Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 1

1 Kasım 2021

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
18 yaşına basmıştı. İçinde bir coşku, bir heyecan vardı. Sanki ne değişecektiyse, son yıllarda merakla bu yaşını bekler olmuştu. Aslında doğum günlerinden korkardı biraz. O gün, sanki önemli bir şeyleri de getiriyordu yanında gibi hissediyordu. Bundan sonraki hayatınızın ilk günü olma özelliği vardı ne de olsa.

Ekim sevgilisi ile yalnız olacaklarını zannederken Gürkan, üniversiteden arkadaşları olan dörtlüyü de çağırıp sürpriz yapmıştı genç kıza. Bu aralar oldukça popüler olan bir bara gitmişlerdi. Güzel bir program vardı. Doyasıya müzik dinleyip bol bol dans etmişlerdi.

Çok şık, bir o kadar da zarif bir bileklik hediye etmişti delikanlı sevdiği kıza.

Gürkan’la 1,5 yıldır tanışıyorlardı. Önceleri grup olarak görüşürlerken, yalnız kalmaktan daha çok hoşlandıklarını fark ettiklerinde grubu ekmeye başlamış, zamanla da ayrılmaz bir ikili olmuşlardı. Çok iyi anlaşıyor, birbirlerini çok seviyorlardı. Gürkan Ekim’den 3 yaş büyüktü, işletmeyi geçen yıl bitirmiş ve hayatla mücadeleye başlamıştı bile.

Her güzel şey gibi bu akşam da bitmişti. Gürkan eve dönerlerken bir elini direksiyondan çekti, Ekim’in elini tuttu.

“Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum. Hatta ne kadar olduğunu bile biliyorum.”

“Nasıl yani?”

“Sevdiğin kadar seviliyorsun.”

“Sen çok akıllı bir o kadar da şeytan çekicisin. Ama ben senin her hâlini seviyorum.”

Böyle tatlı tatlı konuşurlarken sabah evden ayrılırken babasının söyledikleri geldi aklına. Akşama onunla önemli bir konuda görüşmek istediğini, ona anlatacakları olduğunu söylemişti. Babasının niye böyle özel bir günü seçtiğini düşünüp, aklına bu konuşma geldikçe içinde bir heyecan hissediyordu. Kafasında bazı sorular vardı ama en güzeli bu konuşmayı beklemek diye düşünmüştü. Daha doğrusu düşünmekten kaçmıştı. Ve nihayet birazdan öğrenecekti ne olduğunu.

6 sene önce, yine böyle bir doğum günü akşamında, iyi geceler dilemeye gelen annesi ve babasının anlattıkları geldi aklına.

O an her şeyden ne kadar da habersizdi. Annesinin, babasının yüz ifadelerinden önemli bir şey olduğunu anlamış olsa da anlatacaklarının onu nasıl etkileyeceğini ve bütün doğrularının değişeceğini bilemezdi.

“Ekim kızım, sen artık, kocaman bir kız oldun. Son derece akıllı ve yaşıtlarına göre olgun, anlayışlı bir çocuksun. Belki bu kadar hoşgörülü ve aklıselim bir çocuk olmasan biraz daha büyümeni beklerdik ama vaktin geldiğini düşünerek sana her şeyi anlatmaya karar verdik. Bazı şeyleri öğrenmen gerektiğini düşünüyoruz. Bunu daha sonraki yıllarda öğrenip bize kırılmanı göze alamayız. Bu yaşına kadar da biraz daha büyümen ve mantıklı bir şekilde düşünebilmen için bekledik. Annen ve ben, öncelikle seni çok sevdiğimizi bilmeni istiyoruz. Sen bizim bir tanemizsin. Öğreneceğin hiçbir şey bu gerçeği değiştiremez. Sen zaten seni ne kadar çok sevdiğimizi ve bütün dünyamızın sen olduğunu biliyorsun. Ama şimdi bizi dikkatle dinlemeni istiyoruz.”

Ekim, sanki öğrenecekleri hiç hoşuna gitmeyecekmiş gibi bir korkuya kapılıp; “Midem bulanıyor” dedi.

“Tamam bi’ tanem. Haydi sen lavaboya gidip gel, biz seni burada bekliyoruz.”

Bu işten kaçış olmadığını gören Ekim, kocaman güzel gözleriyle annesiyle babasına baktıktan sonra, “Yok geçti. Sizi dinliyorum” dedikten sonra meraklı gözlerle babasının söze başlamasını bekledi.

“Bak kızım, şimdi anlatacaklarımı çok iyi dinlemeni istiyorum. Önce dikkatle dinle sonra cevaplayabileceğimiz bütün sorularına yanıt vereceğiz” dedi ve devam etti:

“Çok uzun yıllar önce, birbirini çok seven, çektikleri bütün maddi sıkıntılara, iş problemlerine rağmen mutluluklarını doyasıya yaşayan Gönül ailesi, bir türlü evlat sahibi olamadıkları için çok üzülüyorlarmış. Kendi imkanları ile her yolu denedikleri halde minik bir yavrularının olmayışına bazen isyan bile ediyorlarmış. Bir çocukları olursa, o zaman bir aile olacaklarına ve mutluluklarının kusursuz olacağına inanıyorlarmış. Ne yazık ki güçlerinin çok üstünde olan yöntemi aralarında konuşmaktan başka bir şey gelmiyormuş ellerinden. Dar imkânları ile daha fazla bir şey yapamayacaklarını düşündükleri anda arkadaşlarının verdiği bir haberle yeniden umutlanmışlar.

Söylediklerine göre bazı yardım dernekleri kendileri gibi olan çiftlere aracı olarak gerekli tedavinin yapılıp evlat sahibi olmalarına yardımcı oluyorlarmış.

Bunu duyunca, adeta dünyalarına yeni bir güneş doğmuş gibi hissetmiş, umutla ve heyecanla derneğe müracaat etmişler. Kendilerine tüp bebek sahibi olabilmeleri için gereken yardımın yapılacağı sözünü almışlar. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra büyük bir heyecanla hastaneye gitmişler. Uygulanan yöntem ilk seferinde başarısız olsa da sonunda Binay Hanım hamile kalmış. O kadar seviniyorlarmış, öylesine mutlularmış. Çevrelerinde herkes onlara yardımcı olabilmek için koşturuyormuş adeta. Zaten çok iyi kalpli, yüzlerinden gülücükleri eksik olmayan bu çift, hastanedeki personelle de gayet iyi dostluklar kurmuş, neredeyse hep beraber gelecek yaramazları bekler olmuşlar. Zorlu çalışma koşullarına rağmen çok güzel geçen 9 aydan sonra doğum zamanı gelmiş.

Heyecanla hastaneye gitmişler. Doğum katında herkesin tanıdığı Binay’ı hemen ameliyathaneye almışlar. Artık minik yavrularını kucaklarına alıp doyasıya sevebileceklerini düşünüp heyecanla kıvranan Burhan Bey’e, bir süre sonra bebeklerinin sağlıklı bir şekilde Dünya’ya geldiği müjdesini vermiş hemşire. Burhan heyecanla karısının odaya getirilmesini beklemiş.

Nihayet odasına getirilen Binay, yanına bebekleri getirildiği an, gözyaşlarını daha fazla tutamamış. Zavallı Burhan Bey bebeklerine mi baksın, karısını mı teselli etsin bilemez vaziyetteymiş.

Öylesine güzelmiş ki kız bebekler. Herkesin sevgilisi olmuşlar bir anda, dillere destan bebekleri görmek için sürekli odaya ziyaretçiler geliyormuş. Öyle sevilmişler ve dikkat çekmişler ki baştabip bile, ziyaret edip bebekleri sevmiş, iki gün sonra hastaneden çıkarlarken, evlerine götürülmeleri için kendi arabasını vermiş.

Bebekleri ile arkaya oturan Binay Hanım’ın her tarafı ve bagaj kendilerine alınan hediyelerle doluymuş. Şoförün yanına oturan Burhan Bey ve eşi kendilerini yolcu edenlere el sallayarak veda ettikten sonra yola çıkmışlar.

10 dakika sonra bastıran yaz yağmuru ile meydana gelen kaza haberine giden ambulanslar, kötü haberlerle dönmüşler hastaneye. O kadar sevinerek uğurladıkları güzel bebekleri, gözyaşları içinde yataklarına yerleştirmiş hemşireler.

Maalesef, Burhan Bey’le Binay Hanım hemen orada hayatlarını kaybetmişler.

Binay Hanım annelik içgüdüsü ile bebeklerini korumak için üzerlerine kapanarak bebeklerin yere düşmesine sebep olmuş. Her tarafa dağılan yumuşak hediye paketleri ise bebeklerin hayatını kurtarmış. Ağır yaralı olarak hastaneye getirilen sürücü de kısa bir süre sonra ölmüş.

Daha önce, güzel yavruları sevmek, görmek için ziyaret edenler, bu sefer bebeklerin kötü talihine üzülerek, minik yavruları yalnız bırakmamışlar. Bebekler, bir yakınlarının gelip kendilerini alması için hastanede 2 gün beklemişler. Sonunda, Binay Hanım’ın halası olduğunu söyleyen bir hanım gelmiş. Olayı yeni öğrendiğini söyleyip bir süre ağladıktan sonra, maddi durumunun iki bebeğe bakabilmesine yeterli olmayacağını söyleyerek ancak bebeklerden birini yanına alabileceğini söylemiş. Baştabibin, o zaman o bebeği de almayın, iki kardeşi ayırmayın önerisine karşı çıkarak, kendine düşen görevi ancak bu kadar yerine getirebileceğini, bir bebeği yanına almak istediğini ısrarla söylemiş. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra yeğeninin çocuğunu alarak gitmiş hala. Diğer bebekse, çocuk esirgemeden gelecek yetkilileri beklemek üzere yatağına yatırılmış.

İşte tam da bu sırada, bütün bu olanlara çok üzülen Baştabip Tamer Bey, ‘Hay ben böyle talihe’ diye söylenerek yürürken, son yıllarda görüşemediği bir arkadaşına ve eşine rastlamış koridorda. Israrla onları odasına kahve içmeye davet etmiş.

Bizde, bir türlü sahip olamadığımız evlat hasreti ile yeni bir doktora görünmek için gitmiştik oraya ve Tamer Bey’in koridorda karşılaştığı arkadaşı bendim Ekim.”

Ekim, “Ben bu hikâyenin sonunu galiba anladım” der gibi, biraz kızgın, biraz bozuk ama çokça meraklı bir ifadeyle dinliyordu babasını.

“Tamer, bizim neden orada olduğumuzu öğrenince, ‘Bir dakika bana izin verin’ deyip odadan çıktı. Annen, son zamanlarda methini duyduğu bir doktora gitmek için ısrar etmiş, ben de hem anneni kırmamak için hem de ‘Neden olmasın ki?’ diye düşündüğümden oraya gitmiştik.

Yeni bir tedaviden bahsederek ümitlendirmişlerdi bizi, inşallah bu sefer umutlarımız gerçekleşir diye dua ediyordum ki Tamer yanında, kucağında dünya tatlısı bir bebek olan bir hemşire ile geri geldi.

Bebek o kadar güzeldi ki…

Pembe tulumun içinde, pembe yanakları ve bembeyaz teni ile bir melekti sanki. Biz merak ve hayranlıkla güzel bebeği severken Tamer bize, talihsiz bebeğin başına gelenleri anlattı. ‘Ne yazık ki şimdi onu Çocuk Esirgeme Kurumu’na götürecekler’ diye sözlerini bitirdi. O ana kadar annenle hiç konuşmadığımız hâlde ikimiz birden ayağa fırladık. Ve Sermin benden önce davranıp; ‘Hayır bu güzel bebek bizim yavrumuz olsun. İzin verin, ne gerekiyorsa yapalım. Bu güzel bebeği asla oralara bırakmayalım’ dedi.

Gerçekten de Tamer gerekli her türlü yardımı sağladı ve biz…”

“Beni alıp evlat edindiniz, değil mi? Yani o bebek benim, değil mi?”

“Evet kızım. İşte o andan sonra sen bizim her şeyimiz oldun. Bunu biliyorsun. Biz ikimiz de seni çok seviyoruz.”

Ekim, ikisine de sanki ilk defa görüyormuş gibi, kırgın, ürkek baktıktan sonra pikenin altına kayarak arkasını döndü. Sermin hemen atılıp onu kollarına almak istediyse de Tahir ona engel oldu ve karısına sarılarak onu odadan çıkardı.

“Bırak yavrum. O çok akıllı ve mantıklı bir kız. Şimdi kendi kendine durumu bir düşünsün. Biz, bizi çağırmasını ya da bize gelmesini bekleyelim.”

“Ama Tahir, daha çocuk o.”

“Ne kadar akıllı olduğunu daha hikâyenin başında lafın nereye geleceğini anlayarak göstermedi mi? Üstelik o yaşından çok daha olgun ve hoşgörülü. Başka çocuk olsa inan tepkisi farklı olurdu.”

Karı koca denize karşı oturdukları koltukta günün ağarmasını beklediler. İkisi de gece boyu kızlarının bu olayı kolay kabullenip atlatabilmesi için Allah’a dua etmişlerdi.

“Tahir, ben daha fazla sabredemeyeceğim. Nasıl olsa uyuyordur, usulca bakmak istiyorum.”

“Haklısın. Haydi yavaşça bakalım.”

Ekim uyuyordu. Ama yanakları kıpkırmızıydı. Sermin usulca elini kızının alnına koydu.

“Tahir, yanıyor Ekim. Ateşi çok fazla.”

“Tamam, ben hemen Tamer’i arayayım. Sen yanında kal.”

Neden hemen Tamer aklına geldi, niye kendi doktoru aklına gelmedi bilinmez, düşünmeden arkadaşını aradı.

Tamer Bey, telefon açtığında durumu da kısaca anlattı. Bu arada Hacer Hanım da kalkmış, Sermin Hanım’la birlikte, Ekim’in alnına, bileklerine sirkeli sularla kompres yapıyordu.

Tamer Bey yanında bir doktor arkadaşı ile birlikte gelmişti. Hızlıca küçük kızı muayene edip gereken ilacı verdikten sonra dışarı çıktılar. Sermin Hanım, Ekim’in yanında kaldı.

“Hacer sen bize birer kahve yap, biz balkondayız.”

Üç erkek balkona çıktılar. Ve Tahir Bey, hikâyeyi tüm detayları ile Tamer Bey’e anlattı.

“Tamam Tahirciğim. Sen biraz çıtlatınca ben durumu anladım. Bu yüzden de gelirken psikolog arkadaşı da getirdim. Ama Ekim çok başka bir çocuk, bakalım tepkisi nasıl olacak, doğrusu ben de merak ediyorum.”

Deniz bu saatte çarşaf gibiydi. Şehir artık uyanmış, trafik yoğunlaşmıştı. Hacer Hanım kahvaltı hazırlıyordu ki yüzünde gülümsemeyle yanlarına Sermin Hanım geldi.

“Merak etmeyin her şey yolunda ateşi düştü ve uyandı. Uyanır uyanmaz, ‘Anneciğim benim, annem babam sizlersiniz. Ben gerçek ailem olarak sizleri biliyorum. Mutlaka onları da çok severdim ama şimdi benim annem babam sizsiniz ve ben sizi çok seviyorum. İyi ki siz varsınız’ dedi.”

“İşte bu kadar, tam Ekim’e yakışan bir davranış. Şimdi ne yapıyor?”

“Sirke kokuları gitsin diye duş alıyor.”

“O zaman biz sessizce yok olalım, hiç kafası karışmasın. Hele de iki doktor görünce ne oluyor demesin.”

“Kahvaltı hazırlıyordum Tamer Bey…”

“Başka gün alacağım olsun Hacer Hanım.”

Doktorları yolcu ettikten sonra Tahir Bey karısına sarıldı ve birlikte salona geçtiler. Ekim de gelince kahvaltı masasına oturdular.

Ekim bir daha bu konuda tek laf etmedi. Her şey normalmiş, duygusal bir patlama yaşanmamış gibi hayat rutin olarak devam etti. Ta ki iki ay sonra bir akşam yemeğinde pat diye, “Benim ikizim nerede?” diye sorana kadar.

Karı koca bakıştılar. Bazen aralarında, “Neden bu kadar umarsız davranıyor Ekim?” diye konuşurlardı. İşte nihayet beklenen an gelmişti.

Bu sefer konuşmaya Sermin Hanım başladı.

“İkizin, Binay’ın halası ile yaşamaya başladı. Hala hanım, bir konfeksiyon atölyesinde çalışıyordu ve biz seni düşünerek irtibatı kopartmamaya çabaladık. Arada sırada, yardımcı olabilmek bahanesiyle bazı hediyeler alıp götürüyorduk.

Siz çok küçükken, kendisini ikna edip, kardeşini de yanımıza almak istedik ama o, yeğeninin hatırası olan bebeği veremeyeceğini söyledi, “Bunu bir daha tekrar etmeyin” diye de bizi uyardı. Aradan kısa bir zaman geçmişti ki Antalya’da güzel bir iş bulduğunu, oraya yerleşeceğini söyledi, kardeşini alıp İstanbul’dan gitti.

Elimizde bir telefon numarası vardı ve izini kaybetmekten korkuyorduk. Neyse ki baban, onlara yardımcı olmak istediğimizi, arada bir bazı şeyler göndermek istediğimizi söyleyerek adresini aldı. Ara ara sana aldığımız şeylerden, kardeşine de alarak gönderdik. Sonra birden telefon işe yaramaz oldu. Hala hanımın izini kaybettik. Allah’tan baban, Antalya’da yaşayan bir arkadaşına daha önce adres vererek çalıştığı yer hakkında bilgi edinmişti de neresi olduğunu biliyorduk. İşyerinin telefonunu bu yolla öğrenip halayı aradık ama öğrendiklerimiz bizi şok etti.

Hala hanım, o yeğeninin emaneti olduğunu söylediği çocuğu, yanında çalıştığı patronunun arkadaşı olan ve Amerika’da yaşayan bir Türk aileye evlatlık vermişti. ‘Çocuğun daha iyi bir yaşama kavuşacağını düşünerek onun iyiliği için verdim’ dediyse de bu gerçek olamazdı. Zira biz o kadar yalvardığımız hâlde bize olumlu yaklaşmamıştı. Neticede o aile halaya neler vaat etti ise kardeşin Amerika’ya gitmişti.

Aradan uzunca bir süre geçti. Sanırım o sırada fazla duygusal davranıp halanın üzerine biraz fazla gittiğimiz için, bir türlü bizimle görüşmek istemiyordu. İrtibatı kopartmamak için biz aramaya devam ettik. Ve kötü haberi aldık. Hala da bir süre sonra tatile gidiyorum diye Amerika’ya gitmiş, orada bir kaza geçirerek hayatını kaybetmişti.

O yaz babanın işlerinin yoğunluğundan Antalya’ya gidemedik. Bir sonraki sene hep beraber gittik.”

“Hatırlıyorum. Ben 6 yaşındaydım. Sonra bir daha gitmedik zaten.”

“Evet siz altı yaşında olmuştunuz. Biz, merakla koşa koşa halanın çalıştığı işyerine gittik, kardeşine ulaşabileceğimiz adresi oradan almaktı umudumuz ama maalesef adam iflas etmiş ve şehri terk etmişti. Artık ikizinle bütün bağlarımız kopmuştu.”

“Anladım. Tamam.”

Bir büyük gibi durumu kabullenip mevzuyu burada kapatan Ekim, bir gün kardeşini bulmak için kendine söz vermişti. Bir daha bu konuda tek laf etmedi Ekim. Tahir Beyler, ne zaman Tamer Beylerle bir araya gelseler, fısıltıyla da olsa bu konuyu konuşurlardı ama bu fısıldaşmalarının Ekim tarafından duyulduğunu, hiç anlamaz ve fark etmezlerdi.
 
 

*

 
 
“Ekim daldın, hiç sesin çıkmıyor, bak seni bekliyorlar.”

“Canım ya, onlar ben gelmeden yatmazlar ki.”

Gürkan’ın yanağına öpücük kondurarak, güzel hediyesi için bir kez daha teşekkür etti ve birlikte yukarı çıktılar.

“Merhaba efendim. Çok geç kalmadığımızı umarım. Gece çok güzeldi.”

“Gel Gürkan sana bir şeyler ikram edelim.”

“Başka zaman inşallah. Zaten herkes bu tarafa geldiği için epey takıldık trafikte. Saat epey geç oldu. Dilerim aksi yöne gideceğim için, biraz daha rahat ilerlerim dönüşte. Size iyi geceler.”

“İyi geceler Gürkan, uzun oturmaya da bekleriz.”

Gürkan, Ekim’e dönerek; “Hoşça kal canım. Yeni yaşın sana uğur getirsin” dedi.

“Bütün yaşlarımda yanımda sen ol canım.”

“Bunu bütün kalbimle istiyorum, en az senin kadar bi’ tanem.”

Ekim önce odasına gitti.

Üstüne rahat ev kıyafetlerini giyip makyajını sildikten sonra balkona çıktı. İkisinin yanaklarına da sevgi dolu öpücükler kondurduktan sonra Bambu koltuğun üstüne, sabahtan beri topuklu ayakkabılarla eziyet çeken ayaklarını da altına alarak adeta tünedi.

“Çok yorgun görünüyorsun çocuğum.”

“Evet babacım. Çok güzel ama bir o kadar da yorucu bir akşam oldu. Üniversiteden arkadaşlar da vardı, çok eğlendik. Umarım sizi çok uykusuz bırakmadım. Ama tam eğlenirken ben gidiyorum diyemedim arkadaşlara. Öyle şeker bir grup vardı ki… Şarkı söylerken Dünya’yı unutuyorlardı. Nasıl zevk aldıklarını, adeta başka boyutlara geçtiklerini hissedebiliyordunuz. Hele biri vardı. Yemin ederim ki ona dünyaları verseler, şarkı söylemeyi tercih edeceğine eminim. Bir insanın başka bir şeyden bu kadar mutlu olabilmesi bilmem mümkün mü? Niye benim müzikle ilgilenmemi sağlamadınız? Söylemesem de bir şeyler çalabilirdim. Tabii ben de böyle bir talepte bulunmadım sizden ama bu akşam çok üzüldüm, adeta kendimi eksik hissettim. Neyse benim yüzümden uykusuz kaldınız.”

“Hayır kızım. Biliyorsun biz babanla bu saatlerde balkon sefasına bayılırız. Hacer Hanım da bizimle beraberdi, yeni yattı. Kolundaki herhalde hediye, çok güzel duruyor, iyi günlerde kullan canım. Söylediğine gelince, sen çok haklısın, ikimiz de iş hayatıyla boğuşurken, senin böyle bir isteğin olabileceği hiç aklımıza gelmedi doğrusu.”

Ekim ayağa kalkıp annesine hediyesini gösterdi.

“Bak, üzerinde her yaşım için bir sembol var. Tabi kimin hediyesi olduğunu sormuyoruz bile.”

“E o kadar tahmin edelim artık. Bizim hediyemiz için önce senin çalışman gerekiyor biliyorsun.”

“Biliyorum, çok az kaldı, yakında ehliyetimi alacağım, siz de bana arabamı. Ama tekrar söylüyorum. Kesinlikle kaplumbağa istiyorum. Ben sadece işe ve okula rahat gidip gelmek istiyorum yoksa kimi densizlerle aşık atmak gibi bir düşüncem asla olamaz.”

“Tamam kızım. Sen nasıl istiyorsan öyle alırız. Aslında çok akıllıca davranıyorsun. Eski arabayla iyice pişersin. Sonrası Allah kerim.”

Havadan sudan konuşmalar sona erince Ekim, biraz çekinerek de olsa annesinin babasının yüzüne baktı.

Bir tahminde bulunmak istemiyordu. Eğer düşündüğü değilse çok üzüleceğini hissediyordu.

“Beni daha ne kadar merakta bırakmayı düşünüyorsunuz?”

“Senin merak edip sormanı bekliyorduk biz de.”

Tahir Bey içmekte olduğu çayının son yudumunu da alıp bardağı sehpaya bıraktıktan sonra merakla karısının yüzüne baktı. Sessizce anlaştılar ve lafa Tahir Bey devam etti.

“Tam altı yıl önce yarım bıraktığımız bir konu bu. Sen de bunu tahmin ediyorsundur zaten.”

“Evet ama öğrenmekten korkuyorum.”

“Neden korkuyorsun?”

“Tuhaf bir duygu. Uzun yıllardır kardeşimi hem çok merak ediyorum hem de adeta ondan kaçıyorum. Kim, nerede, nasıl, kimlerle görüşür, nasıl biri? Ne bileyim bu ve bunun gibi yüzlerce soru çıkıyor karşıma. Galiba bu korkuyla da hep öteledim bu konuyu sizlerle konuşmayı.”

“Önceleri biz de senin bu konudan hoşlanmadığını düşünüp araştırmamızı erteledik. Hep senden bir ışık bekledik. Sormanı, araştırmanı istedik ama sen asla bu konuda konuşmadın.”

“Ama baba sen son sözü söyleyip artık onu bulmak çok zor demiştin. Ve ben, bir gün kendi başıma kardeşimi arayıp bulacağımı ümit ettim hep. Aldığım ya da büyüdüğüm her yaşıma bu nedenle seviniyordum. Ne oldu baba? Ne anlatacaksın bana?”

“Sana her şeyi sırasıyla anlatmak istiyorum. Hani halanın çalıştığı işyeri kapanmıştı ya, işe oradan başladık. Bir avukat tuttum ve Antalya’ya gönderdim. Resmi dairelerden adamın izini bulduk. Ama adamcağızın kötü talihi bir türlü yaver gitmediği için, sürekli adresi değişmişti. Nereye ulaşsak adam oradan ayrılmış oluyordu. Neticede kendisini Bodrum’da bulduk. Eh nihayet diye seviniyorduk ki avukat kanalıyla maalesef olumsuz haberler geldi. Kardeşini alan aile, daha önce yaşadıkları kentten ayrılmışlardı. Yeni adreslerini bilmiyordu adamcağız. Sadece büyük bir çiftlik aldıklarını biliyordu. O zamandan beri bir daha görüşmemişlerdi.

Nereye başvuracağımızı bilemiyorduk ki aklımıza elçilik geldi. Ve gidip büyükelçiye bütün hikâyeyi anlattık. Çok ilgilendi adamcağız. Ve elçilik kanalıyla araştırmalara başladık. Amerika büyük bir kıta, onları bulmak çok zor oldu.

Neticede izlerini bulduk.

Bana ailenin adresi ve telefon numarasını verdiler. Büyük bir heyecanla, annenle birlikte, verilen telefon numarasından aradık kendilerini. Ama onlar kardeşine evlatlık olduğunu söylememişlerdi ve söylemek de istemiyorlardı. Yüz yüze tanışıp konuşamadığım için, onları ikna etmem çok zor oldu. Nihayetinde razı oldular.

Bu sefer de başka bir problem çıktı. Bu durumu bir türlü kabul edemeyen kardeşin, maalesef uzun süre tedavi görmek zorunda kaldı. Bize, sabırla beklemek düşüyordu. Aylardır haberleşiyoruz ve Sevin daha yeni yeni kendine gelip, eski benliğine kavuştu. Bu seferde seni ona anlatmak zorundaydılar. Kızlarının nasıl tepki vereceğini bilemedikleri için korkuyorlardı ama netice de söylenmesi gerekiyordu ve bir hafta önce kardeşin de senin varlığını öğrendi. Bu duruma alışabilmesi içinde beklemek zorunda kaldık. Kardeşinin isteği ile bu buluşmayı bugün yaparak ikiniz içinde unutulmaz bir doğum günü olmasına karar verdik. Bu arada sessizce balkondan içeri giren Sermin Hanım elindeki telefonun tuşlarına basarak dışarı çıktı ve telefonu Ekim’e uzattı.

“Al yavrum, telefon çalıyor.”

Ekim’in eli ayağı buz kesmişti. Zorla annesinin uzattığı telefonu alıp kulağına götürdü.

“Alo, Ekim sen misin?”

“Benim. Sen de Sevin’sin herhalde.”

Sonra ne olduysa oldu ve ikisi de aynı anda konuşmaya başladılar.

Kısa bir süre sonra Ekim telefonu kapattı. Tahir Bey’le Sermin Hanım hayretle bakınırlarken, Ekim koşarak laptopunu alıp geldi. Hemen sehpada yer açtılar. Çok kısa bir süre sonra ekranda tıpatıp Ekim’in benzeri bir kız çıktı karşılarına. Önce sessizce, uzun uzun birbirlerini seyrettiler. Aralarında hemen bir elektrik oluştuğunu anlamamak mümkün değildi. Sonra karşılıklı konuşmaya başladılar. Ama bir türlü anlaşamıyorlardı ki…

“Sevin böyle anlaşmamız mümkün değil. Sırayla konuşalım. Ne kadar aynıyız. Sadece senin saçların daha açık.”

“Hayır değil. Sahnede daha hoş duruyor diye açıyorum.”

“Sahnede ne yapıyorsun ki?”

“Ben klasik piyano eğitimi alıyorum yani konservatuarda okuyorum ama yazları bir grubumuz var ve pop söylüyoruz. Bayağı da hayranlarımız var.”

“İnanamıyorum Ne kadar güzel.”

“Benim müziğe merakım her zaman aileme çok ilginç gelmiştir. Çünkü, ben çok küçük yaştayken alınan bu çiftlikte bir piyano varmış ve ben tuşlarla oynamaya bayılırmışım. Şimdi düşünüyorum da belki de ailemizde birileri müzikle uğraşıyordu.”

Tahir’le Sermin birbirlerine baktılar, daha biraz önce Ekim’in söylediklerini düşündüler. Belki kızlarının da su yüzüne çıkmamış bir yeteneği vardı. Aslında Ekim günün popüler parçalarını söylemekten her zaman çok hoşlanırdı. Onlar da zevkle dinlerlerdi.

Daha sonra Sabih Bey ve Seher Hanım’la tanıştılar. Çok hoş bir çifttiler. Hemen aralarında bir yakınlık oluştu. Sonra kızları baş başa bıraktılar. İki kardeş saatlerce konuştular. Gün ağarmaya başlamıştı ki,

“Ben işe gideceğim. Biraz kendime gelmem lazım.”

“Sen çalışıyor musun? Hukukta okuduğunu söylemiştin.”

“Babamın bir arkadaşının hukuk bürosunda çalışıyorum. Aslında kendimce staj yapıyorum. Ofiste öğrendiklerimin en az okul kadar yararlı olacağını düşünüyorum. Bu nedenle de bir duş alıp hazırlanmalıyım, kahvaltı etsem de iyi olacak. Ofisten gelir gelmez seni ararım.”

“Tamam. Bekleyeceğim merakla seni.”

“Hoşça kal kardeşim.”

“Sen de hoşça kal ikizim.”

Ancak o zaman saatlerdir ağlayan Ekim gözlerinin yandığını hissetti.

Ne gece olmuştu. Bu kadar gözyaşı döküp bu kadar mutlu nasıl olunur diye düşündü farkında olmadan.

Evdeki olağanüstü durum Hacer Hanım’ı da erkenden ayağa dikmişti. Ekim acele bir duş aldı. Annesiyle babasının yanına geldi.

“Baba Sevin’le ne zaman görüşebilirim?”

“En kısa zamanda kızım.”

Tam bu sırada telefon çaldı. Önce bir irkildiler ama hemen bunun Sevin olabileceğini düşünerek Ekim koşup telefonu açtı. “Ekim, biz mi gelelim, siz mi geliyorsunuz?” diye soruyordu Sevin.

“Ben babamı vereyim, sen de babanı ver onlar konuşsunlar.”

Tahir Bey çok kısa konuştu. Tamam, o zaman biz en kısa zamanda geliyoruz deyip telefonu kapattı.

“Ama baba, senin, annemin işleri. Ben daha çalışmaya başlayalı ne kadar oldu. Nasıl izin alabilirim?”

“Sen o işleri bana bırak. Ben senin iznini hallederim. Annen için sorun olacağını zannetmiyorum. Bense zaten bir müddettir, işleri ufak ufak Kıvanç’ın üstüne yıkıyordum zaten. İdareyi ona gönül rahatlığıyla bırakırım. Hem zaten internet sağ olsun. Her şey hallolur. Bundan önemli bir şey olabilir mi?”

Herkes çok mutluydu, Hacer Hanım da bu fırsatı kaçırmayıp yumurtalı ekmekleri hazırlamış, ortalığı mis gibi kokutmuştu.

Hacer Hanım, Ekim’in eve gelişinden hemen sonra çalışmaya başlamıştı yanlarında.

Ekim’in her şeyi ile ilgilenirdi. Zavallı kadıncağız biricik oğlunun hatırına yıllarca sarhoş kocasını çekmiş, onun dayaklarına katlanmıştı. Ama küçücük oğlu, bu yoksul hayata daha fazla katlanamayarak ateşli bir hastalık sonunda ölünce, Hacer Hanım da kocasından ayrılıp Adana’dan İstanbul’a bir yakınının yanına gelmiş ve Sermin Hanım’ın işyerinde çalışmaya başlamıştı.

Sermin Hanım, bu sessiz, akıllı, sevgi dolu, güler yüzlü kadını evine almış, geçen senelerle adeta ailenin bir parçası olmuştu Hacer Hanım. Hatta kısmetleri bile çıkmıştı ama o, yanlarında kalmak istediğini söyleyerek hiçbirini kabul etmemişti.

Sermin Hanım’ın iş hayatı bile Hacer Hanım’la ilgili olarak yön değiştirmişti. Eğer Hacer Hanım’a o kadar güvenmese Ekim’i yalnız bırakamaz ve işlerini belki de bırakmak zorunda kalırdı.

Sermin Hanım ufak bir atölyede, kendi adıyla ürettiği elbiselerle girmişti piyasaya. Yaptığı modeller, modern ama asla uçuk olmayan tasarımlarıyla, kadınlar arasında çok kısa zamanda tanınan ve tercih edilen bir marka olmuştu. Taleplere yetişebilmek için kısa bir sürede büyümek zorunda kalmışlardı. Öyle ki işe başlamasından 3 yıl sonra koca bir fabrika olmuşlardı. Daha önceleri yalnız kendi çizimleri ile üretim yapan Sermin Hanım’ın şimdi oldukça kalabalık bir kadrosu vardı.

Sermin Hanım kızıyla daha çok vakit geçirebilmek için imkanlar yaratıyor olsa da geçen yıllara bakıp, eşi ve kızıyla ilgili kaçırdığı güzel anların hiç de az olmadığını düşünmeye başlamıştı. Aylar süren hazırlıklardan sonra, düşüncelerini Tahir Bey’e anlattı ve mümkün olduğunca kısa zamanda, kafasından geçenleri uygulamaya koydu.

Hisselerin büyük kısmı kendinde kalmak üzere, yıllardır birlikte başlayıp, adım adım bu günlere geldiği, çok güvendiği ve arkadaşlarım dediği dört elemanın desteğini alarak işyerinde büyük değişimler yaptı. Artık bir Anonim Şirket olmuşlardı. Şirketin başına profesyonel bir yönetici aldıktan sonra imalatın başına da oy birliği ile hep yanlarında olan işinin ustası Mustafa Bey’i geçirdiler.

İşler büyüdükçe, ürün yelpazeleri de genişledi. Artık hemen hemen bütün şehirlerde, büyük alışveriş merkezlerinde Sermin markalı ürünleri bulmak mümkündü. Sık sık defileler yapıyor, ürünlerini tanıtıyorlardı.

Esas değişim ise Sermin Hanım’ın hayatında olmuştu.

Artık pek işyerine gitmiyordu. Daha çok evde çalışıyor, başkanı olduğu yönetim kurulu toplantılarına katılıyor, gerektiği zaman fabrikaya gidiyordu. Yani, artık kızı ve eşiyle çok daha fazla hayatı paylaşıyordu. Öyle ki büyürken kızı ne zaman bir şey sormak istese ya da oyun arkadaşı arasa annesini daima yanında bulmuştu. Zaten Ekim küçükken çok daha az gidiyordu işyerine. Ancak Ekim artık koca bir kız olduktan sonra daha çok çalışır olmuştu Sermin Hanım. Şimdi de çocuk ve mayo imalatına başlamak istiyordu. İlk toplantıda bunu gündeme getirecekti.
 
 

*

 
 
“Anne, sen son günlerde çok yoğunsun. Senin için problem olmayacak mı?”

“Hayır. Benim çalışmalarım daha uzun vadeli. Mayo ve çocuk kıyafetleri hazırlamak gibi bir çalışma yapıyorum.”

“Mayo için geç değil mi?”

“Hayır canım. Tabi ki bu sene değil önümüzdeki yıla bu çalışma.”

“Vay canına. Desene seneye mayolarda annemden. Ne güzel düşünmüşsün anne.”

“Dur bakalım. Bu şimdilik sadece benim kafamda oluşan bir şey.”

“Sanki olmamak gibi bir şansı var mı anne? Benim gitme vaktim geldi. Bakalım bugün nasıl çalışacağım.”

“Ben de pasaportlarımızı götüreyim. Vize işlemlerini halledelim. Sonra da en kısa zamanda gidelim.”

“O günü dört gözle bekliyorum. Haydi ben gittim.”

İşe gitmek üzere bindiği otobüste derin düşüncelere daldı Ekim.

Bütün bunları Gürkan’a nasıl anlatacağına bir türlü karar veremiyor, sürekli erteliyordu. Başlarda Gürkan’dan saklamayı bile düşündüğü olmuştu. Ama “Ona yalan söyleyemem” diye anında karar değiştirmişti. Zaten öyle bir şansı da yoktu ki… Bir an önce sevgilisine de tanıştırmak istediği bir ikizi vardı.

Belki Gürkan her şeyi olağan karşılayabilirdi ama her zaman ta Osmanlı Hanedanlığı’ndan gelen geçmişi ile övünen Nazan Hanım’ın bunları nasıl karşılayacağını düşünemiyordu bile. Ve doğrusu çok korkuyordu. Gürkan’ı çok seviyordu ama “Asla ailesi ile benim aramda bir seçim yapmak zorunda bırakamam onu” diye düşünüyordu. Belki de çok tatlı, çok babacan bir adam olan Nedim Bey olaya olumlu yaklaşarak karısını ikna edebilirdi.

Düşüncelere öyle dalmıştı ki neredeyse durağı kaçıracaktı. Hızlı hızlı yürüyerek, bugün çok güzel bir gün, bunları düşünmemeliyim diye akından geçirip ofise girdi.

O gün ofise gelecek olan patron Mümtaz Bey’in müvekkili Hulki Bey’le ilgili olarak, bir hareketlilik daha sabahtan başlamıştı bile. Beyefendi, kendisinden hayli genç bir bayanla evlenmiş, gözü genç ve çok güzel karısından başka bir şey görmediği için, karısının bitmek tükenmek bilmeyen istekleri doğrultusunda, epey önemli miktarda mal varlığını karısına devretmişti. Kadının şimdi birçok daireleri, yalısı, teknesi hatta helikopteri bile vardı. Bir süre sonra karısının bütün amacının zaten bu olduğunu, aslında bulduğu her fırsatta kendisini aldattığını acı bir şekilde öğrenen adamcağız kendince bir çözüm yolu bulmuştu. Bir süredir ayrı yaşadıkları karısıyla, burada buluşup, avukatlarıyla birlikte bir orta yol bulmaya çalışacaklardı.

Kadın, her gün gazetelerde gördükleri biriydi ama kapıdan içeri girince, adamcağızın nasıl kadının ağına düştüğünü daha iyi anladılar. Çok güzeldi. Hiç kimseye selam vermeden bütün haşmetiyle salına salına Mümtaz Bey’in odasına girdi. Saatler sonra acele noter alınıp gelindi. Gelirken küçük dağları ben yarattım edasıyla gelen hanımefendi, biraz buruk olsa da mutlu bir yüz ifadesiyle çıktı gitti.

İçerden çıkan, ufacık boyuyla girdiği her davadan yüzünün akıyla çıkmasını bilen ve Ekim’in de asistanlığını yaptığı Firuzan Hanım anlattı olanları.

Genç kadın, kocasının yüzüne başka birine âşık olduğunu, ondan ayrılmak istediğini söyleyip evi terk ettiği hâlde, kocasının kendisine hâlâ deli gibi tutkun olduğunu düşünüp kolayca boşanmaya ikna edeceğini sanırken, işlerin hiç de düşündüğü gibi olmadığını anlayınca çok şaşırmıştı. Zira yaşlı iş adamı, piyasada haklı olarak kendisine takılan cingöz lakabına uygun olarak bir oyun hazırlamıştı karısına. Elden avuçtan gidenleri görüp, nasıl bir oyuna geldiğini görünce karşı taarruza geçmişti. Londra’da yaşayan, yakışıklılığı ve çapkınlığı ile bulunduğu kavrayınca epey bir şöhreti olan, eski bir dostunun oğlundan yardım istemişti. Önceleri tesadüfen karşılaşıyorlar gibi her gittikleri yerde karşılarına çıkan, bu zengin genç erkeğe ve onun iltifatlarına pek fazla karşı koyamayan genç kadın, çok kısa süre sonra sevgilisi ile yalnız buluşur olmuş ve neticede, harika bir gelir kaynağı olsa da yaşlı kocasını daha fazla çekemeyeceğine karar verip ondan boşanmak istediğini söylemişti kocasına.

İlk kez ciddi olarak hukuk bürosunda yüz yüze gelmişlerdi. Ama artık gözü açılmış olan yaşlı iş adamı, bütün verdiklerini kendisine iade etmesi koşuluyla boşanacağını söylemişti kadına. Kadın işvesiyle, cilvesiyle ve bittiğini bilmediği kendisine olan aşırı tutkusuyla ikna edebileceğini sandığı yaşlı adamdan kurtulabilmesinin tek yolunun bu olduğunu görünce dünyası yıkılmıştı. Önce biraz gözyaşı ile kandırmaya çalışmış ama bakmış olmayacak her şeye evet demişti. Noterin gelmesiyle resmi işlemler yapılıp gerekli vekaletname alınmıştı.

Bütün bunları komik bir film anlatır gibi anlatan Firuzan Hanım’ın sesi kapıdan giren genç adamı görünce kesildi. Kapıdan giren adam yalnızca Firuzan Hanım’ın sesini kesmemişti. Herkes kapıya odaklanmıştı. Genç adam çok yakışıklıydı ama daha da gerçek olan, bir anda oranın hâkimi olmuştu adeta. Sanki ulaşılmazdı ama gözünüzü de alamıyordunuz doğrusu.

“Şimdi kadının nasıl oyuna geldiğini anladım” diye fısıldadı Firuzan Hanım. Bu gelen başrol oyuncumuz Londralı çapkın. Aman Ekim, bu anlattıklarım lütfen aramızda kalsın. En azından şimdilik.”

“Merak etmeyin.”

Saatler fark etmeden geçip gitti.

Ekim eve gider gitmez bilgisayarın başına geçti. Sevin, gün boyu aklına ne kadar soru geldiyse mail atmıştı. Anlaşılan pek çok ortak özellikleri vardı. Mesela arkadaşları arasında espri mevzuu olan, biraz fazla çilek yese yüzünde oluşan aynı alerji Sevin’de de vardı. Yumurtayı katı seviyordu. Rafadan yumurta ona çok kötü geliyordu. Karanlıkta uyumaktan nefret ediyordu. Bu ve bunun gibi birçok şey. İlginç olan hepsi de Ekim’le birebir örtüşüyordu. Sonra yine görüntülü olarak konuşmaya başladılar.

“Senin arkadaşın yok mu?”

“Artık yok. Zaten pek öyle gerçek bir şey değildi, sadece beraber takılıyorduk ama o ailesi ile Avustralya’ya gitti. Zaten şimdi başladık az görüşmeye.”

“Galiba senin Türkçeni düzeltmek için de biraz uğraşacağız.”

“Neden çok mu kötü konuşuyorum?”

“Kötü değil ama bazı hatalar yapıyorsun.”

Onlar böyle karşılıklı konuşurlarken Tahir Bey geldi. Mümtaz Bey’le konuştuğunu, izin aldığını, pasaportların da 2 güne kadar hazır olacağını söyleyip Ekim’i yalnız bıraktı.

Yemekten sonra Tamer Bey’le eşi İnci Hanım geldiler.

Yıllardır gizli gizli konuştukları konuları hep beraber açıkça konuşmak çok hoştu. Ve ilk kez o akşam, Tamer Bey, Ekim’e annesini babasını anlattı.

“Nedendir bilinmez ama ben o iki genç insana çok yakınlık duymuştum. O kadar sevgi doluydular ki gidip geldikleri süre içinde bir sürü arkadaş edinmişlerdi hastanede. Ben bile o iki gün içinde birçok kez gidip bebeklere ve genç çifte bakmıştım. Meğer sonra o bebeklerden biri bizim kızımız olacakmış. Hayat böyle bir şey işte. Neyin, ne zaman ve nasıl olacağı tam bir meçhul.
Saat epey ilerlediği halde dört eski dost sohbete devam ettiler. Ekim izin isteyip odasına çekildikten sonra konu, Tamer Beylerin oğlu Tarık üzerinde yoğunlaştı.”

“Bilmiyorum Tarık bu Ezgi’den nasıl kurtulacak?”

“İşin tuhafı, Tamer ve ben sessiz kaldığımız zamanlarda Tarık kendisi isyan ediyor kızın yaptıklarına ama biz tek kelime etsek hemen kızı müdafaaya geçiyor. Bu nedenle biz sanki böyle bir kız yokmuş gibi ondan hiç bahsetmiyoruz. Ama Tarık’ın her gece o kızla beraber sabahlara kadar gezmesinden ve ertesi gün bütün medyada fotoğraflarını görmekten nefret ediyorum. Tarık hiç böyle biri değildi. Bu kızla nerede tanıştı, nasıl bu çevreye girdi, nasıl ve ne zaman kurtulacak bilmiyorum.”

“Evet bol bol resimleri çıkıyor. Ve sanki Tarık’ın başka hiçbir vasfı yokmuş gibi sadece ‘Ezgi’nin erkek arkadaşı’ diyorlar. Ben Tarık’ın yerine olsam buna bile bozulurum.”

“O da kızıyor, söyleniyor ama kendi kendine.”

“Dilerim en kısa zamanda bizimkinin aklını başına getirecek bir kız çıkar karşısına da. Neyse hadi biz de gidelim artık. Lütfen daha sık görüşelim. Bir araya gelince ayrılamıyoruz ama.”

“Hepimizin işi gücü var ama haklısınız bundan sonra dikkat edelim ve daha sık görüşelim.”
 
 

*

 
 
Sabahleyin kahvaltıda Sermin Hanım tereddütle, sanki kızını kırmaktan korkar gibi sordu.

“Gürkan’a ne zaman anlatacaksın bütün bunları?”

“Bilmiyorum anne. Ben daha yeni yeni alışıyorum. Nasıl anlatacağım, tepkisi ne olacak hiç bilmiyorum. Korkuyorum. Eğer Gürkan’ı bu nedenle kaybedersem, ne yaparım bilemiyorum.”

“Ben Gürkan’ın bu duruma bir tepki göstereceğini pek sanmıyorum. Ama ailesi, senin anlattığın kadarıyla özellikle annesi bir problem çıkarmaz dilerim.”

Hacer Hanım gülerek balkondan içeri girdi.

“Hadi kızım acele et, Gürkan seni almaya gelmiş.”

Annesi, babası balkona çıkarlarken Ekim koşarak merdivenleri indi. Balkondakilere el sallayıp arabaya bindiler.

“Canım bu çok hoş bir sürpriz oldu” dedi arabaya binince Ekim.

“Ekim’im sen iste, ben her sabah gelip seni alayım.”

“Hayır, hayır. Her sabah senin gideceğin istikametin tam tersine gelip beni almana gönlüm razı olmaz. Hem o zaman beni böyle sevindiremezsin.”

“Tamam canım zaten ehliyetini almana da az kaldı. Sonra kendi arabanla gidip gelirsin artık.”

Ekim, içinden Gürkan’a ‘Ne kadar önemli bir haber vereceğim ama nasıl?’ diye düşünerek havadan sudan sohbet etmeye devam etti.
 
 

*

 
 
Aradan 3 gün daha geçti. Artık gün belirlenmişti, 5 gün sonra uçacaklardı. Babası biraz önce telefon edip biletleri aldığını Ekim’e haber vermişti. Duraktan eve koşarak gelen Ekim doğru bilgisayarın başına geçip müjdeyi Sevin’e verdi.

O gün ofiste ne yaptıysa hepsini anlatıyordu Ekim.

“Peki avukat olmaya nasıl karar verdin Ekim?”

“Bu çok enteresan. Annem babam bana evlatlık olduğumu 12 yaşımda söylediler. Ben ailemi çok sevdiğim hâlde bir müddet bu olayın çok fazla etkisinde kaldım. Daha o zaman avukat olup boşanma davalarına bakarsam, belki bazı yuvaların yıkılmasına engel olabilirim, diye düşündüm. O zamandan beri de hukuk okumak için adeta hazırlandım ve nihayet bu sene istediğim okulda okumaya başladım.”

“Peki seviyor musun?”

“Evet. Ben her şeyin net olmasından hoşlanıyorum. Kafamın karışık olması hiç hoşuma gitmiyor. Hukuksa bunun için doğru adres.”

“Nasıl yani?”

“Pardon. Yani hukukta her şeyin kuralı var. Yapılan her şeyin karşılığının ne olduğunu biliyorsun. Ne suç işlenirse, karşılığı ne olur, ne ceza yersin gibi.”

“Peki bunu boşanma avukatı olarak nasıl yapacaksın?”

“Şimdiden bilmiyorum ama çevremizde çok saçma nedenlerle, ya da bir inat uğruna yıkılan yuvaları görüyor ya da duyuyoruz. Ben bir tek yuva bile kurtarsam amacıma ulaşmış olacağım.”

“Sen çok iyi bir kızsın galiba ikiz. Seni hep daha çok seviyorum.”

“Yani daha çok sevmeye başladın.”

“Evet öyle. Bak ben ne söyleyeceğim. Senin anneye Sermin Anne, babaya Tahir Baba demek istiyorum. İzin verirler mi?”

“Neden kendin sormuyorsun? Bekle.”

Odadan koşarak çıkıp Hacer Hanım’la mutfakta olan annesini kolundan çekiştirerek odasına getirmeye çalışırken, zavallı kadın merakla ne olduğunu sorup duruyordu.

“Korkma bir şey yok. Yalnızca Sevin sana bir şey söylemek istiyor.”

“Merhaba kızım. Nasılsın? Seher Hanım, Sabih Bey nasıllar?”

“İkisi de iyi. Ben kısaca sormak istiyorum. Siz Ekim’in annesi olduğunuza göre benim de annem sayılırsınız. Ben size Sermin Anne, Tahir Beye de Tahir Baba diyebilir miyim?”

“Tabii Sevincim. Sen de bizim kızımızsın. Bu çok hoşumuz gider.”

“Tamam o zaman Sermin Anne. Sizi seviyorum.”

“Hoşça kal çocuğum. Biz de seni seviyoruz. Annene babana selam söyle.”

Sermin Hanım odadan çıkarken bu sefer Ekim, “Peki senin ailen bana bu izni verir mi?” diye sordu.

“Ben onlara bu konuyu söylediğimde, ‘Belki Ekim de bize öyle seslenir. Çok mutlu olurduk’ dediler. Yani onları çok sevindirirsin.”

“Tamam o zaman sen de Seher Anneyle, Sabih Babaya çok selam söyle. Şimdi izin verirsen Gürkan’ı arayacağım.”

“Tamam. Ben enişteyle ne zaman tanışacağım.”

“Önce şunda anlaşalım, ona sakın enişte deme. Onun adı Gürkan. Sonra da o daha senin varlığını bile bilmiyor. Şimdi telefonda yarın onunla önemli bir konuda konuşmak istediğimi söyleyeceğim.”

“Anladım kardeşim. Sana bol şans. Ve sana iyi geceler.”

“Yarın seni ararım.”

Ekim mutfağa gittiğinde annesini bulamadı. Balkona baktı, babası gelmişti ve bir şeyler içip, birbirlerine günü nasıl geçirdiklerini anlatıyorlardı her halde.

“Hoş geldin babacım.”

“Gel kızım. Annen de Sevin’i anlatıyordu şimdi. Anlaşılan o da senin gibi altın kalpli ve iyi yetiştirilmiş bir çocuk.”

“Şimdi buradan kendimize de bir paye çıkarıyoruz, değil mi babacığım?”

“Hayır çocuğum. Eğer insanoğlunun mayası iyi olmazsa, ne kadar uğraşırsan uğraş hamur tutmaz. Ama özü güzel olanda sonuç böyle güzel olur.”

“Ben Gürkan’ı aramaya gidiyorum. Yarın onunla konuşmak istediğimi söyleyeceğim.”

“Çok selam söyle.”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

14 YORUMLAR

  • Yanıtla Semra Kılınç 1 Kasım 2021 at 14:25

    Yazarın bir önce ki “Bu Bir Gerçek” başlıklı kitabını da okumuş ve beğenmiştim. Şimdi de, “Yaşamın Sunduğu Mucizeler” başlıklı yeni bir kitap yazdığını öğreniyorum. Bir solukta okudum. Müthiş bir akıcılık hakim. Bir sonraki sayfayı çevirmek için sabırsızlandığımız türden.Kitap olsaydı şu anda yarılamıştım. 🤗 Burada yayınlanmasını sabırsızlıkla bekleyeceğim.
     
    Yazara başarılarının devamını diliyorum.

    • Yanıtla Nimet Canbayraktar 1 Kasım 2021 at 15:01

      Dilerim sonuna kadar merak ve beğeni ile okursunuz. Yorumunuz, ilginiz ve yazdıklarınız için çok teşekkür ederim. 🥰😊

  • Yanıtla Özge Özensoy 1 Kasım 2021 at 18:26

    Okurken cok ayrı bir dünyaya geçiyorsunuz ve tam kafanız boşalıyor. Aralara öğretici bilgiler serpiştirilmiş. Merakla ve heyecanla okudum, günüm çok keyifli geçti. Betimlemeler, anlatım herşey çok güzeldi. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum.

    • Yanıtla Nimet Canbayraktar 1 Kasım 2021 at 20:40

      Yazmak çok güzel ama okurla buluşmak harika. Bu kadar detaylı yorum içinse yürekten teşekkürler ediyorum. Umarım sonuna kadar ilginiz ve merakınız devam eder.

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 1 Kasım 2021 at 20:25

    Nimet Hanımcığım, duygularım o kadar yoğun ki umarım her birini kelimelere dökebilmeyi başarırım. Öncelikle yıllar içinde gelişen dostluğumuz, bir okur olarak dergiye kattığınız değer için sonsuz teşekkürler. Her bir yazarımız defalarca kez desteğinizi aldı.
     
    Bugün ise sizi bir yazar olarak aramızda görmenin mutluluğunu yaşıyorum. Hikayeyi okumam için gönderdiğiniz anda “Bunu yayınlamalıyız” diye düşünmüştüm. Siz de kabul edince birlikte bambaşka bir maceraya atıldık.
     
    Okurların da çok severek takip edeceğine inandığım “Yaşamın Sunduğu Mucizeler”in yolu açık, okuru bol olsun 🙏🏻
     
    Kucak dolusu sevgiler 🤗❤️

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 1 Kasım 2021 at 20:57

    Didem Hanım;
     
    Hep yazdığım gibi, güne Sen ve Ben dergisini okuyarak başlamak benim için olmazsa olmaz. İyi ki sizleri tanıdım ve takipteyim. Yazdığım yorumların sizlere bir katkısı oldu ise ne mutlu bana.
     
    Burada sizlerle beraber olmak ve aranıza katılmak, benim için de çok güzel bir gelişme oldu. Ben de size tüm yazdıklarınız için çok teşekkür ederim. Umarım ilgiyle takip edilir.
     
    Sevgiler 😍🥰💖

  • Yanıtla Demet Uncu 2 Kasım 2021 at 16:11

    Nimet Hanımcım, sizi aynı zamanda bir yazar olarak aramızda görmek, ne güzel. O kadar güzel ve akıcı ki yazdıklarınız, çok keyif alarak okudum. Yorumlarınızla bizleri hiç yalnız bırakmadınız, hep destek oldunuz, katkı sağladınız. Yazılar yazdığınızı söylüyordunuz ama bu kadar iyi yazdığınızdan bahsetmemiştiniz hiç. Sizi gönülden tebrik ediyor, devamını okumak için sabırsızlanıyorum.
     
    Çok sevgiler 😍

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 2 Kasım 2021 at 20:34

    Merhaba Demet Hanım,
     
    Beğenmenize ve övgülerinize çok teşekkür ederim. Her zaman beğeni ile okuduğum Sen ve Ben grubu arasına katılmak inanın beni gerçekten mutlu etti. Sanki çok sevdiğim birileriyle kavuşmak gibi.
     
    Kucak dolusu sevgiler 💖

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 3 Kasım 2021 at 12:51

    Nimet Hanım, yazıyı keyifle bitirdikten sonra yazar profilinde isminizi görmek beni ne kadar mutlu etti anlatamam! Yazılarınızın devamını merakla bekleyeceğim. Sevgiler ♥️🎈🌚

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 3 Kasım 2021 at 17:10

    Bu kadar gencecik bir genç kızdan beğeni almak çok güzel. Dilerim sonuna kadar merakınız devam eder. Aranıza katılmaktan ben de çok mutluyum.
     
    Sevgiler 💖

    • Yanıtla Sıla Malik 3 Kasım 2021 at 21:46

      Her yazımın altında gözlerimin adını aradığı güzel yürekli hanımefendi, kaleminizin gücünü gördükten sonra bir kez daha gurur duydum kendimle. Zira sizin gibi bir yazardan aldığım övgü dolu yorumlar şevk kaynaklarımdan biri.
       
      Aramıza hoş geldiniz, iyi ki geldiniz 💜🍀

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 4 Kasım 2021 at 09:03

    Günaydın Sıla,
     
    Güne senin güzel yazını okuyarak başlamak çok güzel hissettirdi inan. Yazdıkların için teşekkür ederim. Yazılarını beğenerek okuyorum ve genelde dayanamayıp bir şeyler yazıyorum, zira çok güzel yerlere dokunuyorsun.
     
    Aranızda olmak benim için de çok anlamlı.
     
    Sevgilerimle hem de kucak dolusu.💖

  • Yanıtla Burak Süalp 5 Kasım 2021 at 13:51

    Sevgili Nimet Hanım yeniden merhaba. Gün geldi, rolleri değiştik, sizin romanınız yayında, biz yorum yazıyoruz altına. Ne mutlu hepimize…
     
    Harika bir kurgu yapmışsınız. Romanınızın ilk bölümünü okurken ağır ağır geçmişe gittiğimi hissettim ve sonunda kendimi Yeşilçam filmleri izlediğim yıllarda buldum. Gözümün önünden geçmeyen sinema yıldızımız kalmadı. Kaleminize, emeğinize sağlık. Yeni bölümlerde buluşmak üzere…

    • Yanıtla Nimet Canbayraktar 5 Kasım 2021 at 14:12

      Burak Bey merhaba,
       
      İnanın sizden gelecek yorumu bekliyordum adeta. Demek ki masalımsı bir roman derken, amacıma ulaşmışım. Okurken bol oksijenli bir soluk gibi gelsin, keyif versin, hayâl kurdursundu isteğim. Aynı zamanda yazmak bana da çok iyi geliyor, zaten bunu siz de yaşıyorsunuz mutlaka.
       
      Teşekkür ederim yazdıklarınız için. Dilerim sonuna kadar ilginiz devam eder.
       
      Sevgiler 💖

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan