta. Sanki o Amerika’da yapayalnız kalmış, kimsesi yokmuş gibi geliyor bana.

“Ah canım benim, sen çok duygusalsın. Eminim, düşündüğün gibi değildir. Onlar da çok mutlu bir aile tablosu çiziyorlar. Hem baksana sadece telefonda konuştuğunuz halde sizi ne kadar candan karşıladılar, yetmezmiş gibi sizi daha iyi tanımak için kendileri de sizinle buraya geldiler.”

“Haklısın. Niye böyle bir duyguya kapıldığımı bilmiyorum. Aslında senin söylediğin gibi, onlar da Sevin’in üzerine titriyorlar. Kim bilir belki ikiz olmanın verdiği bir şey bilemiyorum. Belki aynı şeyleri Sevin de benim için hissediyordur.”

“Hissetmediğine eminim.”

“Neden öyle söylüyorsun?”

“Basit değil mi aşkım? O şimdi kaptanla o kadar meşgul ki seni düşünecek pek zamanı yoktur.”

“Çok kötüsün Gürkan. Unutma o benim diğer yarım. Hakkında çok kötü konuşma sonra bozuşuruz.”

“Vay. Hemen harcandık yani.”

“Yaa. Öyle bir şey mümkün mü?”

“Ekim bu akşam güneşi, sanki saçlarına altın tozu dökülmüş bir peri kızı gibi yaptı seni. Keşke resim yapabilme yeteneğim olsaydı. İnanılmaz güzel görünüyorsun. İnan Sevin saçlarının bu görüntüsünü görse yarın gider saçlarını aynı senin gibi yaptırırdı.”

“Gürkan oğlum çok haklı Ekim. Saçların altın gibi olmuş gerçekten. Aman benim kızıma nazarlar değecek. Çok güzel olmuşsun. Ya Sevin, ne yapmış öyle?! Ben sokaklarda saçlarını kırmızı, hatta turuncu boyatan gördüm ama hiç Sevin’in saçı gibi değildi onlar. Bazıları hoşuma bile gitmişti ama Sevin’in saçları acayip bir renk olmuş. Herhalde kuaför hata yaptı, değil mi?”

“Hayır, Hacer teyze, o rengi katalogdan kendisi seçti. Hatta Engin abi uyardı Sevin’i; ‘Bak o renk çok canlı bir renk, fazla frapan olabilir’ dedi ama Sevin ısrarla o rengi seçti. Hatta boyama bitince, Nevzat Bey, ‘Çok frapan oldu derseniz rengi hafif açalım’ dedi ama o, ‘Hayır tam düşündüğüm gibi oldu’ dedi. Adeta bayıldı. Kısacık mesafede eve yürürken herkes bakıyor, bir daha bakıyordu. Ben rahatsız oldum, onun hoşuna gitti. Kim bilir, neticede bir sanatçı o. Farklı olmak hoşuna gitmiştir belki de. Belli mi olur, birkaç kere denize girince açılır rengi.”

“Neyse kendi bileceği şey. Bak benim akıllı kızıma güzelliğine güzellik katıyor. İnsan kuaföre bunun için gider benim bildiğim.”

“Hacer teyze… Sevin yok diye böyle konuşuyorsun, söylerim bak.”

“Aman kızım ben sustum. Yeter ki onu benim üstüme salma. Ben onunla baş edemem.”

Ekim’le Gürkan bakıştılar sonra ikisi birden gülmeye başladı.

“Hayrola, ne oldu ki?”

“Yok bir şey. Hacer teyze, Gürkan da bizimle yemeğe kalacak. Kalırsın değil mi canım?”

“Ben gideyim Ekim. Zaten öğlen de buradaydım.”

“Aşk olsun oğlum. Sen ailedensin, sabahı öğleni mi var bu işin? Hem bak sen de seversin, fırında soslu tavuk ve püre yapıyorum. Hatta öğlenden biraz kızartma bile var. Yani tam sana göre yemekler. Kalırsan Sermin Hanımlar da memnun olurlar.”

“Zaten annem telefonda ‘Gürkan’ı bırakma, beraber yiyelim’ dedi.”

“Ha! Davet Sermin Teyzeden geldi yani.”

“Eee. Ailenin reisi Sermin Hanım olduğuna göre.”

“Bunu da Tahir amca duymasın.”

“Yok oğlum. Çok uzun yıllar oldu Tahir Bey evin reisliğini Sermin Hanım’a devredeli.”

“İyi iş valla. Demek bu ailede daha çok hanımların sözü geçiyor.”

“E biraz öyle. Sen iyi düşün taşın artık.”

“Aslansın Hacer teyze. Evin reisinin Ekim olmasına hiç itirazım olmaz benim. Düşünsene çocukların bütün sorumluluğu da onda olacak demektir bu.”

“Gürkan!”

“Ne var kızım doğru söylüyor ama o konular hiç de öyle değil oğlum. Unutma hayat müşterek. Sadece yuvayı dişi kuş yapar.”

“Tamam Hacer teyze. Ben dersimi öğrendim.”

“Hadi ben mutfağa gideyim. İsterseniz size soğuk birer limonata daha vereyim. Ya da Nescafé yapayım.”

“Yok Hacer teyze. Annemler de yakında gelirler. O zaman bakarız. Ama belki Gürkan soğuk bir şey içmek isterdi. Ya affedersin canım, ne içersin, ben getireyim sana. İstersen Cola falan da var.”

“Yok yok, hiçbir şey istemiyorum. Sağ ol Hacer teyze.”

Hacer teyze içeri girince, Gürkan Ekim’e uzun uzun baktıktan sonra.

“Şu an seni kollarıma almak için neler vermezdim aşkım” dedi.

“Sen değil beni kollarına almak, bana bakamayacaksın bile.”

“O da ne demek? Kim engelleyebilir ki sevgilimi doya doya seyretmemi.”

“Aşağı bak anlarsın, neler olduğunu.”

“Bakmama gerek yok galiba anladım. Eve geliyorlar, değil mi?”

“Evet, şu anda kapıdan içeri girdiler bile.”

“Anladım bugünkü ziyafet bu kadarmış demek” dedi ve süratle Ekim’in yanına gelerek altın saçlarına bir öpücük kondurdu.

“Hadi sevdiğim, beraber gidip kapıyı açalım.”

Daha onlar zili çalmadan kapıyı açtılar.

“Hoş geldiniz. Nasıl geçti tekne geziniz?”

“Çok güzeldi kızım hiç hareket ettiğimizi bile anlamadık. Ha ha ha.”

“Merhaba Gürkan, Sen de hoş geldin oğlum. Kaldığına çok memnun oldum. Hep beraber kutlayalım kızımızın arabasını.”

“Yok, ben anlamam öyle evde kutlamayı.”

“Tamam baba, rahatça trafiğe çıktığım zaman sizi ben yemeğe götüreceğim söz.”

“Tamam o zaman, bu akşam provasını yapalım o hâlde.”

“Nasıl Gürkan, kullandığında bir problem yoktu, değil mi arabada? Gerçi Hasan Usta bir güzel inceledi her tarafını ama!”

“Yok yok. Çok temiz araba. Hiçbir sorun yok. Tabii usta kadar anlamam ama motorun sesi falan gayet iyi durumda görünüyor.”

“Aman aman çok iyi oldu bu. Hani derler ya, bayandan alın diye. Bu da bizim şansımız oldu.”

“Halbuki bayan var, bayan var değil mi Tahir amca.”

“Çok doğru söylüyorsun oğlum. Bazen trafikte insanı deli ediyorlar valla. Geçen gün bir kadın kırmızı ışıkta makyaj yapmaya başladı. Yeşil yandı ama kadında hiç hareket yok. Herkes korna çalıyor. O hiç istifini bile bozmadı. İşini bitirdi bir kalkış kalktı aman Allah’ım. En çılgın erkek arabasını bu kadar hoyrat kullanmaz inan. Neyse şimdi böyle konuşup Ekim’i ürkütmeyelim. Aslında senin kalman çok iyi oldu. Bugün bazı gelişmeler oldu, bunları senin de duymanı istiyorum.”

“Babacığım hayırdır, ne oldu? Yoksa Mümtaz Bey izin vermedi mi?”

“Yok kızım, öyle bir şey değil. Senin iznin sen istediğin sürece devam edecek merak etme.”

“Yoksa beni işten mi çıkardılar babacığım?”

“Hayır çocuğum. ‘Adli tatile girmek üzereyiz, zaten işler şimdiden durdu. Kadronun çoğu tatilde’ dedi patronun. Senin için sorun yok yani.”

“E o zaman ne oldu?”

“Annen mutfakta galiba, hadi onu da çağır. Bir kere anlatayım Ekim.”

Ekim telaşla annesini mutfaktan alıp getirdi.

“Gel Serminciğim. Anlatacaklarımız kızlarımızı dolayısı ile hepimizi ilgilendirdiği için böyle beraber konuşmak istedik. Bugün Mümtaz Bey’e, Ekim ve Sevin’in gerçek ailesi hakkında araştırma başlatmak için gittik.”

“Ama Mümtaz Bey’in bununla ne ilgisi var.”

“Kızım Amerika’ya giderken ben Mümtaz Bey’le konuşmak için gittiğimde durumu biraz anlatınca, hemen daha ileriyi düşünen Mümtaz Bey, gerektiğinde araştırma yapmak istersek bize bu konuda yardımcı olabileceğini söylemişti. Ben de dün kendisine telefon edip bu konuyu hatırlatıp yardımını rica ettim. İşte şimdi esas sürprize hazır olun. Kızım, sen mutlaka biliyorsundur. Sizin bazı işlerinizde yardım aldığınız, Takip ve Araştırma Şirketi isimli, tabiri caizse, bir dedektiflik bürosu varmış.”

“Aaa evet. Onlar çok büyük bir şirket. Av. Gökalp Bey ve iki arkadaşı kurmuşlar şirketi. Çok eski bir kuruluş değil ama çok iyi isim yapmışlar, Mümtaz Bey çok tutar onları.”

“İşte tam da o isim, benim söylemek istediğim. Sermin, hani komşumuz Mehmet Bey’in yaramaz ama cin gibi akıllı bir oğlu vardı. Daha küçücükken bile, devamlı sorular sorardı.”

“Evet hatırlıyorum, o Ekim doğduğunda 5-6 yaşında falandı galiba, belki daha büyüktü ama zayıf çelimsiz bir çocuktu. Dur dur ismi neydi? Gökay mı, Gökhan mı? Öyle bir şeydi vallahi unutmuşum.”

“Gökalp olmasın karıcığım?”

“Evet evet Gökalp’ti. Hatta Mehmet Bey, oğlumun isim babası benim diye çok gururlanırdı.”

“İşte araştırmayı yapacak olan kişi de onlar.”

“İnanmıyorum. Yani siz Gökalp Bey’i tanıyor musunuz?”

“Tabii kızım. Senin üzerinde çok emekleri var annesinin, babasının. Biz ilk zamanlarda çok deneyimsizdik. Sen biraz ağlasan biz paniğe kapılırdık ama komşularımız hemen imdadımıza yetişir, her seferinde de bize yeni bir şey öğretirlerdi. Hani Amerika’ya gitmeden Şişli’de karşılaştım diye annene anlatıyordum da ‘Sen kim onlar?’ diye merak etmiş ama hatırlayamamıştın.”

“Ne güzel bir tesadüf. Sen de eve davet etseydin Tahir.”

“Canım eve hemen davet edemedim. Şimdi bizi tanıştıran Mümtaz Bey, eve davet ederek onu bu konunun dışında bırakmak biraz tuhaf olur diye düşündüm. Neyse yarın Gökalp ortaklarından, daha deneyimli olan Cavit Bey’le birlikte sizin şirkete gelecek kızım. Tabii bu konuyla ilgilenecek kişinin yabancı olmaması benim hoşuma gitti doğrusu. Şimdi isterseniz bu sırada sizler karışmayın, uzak durun. Ben bütün konuyu en iyi bilen kişi olarak dokümanları verip bildiklerimi anlatırım. Sabih’le birlikte gider konuşuruz. Neticede onlar çok detaylı bir araştırmaya girecekler. Tabii biz bu konuşmayı yaptık ama sizler hâlâ kararlıysanız bu konuda devam edelim. Ama hiçbir şeyi öğrenmek istemiyorsanız yine siz bilirsiniz. Neticede siz bizim, Tanrı’nın bize bahşettiği evlatlarımızsınız. Yani bizim için sizin önceniz yok, siz bizim çocuklarımızsınız. Ne diyorsunuz? Ekim, Sevin?”

Ekim Sevin’e baktı. Çok derin düşüncelere dalmış gibiydi.

“Sevin ne diyorsun canım?”

“Ekim ben öğrenmek istiyorum, ben kimim? Sen ne diyorsun?”

“Ben de öğrenmek istiyorum ama senin dediğin gibi kim olduğumu öğrenmek için değil. Ben klasik tarzda söylersem, Tahir’den olma Sermin’den doğma olarak hissediyorum kendimi. Ama bana, hiçbir araştırma yapmazsak, annemiz ve babamız, ilgilenmediğimiz için bize kırılacaklarmış gibi geliyor. Yani nasıl anlatsam, onlar hiç olmamışlar gibi davranmak biraz onlara haksızlık gibi geliyor bana. Yaaa ooff anlatamayacağım hisler içindeyim.”

“Ben seni çok iyi anlıyorum kızım. Tamam o zaman ikiniz de öyle düşündüğünüze göre yarın biz Gökalp’le buluşuyoruz. İşimizin fazla süreceğini zannetmiyorum. İsterseniz biz gelince geziye çıkabiliriz. Nasıl olsa kaptan alışverişi yapacak. Ne dersiniz? Hadi Gürkan, sen de ayarla kendini bizimle gel. Harika olur valla.”

“Ah nerede efendim. Belki çok önceden olsaydı program, bir şeyler yapabilirdim ama şimdi çok zor. Hem ilk gezinize böyle ailece gitmeniz daha hoş olur diye düşünüyorum.”

“Eğer böyle düşünüyorsan beni üzersin oğlum. Sen bizim aileden birisin, bizler için. Şayet başka türlü düşünsek zaten sana bu teklifi bile yapmayız, değil mi?”

“Oh beni yanlış anlamayın lütfen, öyle demek istemedim. Ama şimdi açıklama yaparsam kaş yaparken göz çıkartmaktan korkuyorum.”

“Anladım anladım, ne demek istediğini. Sen kendini yorma. Biz iki aile şimdiden kaynaşmış durumdayız merak etme oğlum. Bu kadar hassasiyet de ancak senden beklenir. Duyuyorsun değil mi Sabih? Ne kadar ince düşünmüş bizim delikanlı. Neyse çıkacağımız ilk geziye hazırlan o vakit. Hatta uygun olurlarsa aileni de ağırlamak hoşumuza gider. Öyle değil mi Sermin?”

“Tabii ama aslında önce tanışmamız lazım galiba.”

“O konu için sizi bekliyoruz Sermin teyze. Biz evde konuştuk ama şu aralar siz fazla yoğunsunuz diye düşünerek gelişimizi erteledik. Şayet siz böyle düşünüyorsanız ilk fırsatta sizi ziyaret etmek istiyorlar.”

“Oğlum siz ne zaman isterseniz buyurun gelin, inan onlarla tanışmayı bekliyorum. Bu kadar güzel bir evlat yetiştirdikleri için kendilerini kutlamak istiyorum.”

“Aman efendim yapmayın, şımartacaksınız beni.”

“Şımarsan bile hakkındır oğlum.”

“Bu durumda, siz geziden dönünce bu ziyareti gerçekleştirelim Tahir amca.”

“Olur evlat. Nasıl isterseniz.”

Gürkan gözlerinden adeta fışkıran bir mutlulukla Ekim’e baktı.

Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu, adeta söylemek istediklerini gözlerinden okudu Ekim. Sımsıcak gülümsedi sevdiği adama. Evet onlar kendi aralarında konuşuyorlardı ama ailelerin bunu henüz erken bulmalarından da endişe ediyorlardı. Kendisi daha on sekiz yaşındaydı ve önünde zorlu bir hukuk tahsili vardı. Gürkan bu sene askere gitmeyi düşünüyordu. Gerçi kısa dönem askerlik yapacaktı ama hayata başlamak için o görevi bir an önce yerine getirmeyi istiyordu. Ekim bu düşüncelere dalmış, bir fırsat yaratarak yanına gelen Gürkan’ı fark etmemişti. Öylece denize bakar gibi görünürken içinde fırtınalar kopuyordu.

“Ekim, nerelere daldın öyle? Geldiğimi bile fark etmedin.”

“Canım, bir yere dalmadım, sadece düşünüyordum. Bazen seninle konuşurduk, ya ailem çok erken derse diye ama bak babam neler söyledi. Ben de bunları ve senin askerliğini düşünürken buradan kopmuşum.”

“Ne kadar sevindiğimi anlatamam. Geçen hafta annem benim ağzımı aradı, ‘Eee daha tanışmayacak mıyız?’ diye. Aslında benim ailem de sizinkileri çok merak ediyor. Tahir amcanın benim için söylediği güzel sözleri annem sizin için söylüyor. ‘İnsan ancak kendi çocuğunu bu kadar mükemmel yetiştirmek için emek harcar. Vallahi bravo. Harika bir aile onlar’ diyor. Yani tanıştıklarında karşılıklı birbirlerine iltifatlar yağdıracaklar. Sen de benim kadar sevindin mi acaba?”

“Aşk olsun aşkım. Gözlerimden neler düşündüğümü anlayacaklar diye başımı öne eğdim. O kadar mutlu oldum ki. Sana söylemiyordum ama gerçekten ailemin bu konuda ne düşüneceğini kestiremiyordum. ‘Böyle devam edin, hele bir okul bitsin sonra tanışırız diyecekler’ diye düşünüyordum. Bir akşam böyle ortadan konuşulurken babam, ‘Ben kızımı öyle erken erken kimselere vermem, hele bir yirmi beşini bitirsin’ diye takılmıştı, onun için doğrusu biraz tedirgindim. Ama aileni çok merak ettiklerini de biliyorum. Neyse o gün gelsin bakalım.”

“Tabii sonra siz bize geleceksiniz ve ben hep seninle dolu olan odamı sana göstereceğim. O duvarların dili olsa da sana olan özlemimi anlatsa.”

“Sus Gürkan, birileri duyacak.”

“Ne söyledim ki? Herkes biliyor benim sana olan duygularımı.”

“Ben yarın için şimdiden heyecanlanmaya başladım. Babam gelene kadar meraktan öleceğim.”

“Ama daha çok erken bir tanem. Neticede yarın Tahir amca elindeki doneleri verecek. Esas iş ondan sonra başlayacak.”

“Gürkan, ya istenmeyen, yani hoş olmayan şeyler öğrenirsek.”

“Ne olabilir ki aşkım?”

“Ne bileyim, seyrettiğimiz eski yerli filmlerdeki gibi nahoş şeyler çıkarsa ne yaparız?”

“Tabii ki hiçbir şey yapmayız. Neticede onlar başka birilerinin hayatı. Sen artık Tahir amca ve Sermin teyzenin kızı ve benim biricik aşkımsın. Bunu hiçbir şey değiştiremez. Böyle garip düşünceleri getirme aklına. Hem huzursuz olacaksan hiç başlamayın bu işe.”

“Hayır onu yapamam. O zaman kendimi bir yalan dünyada gibi hissederim. Hem ilerde çok öncemizi merak eden çocuklarımıza ne anlatacağız? Ben küçükken anneme babama aile büyükleriyle ilgili bir sürü sorular sorardım. Şimdi anlıyorum ki beni mutlu etmek için kendi aile büyüklerini anlatan ailemin anlattıkları aslında bana ait olmayan geçmişimmiş. Ve ben aslımı merak etmeye başladım. Ama korkuyorum ve buna engel olamıyorum.”

“Hadi bu konudan seni biraz uzaklaştırayım. Sen de fark ettin mi? Biraz önce Sabih Bey Sevin’le birlikte içeri girdi. Ve dönüşlerinde Sevin’in yüzünde hınzırca bir ifade vardı. Ne olduğunu anlamadım ama istediği şeyi elde ettiğine iddiaya girerim.”

“Ben tahmin edebiliyorum. Seher anne, bakalım babana ne cevap vereceksin demişti, saçları için. Rahat biraz fırça yedi ama senin de söylediğin gibi bence de babasını ikna etti diye düşünüyorum. Haline bakılırsa son derece keyifli ve rahat. Onun hiçbir şey umurunda değil. Bazen şaşırıyorum, o kadar duyarsız ki. Ama bazen de saçma bir şey karşısında inanılmaz duygusal olabiliyor. Yani ben hâlâ çözemedim kardeşimi ve çözemeyeceğim de. Aman boşver. Aslında insanları olduğu gibi kabul etmek lazım. Ama senin ondan fazla hoşlanmadığını sezebiliyorum.”

“Öyle söylemeyelim. Neyi, ne zaman yapacağı ve ne söyleyeceğinin belli olmayışı beni tedirgin ediyor. Öğlen pat siye sorduğu soru gibi. Onun için normal olan o an, ben ne yapacağımı ne söyleyeceğimi şaşırdım. Biz de bir genç kızın bu kadar pervasız olması pek rastlanır bir olay değil.”

“Belli etme ama o da şu anda bizi seyrediyor. Hadi başka şeylerden konuşalım. Ben teknedeyken istersen akşamları belli saatte görüntülü konuşuruz.”

“Ben de aynı şeyi söyleyecektim. Telefon ederiz tabii ama ben seni görmek isterim, bunun için de en uygun saat akşam 9 olsun mu? Sen de yemeğini falan yemiş olursun. Ben de eve geliş, yemek falan derken anca olur. Böyle saat koyarsak bekleyip stres yapmayız. Ama bu arada bir şey olur da konuşmak istersem telefonuna mesaj atarım, olur mu canım?”

“Bu da hoş bir ayrılık olacak inan bana. Bakalım beni ne kadar özleyeceksin. Bir de akşam evden çıkmak istersen bana haber ver, boşuna beklemeyeyim olur mu?”

“Aşk olsun aşkım hiç habersiz bırakır mıyım? O zaman ya daha erken saatte ya da daha geç saatte görüşürüz.”

“Yani geceleri dışarı çıkacaksın, öyle mi?”

“Bak sen bana tuzak ha! Aslında çıkmam ama olur ya çıkmam gerekirse diye söyledim. Sensiz pek bir yere gitmem biliyorsun. Ama okulu yarım bırakıp Amerika’ya giden bir arkadaşımız vardı. Dün Görkem, o arkadaşımızın tatile İstanbul’a geldiğini söyledi. Bir akşam toplanıp takılırız dedi. Çağrı okulda bayağı sevilen bir çocuktu. Sonra ne olduğunu pek bilmiyorum ama paldır küldür bütün aile gittiler. Orada okula devam ettiğini duydum. Yani eğer böyle bir organizasyon olursa Çağrı’yı görmek isterim. O nedenle de o şekilde söyledim benim meraklı kuşum.”

O sırada Hacer Hanım yanlarına geldi.

Onlar kendi aralarında konuşurlarken balkondakilerin hepsi içeri girmişlerdi.

“Haydi çocuklar, acıkmadınız mı? Masa hazır, hepimiz sizi bekliyoruz.”

“Acıktım Hacer teyze hem de kurt gibi. Haydi Gürkan.”

“Ekim sen böyle otur, ben de Gürkan’ın diğer tarafına oturacağım. Bugün onu kızdırdığımı biliyorum. Kendimi affettirmem lazım.”

“Ne oldu ki?”

Bunu Sabih Bey sormuştu. Merakla ikisine bakıyordu.

“Önemli değil babacığım. Gürkan saçımı beğenmedi ben de onu biraz kızdırmak istedim ama o çok kızdı. Şimdi ben özür diliyorum. Bir daha öyle yaramazlık yapmayacağım Affet enişte.”

Gürkan gülmeye başladı. Şimdi Ekim’in bütün söylediklerine katılıyordu. Bu kız da şeytan tüyü vardı.

“Görüyorsun değil mi Ekim? Ben şimdi ne söylesem. Tamam seni affedeceğim ama bana enişte demeye devam edersen yine bozuşuruz.”

“Nasıl, ben nereyi bozdum ki?” Sevin bu soruyu sorar sormaz bütün masa gülmeye başladı.

“Ne gülüyorsunuz, ben ne söyledim ki şimdi?”

“Tamam Sevin, tamam canım. Yani kızdırdın demek istiyor Gürkan.”

“Aslında Gürkan’ın ne söylediğini bilmiyorum ama bu saçlar benim de hiç hoşuma gitmedi. Çok bayağı olmuş. Ama geziden sonra saçını adam gibi aklı başında bir renge boyatacağına söz verdi. Çok çirkin olmuş. İnsan kendini böyle kötü göstermek için bir de üstüne para verir mi? Ama benim kızım verir, değil mi Sevin?”

“Anlaştık baba. Bitti artık.”

Hacer Hanım’ın nefis mercimek çorbası herkesi susturdu.

“Ellerine sağlık Hacer Hanım, çorba nefis olmuş. Uzun zamandır da yapmıyordun, özlemişiz doğrusu.”

“Yazın sıcak diye düşünüp çorba yapmıyoruz ama yapınca da bayağı hoşumuza gidiyor doğrusu. Gerçekten de çok güzel olmuş, ellerine sağlık Hacer Hanım.”

“Afiyet olsun Seher Hanım. Aslında başka bir çorba yapıyordum ama Gürkan oğlum gelince programı değiştirdim.”

“Ooo valla kıskanıyorum ha. Benim pabucum dama atıldı şimdiden.”

“Sizin pabuç hiçbir zaman dama atılmaz Tahir Bey. Sadece gençleri de memnun etmeye çalışıyorum.”

“Ah Hacer Hanım ah. Nasıl da bilir gönül almayı.”

“Çok teşekkür ederim Hacer Hanım. Sağ olun. Ben sayenizde kilo alacağım bu gidişle. Ne zaman burada yemek yesem hep çok sevdiğim şeyler oluyor ve galiba ipin ucu kaçıyor.”

“Oğlum, bunları dert etmeyecek kadar gençsiniz. Şimdi sizler ne yeseniz yakabiliyorsunuz ama yaşlar ilerleyince dertler başlıyor.”

“Ama hiçbirinizin kilo sorunu yok. Herkes son derece formda.”

“Tabii tabii. Her canının istediğini, canın çektiği kadar ye de bakalım ne oluyor. Öyle değil mi hanımlar, beyler?”

“Doğru söze ne denir Tahir. Ama ben şuna inanıyorum. Her yaşın kendine göre güzel tarafları var. Mesela biz hiç karşımıza nasıl bir kız çıkacak, ne iş yapacağız diye dert etmiyoruz.”

“Hay sen çok yaşa Sabih. Ama bunu keşke hanımlar duymasaydı.”

“Niye Tahir? Aynı şey bizim için de geçerliydi. Nasıl biriyle evleneceğiz diye meraktan ölürdük, değil mi Sermin?”

“Ben aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Benim daha flört ya da evlilik aklımın ucundan geçmiyordu Tahir’i tanıdığımda. Tek derdim sınıflarımı geçmekti. Tam oh lise bitti şimdi özgürüm, artık bir üniversiteli olacağım diye düşündüğümde karşıma Tahir çıktı. Vee ben evliler fakültesine kaydımı yaptırdım.”

“Nasıl yani? Anne ben bunları ilk defa duyuyorum.”

“Ha ha. İlahi Sermin. Çok tatlısın. Niye devam etmedin okula?”

“Edemedim. Meğer benim taliplerim olurmuş da annem babam kızımız okuyacak daha deyip bana hiç söylemezlermiş. Biz Tahir’le tanıştıktan çok kısa bir süre sonra ben Tahir’i ailemle tanıştırdım. Ve Tahir artık beni gelip evden almaya başladı. Bu arada babam, bir damat adayı olarak Tahir’i incelermiş. Bir akşam bana, ‘Bak kızım bu delikanlı, dürüst ve efendi bir çocuk. Anladığıma göre seni seviyor. Eğer sen de seviyorsan bu işin adını koyalım. Böyle devamlı evden gelip almalar falan, biz hoş karşılasak da etraftan laf ederler, bari o zaman resmi olarak rahat hareket edersiniz’ dedi. Ben, ‘Ama babacığım biz hiç bu konuda konuşmadık’ dedim. Dedim ama babam bir kahkaha atarak ‘Kızım ben bunları kendi kendime mi kurdum. Biz Tahir’le konuştuk. O çok istiyor ama senin okumak istediğini bildiği için engel olmak istemediğini söylüyor. Yani sen ne istersen o olur. Hem istersen evlendikten sonra da okula devam edebilirsin’ dedi. Ben şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilemedim ama galiba o anda okumak ikinci plana düştü. Kendi kendime ‘Evlendikten sonra üniversiteye devam ederim’ diyordum. Ama olmadı, yapamadım.

“Ben senin tahsiline devam etmeni hep istedim ama Sermin.”

“Biliyorum canım ama ben nereden esinlendimse modaya, stilistliğe fazlaca ilgi duymaya başlamıştım. Bu nedenle de 2 sene bunun eğitimini gördüm ve şekil 1’de görüldüğü gibi Sermin’i yarattım. Hay Allah nerden geldik bu konulara. Hem de Gürkan’ın önünde. Kusura bakma oğlum. Bilirsin fazla geveze biri değilimdir ama şimdi çenem düştü.”

“Estağfurullah efendim. Öyle güzel anlattınız ki.”

“Ben annemin, babamın nasıl tanıştıklarını hiç bilmiyorum. Kaç kere anneme sordum ama bir türlü bunu öğrenecek kadar büyüyemedim. Yani annem hep ‘Daha ilerde anlatırım’ dedi. Peki siz, nasıl tanıştınız?”

“Kızım yapma, sırası mı şimdi?”

“Haydi Sermin anne, ben de öğrenmeyi çok isterim. Nasıl tanıştığınızı anlatmadın ama.”

“Ben anlatayım size. Sermin, lise 2’yi bitirdiği yıl gördüm onu. Elinde teşekkür belgesi okulun bahçesinden koşarak çıktı ve kader onu benim kollarıma attı ve ben hemen sıkıca yakaladım, bir daha kaçamadı.”

“Aaa güzel anlatın lütfen.”

“Sahi kızım, annesi babası onu arabada bekliyorlardı. O koşarak okulun bahçesinden çıktı ve bana çarptı. O bana çarptı, ben ona çarpıldım. O an annenle evlenmeye karar verdim. Kısa bir süre sonrada rahmetli kayınpederim ve eşiyle, yani yine nur içinde yatsın çok şeker bir kadıncağız olan kayınvalidemle tanıştım. Aradan zaman geçti. Kayınpederim benimle bu konuda konuştu. Ben, ‘Sermin daha okuyor nasıl yaparız?’ diye düşünürken, onlar okula daha sonra da devam edebileceğini söyleyerek kızlarını etkilediler. Ve biz erkenden evlendik. Annen 19 yaşındaydı evlendiğimizde.”

“Ne kadar güzel.”

“Allah nazarlardan korusun. Babam, Tahir hakkında çok isabetli düşünmüş. Biz iyi anlaşan, mutlu bir çift olduk ve kızımız da çiçeğimiz oldu. En büyük dileğimiz, kızımızın da en az bizim kadar mutlu olması.”

“İnşallah o günleri de göreceğiz. O bizim iftihar ettiğimiz, aklı başında, pırlanta gibi bir kalbi olan, yüreğinde herkes için yeri olan bir evlat. Aaa yeter artık, biraz daha duygusallaşırsak ağlayacağız şimdi. Hem nerelerden konuşuyorduk da konu bize döndü anlayamadım.”

“Ben böyle hikayelere bayılırım. Hadi Seher anne siz nasıl tanıştınız? Şimdi de siz anlatın.”

“Bizim hikayemiz pek öyle romantik bir hikâye değil kızım. Anlatmasam daha iyi.”

“Lütfen Seher anne. Şayet sizi üzmeyecekse, anlatın lütfen.”

“Yo, o kadar da hazin değil canım. Benim annem babam, ben çok küçükken ayrılmışlar. Ben annemle yaşıyordum. Arada sırada babamı görürdüm. Önce babam evlendi. Üvey annem çok iyi bir kadındı. Babam evlendikten sonra onu daha sık görür olmuştum. Bana da çok iyi davranırdı. Annem daha sonra evlendi. Eşi devlet memuruydu, ben daha orta okula giderken Ankara’ya tayini çıktı. Okulda başarılı bir çocuktum ve babam okula orada devam etmemin, arkadaşlarımdan, çevremden ayrılmamamın daha doğru olacağına annemi ikna etti ve babamın yanına taşındım. Orta sonda okurken, üvey annemin yeğeni, yani Sabih, okumak için Antalya’ya geldi. Önceleri talebe yurdunda kalıyordu ama sonra Nevin anne, yeğeninin oralarda perişan olmasına aç kalmasına dayanamadığını söyleyerek babamı razı etti ve Sabih de evde kalmaya başladı. İlk önceleri ders çalışırken bana yardım ederdi Sabih.”

“Aslında ders çalıştırmak değildi tabii maksadım. Seher çok güzel bir genç kızdı. O farkında değildi ama ben onun okuldan çıkış saatlerini bekler, tesadüfen oradan geçiyormuş gibi yaparak eve kadar ona eşlik ederdim. Yani onu başkasının kapmasından korkardım. O zamanlar bu beğeni tek taraflıydı. Hatta ben Seher’in Sabih abisiydim. Sonra Seher nasıl oldu bilmiyorum bana abi demekten vazgeçti. Artık duygularıma karşılık gördüğümü hissediyordum ama bir türlü açılamıyordum. Aradan böyle yıllar geçti. Seher liseyi bitirmişti. O da aynı Sermin gibi üniversiteye gitme hayalleri kuruyordu. Bencilce bir duyguyla okula gitmesini kıskanıyordum ama bir taraftan da ayaklarının üstünde sağlam durması için okuması gerektiğini düşünüyordum. Zira annesinin babasının ayrılması onu çok üzmüştü. Ve hep ‘Ben evlenmeyeceğim’ derdi.”

“Ya evet evlenmeyecektim ama sonra babam bir akşam ikimizi de karşısına alarak ‘Çocuklar siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben sizin mutlu bir beraberliğiniz olduğunun farkındayım. Sizinle ayrı ayrı konuşma gereği bile duymadım. Sizin bu konuda ortak fikrinizi almak istiyorum. Nevin de benimle aynı fikirde. Siz ne dersiniz?’ dedi. Biz öylece kaldık.”

“Tabii anneniz şokta, ben mutluluktan uçuyorum. Hemen atıldım. Benim bu işe çok sevineceğimi ama Seher’in okumak istediğini söyledim.”

“Ama babam, ‘Seher’in bu kadar okuması yeter. Bak senin elin şimdiden iş tutmaya başladı. Siz bir an evvel yuvanızı kurun’ dedi. Ve de biz 1 sene içinde nişanlanıp evlendik. Yani bizim hikayemiz de böyle.”

“Ne güzel. Sonu mutlu biten bütün hikayeleri seviyorum.”

“Peki beni neden aldınız?”

Ortalık, sorunun soruluş şeklinden olsa gerek bir anda tuhaf bir elektrikle doldu.

Ama Sabih Bey son derece sevecen bir hareketle kızının yanına gidip kolunu Sevin’in boynuna atarak, “Bence hikâyenin bu kısmı daha güzel. Biz başlarda, gezmeye fazla meraklı oluşumuzdan dolayı çocuk istememiştik ama yıllar geçtikçe bir özlem içimizde gittikçe büyüdü ve çocuk sahibi olmaya karar verdik ama bu sefer de maalesef çocuğumuz olmadı. Bu arada bir melek gördük ve ikimiz de ona âşık olduk. Beklemek yerine bu meleği evladımız yapmaya karar verdik, halanız önce bir hayli karşı çıktı ama sonunda sen bizimle oldun. Yani, Dünya’lar bizim oldu.”

“Sizin hiç çocuğunuz olmadı mı? Bu soru yine Sevin’den gelmişti. Sabih Bey’in cevap vermesini beklemeden Seher atıldı.”

“Biz evladımıza kavuşmuştuk ve tek çocuk bizim için yeterliydi. İkinci bir çocuğu asla düşünmedik.”

“Olmamıştır belki. Eğer yapsaydınız belki daha çok severdiniz onu.”

“İstemedik ki Sevin. Yani neden olmadı diye merak bile etmedik, araştırmadık, belki zamanla olurdu. Bilmiyoruz. Sen bizim her şeyimizsin. Zaten şimdi bir kardeşin de oldu. Yani artık bizimde 2 kızımız var, öyle değil mi Ekim?”

“Tabii ki Seher anne. Ben de sizin kızınız sayılırım.”

Konu öylesine derin bir konuydu ki çorbalar içilmiş ama ne Hacer Hanım boş kaseleri toplayıp ana yemeği getirmiş ne de kimsenin aklına yemek sormak gelmemişti.

“Ben ikinize de teşekkür ederim. Bu konuyu öğrendiğimde acıyıp beni aldınız diye düşündüm hep. Ama siz beni istemişsiniz çok mutlu oldum buna.”

“Biz seni görür görmez âşık olmuştuk bir tanem. Öylesine şirin ve öyle güzeldin ki! Senin bizim yavrumuz olmanı çok istedik, dualarımız kabul oldu. Bu nedenle senin sevginin ikiye bölünmesine bile gönlümüz razı olmadı. Yani başka çocuk istemedik.”

“Bizim için biraz daha farklı olmuştu. Çünki biz Ekim’i doğduğu gün gördük ve bizim biricik kızımız oldu. Çok minik ama Dünyalar güzeli bir bebekti. Hep o günü düşünüp Allah’a şükrediyorum.”

“Ben de sizin kızınız olmaktan çok ama çok mutluyum ve sizi çok seviyorum.”

“Ya bize ne oldu? Acayip bir duygu patlaması. Çocukcağız adeta bir yerli film izler gibi bizi dinliyor. Kusura bakma oğlum, sana söz bu konu burada kapanıyor.”

“Asla Tahir Amca. Ben birbirine bu kadar sevgiyle bağlı iki ailenin anlattıklarını bir ders gibi dinledim. Sevgi o kadar önemli ki… Benim bir hocam, ‘Sevgi olmayan bir ailede büyüyen çocuk, ilerde bütün sevgisini vererek birini sevemez, ayrıca sevgi dolu bir çocuk yetiştireceğine de inanamam, hep kaçak güreşir’ demişti. Şimdi ne demek istediğini çok iyi anlıyorum ve Ekim’i tanıdığım için ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anladım. Ve bir karara vardım. Siz turdan dönünce sizin haber vermenizi beklemeden, tabii ki izninizle hemen ertesi akşam annem ve babamla sizi ziyarete geleceğiz. Sizce de uygun mu?”

“Ne dersin Sabih? Acaba uygun olur muyuz? Şaka bir yana oğlum, biz aileni ağırlamaktan her zaman mutlu oluruz. Ne zaman isterseniz, buyurun Gürkan.”

“Teşekkür ederim. Şimdi sizi daha rahat yolcu edebilirim. Duyuyorsun değil mi Ekim. Artık her şeyin bir adı olma zamanı gelmişti, sence de öyle değil mi? Yanıt beklemiyorum çünkü ne düşündüğünü biliyorum.”

“Teşekkür ederim anneciğim, babacığım. Böyle çok daha iyi olacak. Seher anne, Sabih baba ve kardeşim de bizimle birlikte olacak.”

“Hadi bakalım, artık yemeğimize devam edelim. Bu kadar duygusallıktan sonra aslında bir rakı masası güzel olurdu ama teknede bu işi bol bol yapacağımıza göre bu akşam içmeyelim diye düşündüm ama teknede Gürkan yok. Arzu ederseniz biraz alabiliriz.”

“Almasak daha iyi olacak galiba. Benim arabayı muamelecinin oralarda bir yere bıraktık. Buradan vakitlice ayrılıp arabayı almayı düşünüyorum. Neticede orada yabancı bir araba. İçim rahat etmeyecek.”

“Haklısın Gürkan. Gece oralar bomboş oluyordur. Sen korkulu rüya görmektense git al arabanı.”

“Tamam Ekim. Ben de öyle düşünüyorum.”

“Hadi artık enerjinizi karnınızı doyurmak için kullanın. Yemeği bir daha ısıtmadan bitirin.”

Kenetlenmiş bir sevgi yumağı gibi gülüşerek neşe içinde yemeklerini bitirdiler.
 

*

 
“Aslında Nehirleri arasak mı acaba? İstanbul’da mutlaka görüşmek istemişlerdi. Hatta bizi evlerinde ağırlamak istiyorlardı.”

“Kızım o kadar yoğunuz ki eğer onlar ararlarsa gideriz ama bizim şimdi bir hayli işimiz var. En önemlisi bir hafta belki daha fazla yokuz. Dur bakalım.”

“Haklısın babacığım. Birden aklıma geldi de.”

Herkes daha masada muhabbet ederken Ekim, Sevin ve Gürkan balkona çıktılar. Bir iki dakika sonra Sevin onları yalnız bırakıp içeri girdi.

“Oh nihayet sevgilim, yine yalnız kalabildik.”

“Evet aşkım. Gitmeden seninle yalnız kalamayacağız diye korkuyordum.”

“Sen meraklanma bir tanem. Ben söyleyeceklerimi sana telefonda kulağına da söylerim. O zaman daha bile yakın olur belki, baksana şimdi nasıl mesafeli oturmak zorundayız.”

“Olsun en azından birbirimizi görüyoruz.”

“Ve ben senin o güzel kokunu buradan bile alabiliyorum.”

“Yalancı. Sen yanında oturduğun güzel çiçeklerin kokusunu alıyorsundur bence.”

“Yapma Ekim. Senin tenindeki parfümünün kokusunu ben seni düşündüğüm her an sanki yanımda gibi duyuyorum. Onun için asla çiçeklerle karıştırmam. Hem ayrıca benim yanımda ortancalar var ve benim bildiğim kadarıyla onların da kokusu yoktur.”

“Seninle baş etmek çok zor. Sen aslında keşke avukat olsaydın. Eminim hazırladığın müdafaalar harika ve karşı konulmaz olurdu.”

“Bir eve bir hukukçu yeter bence. Hem belki en azından çocuklarımızdan birini hukukçu olmaya ikna edersin.”

“Hayır asla. Ben çocuklarımın istediği branşı seçmelerini isterim, asla karışmam onlara.”

“Yani bizim çocuklarımızın değil mi aşkım?”

Ekim Gürkan’ın ne demek istediğini anlayıp başını öne eğdi.

“Ne oldu aşkım. Çocuklarımız olması için önce bizim evlenip, beraber olmamız gerekmiyor mu? Ben o günleri dört gözle bekliyorum. Keşke şimdi teknede kamarada olsaydık tabii yalnız.”

“Lütfen Gürkan, beni utandırma.”

“Ama artık alışmalısın, seni çok özlüyorum. Kollarımın arasına almak ve nefesin kesilene kadar seni öpmek istiyorum. Seni öpemeden, kollarıma alamadan geçirdiğim her an bana bin yıl gibi geliyor.”

“Gürkan, eminim şimdi yanaklarım kızarmıştır ve annem bu tarafa bakarsa neler olduğunu anlayacaktır. Lütfen yapma.”

“Bir şey yapmıyorum daha doğrusu yapamıyorum ki. Hadi gel sahilde biraz yürüyelim. Bir hafta ayrı kalacağımız için herhalde hoş görür ailen bu isteğimizi.”

“Ama saat epey oldu. Hani sen erken gitmek istiyordun.”

“Seninle yalnız kalmak her şeye değer. Boş ver, geç de olsa alırım arabayı.”

“Tamam.”

İçeri geçerek annesine, babasına dışarı çıkmak istediklerini söylediler.

“Geç kalmayın kızım. Daha Gürkan arabasını almaya gidecek.”

“Bak, aklıma ne geldi Ekim. Senin araban da burada en az bir hafta yol kenarında kalacak. Ben senin arabayı bizim kapalı otoparka götüreyim. Benim arabayı da bakalım duruma göre ya bu akşam alırım ya da yarın sabah alırım. Düşünüyorum da oralar çok boş olduğu için mutlaka bekleyen görevli vardır, bir şey olmaz yani.”

“Sen bilirsin ama yarın sabah arabanı alınca beni aramayı unutma. Ben meraktan ölürüm.”

“Olur. Hadi arabanın anahtarını al, ben bu arada vedalaşayım. Seni kapıdan bırakır ben giderim dönüşte.”

Ekim çantasını ve arabanın anahtarlarını alırken Gürkan veda edip, hepsine iyi tatiller diledi.

“En kısa zamanda beraber çıkalım evlat.”

“İnşallah Tahir Amca. İnanın ben de çok isterim. Hoşça kalın. İyi geceler.”

Apartmandan çıkıp kaldırımda yürümeye başladılar.

“Gel karşıya geçelim. Deniz kenarında yürüyelim.”

“Hayır sevgilim. Arabana gidiyoruz. Seninle yalnız olmak istiyorum.”

“Saçmalama Gürkan. Bu saatte nereye gideceğiz.”

“Seyir Tepe’ye. Eminim bizim gibi aşıklardan başka kimsenin aklına bu saatte oraya gitmek gelmez. Hadi bin arabana. İstersen sen kullan.”

“Hayır. Bu saatte ve bu trafikte. Yok istemem. Hem zaten saat geç oldu ben kullanırsam daha yavaş gideriz. Ben bu arabayı çok sevmeye başladım Gürkan. Çok sevimli, değil mi?”

“Valla kliması da hiç fena değil. Çok güzel. Kadıncağız arabasına çok iyi bakmış doğrusu.”

Seyir Tepe’ye geldiklerinde harika bir manzarayla karşılaştılar.

Gökyüzünde yıldızlar sanki çok yakında gibi parlayıp göz kırpıyorlardı. Gözlerinizi şehrin ışıklarından ayırıp başınızı yukarı kaldırdığınızda, yıldızların çokluğuna şaşırıp kalıyordunuz o an. İlerde banklarda oturan iki çift dışında pek kimse yoktu. Zaten onlar da gelen arabayla hiç ilgilenmemişlerdi.

“Arabada mı oturmak istersin, dışarı mı çıkalım?”

“Burada kalmayı tercih ederim. Kıyafetimle burada daha rahat edeceğim.”

“Ben de burada seninle yalnız olmayı tercih ederim.”

“Bakalım Tahir amcaların işi çabuk bitecek mi? Bu durumda yarın çıkacaksınız geziye.”

“Ben fazla uzun süreceğini sanmıyorum. Neticede birkaç tane evrak verecek Gökalp Bey’e.”

“Ama bu iş senin içinde fırtınalar yaratıyor, değil mi?”

“Güleceksin belki ama ben çok tedirginim, bu hikâyenin altından başka bir şeyler çıkacak diye korkuyorum.”

“Ne çıkabilir ki Ekim?”

“Sence de tuhaf değil mi? Hiçbir akrabanın olmayışı, kimsenin arayıp sormaması.”

“Olabilir sevgilim.”

“Hayır aşkım, bu biraz tuhaf oluyor. Ama benim ailem, şayet aileleri tarafından reddedilip belki de başka bir şehre yerleştilerse, hiçbir akrabanın bizi bulmaması gayet normal olur o zaman.”

“Bence sen bunları düşünüp o güzel başını yorma. Bakalım araştırmanın neticesi ne olacak. Ailen her kim olursa olsun, sen benim bir tanem olacaksın. Gürkan bunları söyleyerek sevgilisini kollarının arasına çekti.”

Ekim, bu kadar yakınında Gürkan’ın temiz ve parfüm kokan tenini hissedince adeta kalbinin coşkuyla hızlandığını fark etti hem de çılgıncasına. Ayaklarından, saçının teline kadar ateşler içinde kaldığını hissediyordu. Gürkan, Ekim’i kolunun üzerine yatırarak dudaklarına uzandı. Günlerden beri teknede öpüştükleri anın heyecanını bir an olsun unutamamıştı. Ekim’le birçok kereler minik, kaçamak öpücükler yaşamıştı ama o gün bir başkaydı. O duyduğu yoğun heyecanın ve zevkin hayâl olup olmadığını sorgulamıştı kaç kere. Bir tek öpücüğün insanı öylesine allak bullak edebileceğini tahayyül bile edemezdi daha önce. Ve işte şimdi o anı tekrar yaşıyordu. ‘Tanrım, bu nasıl bir şey, ben bu sıcaklık, bu dokunuşlar, bu inanılmaz koku, bu şahane kıvrımlar olmadan nasıl yaşarım’ diye düşündü. Ve gözlerini açtı. Biraz uzaklaşıp, sevgilisinin yüzüne baktı. Saçları ay ışığında, yer yer parıltılar saçan, gözleri büyük bir teslimiyetle kapanmış ama dudakları en karşı konulmaz davetler içeren kollarındaki bu kız. Yok daha fazla dayanamayacağım diye düşünerek tekrar tekrar öpmeye başladı sevdiği kızı.

Ekim, içinin çekilir gibi olduğunu hissediyor karşı koymak istiyordu ama Gürkan yaklaştığında, onun sıcaklığını hissettiği anda daha yakın olmak isteğiyle sımsıkı sarılıyordu Gürkan’a. Dudaklarına, yanaklarına konan minik öpücükler, inanılmaz çarpıntılara sebep oluyordu. Hiç öpmese bile Gürkan’la böyle sarmaş dolaş, tek vücut gibi olmak bile çok güzeldi ama Gürkan durmuyor, durmuyordu. Onun ellerini vücudunda hissetmek Ekim’i çıldırma aşamasına getirmişti adeta. Hiç farkında olmadan inlemeye başladı.

“Gürkan lütfen yeter. Ne olur aşkım.”

Ekim duyduğu, hissettiği, bu daha öncesi olmayan duyguların etkisi ile sesinin nasıl çıldırtıcı bir tonda olduğunu bilmeden Gürkan’a sesleniyordu ama ‘Yeter’ derken, ‘Durma’ diye yalvaran sesindeki tınının farkında bile değildi. Gürkan, zevkin doruklarında duyduğu bu seslerle Ekim’i daha da çıldırtan hamlelere devam ediyordu. Bir süre sonra Ekim’in ne hâlde olduğunu görmek isteğiyle gözlerini açtı ve genç kızın gözlerindeki yaşları gördü. Birden her şey karardı.

“Canım, ne oldu? Bir tarafını mı acıttım? Niçin ağlıyorsun? Lütfen susma. Ben mi sebep oldum bu yaşlara. Aman Allah’ım, ben ne yaptım. Sevgilim ne oldu? Lütfen konuş benimle.”

Ekim cevap vermeden sadece baktı, gözlerinde yaşlar parıldıyordu.

Gürkan o anda çok şaşırdı. Genç kızın yeşil olan gözleri adeta simsiyahtı ve öyle bir bakıyordu ki.

“Böyle bakmaya devam edersen çıldırabilirim sevgilim. Lütfen acı bana.”

“Elbette ama önce sen bana yaptıklarını kesersen. Allah’ım, neler oluyor?”

Sesi hala boğuk boğuk çıkıyordu ve çok tahrik ediciydi. Gürkan hem gözlerini ayıramıyor hem de sakinleşmesi gerektiğini düşünüyordu. İlk kez böylesine kendinden geçiyordu. Arabanın kapısını açıp dışarı çıktı.

Bir süre sonra Gürkan arabaya geri döndü. Bu arada Ekim de ıslak mendille yüzünü gözünü silmiş, biraz kendine gelmişti.

“Sevgilim, sen beni çıldırtıyorsun. Kendimi kaybettim, seni duyamadım. Umarım seni kırmamışımdır.”

“Hayır, tabii ki hayır ama kalbim duracak zannettim ve sana durman için yalvardım ama sen duymadın.”

“Duymadım aşkım çünkü adeta başka boyuttaydım. Bu deneyim benim için de inanılmazdı.”

“Ne demek istiyorsun Gürkan?”

“Çok basit sevgilim ben daha önce böyle bir şey yaşamadım. O gün teknede ateşledin beni. Sonrasında kendi kendime ‘İmkânsız, hayâl bu’ diye düşündüm. Ama şimdi ateşlemek ne kelime beni adeta uzayın boşluklarına fırlattın. Tanrım seninle bunları yaşamak, inanılmaz. Dilerim aynı yoğunlukta yaşamışsındır her şeyi.”

“Gürkan, biliyorsun. Yani sen benim ilk erkek arkadaşımsın. Böyle bir şeyi ilk defa yaşıyorum ama inanılmazdı. Şimdi bir erkeğin bir kadın için ya da bir kadının bir erkek için ne ifade ettiğini anlamaya başladım galiba.”

“Sevgilim, sen harika bir kadınsın. Seninle yaşayacağım her deneyim, inan benim için de ilk olacak. Seni çok seviyorum. Ve ben de şimdi ruh ikizi ne demekmiş onu anlıyorum. Sensiz geceler çok daha zor geçecek bundan böyle. Elime, tenime dokunduğun her an yaşadığımız bu dakikalar gelecek aklıma ve ben çıldıracağım. Eğer senle ben yalnızsak, kaçamayacaksın benden.”

“Lütfen utandırma beni.”

“Hayır sevgilim. Ben çok iyi anladım. Sen bir melek kadar saf ve temizsin ama ikimiz birlikte olunca bir yanardağ gibi infilak ediyoruz, beni lavlarınla yakıyorsun. Canımsın ve benim kadınım olacaksın.”

“Haydi gidelim. Sen bu konuyu kapatmadıkça ben seninle konuşamıyorum.”

“Bu araba bizim için çok özel artık. Kimsenin bilemediği ve bilemeyeceği sırrımız. Hadi tatlım gidiyoruz. Ama önce sahilde birer dondurma yiyelim. Biraz kendimize gelelim. Bu halimizi sizinkiler görse hemen anlarlar neler olduğunu gibi geliyor bana.”

“Aman Allah’ım, neler söylüyorsun Gürkan?”

“Telaşlanma sevgilim sadece şaka yaptım.”

Ekim arabada otururken Gürkan dondurmalarını alıp geldi ve deniz kenarına çektikleri arabada dondurmalarını yediler.

“Ekim şimdi sana bir şey söyleyeceğim yine kızacaksın. Seni daha önce de dondurma yerken gördüm ama şimdi bir başka hissediyorum. Onu yiyişin bile çok seksi. Ve beni delirtiyor. Lütfen benim olmadığım yerlerde böyle külahla dondurma yeme.”

“Gürkan lütfen saçmalama. Şimdi sana öyle geliyordur. Bırak bu zevkimi de elimden alma. Bana da öyle bakmaktan vazgeç.”

“Asla. Ömrüm oldukça sana böyle bakacağıma emin olabilirsin.”

“Tamam o zaman. Dondurmalarımızda bittiğine göre artık eve dönebilir miyiz?”

“Peki aşk meleğim. Gidiyoruz. Sen gelene kadar bu akşamın anıları ile idare edeceğim artık.
Kapıya doğru geldiler. Şanslarına tam evin önünde park yeri vardı.”

“Bak sevgilim yer var, istersen arabanı burada bırakabilirim. Kapıcıya tembih ederseniz ona göz kulak olur.”

“Bilmem ki. Senin fikrin de bayağı iyiydi ama.”

“Tamam anlaşıldı. Ben fıstığı alıp gidiyorum o zaman. Yarın telefonlaşırız ve çıkmazsanız gelirim biraz çalışırız, hem belki başka şeyler de çalışırız.”

“Tabii tabii. O zaman ben babama söyleyeyim de geç de olsa yarın geziye çıkalım.”

“Bana bu kadar acımasız olmayacağını umut edebilir miyim?”

“O zaman sen de beni böyle sürekli utandırmaktan vazgeç.”

“Ama sana şu kadarını söyleyeyim. İlerde seni öpmemi sen de en az benim kadar isteyeceksin.”

“Gürkan!”

“Peki peki. İyi geceler. Haydi sen yukarı çık. Seni seviyorum. Benim ateşli sevgilim. Oh Aman Allah’ım. O neydi öyle?”

Ekim’in yanakları engel olamadığı şekilde pembe pembe oldu ama bu sefer aşkına bir şey söylememeyi tercih etti. Bakışlarıyla onu yolcu edip apartmana girdi.

Yol boyunca Ekim’le yaşadığı dakikaları tekrar tekrar düşündü Gürkan.

Bu kadar masum, hatta çocuksu olan bir kızın anlar içinde öyle çıldırtan nefis bir dişiye dönüşmesi inanılır gibi değildi. Ekim’le konuşmak, bir konu hakkında tartışmak, onun kendi düşündüğü tezi savunmasını dinlemek, hatta bazen ikna edici tavrına hayran olmamak mümkün değildi. Kendi doğruları için çatır çatır müdafaa yapması hoşuna giderdi. Aldığı aile terbiyesi, aklı, sevecenliği, iyi kalbinin yanında o harikulade güzelliği eşsiz bir ödüldü Gürkan için. Zaten ilk anda kapıldığı fiziki güzelliğini, çok kısa bir sürede gölgede bırakmıştı ruhunun güzelliği. Ama şimdi düşününce, keşfettiği kadarıyla, yaşayacakları, arzu ve tutkuyla dolu günler geceler hem inanılmaz geliyordu hem de müthiş heyecan vericiydi. ‘Her yeni gün, inanıyorum ki bir öncekinden daha çılgınca olacak’ dedi kendi kendine. Bu yaşına kadar, daha ortaokul çağlarından bu yana bir sürü kız arkadaşı olmuştu. Üniversitenin ilk yılında beraber olduğu Hayal’in çıldırtan bir seksapele sahip olduğunu düşünmüştü hep. Ama onun için her ilişkinin sadece seks olduğunu anlayınca adeta nefret etmişti kızdan.

Sonra Ekim’i tanımak, onun masumiyeti, temizliği, dürüstlüğü, açık sözlülüğü, çok sıcak ve bunaltıcı bir günde içilen, buz gibi bir bardak su içmişçesine iyi gelmişti Gürkan’a. Daha sonraları, tanıdıkça, hayran olmak bir yana saygı duymuştu Ekim’in hayata bakışına, düşüncelerine ve en önemlisi aile bağına. Tanıdığı süre içinde, Ekim’in düşünmeden bir söz söylediğine bile tanık olmamıştı. Önce karşısındakini düşünür öyle hareket ederdi. Asla bencil ya da menfaatçi olmazdı. Ama böyle kendisine çılgın anlar yaşatabileceği aklına gelmezdi ve emindi ki Ekim’de kendini bu yönden yeni keşfetmeye başlayacaktı, hatta büyük bir olasılıkla kendisine neler olduğunu anlamaya çalışıyordu şu anlarda. Gürkan şimdiden, ilk yalnız kalacakları anı düşlemeye başlamıştı bile. Böylesine tutkulu bir öpüşmenin sonrası…

Gürkan garaja girmiş ama bunları düşünmekten arabadan inememişti.

O sırada annesinin arabasının geldiğini gördü ve hemen arabadan aşağı indi.

“Oğlum, ne yapıyorsun burada? Araban nerede?”

“Bununla geldim anne. Bu fıstık Ekim’in arabası.”

“Aa çok güzel. Ne kadar temiz duruyor. Neden buraya getirdin onu?”

“Onlar yarın tekneyle açılıyorlar. Sana daha önce bahsetmiştim. Tahir amca çok güzel bir tekne aldı.”

“Ekim’in, diğerlerinin işleri? Ayarlayabildiler demek. Valla çok güzel, tam da bu sıcaklarda.”

“Onlar, Sevin’in ailesi ile birlikte aldılar tekneyi ve Sevinler Amerika’ya dönmeden böyle bir gezi yapmak istediler. Ekim, adli tatil nedeni ile rahat. Sermin teyze ve Tahir amca da işleri uzaktan idare ederek katılacaklar bu geziye.”

“Sen niye katılmıyorsun bu geziye? Eminim seni de davet etmişlerdir.”

“Evet tabi davet edildim ama hem işlerim yoğun hem de bu kadar ailece yapılan bir ilk geziye katılmak pek doğru gelmedi bana.”

“Bak işte bu yönde çok haklısın. Daha sonra yine gidersiniz.”

“Bu arada anneciğim. Geziden döndüklerinin ertesi akşam bizi bekleyecekler.”

“Evladım bu kadar önceden bunu söyleyebilmek zor ama o kadar önemli ki artık ne yapıp edip ayarlayacağız, değil mi?”

“Canım annem. Babam evde mi?”

“Bir gazeteci arkadaşı ile yemeğe çıkacaktı ama bu saate kadar gelmiştir herhalde.”

Sessiz davranmaya çalışarak kapıyı açtılar. Ama sessiz olmalarına gerek kalmadığını hemen gördüler.

“Baba, hayırdır sen bu saate pek televizyon seyretmezsin.”

“Evet öyle ama eve gelince ne var ne yok diye açtım televizyonu ve Murat Kanıt’ın öldüğünü duydum.”

“Aaa. Ne zaman? Ne olmuş? Kaza falan mı?”

“Hayır kaza değil. Evde yalnızmış. Akşam üstü yardımcı kadın gelince evde bulmuş. Heyhat artık her şey bitmiş. Yapacak bir şey yokmuş.”

“Çok üzüldüm canım. Siz çok iyi arkadaştınız, gerçek dosttunuz. Eminim çok üzgünsündür. Sana bir kadeh bir şey vereyim ister misin?”

“Hayır canım. Onunla birkaç gün önce bir söyleşi yapmışlar, bir hafta sonra yayınlanacakmış. Bugün bu olay olunca apar topar onu yayınladılar. Ben de onu seyrettim. Çok üzgünüm çok.”

“Hay Allah. Her halde cenazesi yarın kalkar, değil mi baba?”

“Zannetmem oğlum. Amerika’da bir kızı, Fransa’da da oğlu var. Onları bekleyip kaldırırlar herhalde. Esas önemli olan ne biliyor musunuz? Murat bu programda adeta tüm sevdiklerine veda etmiş. Bu beni çok etkiledi.”

“Nasıl yani?”

“Düşünebiliyor musunuz, tek tek, isim isim sayarak, kendisine yakın bulduklarına sevgilerini gönderiyor. Gönül borcunun olduğuna inandığı dostlarına teşekkür ediyor ve hatta benim için de bu Dünya’da tanıdığım en doğru sözlü can dostuma her zaman minnet duyacağım diyor. ‘Asla yolundan ayrılma dostum’ demiş. Offf… Onun yokluğunu daima hissedeceğim. Karşılıklı dertleştiğimiz konuları, baş kaldırışlarımızı, savunduğum düşüncelere sanki karşıymış gibi beni kızdırıp alevlendirip bütün söylediklerimin altına imzasını atacağını söyleyip bana katıldığındaki gülüşmelerimizi. Ah be oğlum. Murat gibi gerçek dost ve düşünür pek kolay bulunmuyor bu zamanda. O çok değerli bir insandı.

Gürkan babasına baktı.

Onu daima güçlü bir çınar gibi dimdik görmeye alışmıştı ama şimdi ihtiyar bir adam gibi hafif kamburu çıkmış, adeta iki büklüm oturuyordu koltukta. Duyduğu acı gözle görülebiliyordu. Gürkan babasının yanına giderek ona sarıldı.

“Babacığım biraz metin olmaya çalış. Çok üzüldüğünü görebiliyorum. Murat amca çok iyi bir tiyatrocu olduğu kadar, çok sevilen bir insandı. Ne mutlu ona. Arkasından böyle üzülen ve güzel şeyler söyleyen dostları var. Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı acaba?”

“Bu saatte yapacak bir şey yok oğlum. Yarın sabah telefon eder ona göre hareket ederim. Sen işine bak oğlum, ben dostuma son görevimi yaparım.”

“Cenazeye birlikte gideriz babacığım. Haydi artık siz de yatın.”

“Yatacağım oğlum. Önce Murat’ın ‘Hayat için Özleyişler’ isimli, bir türlü okuma fırsatı bulamadığım kitabını alıp okuyacağım ve onun düşüncelerine dalarak onunla vedalaşır gibi uykuya dalacağım.”

Gürkan babasına baktı. ‘Hayatta her zaman bu hatayı yapıyoruz’ diye düşündü. Sanki herkes her zaman varmış, olacakmış gibi davranıyoruz. Halbuki her şey bir an kadar kısa. Ve içinden bir şeyin cız ettiğini hissetti. Annesini de babasını da çok seviyordu. Babasının kitabı almasını bekledi ve annesini babasını yatak odalarının kapısına kadar götürdü ve onlara tek tek sarıldı.

“Baba, lütfen sakin ol. Ben ikinizi de çok seviyorum ve senin böyle üzülmen benim canımı yakıyor. Keşke yapabileceğim bir şey olsa.”

“Aldırma evlat. Hayatın ta kendisi bu. Bunu da atlatacağız. Sen üzülme ve dert etme. Esas o zaman üzülürüz biz, değil mi hanım?”

“Hadi oğlum. Bunları bırak, seni garajda gördüğüm anda ki kadar mutlu gülümse, sevgilini düşün. Daha önünüzde yaşanacak çok güzel günler var. İyi geceler. Biz de seni çok seviyoruz. Ayrıca gelinimizi de çok seviyoruz.”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

5 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 3 Ocak 2022 at 08:35

    Açıkçası ben Sevin’i, Ekim’den çok daha fazla seviyorum. Bir kadına başka bir kadın eleştirilerek iltifat edilmesinden de hiç hoşlanmadığım için Gürkan’ı da pek sevdiğim söylenemez.
     
    Bu ikisi; Sevin’in saçıyla başıyla, hoşlandığı kişilerle ilgili yargı dağıtırken teknede, arabada kendi keyiflerine bakıyorlar ama 😉 Ahlâk bekçilerinin zaten genel durumu budur; kendilerine her şey hak, başkasının saçının rengi bile ahlâksızlık. Saçının renginden dolayı neredeyse kızı “fahişe” ilan ettiler. “Sokak başında var böyleleri” inanılmazdı gerçekten 😳
    
 

    Kimin, hangi yaşta, hangi kiloda ne giyip ne giymemesi gerektiği konusunda da yargı dağıtmayı ihmal etmeyen Gürkan, Ekim’in “Dur” cümlesini kaale almayacak kadar kendini şehvete teslim edebiliyor ama. Kadınlar “Hayır!” dediğinde bir zahmet duyun ve durun beyler! “Hayır” nazlanma değil, hayır’dır!
     
    Neyse… Bu ikisinden gerçekten hoşlanmıyorum. Ben Sevinciyim. Fakat korkarım kızın dürüstlüğü bunlara fazla gelecek ve kapı ardında yapıldığında hak olarak gördükleri yaşama modeline sokacaklar Sevin’i de.
     
    Sorun şu; cinsellik doğal, elbette yaşanacak ama “kadın bundan bi’ utanacak, kendini tek bir adama saklayacak” klişeleri kadını asıl seks objesi yapıyor. Cinsellik, erkeğe sunulan bir hediye değil, kadının görevi de kendini bir adama saklamak değil. Bu noktada Ekim’in “ahlâk” diye sıraladığı ve kendinde olmasından gurur duyduğu meziyetleri aslında toplumun kadına dikte ettikleri. O da gururla bu zincirleri sarmış bedenine. Tam o noktada bu zincirlere tekmeyi savuran Sevin giriyor hayatına. Elbette siz bunca ağır yaptırımı kendinize uygularken birilerinin “Başlarım böyle işe” demesine katlanamazsınız. O da sizinle aynı zincirlerle örtülmeli. Ve işte burada yaftalamalar, yargılar, dedikodular başlıyor, hem de kendi kız kardeşinizin dedikodusu…
     

    Gürkan Bey’le devam edelim. Ortaokuldan beri sevgili değiştiriyor, üniversitedeki kız arkadaşıyla cinsellik de yaşıyor. Fakat kendisiyle oldukça tutkulu bir cinsel birliktelik yaşayan kızdan sonra ayrılıyor. Neden peki? Çünkü Hayal de en az onun kadar cinsellikten zevk alıyor. Çünkü kadın dediğin tek bir adama saklamalı kendini ve onda da bir şey yaşarken kızarıp bozarmalı, utanmalı 🤦🏼‍♀️ Adamlar ise dondurma yiyişinizden bile tahrik olmaya hak sahibi. Hatta bu yüzden başkasının yanında dondurma yemeseniz daha iyi olur. Bekaretinizi sakladığınız gibi dondurma yiyişinizi de o tek erkeğe saklasanız fena olmaz.

     
    Ahhh Nimet Hanımcığım sizin bu Ekim ve Gürkan bana yorum değil, bir öykü yazdıracak sonunda 😉

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 3 Ocak 2022 at 14:02

    Didem Hanım, sizi bayağı kızdırdı Ekim’le Gürkan. Bu kadar uzun ve detaylı bir yorum, teşekkürler.
     
    Ben bu romanı galiba 2014’te bitirdim. 2013 sonlarında bile olabilir. O zamandan bu yana öyle çok şey yaşadım ki.. İnsan ders alıyor her gördüğünden, duyduğundan ve şu anda yazmakta olduğum romanımda tam da böyle güçlü, özgür ruhlu ve bu uğurda mücadelesini veren bir kadını anlatmaya çalışıyorum.
     
    Sizin yorumunuzdan sonra neredeyse “Yaşamın Getirdiği Mucizeler 2” yazmak geldi içimden.
     
    Sevgiler. 💕
     
    Not: Belki biraz daha kızarsınız da güzel bir öykü gelir sizden. Hiç fena olmaz bence.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 3 Ocak 2022 at 21:07

      Öncelikle yorumuma her zamanki hoşgörünüzle yaklaştığınız için çok teşekkür ederim. Ama siz biliyorsunuz benim alevli ruhumu 😁 Böyle aniden coşabiliyor.
       
      Sizi kocaman öpüyorum ❤️😘

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 4 Ocak 2022 at 09:16

    Hikaye kadar ilgi çekici yorumlar… Kadının bir obje haline getirilmesinin bitmesi zaman alacak ama ben kendi adıma çok yol aldığımı söyleyebilirim. Hikaye de doğal olarak hayatın -yaşadığımız- gerçeklerini bir karşıtlık içerisinde vermiş.

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 4 Ocak 2022 at 20:22

    Çok haklısınız. Yorum bile başlı başına bir öykü gibi.
     
    Ben de kendi adıma epey yol aldığımı düşünüyorum. Hele kadınlara bakış açısının geldiği durumları gördükçe… Ama daha aklı başında, özgür ruhlu ve haklarını koruyabilecek, seslerini duyurup istediklerini elde edebilecek ve diledikleri hayatı yaşayacak bir nesil geliyor. Dilerim her şey çok daha güzel olur gelecek zamanlarda.
     
    Teşekkür ederim Şen Hanım 🤔

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan