Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 9

27 Aralık 2021

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
Çok yoğun bir gün olmuştu. Herkes bir taraflara alışverişe gitmişti. Ekim, annesinin Beyoğlu’ndaki mağazadan almasını istediği bazı şeyleri almak için gitmek üzere yola çıkarken Gürkan’ı aramış, mağazaya birlikte giderek beraber olabilmişler ve bir kafede birer fincan kahve içebilmişlerdi. İşleri bittiğinde eve birlikte gitmeyi teklif eden Ekim, Gürkan’ın katılması gereken bir toplantısı olduğu için eve yalnız dönmüştü.

Gün boyu yapılan alışverişler tekneye götürüldüğü halde, evde yine de salonun bir köşesi gidecek eşyalarla doluydu. Neticede günün yorgunluğu hepsini vurduğu için erkenden yattılar.

Sermin Hanım uyandığında Tahir Bey daha uyuyordu.

Kocası uyanmasın diye sessizce yatmaya devam etti. Bu arada tanıştıkları şu kısa dönemde, bu aileyle nasıl böyle kaynaştık diye düşünüyordu. Aslında yeni tanıştığı insanlarla hemen yakınlık kurabilen biri değildi. ‘Ama Seher de Sabih de çok hoş insanlar’ diye aklından geçirdi. İnsanı en iyi seyahat sırasında tanırsın diye bir söz vardı ki çok doğru buluyordu. Onlarla yolculuk yapmak bile çok güzeldi. Tahir ve Sabih çok iyi anlaşmışlardı. Pek çok ortak noktaları vardı. Kendisi de Seher’le çok iyi anlaşıyordu. Dilerim çocuklar da iyi anlaşırlar diye içinden geçirdi.

“Günaydın Sermin. Neler düşünüyor benim sevgili karım? Ama güzel şeyler düşündüğün yüzündeki bu mutlu ifadeden belli oluyor.”

“Belli bir şey düşünmüyorum Tahirciğim. Henüz yeni tanıştığımız bir aileyle ne kadar güzel anlaşıyoruz ve ne güzel bir seyahat yaptık, diye zihnimden geçiriyordum. Daha Ekim’le konuşamadım. Bakalım onlar neler yapmışlar biz yokken. Aslında en iyi raporu Hacer Hanım verir ama o da hayatından gayet memnun görünüyor. Herhalde her şey yolundaydı.”

“Yolunda olmaması için ne sebep olabilir ki benim meraklı karım. Neticede yeni de tanışsalar onlar kardeş.”

“Ben öyle düşünmüyorum. İnsanlar devamlı beraber olduğu biriyle kardeş gibi olabilir ama daha yeni tanışan iki kardeşin çok iyi anlaşması, öyle pek kolay değil. Ya da çok iyi anlaşırlar diye bir kural yok. Neticede tamamen değişik iki ortamda yetişmişler. Hayata bakış açıları çok farklı.”

“Haklısın. Neyse sen bu işi en kısa zamanda öğrenirsin. Sen de ben de işi fena serdik. Pazartesi günü ben bir gidip görüneyim diyorum. Senin bir programın var mı?”

“Gelecek yaz için hazırladığım taslaklar üzerinde çalışacaklardı, gidip bir onları görsem iyi olur. Hem yakında bir geziye falan çıkacaksak ki Ekim tekrar işe başlamadan bu geziyi yapsak iyi olacak diye düşünüyorum. Zaten Seherler de fazla kalamazlar gibi geliyor bana. İşte onun için bu hafta biraz gidip işleri toparlamak iyi olacak.”

“Ben de öyle düşünüyorum. Ama bak aklıma ne geldi. Biz işe gittiğimiz zamanlarda Sabihler ve kızlar tekneyle dolaşıp, denize girebilirler pekâlâ. Hem sıkılmazlar hem de biz kendimizi iyi hissederiz o zaman.”

“Çok haklısın. Hem teknenin de tadını çıkarırlar bari. Neticede bırakıp gidecekler.”

“Hadi kalkalım artık. Millet kalkmıştır herhalde.”

“Yok ben uzun zamandır uyanığım. Evde hiç ses yok. Galiba bir tek Hacer Hanım ayakta. O da her zamanki hâli. Kaçta yatarsa yatsın erkenden kalkıyor.”

Ama yanılıyorlardı. Sabih ve Seher erkenden kalkmış, balkonda Hacer Hanım’ın yaptığı kahvelerini içiyorlardı.

“Günaydın. Erkencisiniz.”

“Günaydın. Biz yıllardır erken kalkmaya öylesine alışmışız ki. Tatil falan dinlemiyor bünye. Hadi kalk diye uyandırıyor insanı bir şeyler. Hem inanır mısını, sabahın bu saatleri, bütün günden çok daha güzel.”

“Bence de günün en güzel zamanı, sabahın erken saatleri. Bazen benim de uykum kaçıyor, erkenden gelip oturuyorum buraya ve bundan sonra her sabah böyle erken kalkacağım diye karar veriyorum ama heyhat uyku tatlı geliyor. Denize bir bakın, çarşaf gibi ama sonra kıpır kıpır oluyor. Sanki kalkıp bir yere gidecekmiş, telaşı varmış gibi hareketleniyor. Ve bu, genelde ancak sabahın erken saatlerinde görülebiliyor. Aslında erken kalkınca gün de uzun geçiyor gibi geliyor insana. Daha fazla işin altından kalkabiliyor insan. Hacer Hanım büyük temizlik falan yapacağı zaman erkenden kalkar öyle.”

“Size de kahve yapayım mı Sermin Hanım?”

“Yok yok. Kahvaltı hazırsa, kızlar da kalktıysa kahvaltı edelim. Valla erken yattık. Karnım fena acıkmış.”

“Kızlar da kalktılar Tahir Bey. Ben masayı hazırladım. Seher Hanımların kahvesi bittiyse çayları getireyim.”

“Bitti bitti kahvemiz. Hadi hep beraber masaya geçelim.”

“Eee, madem teknede doğum günü kutlayacağız, sabahtan denize çıkalım. Denize gireriz. Güneşleniriz. Akşam üstü de kutlama yaparız.”

“Ama baba Gürkan da gelecekti, belki Tarık da gelir. Açılırsak nasıl olacak?”

“Kızım telaşlanma. Onlara telefon edin. Şayet işleri yoksa onlar da gelsinler ama işleri varsa akşam üstü buraya gelir onları da alırız. Hep beraber oluruz yine.”

“Ben o zaman Gürkan’ı arayayım. Bakalım tam gün gelebilecek mi? Sevin sen Tarık’ı aramayacak mısın?”

“Sen Gürkan’la konuş da öyle ararım. Gürkan ne zaman gelirse Tarık’ı da o zaman alırız.”

Ekim Gürkan’ı aramaya niyetlendiği anda telefonu çaldı. Arayan Gürkan’dı.

“Günaydın Gürkan, ben de seni aramak üzereydim. Nasılsın?”

“İyiyim. Seninle konuşunca çok daha iyiyim. Sesinden anladığıma göre, yalnız değilsin.”

“Evet. Gürkan biz bugün tekneyle dolaşacağız. Sonra da yemeğimizi orada yiyeceğiz. Yani bütün gün denizde olacağız. Senin programın nasıl? Bize katılabilir misin?”

“Şaşıracaksın ama evet. Ben böyle bir şeyi tahmin ettiğim için ayarladım ve seni görmek için sabırsızlanıyorum. Bir yere çıkmasak bile birlikte olmak çok güzel.”

“Çok iyi o halde. Bir dakika. Baba kaçta çıkarız? Gürkan ona göre gelsin.”

“Kızım Gürkan şimdiden gelsin. Hazır olunca hep beraber gideriz. Kumanya evden gidecek nasıl olsa.”

“Duydum Ekim. O zaman ben hazırlanıp gelirim. Görüşmek üzere. Ha bu arada alınacak bir şey varsa gelirken getireyim.”

“Yok Gürkancığım, sağ ol, her şey tamam. İlk defa olacağı için çok heyecanlıyım doğrusu. Hadi bekliyoruz.”

“Tamam canım. Hoşça kal.”

“Sevin, Gürkan’ın işi yok. Bütün gün bizimle olacak. Sen sor bakalım, gelebilecek mi Tarık.”

Sevin elinde telefonla odaya doğru yürüdü.

Ekim içinden niye burada konuşmadı diye düşünse de açıkça söylemedi. Kısa bir süre sonra Sevin geri döndü.

“Tarık bugün çekimdeymiş. Belki akşama uğrarmış. Yani gelemiyor.”

“Hay Allah. Ne güzel eğlenecektik. Neyse söyleseydin, işi bitince bizi arasaydı. Ona göre program yapardık.”

“Söyledim, o arayacak.”

Evden çıkmaları bir saati buldu. Gürkan’da anca geldi zaten.

Ekim, Gürkan’ı bu kıyafetleri ile ilk kez görüyordu. Altına beyaz bir şort, üstüne de çok açık mavi kolsuz bir tişört giymiş ve kıyafet çok yakışmıştı. Ekim kalbinin daha sık attığına yemin edebilirdi şu anda. Nedenini bilmese bile çok hoşuna gitmişti bu heyecan.

“Ekim seni ilk kez böyle görüyorum. Çok güzelsin. Harika bacakların meydana çıktığı için daha da çarpıcı olmuşsun. Artık teknede de bol bol güneşlenip yanarız bugün.”

“Sen de çok yakışıklısın. Ben de seni ilk kez bu kadar spor görüyorum.”

“Bizi hiç gören yok tabii. Bunu söyleyen elbette Sevin’di.”

“Sen de çok hoşsun. Zaten size ayrı ayrı bir şey söylemek zor. İkiniz o kadar aynısınız ki. Ekim’e bu kadar yakışan kıyafetin sana yakışmaması gibi bir durum olamayacağına göre…”

Gürkan düşüncelerini bu şekilde ifade etse de içinden öyle düşünmüyordu.

Ekim ve Sevin arasında dağlar kadar fark vardı. İkisi de şort ve askılı penyeler giymişlerdi ama o kadar farklı taşıyorlardı ki.

Ekim’e bakınca pırıl pırıl masumiyet dolu bir genç kız görüyordunuz. Ama Sevin farklıydı. Onun baştan çıkarıcı, davetkar ama bir o kadar da insanı tedirgin eden tavırları vardı. Konuşurken bile, direk karşısındakinin gözlerinin içine bakıyor, adeta karşısındakini etkisi altına almaya çalışıyordu. Belki o bunu bilinçli yapmıyordu ama çok rahatsız edici bir etki bırakıyordu insanın üzerinde. Halbuki Ekim duru bir su gibiydi kendisi için. Onun gözlerine bakması, onu anlaması için yeterli oluyordu. Çok sağlam bir karakteri vardı ama bir o kadar da kırılgandı. Onunla konuşurken hep dikkat ediyordu. Sanki her an onu incitecekmiş gibi geliyordu. Onu o kadar çok seviyordu ki…

Gürkan bütün bunları düşünürken yüzündeki ifadesinin nasıl olduğunu bilemezdi ama Tahir Bey, Gürkan’ın kızına bakarken ki yüz ifadesini görmüştü. Farkında olmadan tebessüm etti. Delikanlı hislerini hiç saklamıyordu zaten. Daima Ekim’i himaye eder gibi bir hâli vardı, bu da Tahir Bey’in çok hoşuna gidiyordu.

Ekim çocukluğundan beri böyleydi.

Her şeyden etkilenir, kimseyi üzmeyeyim, kırmayayım diye kendini helak ederdi. Olaylar karşısında da en çok kendisi zarar görürdü. 14-15 yaşına geldiğinden beri onun için çok korkmuştu Tahir Bey. Ya kendisine hiç uygun olmayan biriyle beraber olur, üzülürse diye ama sonra Gürkan’ı görünce çok rahatlamıştı. Gürkan efendi bir delikanlıydı. Onu kendisine çok yakın buluyordu. Aralarındaki yaş farkına rağmen onunla sohbet etmekten büyük bir zevk alıyordu.

“Tahir ne düşünüyorsun? Yüzünde inanılmaz bir ifade ile çocukları seyrediyorsun.”

“Ah haklısın. Ekim’le Gürkan’ı seyrediyordum. Dilerim hep şimdiki kadar mutlu olsunlar. Birbirlerine bakarken bile sevgileri anlaşılıyor. Hele Gürkan. Kızımıza bakan gözlerindeki şefkati o kadar rahat görebiliyorum ki… Bu da beni sonsuz memnun ediyor. Kızımız için Gürkan’dan daha uygun bir erkek olamaz diye düşünüyorum.”

“Çok doğru. Ben de çok seviyorum. Ekim’i her an, her şeyden korumak ister gibi.”

“Ben de tam böyle düşünüyordum. O yüzden çok müsterihim. Ve artık ailesiyle de tanışsak diye düşünüyorum.”

“Dur bakalım acele etmeyelim. Durum oralara gelince kızımızın gitmesi de yaklaşıyor demektir ki buna hiç hazır değilim.”

“Hımm. İşin bu yönü çok kötü bence de. Hadi bakalım. Bugün ilk maceramıza başlıyoruz.”

Herkes eline bir şeyler aldı. Zaten dün alınanlar tekneye yerleştirildiği için, gidenler daha çok Hacer Hanım’ın yemekleri ile deniz malzemeleriydi. Tekneye yaklaştıklarında Yavuz fırlayıp yanlarına gelerek hanımların ellerinden yüklerin bir kısmını alarak onları rahatlattı.

Büyük bir neşeyle tekneye çıktılar. Hacer Hanım bile bu sefer daha rahat çıktı.

“Gel Gürkan, seni kaptanımız ve kardeşi ile tanıştırayım.”

“Merhaba Ediz Kaptan. Sizi Gürkan’la tanıştırayım. Arkadaşım Gürkan.”

“Merhaba Gürkan Bey. Hoş geldiniz. Nasılsınız?”

Bu arada Yavuz da yanlarına gelmişti.

“Yavuz benim kardeşim, aynı zamanda sağ kolum.”

“Çok memnun oldum. Ne güzel. İki kardeşin böyle bir hayat yaşaması inanılmaz. Hele de iyi anlaşıyorsanız.”

“O bakımdan sorunumuz yok. İkimiz iyi anlaşırız genelde. 24 saat bir arada yaşayınca başka türlü olmuyor zaten. Neyse ben sizi tutmayayım, herhalde etrafa bakmak isteyeceksinizdir. Sonra görüşürüz.”

“Hadi gel Gürkan, ben sana tekneyi gezdireyim.”

Gürkan hiç sesini çıkarmadan etrafı şöyle bir inceledikten sonra Ekim’e döndü.

“Çok haklısın Ekim. Genel olarak bile son derece zevkli. Çok huzur verici renkler seçilmiş.”

“Kamaraları da göstereyim. Henüz kimse bir seçim yapmadı ama.”

Birlikte merdivenlerden aşağı indiler.

“Tahminimden daha ferah her taraf. Ooo bu kamaralar harika.”

“Böyle iki tane var. Bunlar hayli geniş. Diğerleri daha ufak. Ama ben diğerlerini daha sevimli buldum. Bunlar fazla gösterişli.”

“Evet normal bir yatak odası kadar var neredeyse. Her şey düşünülmüş. Evi pek aratmaz herhalde.”

“Gel, diğerlerine de bakalım. Bak, söylediğim gibi bunlar daha küçük ama ben çok sevdim.”

“Bence de. Çok sevimli. Seninle burada kalmak çok güzel olacak.”

“Gürkan, beni utandırma lütfen.”

“Yalan mı? Burada kalmayacak mıyız?”

“Bilemem. O gün gelince düşünürüz. Bak en ince detaya kadar düşünülmüş. Banyolar bir harika.”

“Gerçekten de çok güzel. Ben daha önce böyle bir tekne gezmiştim. Banyolar çok küçüktü. İçerde dönmek bile zordu. Bu çok rahat. Renkler falan müthiş.”

“Bak perdeler bile ne kadar güzel. İçerde renk uyumu var ama dışardan bakınca hepsi beyaz.”

Ekim laf kalabalığına getirerek heyecanını yatıştırmaya çalışıyordu aslında. Gece uyumadan önce Gürkan’la teknede balayı geçirmek ne kadar güzel olurdu diye düşünmüştü. Şimdi Gürkan öyle söyleyince sanki içinden geçenleri hissetmiş gibi adeta paniğe kapılmıştı. Düşüncelerinin etkisiyle yanaklarının pembeleştiğinin farkında değildi ama onun bu sevimli hâli Gürkan’ın adeta başını döndürmüştü.

Usulca Ekim’e sarıldı.

“Seninle baş başa olacağımız günlerin hayâli bile çok güzel. Sana dokunmak, kokunu içime çekmek, sıcaklığını hissetmek. Oh Ekim, hadi askere gitmeden evlenelim. Ben daha fazla senden uzak kalmak istemiyorum. Sana doya doya sarılmak, her istediğimde öpmek istiyorum. Seninle bir yerlere gittiğimizde birlikte evimize dönmek istiyorum.”

“Biliyorum aşkım. Ama sabretmemiz lazım. Evlenirsek ayrılmak daha zor gelecek. Ben de seninle olmak istiyorum ama mantığım ağır basıyor.”

“Her zaman mantıklı olmak zorunda mısın sevgilim? Bu gece burada birlikte kalabilmek fena mı olurdu? Sana sımsıkı sarılsam, öyle uyuyup yine sen kollarımda uyansam.”

Gürkan bütün bu konuşmaların da etkisinde Ekim’i uzun uzun öptü. Ekim bir anda nerede olduğunu bile unuttu. Adeta ayakları yerden kesilmişti. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bu an hiç bitmesin diye düşündü. Sonra birden kendine geldi ve geri çekilmek istedi. Bu öyle bir andı ki hem geri çekilmek istiyor, birilerine yakalanmaktan korkuyor hem de Gürkan’ın geri çekilmesine izin vermemesini istiyordu. Sanki Gürkan aklından geçenleri hissetmiş gibi ona daha da sıkıca sarıldı ve tekrar öptü. Sonra usulca geri çekildi. Ekim bir an kendini boşluğa düşmüş gibi hissetti. Onun kollarında olmak o kadar güzeldi ki… Adeta ürperdi ve farkında olmadan Gürkan’a baktı.

Bu öyle bir bakıştı ki Gürkan nefesinin kesildiğini, kalbinin adeta yerinden çıkarcasına attığını hissetti.

“Bana böyle bakmaya devam edersen bu kamaradan çıkamayız Ekim.”

Tekrar genç kıza sarılıp öpmeye başladı. Ekim de biraz önceki duygularından kurtulmuş ait olduğu yere sığınmıştı. Birbirlerinin kollarında adeta dünyayı unutmuşlardı. Sonra birden yaklaşan sesleri duydular. Birbirlerinden uzaklaştılar. Ama ikisinin de yüzünde mutluluk ışıldıyordu. Ekim aceleyle saçlarını düzeltti. Gelen Yavuz’la Sevin’di.

“Biz yukarda bir şeyler içip denize öyle girmek için hazırlık yaptık. Yavuz soruyor, siz ne içersiniz diye.”

“Hımm eğer mümkünse bir Nescafé’ye hayır demem.”

“Ben de kahve içmek istiyorum. Zaten biz de geliyorduk.”

Ekim sanki Sevin biraz önceki hâllerini görmüş gibi hissetti birden ve acaba belli oluyor mu diye Gürkan’a baktı. Sevgilisi son derece sakindi. Sanki biraz önce kendisini çılgınca öpen erkek o değildi. Ama gözlerini çevirip kendisine baktığında, içindeki fırtınanın henüz dinmediğini görebildi Ekim. Bu öyle bir duyguydu ki sanki ayakları kendisini taşımıyor da boşlukta uçuyormuş gibi oldu. Bir bakışın etkisiyle bu kadar allak bullak olabileceğini hiç düşünemezdi bile. İlk kez böyle çılgınca duygular yaşıyordu. Bakışlarını önüne indirdi. Sanki içinde kopan fırtınayı herkesin görmesinden korkar gibiydi.

Yukarı çıkmak için merdivenleri çıkarken Gürkan elini tuttu ve kulağına fısıldadı:

“Canım sevgilim, seninle yeni duygular keşfetmek ve yaşamak çok güzel ve bir o kadar da çılgınca. Seni seviyorum.”

Allah’tan herkes çevreyi seyretmekle o kadar meşguldü ki Ekim rahat bir nefes aldı. Hepsi masanın etrafında oturmuş hem çaylarını kahvelerini içiyor hem de İstanbul’un denizden ne kadar farklı göründüğünü konuşuyorlardı. Bir tek Sevin, Ediz Kaptan’ın yanındaydı. Büyük bir dikkatle bir şeyler sorduğu görülüyordu.

“Sevin kaptanlığı öğrenip bizi gezilere kendisi çıkaracak galiba. Baksanıza kaptanı nasıl sorguya çekiyor.”

Ekim durumun hiç de öyle olmadığını hissedebiliyordu. Kardeşi kaptanı gördüğü andan itibaren aşırı ilgisini hiç saklamamıştı. Büyük bir olasılıkla da Tarık’ın bugün buraya gelmemesini sağlamıştı.

“Ekim, Sevin kendine yeni bir eğlence buldu galiba. Hayatından çok memnun görünüyor.”

“Evet ben de farkındayım. Bakalım daha neler göreceğiz.”

“Sen hiç kafana takma. Netice de aile büyükleri de burada. Haksız mıyım?”

“Evet ama onlar hiçbir şeyi fark etmiyorlar baksana. Denizciliği merak ettiğini zannediyorlar.”

“Boş ver. Hadi gel denize girelim. Eminim su soğuktur.”

“Evet maalesef soğuk oluyor. Ben çok çabuk üşüyorum. Yani uzun süre suda kalamıyorum o yüzden.”

“Olsun. Sen çıkmak istediğin zaman çıkarız.”

Onlar hazırlanıp güverteye çıkana kadar Büyükada açıklarına gelmişlerdi.

Uzaktan kalabalık seçilebiliyordu. Etraflarında yüzlerce martı uçuyor, Hacer Hanım da onlara ekmek atıyordu. İnsanlara o kadar alışmışlardı ki neredeyse verdiklerini elinden kapacaklardı.

“Biz giriyoruz. Size rapor veririz.”

“Tamam çocuklar. Biz de kalkıyoruz zaten.”

Deniz inanılmaz güzeldi. Her zaman olduğu gibi Ekim nefesini tuttu. Yıllardır buralardan denize girdiği hâlde suyun soğukluğuna alışamıyordu. Hızlı hızlı yüzmeye başladı.

“Ekim hayrola, ne bu sürat.”

“Gürkan ancak böyle alışabiliyorum, su benim için çok soğuk.”

“Haklısın biraz soğuk ama benim hoşuma bile gitti. O zaman sen ancak güneyde denize girebilirsin.”

“Annemler de öyle söylüyor ama ben çocukluğumdan beri buralardan denize giriyorum. Orada girdiğimde yani küçükken hiç sudan çıkmazmışım. Aslında yüzmeyi çok seviyorum ama hemen üşüyorum.”

“O zaman devamlı hareket et.”

“Benim üşümemi engellemiyor. Ben böyle kısacık yüzüp hemen çıkıyorum çoğu kez. Ama şimdi seninle yüzerim.”

“Hayır canım, benim yüzümden üşüme, sen istediğin zaman çık lütfen. Sonra hastalanmanı hiç istemem.”

“Tamam o zaman ben çıkıyorum. Sen yüzmeye devam et. Bak Sevin giriyor, o sana arkadaşlık eder.”

“Ne oldu Ekim çıkıyor musun? Ne çabuk.”

“Sen gir canım, ben üşüdüm.”

“Ohh, harika. Su çok güzel. Ekim soğuk değil.”

Ekim havlusuna sarıldı.

Soğukla hiç arası yoktu. Herkes yazın aşırı sıcaktan şikâyet ederken o hiç rahatsız olmazdı. Kışı bir tek kar yağdığı zaman seviyordu.

Güverteye uzanıp Sevin’le Gürkan’ı seyretmeye başladı. Gürkan çok güzel yüzüyordu. Lise sıralarında yüzme sporuyla uğraşmış, bir sürü yarışlara katılmıştı. Ama sonraları zamansızlıktan bırakmıştı yüzmeyi gene de stilinden hemen fark ediliyordu iyi bir yüzücü olduğu. Sevin ona yetişemediği için şikâyet ediyordu.

Dakikalar sonra yanına geldi Gürkan ve Sevin. İkisi de nefes nefese idi.

“Ooo su soğuk olunca insanı çivi gibi yapıyor. Sen haklısın tatlım. Bayağı soğuk su. Vücudumun buz kestiğini hissettim ancak sıkı bir şekilde yüzünce iyi geldi. Nasıl ısındın mı?”

“Tabii tabii. Güneşe yatar yatmaz ısındım.”

“Yağ falan sürdün mü? Yoksa beni bekledin mi? Çok büyük bir zevkle sürerim biliyorsun.”

“Üzgünüm canım. Önceden yağlandım ben. İstersen sana da vereyim.”

“Hayır istemem. Ben genelde güneş yağı kullanmıyorum.”

“Ama sürmen gerekmiyor mu?”

“Evet ama ben onu sürünce fena halde rahatsız oluyorum. O nedenle de hiç kullanmıyorum. Alıştım artık.”

“Eh alıştıysan mesele yok. Ben de fazla hoşlanmıyorum ama mecburen kullanıyorum.”

“Senin tenin açık. Kullanmak zorundasın herhalde. Bu konuda pek bilgi sahibi de değilim doğrusu. Bak Sevin de bol bol yağlanıyor. Bikiniyle de harika görünüyorsun.”

“Teşekkür ederim. Sen de çok güzel yüzüyorsun.”

Bu arada büyükler de denize girmişlerdi.

Büyük bir coşkuyla hem denizin soğukluğundan şikâyet ediyorlar hem de yüzüyorlardı. Uzun bir süre sonra onlar da güneşlenmeye geldiler.

“Aa siz bizden uzakta yatın. Tabii Marmaris’te bir güzel yandınız. Biz yanınızda bembeyaz kaldık.”

“Siz böyle güneşte yatmaya devam ederseniz 2 gün sonra bizi geçersiniz çocuklar. Biz artık fazla güneşe dayanamıyoruz. Gerçi Ekim de fazla yatmaz güneşte ama.”

“Yok yok bugün yatarım. Burası çok güzel. Hafif esinti de var, harika.”

“E Ekim ne zaman ehliyetini alacaksın? Sana arabayı ne zaman alalım? Önce biraz staj yapacaksın herhalde.”

“Babacım, ben ehliyetimi aldım. Söylemeyi unuttum. Siz ne zaman uygun olursanız o zaman alırız. Benim hiç acelem yok biliyorsun.”

“Gürkan seninle aynı fikirde değildir umarım. Eh ehliyetin de tamam olduğuna göre, zamanı gelmiş demektir. Sen de işe arabanla gidersin artık.”

“Önce biraz alışmam lazım babacığım.”

“Bir hafta sonu çalışsak sen halledersin Ekim.”

“Biliyorum. Aslında sürüşte problemim yok sadece pratik yapmam lazım. Sanki panikleyecekmişim gibi geliyor. Yoksa eğitim sırasında çok rahat olduğum söylendi ama ben yine de biraz ısınmak istiyorum.”

“Ben büyük bir zevkle bu işe talibim.”

“İstersen yarın bakalım kızım.”

“İsterseniz ben de araştırırım. Galiba Ekim Volkswagen istiyor.”

“Evet küçük bir araba istiyorum. Bu durumda da ondan başkası yok.”

“Oğlum sen ilgilenebilirsen bak bakalım. Yeni bir şey olsun bari.”

“Ben geçen gün internette üstü açılan bir tane görmüştüm. Üstelikte bir bayandan satılıktı. Hani öyle yazarlar ya. Belki satılmamıştır yarın ona bakarım.”

Bu konuşmaları duyan Ediz Kaptan lafa karıştı.

“Yarını beklemenize gerek yok Gürkan Bey. Belki bu arada satılır. Buyurun şimdi bakalım isterseniz.”

“Tamam, iyi fikir. Hadi bakalım.”

“Hayda, ya ne acelesi var. Şimdi ne güzel güneşleniyoruz Gürkan.”

“Tamam canım. Sen yatmaya devam et. Eğer satılmadıysa sana seslenirim gelir bakarsın.”

Kaptanla Gürkan içeri girdiler. Bu arada Sevin kardeşinin yanına geldi.

“Ediz Kaptan çok harika bir adam.”

“Farkındayım. Seni bayağı etkiledi. Etrafından ayrılmıyorsun.”

“Ne kadar fena düşündün sen. Ben sordum sadece.”

“Neyi sordun Sevinciğim. Tekne kullanmaya mı merak sardın?”

“Hayır onu değil. Neden evlenmediğini sordum.”

Ekim hayretle yerinden doğruldu.

“İnanmıyorum. Nasıl yani?! Sevin daha yeni tanıştık. Böyle özel bir şeyi nasıl sorarsın!”

“Sordum işte.”

“O da cevap verdi mi? Bozulmadı mı?”

“Hayır. Senin gibi söyledi. Bu çok özel dedi.”

“Eee?..”

“Ben de ‘Senin özelini öğrenmek istiyorum’ dedim.”

“Sevin sana inanamıyorum. Çok ayıp ya. Kim bilir adam nasıl kızmıştır.”

“Hayır kızmadı. ‘Sen çok yaramaz bir çocuksun’ dedi bana.”

“Oh iyi demiş. Aldın mı cevabını.”

“‘Niye? Ben çocuk değilim. Sadece senin hakkında daha fazla bilmek istiyorum’ dedim. Ama o başka şey söylemedi.”

“Sevin lütfen kendine gel. O bizim yanımızda çalışan biri. Bu hiç de hoş olmayan bir konuşma bence.”

“Hiç de değil. Ben görürsün nasıl öğreneceğim her şeyini.”
“Ekim, gel. Araba satılmamış.”

“Tamam geliyorum. Sevin bu konuyu seninle yine konuşalım. Sana inanamıyorum vallahi.”

“Olur. Bence de konuşalım.”

Araba çok şekerdi. Sarıydı, üstü açılıyordu. Son derece iyi görünüyordu.

Tahir Bey de geldi baktı. İstenen fiyat da son derece makuldü. Sahibine hemen telefon açtılar ve pazartesi günü buluşmak üzere anlaştılar. Sahibi birkaç gündür seyahatte olduğu için ilgilenememişti gelen tekliflerle.

“İster misiniz yarın anlaşalım. Baksanıza sanki Ekim için beklemiş araba. Gerçekten de ben bu ilanı göreli birkaç gün oluyor. Normalde şimdiye kadar satılabilirdi de.”

“Çok temiz duruyor. Neden başka bir araba istemiyorsun Ekim? Daha yeni bir şey alsana.”

“Yok Sabih baba. Ben acemiliğimi böyle bir arabada geçirmek istiyorum. Güzel ve yeni bir arabaya kıyamam. Daha doğrusu zarar vermekten korkup rahat edemem diye düşünüyorum.”

“Duyuyor musun Sevin? Sen benden nasıl bir araba istiyorsun kızım?”

“Ama ben araba kullanıyorum. Kaç senedir çiftlikte hep kullandım. Korkmuyorum. Onun için spor bir araba istiyorum.”

“Aman Sabih. Kızımızın istediği arabayı al. O daha çok şehir dışında kullanacak nasıl olsa.”

“Onda da siz haklısınız. Onun arabayla gezecek pek vakti bile yok.”

“Ayrıca o araba bana da yarayacak nasıl olsa.”

“Aşk olsun anne. Demek bana onun için araba istiyorsun.”

“Görüyorsun değil mi Ekim, ne yapsam onun için yaptığımı anlamıyor. Neyse daha ona zaman var. Önce evimize gidelim hayırlısıyla.”

“Aa. Ne oldu Seher? Evini özledin galiba.”

“Evimi özlemek değil de kim bilir biz yokken neler oldu. Gidince karmaşayı düzeltmek zor olacak diye düşündüm bir an.”

“Hiç meraklanma. Gönlünü rahat tut. Ev yalnız değil nasıl olsa. Gidince 1-2 günde halledersin her şeyi. Şimdiden bunları düşünüp keyfini kaçırma. Gerçi sana söylüyorum ama aynı şeyi ben de yaparım. Tatilden dönüş yaklaştıkça, ev ve işler aklımdan çıkmaz. Ama sizin buna alışmanız lazım. Sık sık bizi ziyarete geleceğinize göre.”

“O zaman bütün söylediklerin senin için de geçerli Serminciğim. Siz de bizi ziyarete geleceksiniz nasıl olsa.”

“Doğru ama kim bilir belki de Sabih işleri ayarlar siz buraya gelirsiniz. Sen de istemez misin?”

“Çok isterim. İnsan ne kadar düzenini kursa da aklına memleketi geldiği zaman içi bir hoş oluyor. Gerçi daha önce konuştuğumuz gibi gelmek istemiyorduk ama yine de özlem insanın aklından pek çıkmıyor. Ama bilmiyorum ki nasıl olacak? Neyse hele bir gidelim de. İnşallah hallolur her şey de biz de buralara geliriz. Tahir’in söylediği gibi şehir dışında bir çiftlikte yaşasak, siz de hafta sonları gelirsiniz ne kadar güzel olur. İşte o zaman kocaman bir aile oluruz.”

“İnşallah, çok isterim. Hem kızlar da fazla ayrı kalmamış olurlar. Baksana bir an bile ayrı durmuyorlar. Gürkan’la da anlaştı Sevin. Gerçi Gürkan, çok hoş sohbet, samimi bir delikanlı. Onunla anlaşmak çok kolay. Keza Sevin de çok sıcak bir insan. İnşallah onun da karşısına Gürkan kadar iyi bir delikanlı çıkar. Gerçi Tarık’la çok iyi anlaşıyorlar ama ilerisi için ne düşünürler bilemediğim için böyle söylüyorum lütfen yanlış anlama.”

“Olur mu Sermin, tabii daha tanışalı kaç gün oldu. Dur bakalım. Hem Sevin biraz, nasıl derler, maymun iştahlıdır. Bakarsın bir arkadaşıyla çok iyidir, hiç ayrılmazlar. Bir bakarsın görüşmeyi keser, arkadaşlığını tamamen bitirir. Gerçi çok fazla arkadaşı var ama gerçekten candan arkadaşları azdır. Bakalım bu arkadaşlık ne olacak?”

“Ekim’le ne kadar farklılar bu konuda. İlkokuldan, ortaokuldan, liseden bir sürü arkadaşı ile görüşür ama onun da gerçekten çok samimi olduğu arkadaşları azdır. Onlarla gerçekten dostturlar. Zaten bu zamanda koşuşturmaktan arkadaşlarına ayıracak vakitleri de yok gençlerin. Her biri bir tarafa savruluyor liseden sonra.”

“Hayatın ta kendisi bu değil mi Sermin? İnsan neler düşünüyor ama hayat ona neler hazırlıyor hiçbirimiz bilemiyoruz. Önümüze ne konursa onu yaşamıyor muyuz?”

“Haklısın. Bundan bir ay önce birbirimizi tanımıyorduk bile. Şimdiyse ortak hayaller kuruyoruz, değil mi?”

“Eee Sermin. Büyük olasılıkla kızımıza yarın arabasını alırız. Artık anne kız gezersiniz herhalde.”

“Keşke Tahirciğim. Ekim’in pek boş vakti olmuyor ki… Gerçi bir süre benim işlerim de yoğun olacak gibi görünüyor ama yine de arada sırada bizi gezdirirsin artık Ekim.”

“Siz cesaret edip benim arabama binerseniz memnuniyetle ben sizi istediğiniz yere götürürüm.”

“Merak etme Ekim. Ben senin acemiliğine razıyım. Hafta sonları, hatta akşamları birkaç kere trafiğe çıkarsak hemen alışırsın.”

“Teşekkür ederim. Gerçi seninle rahat olabilir miyim bilmiyorum ama.”

“Niye öyle söylüyorsun Ekim?”

“Ben ne bileyim. Sanki senin yanında daha çok hata yaparım diye düşündüm.”

“Olur mu Ekimciğim. Sen hiç merak etme ben çok iyi bir öğretmenimdir.”

“Göreceğiz. Hadi denize girelim.”

O sırada yanlarından bir gezi teknesi geçiyordu. Müziğin sesini sonuna kadar açmışlar öyle geziyorlardı.

“Eminim kimse kimsenin ne söylediğini duymuyordur. Bu ne rezalet böyle.”

“Merak etme teknedekiler de mutlu değildir. Nedense tekneyi çalıştıranlar yapıyor bunu. Sesi sonuna kadar açınca ne oluyorsa.”

“Baksana yaş ortalaması hayli küçük. Onlar hayatından memnun. Herkes oynuyor.”

“Orası doğru valla.”

Denize girdiler ama Ekim yine hemen çıkmak istedi.

“Lütfen sen yüzmeye devam et Gürkan. Elimde değil ben üşüyorum. Sonra da yüzmek zevk olmaktan çıkıyor. Ben seni yukardan seyrederim. Seni seyretmek çok güzel.”

“Tamam o zaman sana biraz gösteri yapayım ama sonra hemen yanına geleceğim. Ben yüzmek için değil, seninle olmak için buraya geldim. Belki aşağıda göstermek istediğin başka yerler vardır.”

Gürkan böyle söyleyerek kamaradaki anları hatırlatmak istemişti. Ekim yüzünün kızardığını hissedebiliyordu. Usulca Gürkan’ın yanından uzaklaşıp tekneye çıkmak üzere merdivenlere doğru yüzdü.

Gürkan kendi kendine gülümsedi. Bazen Ekim’in bu hallerine inanamıyordu. Bir insan bu kadar akıllı, güzel, her konuda bilgili olup bu kadar saf ve temiz nasıl olabilir diye düşünmeden edemiyordu. Ekim’in ilk erkek arkadaşı olmak çok hoşuna gidiyordu. Onun hayatı onunla tanıması, bir kadın olarak her deneyimi kendisiyle yaşaması onu heyecanlandırıyordu. Aslında son derece açık görüşlü bir erkekti. Ama Ekim’i kimseyle paylaşmamış olmak çok güzel hissettiriyordu. Büyük bir mutluluk hissi ile uzun uzun yüzdü. Ekim’in güverteden kendisini seyrettiğini görebiliyordu. Daha fazla uzaklaşmadan geri dönüp tekneye yaklaştı.

“Oğlum, çıkıyor musun? Su çok güzel ama bizim için biraz serin.”

“Evet Ekim de serin buluyor. Ben Ekim’in yanına gidiyorum.”

“Aman çocuklar fazla güneşte kalmayın. Böyle hava fena yakar insanı.”

“Ben de gölgede oturmayı düşünüyorum merak etmeyin.”

Ekim, güneşte yatıyordu.

“Merhaba, istersen biraz gölgede oturalım.”

“Çok iyi olur. Çok sıcak oldu. Hem soğuk bir şeyler içeriz.”

“Sevin nerde? Denizde de yoktu ya da ben göremedim.”

“Hayır canım. Bak nerede?”

“İnanmıyorum. Bu kız birine kafayı takınca ondan kurtuluş yok galiba.”

“Bana söz verdi. Sadece sohbet edecekmiş. Adamı sorguya çekiyor aslında. Düşünebiliyor musun? Daha tanışalı ne oldu. Adama neden evlenmediğini sormuş.”

“Aaa. Nerden aklına gelmiş bu soru?”

“Yok öyle değil. Aslında kaptan evlenmek üzereymiş. Zaten çalıştığı tekneden de evlenmek için ayrılmış ama sonra ne olduysa evlenme işi bozulmuş ve tam da o sırada babamlar kaptan arayınca, tekneyi yapan bey babamlara Ediz Kaptan’dan bahsetmiş ve ‘Belki buralardan uzaklaşmak için sizinle çalışmak ister, ben bir sorayım’ demiş. Sonra Kaptan işi kabul etmiş. Sevin de bu hikâyeyi biliyor ya, adama ‘Neden evlenmedin?’ diye sormuş. Benim aklım almıyor valla.”

“E Sevin bu. Onun için mahzuru yok. Yok da, kaptan buna ne cevap vermiş onu merak ettim.”

“Sen yaramaz bir çocuksun gibi bir şey söylemiş.”

“Terbiyeli adammış valla. Ben olsam bu kadar özel bir soruya bu kadar efendice cevap veremezdim diye düşünüyorum.”

“Neyse ne, boş ver. Nasıl olsa bir iki kere görüşüp konuştuktan sonra onun rahatlığını o da görür. Acıktın mı aşkım? Ben acıktım valla.”

“Deniz acıktırır derler ya doğru galiba, ben de acayip acıktım. Tarık bugün çalışıyor herhalde.”

“Belki akşam üstü bize katılır. Hadi o zaman direk ön tarafa geçelim. Annemler de çıktıysa yemek yemek için hazırlanalım.”

“Gelin çocuklar. Biz de size seslenecektik, masa hazır. Hepimiz çok acıktık.”

“Biz de onun için geldik. Ooo herkes aynı durumda galiba.”

Büyük bir neşe içinde yemeklerini yediler.

İlk dakikalarda kimsenin sesi çıkmıyordu ancak açlıklar biraz bastırıldıktan sonra sohbet başladı.

“Yemek takımı çok güzel olmuş. Kimin zevkiyse harika bir seçim olmuş.”

“Hepsini Ediz Kaptan seçti.”

“Valla helal olsun. Bardaklar, kadehler hepsi çok güzel. Siz bu işi çok iyi biliyorsunuz anlaşılan kaptan. Bize de size teşekkür etmek kalıyor bu durumda.”

“Afiyet olsun. Beğendiğinize memnun oldum. Seçmek fazla zor olmadı, zaten çok güzel takımlar vardı.”

“Yapmayın kaptan. Bu kadar mütevazi olmayın.”

“Teşekkür ederim ama aslında yediğimiz bu nefis yemekler için bizim teşekkür etmemiz gerekecek galiba. Yavuz yıllardır bu işi yapar ama sizlere yemek beğendirmekte zorlanacak herhalde. Siz bu kadar güzel yemeklere alışık olunca, işi zor gibi görünüyor.”

“Merak etmeyin kaptan oğlum, ben yemek işini Yavuz oğlumuza bırakmam. Beraber yaparız yemekleri.”

“Hay yaşa Hacer teyze. Hem siz alışık olduğunuz yemeklerden ayrı kalmazsınız hem de ben aşçılığımı ilerletmiş olurum.”

“Benim bilmediğim sizin bildiğiniz değişik şeyleri de ben sizden öğrenirim.”

“Bu iş bize kötüye patlayacak gibi görünüyor Sermin. Burada yüzmekten başka hareketimiz olmayacağına göre kilo alacağımız kesin. Bu da demektir ki bol bol yüzmemiz gerekecek.”

“Biz de öyle yaparız Tahirciğim.”

Böyle konuştular ama kahvelerini içtikten sonra herkese uyku cazip geldiği için kamaralara gidip uykuya çekildiler.

Ortalık gençlere kaldı. Yavuz masayı kızların yardımıyla çabucak topladı. Sonra hep beraber masada sohbete başladılar.

“Tarık nerede Sevin? Bugün çalışıyor herhalde.”

“Evet o çalıştı bugün. Sonra arayacağım belki gelir.”

“Eğer gelebilirse eve doğru gidip alırız, dedi babam. Bugün Hacer teyzenin doğum günü. Hep beraber pastamızı keser, akşam yemeğimizi yeriz diye program yaptık ama. Belki gelemez. İyi ki sen gelebildin canım. Teknede ilk günümüzde seninle olmak çok güzel oldu.”

“Tahminim doğru çıktı, iyi de oldu. Benim de böyle bir geziye ihtiyacım varmış demek. Çok zevk aldığım kesin.”

“Bana kalırsa hafta sonları başka program yapmamıza gerek kalmayacak gibi görünüyor.”

“Deniz enteresandır aslında. Tekneye bir çıkan bir daha kolay kolay kopamaz ondan.”

“Siz devamlı denizde olduğunuza göre, karada olduğunuz zaman neler hissediyorsunuz kaptan?”

“Aslında, kendimi bir tek teknede evimde gibi hissediyorum, yani siz bir yere gidince eve döndüğünüzde ne hissediyorsanız ben de denize açıldığımda ya da tekneye ayak bastığımda aynı duyguları hissediyorum inanın.”

“Yurt dışına da gittiniz mi kaptan?”

“Evet ama çalışmak değil de geziydi o seyahat. Aslında merak ettim. Gemilerde çalışmak nasıl olur acaba diye ve böyle bir geminin kaptanı olan bir arkadaşımın teklifi ile bir ay denizlerde dolaştım. Çok da hoşuma gitti ama o kadar uzakta kalmam ailemin pek hoşuna gitmeyeceği için vazgeçmek zorunda kaldım, aklım oralarda kaldı fakat.”

“Çok ilginç olduğu kesin. Bence mesleklerin en güzel ve zevkli olanın başında gelmeli diye düşünüyorum.”

“Aslında öyle. Evli olunca biraz daha zor elbette. Devamlı Dünya’yı keşfetmek gibi bir şey uzun yol kaptanlığı. Bitmeyen bir macera hissi yaşatıyor insana.”

“Ama bir o kadar da mesuliyetli bir iş olsa gerek. Düşünüyorum da o kadar insanın sorumluluğu sizin üzerinizde. Bu duygu insanı gerer gibi geliyor bana.”

“O kadar büyük bir gemide her şey öylesine mükemmel organize ediliyor ki… Her işin başında o işi yapan, bu işlerin uzmanı birilerinin varlığını bilmek sizi rahatlatıyor. Neticede bu bir ekip işi. Onun için öyle bir stres yaratmıyor insanda. Tuhaf bir şey ama o gemilerde de böyle bir teknede de insanların mutluluğu ve memnuniyeti size o kadar mükemmel duygular yaşatıyor ki siz de her an o insanların bu duygularından besleniyorsunuz adeta. Aslında etrafınızda tatil yapan ve yaşadıkları anın tadını çıkartmak tek düşünceleri olan, mutlu insanlar var. Bilirsiniz mutluluk da aynı mutsuzluk gibi bulaşıcıdır. Dolayısiyle herkes birbirine güler yüzle bakıyor.”

“Ne güzel anlattınız düşüncelerinizi. İşi bu yönünden alınca, çok güzel bir meslek. Ne yapsak acaba, biz de şehirdeki bu yaşamdan kaçıp denizlere mi sığınsak Ekim?”

“Valla benim çok hoşuma gider böyle bir hayat.”

“Ben ayaklarımın karada olmasını tercih ederim. Ama sevgilimle uzun bir gemi seyahati çok güzel gelirdi.”

“Sen evlenince böyle bir balayına çıkarsın Sevinciğim.”

“Balayı olmasa da olur. Ben sevgilimle gezmeyi tercih ederim.”

Ekim gayri ihtiyari gerildi. Sanki Sevin kaptana laf atıyormuş gibi huzursuz oldu.

“Dilerim sizin gibi düşünen bir sevgiliniz olur Sevin Hanım.”

Ekim tedirgin olmakta haksız olmadığını anladı. Sevin kaptanla nasıl konuşmalar yapıyorsa, neler söylüyorsa kaptan bu sözleri ile ona yanıt vermek istemişti anlaşılan.

“Hadi bu kadar tembellik yeter ama ya bir oyun falan oynayalım ya da denize girelim.”

“Ben denizi tercih ederim, gerçi hemen çıkıyorum ama hayli sıcak oldu serinlemek güzel olacak. Sen geliyor musun Sevin?”

“Yok ben daha sonra yüzerim belki.”

“Ya siz kaptan, herhalde arada denize de giriyorsunuzdur, değil mi?”

“Tabii ki. Çok ta severim ama şimdi girmeyi düşünmüyorum.”

Ekim’le Gürkan yanlarından ayrılınca Ediz Kaptan ayağa kalktı.

“Ben de etrafa bir göz atayım, izninizle.”

“Neden kaçıyorsunuz Kaptan? Ne güzel konuşurduk. Yoksa yalnız olduk diye mi gidiyorsunuz?”

“Öyle şey olur mu Sevin Hanım. Bazı işlerim var, epeydir ihmal ettiğim, onları halletmek istedim.”

“Ben gitmenizi istemiyorum. Lütfen oturun. Söz veriyorum size soru sormam.”

“Biraz daha kalayım ama gerçekten halletmem gereken işlerim var. Ne hakkında konuşmak istersiniz?”

“Ben şimdi kendinizi anlatın desem, siz yine kızarsınız onun için bilemiyorum.”

“Neyse akşam üstü erkek arkadaşınızla da tanışacağız demek ki.”

“Evet ama ben ararsam. Belki de aramam.”

“Ben çalışmaktan vazgeçsem iyi olacak galiba.”

“Tabii ya. Ne güzel konuşuyoruz.”

Böyle söyleyerek kaptana pek çok şey ifade eder bir şekilde gülümsedi Sevin.

“Siz yanlış anladınız Sevin Hanım. Kararımı değiştirdim. Ben de denize girmeye karar verdim. Buyurun isterseniz birlikte girelim.”

“Hayır ben girmeyeceğim.”

Sevin güneşlenmek üzere hazırlık yaparken, kaptan denize atladı. Gürkan ve Ekim’in yanına doğru yüzmeye başladı.

Ekim kaptanı görünce şaşırdı.

“Bak Gürkan, kaptan da denize girmiş. Eminim Sevin’den ve sorularından kaçmıştır.”

“Niye öyle düşünüyorsun bir tanem, neticede hava çok sıcak.”

“Merhaba, deniz harika, değil mi?”

“Çok güzel. Bakın, sizi de kararınızdan vazgeçirecek kadar da davetkâr.”

“Çok haklısınız. İnsan yüzerken her şeyden uzaklaşıyor. Hem rahatlatıyor hem spor yaptırıyor. Bundan güzel ne olabilir ki.”

“Gürkancığım…”

“Anladım aşkım. Hadi sen çık. Ben biraz da Ediz Kaptan’la yüzeyim, sonra yanındayım.”

Sevin suratını asmış güneşleniyordu.

“Neden gelmedin Sevin? Su çok güzel.”

“Ben başka düşündüm ama sonra istemedim.”

“Ne söylediğini anladığımı söyleyemem kardeşim.”

“Ben kaptanla otururuz diye düşündüm ama o kaçtı.”

“İlahi Sevin. Herhalde sorularınla onu yine bunalttın.”

“Yok ben soru sormadım ama boş ver. Ben Tarık’ı arayayım, gelecek mi diye.”

Sevin uzaklaşıp konuşmaya başladı. Kısa bir süre sonra tekrar geri geldi.

“Geliyor mu sevgilin?”

“Hayır. İşi uzunmuş. Ben de ‘Başka zaman çıkarız’ dedim. Yani o yok.”

“Gördüğüm kadarı ile buna pek üzülmüş gibi görünmüyorsun.”

“Sen çok fena düşünüyorsun Ekim. Yarın beraber olacağız.”

“Çok sevindim.”

Onlar böyle sohbet ederlerken anneleri, babaları da uykudan kalkıp geldiler.

“Biz de serinleyelim de doğum günü partimizi artık başlatalım kızlar, değil mi?”

“Çok iyi olur baba. Gürkan’la kaptan da denizdeler zaten. Ben yeni çıktım. Sevin belki girmek istersin. Girmeyeceksen gel duşumuzu alalım, giyinelim.”

“Yok girmeyeceğim. Hadi biz hazırlanalım.”

Kızlar hazırlanıp yukarı çıktıklarında herkes duşunu almış, giyinmiş güvertede oturuyordu.

“Nerede kaldınız çocuklar, meraklanmaya başlamıştık. Biz sizden sonra denize girip çıktık, duşumuzu aldık siz hâlâ yoksunuz?”

“Aman Sabih, rahat bırak kızları. Baksana ikisi de ne kadar güzel görünüyorlar.”

“Çok doğru söylüyorsunuz. Bu güzellikleri seyretmek beklemeye değer değil mi Tahir amca?”

“Haklısın oğlum. Gelin kızlar. Gelin de buraları şenlendirin.”

“Babacığım, iyi ki böyle bir tutkun varmış. Ben bu tekne olayına bayıldım. Hem denizdesin hem evindesin, böyle bir güzellik olur mu? Uzun bir gezinin ne harika olacağını tahayyül etmek bile çok güzel.”

“Ekim Hanım, siz bir de gece güvertede, yıldızların altında yatın da esas o zaman görün güzelliği.”

“Doğrudur. Kim bilir sen kaç geceler yıldızların altında uyudun Yavuz?”

“Teknede yolcu olmadığı zaman hep yukarda uyurum. Yolculardan kimse yukarıda yatmadığı zaman da açıkta uyumayı tercih ediyorum. İnsan kendini tüm Dünya’nın kralı gibi hissediyor.”

“En kısa zamanda deneyeceğimden hiç şüphen olmasın. Denizle ilgili okuduğum bütün kitaplarda, güvertede yıldızların altında uyumanın eşsiz büyüsü anlatılır. Eee baba programınız nasıl? Sabih babalar gitmeden denize çıkacak mıyız?”

“Biz de siz güneşlenirken onu konuşmuştuk. Sen işe başlamadan bu işi yapalım.”

“İyi de nereye gideceğiz?”

“Sonra kaptanla da konuşalım. Marmara Denizi’nde kıyı kıyı gezelim diyoruz.”

“Valla çok iyi edersiniz Tahir Amca. Marmara Denizi’nde görülecek o kadar çok yer var ki… İstanbul’dan da fazla uzaklaşmamış olacaksınız.”

“İstanbul’dan uzaklaşmamak değil de oğlum. Nasıl söylesem bilmem ki. Bir deneyelim böyle bir geziyle. Bakalım sıkılır mıyız? Rahat eder miyiz? Nelere ihtiyacımız olur. Yanımıza neler almak gerekiyor. Yani tecrübe kazanmış oluruz.”

“Tabii çok hoşumuza gidiyor bu gezi. Bir de bakmışınız babam bütün işleri tasfiye etmiş, annemi de kandırmış denizlere açılıyor. Ara ki bulasın.”

“Şimdiden bunu çok isterim, emin ol Ekim. Ama ne işler ne de senin istikbalin buna izin vermez.”

“Baba beni düşünme. Ben Hacer teyzeyle kalırım. Sen annemi ikna edip işlerinden ayrılabilir misin?”

“Aşk olsun Ekim. Benim sevgili eşim istedikten sonra ben her kararına uyarım.”

“Hadi hadi anne. Sen işinden ayrılamazsın da nasıl olsa internet var diye düşünmüşsündür.”

“E tabi o da var ama. Gerçekten deniz insana huzur veriyor. Ama biz senden ayrılamayız be kızım. Bunu çok iyi biliyorsun.”

“Canlarım benim. Ben de sizden o kadar uzun süre ayrılmak istemem. En iyisi hep beraber olabileceğimiz geziler demek ki.”

“Biz bu Marmara turunu yapalım da sonrakileri daha sonra planlarız, değil mi Tahirciğim. Bakalım bu turda hanımlar ne yapacaklar.”

Onlar böyle derin sohbetlere dalmışken Yavuz, Hacer Hanım’ın nezaretinde masayı bir güzel hazırlamıştı.

“Hadi bakalım, masamız hazır. Oğlum sen kaptana da haber ver, hep birlikte Hacer Hanım’ı yeni yaşına uğurlayalım.”

“Aman Tahir Bey beni utandırmayın. Bu yaştan sonra doğum günü mü olurmuş, maksat ağzımız tatlansın.”

Masanın etrafına toplanıp pastayı kestiler. Hacer Hanım’ın mutluluktan gözleri parlıyordu.

“Çok teşekkür ederim. Bu benim unutamayacağım bir doğum günüm oldu. Sağ olun. Özellikle siz kuzularım, size çok teşekkür ederim.”

“Aşk olsun Hacer teyze, bak biz Sevin’le sana bir hediye aldık. Bundan sonra bizden hiç ayrılmayacaksın.”

Böyle söyleyerek hediyelerini verdiler. Hacer Hanım büyük bir merakla verilen kutuyu açtı. İçinden kalp şeklinde bir kolye çıktı.

“Çok teşekkür ederim çocuklar. Çok güzel.”

“Ama daha içini görmedin Hacer teyze.”

Ekim böyle söyleyerek Hacer Hanım’ın elindeki kolyeyi alarak kalp şeklindeki kolyenin içini açtı.

“Bak bir tarafta Sevin, diğer yarısında da ben varım. Seni çok seviyorum canım Hacer teyzem. İyi ki varsın.”

Hacer Hanım tutmakta olduğu gözyaşlarını bıraktı.

“Ben size ne söylesem bilmiyorum. Siz benim bu Dünya’daki tek yakınlarımsınız. Benim ailemsiniz. Ben siz olmadan ne yaparım. Bu kolyeyi hep takacağım. Sağolun.”

“Bunlar da bizim hediyelerimiz Hacer Hanım. Ben bir bluz aldım. Seher de bir etek aldı. Böylece bir takım oldu. Güle güle giy.”

“Hepinize teşekkür ederim. Hediyeye hiç gerek yoktu. Bu doğum günü en güzel hediyeydi zaten.”

“Hadi artık pastalarımızı yiyelim. Yeni yaşın güzellikler getirsin sana.”

Hacer Hanım kim bilir neler düşünüyordu o anda, bıraksalar hüngür hüngür ağlayacaktı. Bazı geceler odasında ağladığını duyardı Ekim. Ama bugüne kadar, ona geçmişini hatırlatmaktan kaçındığı için hiç soru sormamıştı. Bir keresinde, öyle odasında otururken annesi bir şey sormak için içeri girdiğinde Hacer Hanım’ı ağlarken görmüştü. Önce bir şey söyleyip Hacer Hanım’ı üzdüklerini düşünerek korkmuştu Sermin Hanım. Ama ısrarla ne olduğunu sorunca ölen yavrusu için ağladığını anlatmıştı kadıncağız. Ekim de bunu bildiği için, sanki Hacer Hanım her yalnız kaldığında, eskileri düşünüp ağlıyormuş gibi gelir ve mümkün olduğu kadar onun odasına gitmesini engellemeye çalışırdı. Hüzünle bir an bulutlanan gözleri şimdi mutlulukla parlıyordu.

“Babacım, ben yarın işyerime gidip Mümtaz Bey’le konuşayım bari. Ne kadar sürecek bu gezi. Bir haftadan fazla değil herhalde, değil mi?”

“Merak etme Ekim. Baban ne düşünüyor henüz konuşmadık ama ben de artık işimin başına dönmek istiyorum.”

“Haklısın kızım. Ben de öyle düşünüyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, bu bir haftanın sonunda çalışma hayatımı noktalamak isteyeceğim gibi geliyor bana. Anlatamayacağım kadar huzurlu hissediyorum kendimi. Tabii Sermin bu konuda ne söyleyecek bilmiyorum ama. Şöyle uzun bir gezi bayağı hoşuma gidecek.”

“Merak etme Tahirciğim. Ben de tekneden bu kadar hoşlanacağımı hiç tahmin etmiyordum ama bayıldım. Öyle bir gezi, bana ne ilhamlar verir ne modeller yaratırım kim bilir. Yani ben başka şeyler de düşünüyorum. Bu kısacık sürede bile kafamda birtakım modeller oluştu. Eve gider gitmez bunları not almam lazım.

“Ooo sizin işiniz zor Tahir. Baksana Sermin ofisini tekneye taşıyacak.”

“Olsun. Eminim çok güzel olacaktır.”

Bütün bu konuşmalar olurken Sevin sanki orada değilmiş gibiydi.

Ekim kardeşinin yanına gitti.

“Sevin neyin var? Yüzün asık, hiç konuşmuyorsun.”

“Yok ben iyiyim. Ben karar verdim. Annemlerle ben de gitmek istiyorum.”

“Neden? Hani sen daha sonra gidecektin.”

“Ben artık gitmek istiyorum.”

“Ne oldu ama? Çok güzeldi her şey.”

“Çocuklardan haber aldım. Konser olduğunu yazdılar.”

“Ne zaman konser?”

“Sonbaharda.”

“Ama o zamana çok var. Bu kadar çabuk dönmen gerekmez ki.”

“Konsere hazırlanmamız lazım. Neyse sen Gürkan’ın yanına git, evde bakarız yani konuşuruz.”

Ekim şaşkın vaziyette Gürkan’ın yanına gitti.

“Canım yüzün allak bullak, ne oldu? Sevin’le mi tartıştınız yoksa?”

“Yok öyle değil Gürkan. Ne olduğunu anlayamadım. Sevin yaz sonuna kadar burada kalmak istiyordu ama şimdi ailesiyle birlikte döneceğini söylüyor. Güya konser varmış ama ben inanmıyorum. Öyle olsaydı haber aldığında hemen söylerdi. Ne olduğunu anlamadım. Ama çok da bozuk zaten.”

“Galiba ben anlıyorum sevgilim. Senin kardeşin ilk defa birinden karşılık alamadı ve buna çok bozuldu. Ama ben inanıyorum ki çocukluk ettiğini fark edip bu kararından vazgeçecek.”

“Sen bu söylediğine gerçekten inanıyor musun?”

“Evet. Hatta bu kararını senden başka kimseye söylemeyeceğine de inanıyorum.”

“Ne kadar kötüsün Gürkan. Niye yapsın böyle bir şeyi?”

“Gayet basit aşkım. Kimse farkında değil ama Ediz olayının sen farkındasın ve onu frenlemeye çalışıyorsun. Sana gitmek istediğini söylüyor ki sen bu fikre üzülürken o istediğini yapabilsin. Yani senin dikkatini başka konuya çekmeye çalışıyor.”

“Yapma Gürkan. Bu kadar içten pazarlıklı olamaz.”

“Tamam. O zaman bekle ve gör benim temiz kalpli sevgilim.”

Onlar bunları konuşurken, Sevin teknenin burnuna doğru gidip tek başına etrafı seyretmeye başladı.

“Bak bir tanem, bu yeni taktik. Şimdi uzaklaşarak kaptanın dikkatini çekmeye çalışıyor. Seninle bu konuda iddiaya bile girebilirim. Ama Allah’tan kaptanın o taraklarda bezi yok, baksana Sabih amcayla derin bir sohbete dalmış.”

“Allah’tan öyle, yoksa işler bayağı karışacaktı. Vallahi son derece huzursuzum. Babam bütün bu olanları hissederse çok üzülür. Belki onlar, bu gibi durumlara alışıktırlar ama babamın hiç hoş karşılamayacağına eminim.”

“Canım, bırak Sevin’i. Bak gün batımında renklerin dansını seyret. Hava ne kadar güzel oldu.”

Gökyüzü güneşin battığı tarafta kıpkırmızı olmuştu. İnanılmaz güzellikteydi. Kızaran bulutlar, sanki bir ressamın fırçasından tuvale aktarılmış gibi çok değişik görüntüler sergiliyorlardı.

“Çok haklısın, çok çok güzel. Annemlere de sesleneyim. Baksana konuşmaya öyle bir dalmışlar ki hiçbir şeyin farkında değiller.”

“Anne, baba! Sohbet ediyorsunuz böldüm ama gökyüzüne bakın, ne kadar güzel.”

“Aman Allah’ım. Biz birbirimizle konuşurken neler kaçırıyoruz. Sanki her yer alev aldı, baksanıza denizin rengine. Demek ki denize açılırken çok iyi bir fotoğraf makinesi almamız lazım Tahirciğim. Yaz bunu bir kenara.”

Ekim, Sevin’in olduğu tarafa dönüp onun da dikkatini çekmek istedi ama Sevin orada yoktu, hayretle etrafına baktı ama hiçbir yerde yoktu Sevin.

“Hayda!”

“Ne oldu sevgilim?”

“Bakar mısın, Sevin yok ortada. Nereye gitti bu kız?”

Kaptan hâlâ Sabih Bey’le konuşuyordu. Hatta bu sohbete Tahir Bey de katılmıştı.

“Ben merak ettim, gidip aşağı bir bakmak istiyorum.”

“Ben de geleyim seninle.”

“Yok canım gelme, ben hemen dönerim.”

Ekim merakla alt kata indi. Baktığı ilk iki kamarada bulamadı ama lila rengi kamarada yatmış, mışıl mışıl uyuyordu Sevin. Uyumadan önce ağladığı yüzüne düşen saçlarındaki nemden belli oluyordu. Kız kardeşini uyandırmak maksadı ile saçlarını usulca okşadı. Kardeşinin yüzünde gördüğü gözyaşlarının izi içini acıtmıştı adeta. Birkaç saniye sonra Sevin gözlerini açtı.

“Ne oldu? Neden uyandırdın beni?”

“Dışarısı o kadar güzel ki bu güzel dakikaları senin de görmeni istedim.”

“Ama ben uyumak istiyorum.”

“Ne oldu Sevin? Neden bu kadar üzgünsün? Seni üzen ne oldu anlayamıyorum.”

“Boş ver Ekim. Hadi yukarı çıkalım, sen öyle istedin madem.”

“Nefis bir gün batımı vardı, hâlâ o kadar güzel mi bilmiyorum.”

Birlikte yukarı çıktılar.

“Benim uykucu güzelim. Yine yatıp uyudun mu yoksa?”

“Niye öyle söylüyorsunuz Seher anne? Ben Sevin’in uyuduğunu hiç görmedim.”

“Ben kızımı tanırım. Yine kafasına bir şey takmış demektir o. Ne zaman bir şeye kızsa hemen yatar uyur Sevin. Ne oldu kızım, neyi taktın yine kafana?”

“Yok bir şey anne. Tamam, geldim işte.”

“Etrafa bak Sevin. Gökyüzü tutuştu adeta. Böyle bir güzellik kaçar mı?”

“Ben daha çok gencim. Görecek böyle onlarca güzel manzara olacak, değil mi kaptan?”

“Evet Sevin Hanım. Şüphesiz daha birçok güzel şeyler yaşayacaksınız bu hayatta.”

Kimse bir şeyin farkında değil gibi görünse de kaptanın bu sözleri üzerine Sermin Hanım, Tahir Bey ve Seher Hanım ortada bir gariplik olduğunu hissederek bir Sevin’e bir kaptana bakıyorlardı. Seher Hanım bir kez daha sormadan duramadı.

“Kızım ne oldu?”

“Yok bir şey olmadı. Ben uyumak istedim. Ama şimdi geçti.”

Yok bir şeyim dese bile, Sevin’in gerginliği belli oluyordu. Tabii bunu en çok da annesi babası hissetmişlerdi.

Sabih Bey ayıplar gibi kızına bakarak “Sevin kızım herkesi meraklandırdın. Nereden çıktı böyle habersizce gidip yatmak. Gençlerden utanmıyorsan, biz büyüklerinden utan. Bak biz hepimiz manzaranın zevkini çıkarmak için neredeyse nefes almaktan kaçınırken sen ortalarda yoksun. Gel bakayım yanıma” dedi.

Sevin babasının yanına giderek uysal bir kedi gibi babasına sokuldu.

“Ekim, sen yarın evde kal. Gezi için hazırlık falan yaparsınız. Biz Sabih’le yarın benim ofise beraber gideriz. Mümtaz Bey’le konuşmak istediğim bir şey var. Bu arada seninle ilgili de konuşurum. Sabih ne dersin, beraber gider miyiz?”

“Tabii iyi olur. Hanımlar hazırlıklarını rahat rahat yapsınlar.”

“İşimiz bitince seni ararım Ekim. Dur dur öyle yapmayalım, işimiz bitip ofise dönünce sana araba gönderirim. Beraber arabaya bakmaya gideriz.”

“Sizin işiniz varsa ben de meşgul olabilirim Tahir Amca.”

“İşin olmazsa sen de gel Gürkan. Eğer alırsak işlemleri siz yaparsınız veya bu işi yapan adamlar var onlara veririz.”

“Yok, gerek yok efendim. Biz Ekim’le bu işi zevkle yaparız, değil mi Ekim?”

“Bence de. İlk arabama sahip olurken biraz eziyetini de yaşamalıyım. Sıkılmazsan sen de gel Sevin.”

“Yok ben gelmek istemem. Ama sonra sen bizi gezdireceksin, söz verdin.”

“Tamam söz ama hemen değil. Önce biraz cesaret toplamam lazım.”

“Hadi artık yemek yiyelim. Gerçi pasta biraz tıkadı ama sonra iyice geç kalacağız.
Yavuz ve Hacer Hanım beraber masayı kurmak için hareketlendiler ama bayanların hepsi fazla oturduklarını söyleyerek birlikte ayağa kalktılar. Bu nedenle de çabucak masa hazırlandı.

“Kaptan, Yavuz lütfen siz de buyurun. Artık bir aile gibi, hep beraber yiyelim yemeklerimizi. Hem, sizin anlattığınız hikayeler bayağı enteresan oluyor. Belki bize yine bir şeyler anlatırsınız.”

“Aman Tahir Bey, ilk günden başınızı şişirmeyeyim. Hem, uzun gezilerde anlattıklarım size daha da güzel gelecektir. Uzun ve boş saatlerde sohbetler inanın, her şeyden daha güzel oluyor.”

“Peki Kaptan. Doğrusu haklısınız. Ama siz yine de bundan böyle lütfen burada bizimle yiyin yemeklerinizi tabii rahat edemezseniz o başka.”

“Estağfurullah efendim. Biz sizi rahatsız etmeyelim. Teşekkür ederiz.”

“O zaman buyurun. Afiyet olsun.”

“Hacer teyze, gerçekten zeytin yağlıları harika yapıyorsunuz. Kesinlikle sizden öğreneceğim şeyler var.”

“Öğrenirsin evladım. Gezilere çıktığımız zaman beraber gireriz mutfağa.”

“Hadi yine yaşadın Yavuz. İşlerin bir kısmını yaptıracak birini buldun yine. Zaten nasıl oluyor bilmiyorum ama insanlar Yavuz’a yardım etmek için yarışıyorlar adeta. Özellikle de genç kızlar.”

“Eee oğlan yakışıklı, güler yüzlü.”

“Ve de çok tatlı dilli Tahir Bey. Bana yürekten bir Hacer teyzecim deyişi var ki sanırsın kırk yıllık teyzesiyim.”

“Ooo Hacer Hanım’ın kalbini de fethettiysen sana karada da denizde de ölüm yok evlat.”

“Teşekkür ederim efendim. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum.”

Ekim, bütün bu sohbetler sırasında Sevin’i dikkatle izliyordu.

Sanki kaptanı bir an bile bırakmayan o kız gitmiş, yerine başkası gelmişti. Yanlışlıkla bile Ediz’in tarafına bakmıyordu. Zaten yemeğini çabucak yiyip izin istedi ve masadan kalkarak yine teknenin burnuna gitti.

Yemekten sonra Ekim, Sevin’in yanına gitmek istediğinde Gürkan “Lütfen bunu yapma. Bırak yalnız kalsın. Zaten amacı da bu. Dikkatleri üzerine çekmek istiyor” dedi.

“Bilmiyorum ki… Aslında onu çok fazla tanıdığım da söylenemez. Ama galiba haklısın. Şımarık bir kız çocuğu gibi davranıyor doğrusu. Neyse, sen yarın benim yüzümden zora girme lütfen. Babamlarla bakalım arabaya.”

“Olur mu hayatım, zevkle gelirim. Zaten sabahtan işim var. O saatlerde Tahir amca da işlerini halledecek. Öğleden sonra müsait olacağım hem de senin yanında olacağım. Bu fırsat kaçar mı?”

“Aslında haklısın, denize çıkarsak bir hafta görüşemeyeceğiz zaten.”

“Ya gördün mü? Ne kadar haklıyım.”

Bütün bu zaman zarfında saatler geçmiş, harika bir mehtap çıkmıştı. Deniz sanki ay ışığıyla yıkanıyordu. Kaptan da Julio İglesias’ın nefis bir cdsini koymuştu laptopuna. Yani doyumsuz saatlerdi bunlar.

Bir süre sonra Tahir Bey, “Hadi kaptan yavaş yavaş gidelim. Tadı damağımızda kaldı ama ilk gün bu kadar yetsin. Yarın işlerimizi halletmeye çalışalım. Zannediyorum 1-2 güne kadar bir Marmara turuna çıkarız” dedi.

“Tamam Tahir Bey. Hazırlıkları siz mi yapacaksınız? Arzu ederseniz siz liste yapın, biz Yavuz’la halledelim.”

“Zahmet etmeyin kaptan. Hanımlar bir liste hazırlasınlar, bizim oradaki büyük marketten alırız her şeyi. Onlar tekneye de getirirler malzemeyi. Ama bizim akıl edemeyeceğimiz şeyler olabilir. Siz de bir liste hazırlayın, yarın eve kadar bırakırsanız hepsini beraber alırız.”

Etrafta bir sürü tekne vardı.

Mehtap o kadar güzeldi ki sanki herkes denize çıkmıştı. Manzara eşsiz olunca zaman da çok çabuk geçti sanki hemen evin önüne geldiler.

“Haydi bakalım. Şimdilik hoşça kalın gençler, yarın listeyi bırakmayı unutmayın. İyi geceler.”

Hepsi vedalaştıktan sonra Gürkan, “Vakit epey oldu. Hepimiz deniz yorgunuyuz. Ben de gideyim” dedi.

“Gelsene Gürkan oğlum. Daha o kadar geç değil. Balkonda birer bardak çay içelim.”

“Yok efendim. Eve gideyim duştu falan derken yatma saati gelir. Yarın görüşürüz. Ekim sen beni ararsın canım.”

“Tamam Gürkan, babamla konuşunca seni ararım. Program yaparız.”

“Güle güle oğlum. Annene, babana selamlarımızı ilet lütfen.”

“Söylerim efendim. Tekrar iyi geceler. Hoşça kalın.”

Gürkan çok haklıydı. Bütün gün temiz hava hepsini etkilemişti aslında. Duşunu alan kendini yatağına attı. Yatmayan bir tek Sevin’di.

Ekim, Gürkan’la konuştuklarının etkisiyle Sevin’in üzerine fazla düşmemek için tekrar “Neler oluyor?” diye sormadı. İyi geceler dileyip usulca arkasını döndü. Böyle hareket etti ama aslında kardeşine üzülüyordu. Tanışalı çok kısa bir zaman olduğu için henüz tam anlamıyla birbirlerini tanımıyorlardı. Gerçi Sevin’in yaptığı birçok şey, Ekim’e ters düşüyordu ama onun yabancı bir ülkede yetiştiğini düşünerek kendince mazeretler uyduruyordu. Böyle düşünerek bir sağa bir sola dönerek uyumaya çalışırken Sevin’in derin nefes alışlarından uyuduğunu anladı. Demek ki fazla da kafasına takmadı diye düşünerek uykuya daldı.

Ekim sabahleyin gözünü açtığında kardeşinin yatakta olmadığını gördü.

Hemen giyinerek salona geçti. Herkesi masanın başında kahvaltı ederken görünce saatine baktı.

“Hay Allah, ben nasıl bu kadar uyumuşum. Herkese günaydın.”

“Günaydın kızım. Hadi sen de çayını al gel. Bak Hacer Hanım krep yaptı. Sen bayılırsın.”

“Tamam anneciğim. Ben krepi seviyorum da o da beni çok seviyor. Bir daha benden ayrılamıyor.”

“Nasıl yani? Ne demek o Ekim?”

“Yani kilo olarak beni bir daha bırakmıyor demek istedim Sevinciğim.”

“Hımm, şimdi anladım. Ama böyle şeyleri anlayamıyorum daha.”

“Kızım ben anlamıyorum ki sen nasıl anlayasın.”

“Aşk olsun Hacer teyze. Babacığım sizin işiniz uzun sürer mi? Ben bu arada bir kuaföre uğrasam.”

“Sen istediğin yere git, işini gör kızım. Biz önce Mümtaz Bey’in yanına sonra ofise gideriz. Haberleşiriz, işin bitince seni aldırırım.”

“Tamam babacığım. Hadi Sevin, beraber gidelim. Manikür falan yaptırırız. Bu arada ister istemez bir sürü dedikodu dinleriz, belki eğleniriz.”

“Ya ben gelmesem.”

“Evde ne yapacaksın. Zaten sonra gelmeyeceksin ama kuaföre beraber gidelim. Fön falan çektiririz, havamız değişir.”

“Tamam tamam, geliyorum. Ama sonra eve gelmek istiyorum.”

Beyler ve kızlar dışarı çıkınca Hacer Hanım üçüne kahve yaptı ve balkona kahvelerini içmeye çıktılar.

Trafik, hafta başının bütün yoğunluğuyla akıyordu. Ama daha sabahın bu saatinde denizde tekneler vardı. Sahilde de gençler denize girmeye başlamışlardı bile.

“Bugün çok sıcak olacak galiba. Baksanıza nasıl pus var denizin üzerinde.”

“Çok haklısın Hacer Hanım. Biraz önce hava durumunda söyledi. Çöl sıcakları gelmiş, sıcaktan kavrulacak İstanbul diyordu. Allah dışarda işi olanlara yardım etsin. Biz evdeyiz hiç sorun yok.”

“Tabii Sermin Hanım. Sıkılırsanız tekneye bile gidebilirsiniz. Herhalde orası daha da serin olur.”

“Çok haklısın. Henüz alışamadık ama.”

Ekim’le Sevin kuaförde, erken gelmenin avantajıyla hemen koltuklara oturdular.

“Ekim, özlemiştik seni ne iyi ettiniz de geldiniz. Hadi sana bir değişiklik yapalım.”

“Yapma ne olur. Bu sıcakta saatlerce uğraşamam vallahi.”

“Aşk olsun Ekimciğim. Sen keyif yapacaksın, ben uğraşacağım. Sana buz gibi kola ikram edelim. Sen onu içerken ben saçlarına altın ışıltıları serpiştireyim. İnan çok güzel olacak.”

“Ne dersin Sevin?”

“Çok güzel olur. Ben de daha çılgınca bir şeyler istiyorum. Bana ne olacak?”

“Yani ne yapılabilir diyor benim kardeşim.”

“Ne kadar çılgın bir düşünceye hazırsınız Sevin Hanım?”

“Tamam Ekim’e altın yaparken benimkine hımmm bakır atın.”

“Yani kırmızı mı?”

“Hayır tam bakır rengi. Ama hepsini mi boyarsam iyi yoksa parça parça mı? Sence Ekim nasıl olsun?”

“Sen ne dersin Engin abi?”

“Aslında benim de ilk defa deneyeceğim bir şey. Tüm kırmızı, yeşil hatta mor boyatan oluyor, kırmızı balyaj attıran oluyor ama bakır rengi bence sizin saç tonunuza harika olacak. Sevin Hanım bana sorarsanız çok ince ama sık balyaj atalım. Çok güzel olacağına eminim. Bunu en iyi Nevzat Bey yapar. Sizi onun usta ellerine bırakalım. Şayet memnun kalmazsanız birkaç gün sonra doğal rengine döneriz.”

“Yok ben öyle kalsın istiyorum.”

İkisi de kuaförün önüne oturdular.

Her zaman olduğu gibi son günlerin en güncel dedikodularının eşliğinde saçları boyanmaya başladı.

“Ekim, bunca yıllık tecrübeme dayanarak söylüyorum ki bir hanımın birdenbire saçlarında bu kadar iddialı bir değişiklik yapması demek, onun içinde fırtınaların koptuğunun işaretidir. Hayırdır senin kardeşine neler oluyor?”

Ekim hayretle Engin’e baktı. Henüz kendisi bile neler olduğunun farkında değildi ama Engin olayı pat diye dile getirmişti. Yüzündeki şaşkın ifadeye bakan Engin gülmeye başladı.

“O kadar şaşırma be Ekimciğim. Bu da bizim meslek sırrı. Daha doğrusu yılların bize kattığı hüner diyelim. Anladığım kadarıyla on ikiden vurdum.”

“Valla on ikiden mi vurdun bilmiyorum Engin abi. Zira, ben hâlâ meseleyi anlamış bile değilim.

“Bak Ekimciğim. İşler iyi giderse senin kardeşin buraya eski haline dönmeye gelecektir ama işler sarpa sararsa yeniden çılgınca bir fikir uygulayabilir.”

“Anladım. Haydi hayırlısı.”

2 saat sonra kuaförden çıktıklarında ikisi de çok farklı görünüyorlardı. Ekim’in saçları, özellikle güneşte sanki saçlarına bir avuç altın tozu serpilmiş gibi ışıl ışıldı, bir peri kızı gibi olmuştu.

Sevin ise çok çarpıcı, çok güzel ama bir o kadar da şuh ve gizemli bir havaya bürünmüştü. Nevzat Bey gerçek bir şaheser yaratmıştı ama böyle bir görünüm asla Ekim’in tarzı olamazdı.

Eve kadar olan kısacık mesafede bile, bütün bakışları üzerlerine çekmişlerdi.

Hatta bir delikanlı onlara bakarken, kıyıda balık tutan birinin su dolu küçük leğenine basarak onu devirmiş ve adamcağızın tuttuğu balığı ezmişti. Onlar olayın komikliğine gülerken mahcup olan genç çareyi oradan geçen bir taksiye atlayarak kaçmakta bulmuştu.

Eve yaklaştıklarında Ekim, Tahir Bey’e telefon açtı.

“Babacım benim işim bitti. Siz ne zaman isterseniz ben hazırım.”

“Acele etme kızım. Biz Mümtaz Bey de bayağı oyalandık. Benim ofise biraz önce geldik. Biraz işim var. Bir saat sonra sana arabayı göndereyim.”

“Olur babacığım. Ben o zaman hazır olurum.”

Eve girdiklerinde anneleri özellikle Sevin’i görünce çok şaşırdılar.

İlk tepkisini dile getiren de Seher Hanım oldu.

“Aman Allah’ım, kızım kendine ne yaptın böyle? O çılgın kızlara dönmüşsün. Senin böyle bir şey yapacağın aklımın ucundan geçmezdi diyemeyeceğim. O zaman yalan söylemiş olurum ama aklıma geldikçe Allah korusun dediğim bir şeydi.”

“Öyle söyleme Seher, çok güzel olmuş. Evet biraz iddialı ama böyle güzel kızlar iddialı olmayacak da kim olacak?”

“Valla Sabih buna bakalım nasıl tepki gösterecek. Umarım yarın gidip tekrar boyatmak zorunda kalmazsın.”

“Neden anne? Saç benim değil mi? Ben böyle çok beğendim.”

“Ekim senin saçlarını çok beğendim. Sanki güneşte açılmış gibi çok doğal olmuş. Güle güle kullanın.”

“Kızım ben de çok beğendim. Demek sana sarı saç da çok yakışacak. Çok güzel olmuşsun. Doğrusu Gürkan’a hoş bir sürpriz olmuş. Ne zaman gideceksin? Babanla konuştun mu?”

“Evet konuştum, daha bir saat evdeyim.”

“Aç aç gitme. İstersen hafif bir şeyler yiyelim.”

“Doğru söylüyorsun anne ama daha erken, değil mi?”

“Ben güzel bir patates salatası hazırlayayım isterseniz. Hem hafif olur hem de neredeyse yarım saatte hazır olur. Ki o zaman da vakit iyi olur. Ne dersiniz?”

“Çok güzel olur. Dün akşamdan evde kalan sigara börekleri de var, isterseniz onları da ısıtalım. Hafif bir öğün olsun.”

“Anneciğim yemek hazır olana kadar ben Gürkan’ı arayayım. Biliyorsun o da bizimle gelecekti. Bakayım işini ayarlayabildi mi?”

Bütün bu konuşmalar boyunca hiç sesini çıkartmadan dinleyen Sevin balkona çıkıp oturdu.

Kafasının içinden çılgınca fikirler geçiyordu. Kendisini inanılmaz gergin hissediyordu, adeta patlamaya hazırdı. Daha önce hiç böyle çılgın ve ne yapacağını bilemeden çaresiz kaldığını hatırlamıyordu.

Aklından bir an bile gitmeyen Ediz, kendisine adeta bir pislikmiş gibi davranıyordu. Kendisine hayran olan onlarca erkek tanımıştı. Konserlerden sonra aldığı çılgın teklifleri saymıyordu bile. Okulda onunla bir kere çıkabilmek için peşini bırakmayan, okulun en popüler kızlarının gözlerinin içine baktığı, yakışıklı çocukları nasıl terslediğini aklından çıkaramıyordu. ‘Bu Ediz kendisini ne zannediyor?’ diye düşünüyordu ama bir taraftan da daha aklına geldiği anda, kendisini böyle zevkle titreten bir erkeği daha önce tanımadığının da farkındaydı. Dün gece gördüğü rüyayı unutamıyordu.

Rüyasında gördüğü çılgın öpüşmenin hâlâ etkisi altındaydı ve ne olursa olsun Ediz’le öpüşmeli, onun o güçlü kollarının arasında zevkle titremeliydi. Ediz aklına geldiği anda bile böyle duygular hissedebiliyorsa yaşanacakları hayâl bile edemiyordu.

Ekim gittikten sonra annesini ve Sermin anneyi tekneye gitmek için ikna etmeyi kafasına koymuştu. Ona bu yeni hâlini göstermek istiyordu. Daha kuaförde saçları bittiği anda aynadaki aksinin ne kadar çılgın ve davetkâr göründüğünü fark etmişti. Bu tam da istediği şeydi. Ediz’i çıldırtmak istiyordu.

Ekim, Gürkan’ı aradığında, Onun henüz bir toplantıda olduğunu öğrendi.

‘İnşallah toplantısı çabuk biter de beraber gideriz’ diye düşündü. Üstünü değiştirip daha derli toplu bir şeyler giydi üzerine. Ne de olsa ciddi bir şeyler yapacaktı. Hayatında ilk defa kendisine ait bir şey satın alacaktı.

Giyindiği süre boyunca Engin’in söylediklerini düşünmeye devam etti. Seher annenin söylediği kadar çılgın bir görünüme sahip olmuştu Sevin. Fazlaca dikkat çekici olmuştu. Çok da seksi görünüyordu. Kendisine bile itiraf etmek istemese de Gürkan’ı ondan kıskanacağını hissediyordu.

‘Deli miyim ben, neler düşünüyorum?’ diye kendi kendine gülümsediği anda telefonu çaldı. Arayan Gürkan’dı.

“Aşkım, beni aramışsın ama toplantıdaydım. Affedersin.”

“Aşk olsun hayatım. İşin bitti mi, benimle gelebilecek misin?”

“Seninle gelmek için bugün ikide olan toplantımı rica edip dokuz buçuğa aldım bi’ tanem, gelmez olur muyum? Ne zaman buluşacağız? İstersen seni gelip ben alabilirim.”

“Babam bir saat kadar sonra beni aldırmak için bir araba gönderecek, sen zahmet etme.”

“Hiç zahmet olmaz. Tahir amcaya telefon et, araba göndermesin, seni ben alırım. Böylece seni daha önce görürüm.”

“Ciddi misin? Bak trafik bayağı yoğun.”

“Olsun. Seninle olmak her şeye değer. Bekle beni, geliyorum.”

“Gürkan çok hafif bir yemek yiyeceğiz. Gelince arabayı park et yukarı çık, beraber yiyelim. Ne dersin?”

“Tamam, bekle beni aşkım.”

“Sana bir de sürprizim var.”

“Bak şimdi. Ben meraktan ölürüm. Neyle ilgili?”

“Tabii ki benimle.”

“Allah, şimdi trafik bana vız gelir. Seni öpüyorum. Hoşça kal sevgilim.”

Ekim kendisi farkında olmasa da yüzünde gülücükler açarak salona geldi.

“Anneciğim, beni Gürkan almaya gelecek. Yemeği de beraber yiyelim diye çağırdım.”

“Kızım çok basit bir şeyler yiyecektik. O zaman ilave yapalım.”

“Hayır anneciğim. Gerek yok. Gürkan çoğunlukla öğlenleri salata yiyor. Bu nedenle çağırdım zaten.”

“Babana haber verdin mi kızım?”

“Aradım, söyledim anne. Ben gidince siz ne yapacaksınız?”

“Bir şey düşünmedik ama Seher sen ne dersin?”

“Evde otururuz. Daha sonra kendimize güzel bir çay demler balkon ve Boğaz sefası yaparız diye düşünüyorum. Haksız mıyım?”

“Çok da güzel olur, ben size bir de kek yaparım. Ben hazırım. İsterseniz masayı kurayım.”

“Hazırla Hacer Hanım ama acele etmeden hazırla, Gürkan gelecek, beraber yiyeceğiz.”

“Aman Sermin Hanım, bir tek salatayla olur mu, ayıp. Yanına ne yapmamı istersiniz?”

“Ekim bir şey istemiyor. Zaten salata yiyormuş öğlenleri Gürkan. Onun için bu yeterli. Sigara böreği de var hem.”

Ekim balkonda oturan kardeşine baktı.

Çok derin düşüncelere dalmış gibi hiçbir konuşmaya katılmıyordu.

“Canım, çok keyifsizsin. Yoksa saçlarını böyle boyattığına pişman mı oldun?”

“Hayır. Ben çok beğendim. Ben Amerika’yı düşünüyorum. Galiba özledim.”

“Bizden bıktın mı yani?”

“Hayır öyle değil. Sen de biliyorsun.”

“Ne oldu, hani sen yaz sonuna kadar bizimle kalacaktın? Sakın konseri bahane etme. Konsere daha çok var.”

“Bilmiyorum. Ne yapmak istediğimi tam bilmiyorum.”

“Ben galiba senin kafandan geçenleri tahmin edebiliyorum.”

“Nasılmış peki?”

“Sen kaptana takıldın gibi geliyor.”

“Yok değil ama artık Tarık’ı istemiyorum.”

“İnanmıyorum. Ne oldu peki? Hani onu çok beğenmiş, sevmiştin?”

“Öyle zannettim ama öyle değil.”

“Ne oldu, aranızda bir şey mi geçti?”

“O dün akşam tekneye gelmek istemedi. Eski arkadaşı ile bara gitti.”

“Hangi eski arkadaşı ile. Kız mı?”

“Bilmiyorum ama sonra tekrar aradım, telefonu kapalıydı. Ulaşamadım ona. Ben de ‘Artık beni arama’ diye mesaj attım. Zaten Amerika’ya gelmekten de vazgeçti.”

“Ama kesin geleceği belli değildi ki. Sen buna nasıl kızarsın? Neticede bayağı ciddi bir karar. Belki de ailesi karşı çıkmıştır.”

“Ama o zaman biz nasıl sevgili oluruz ki?”

“Ya tabii sen bilirsin de. Bir süre telefonla, netten falan idare ederdiniz sonra tekrar düşünürdünüz.”

“Ama bak, saat kaç oldu, mesajıma cevap bile vermedi.”

“Onda haklısın ama belki de şoku atlatmaya çalışıyordur.”

O sırada Sevin’in telefonu çaldı. Sevin telefonu eline alıp arayanı Ekim’e gösterdi. Tarık arıyordu. İsteksizce telefonu açtı. Ekim gitmek üzere ayağa kalktı ama Sevin kolundan tutarak onu durdurdu.

“Merhaba. İyiyim. Teşekkür ederim.”

“…”

“Tarık, annemlerle birlikte Amerika’ya dönmeye karar verdim. En iyisi biz biraz düşünelim.”

“…”

“Tabii ki kızarım. Sen bana gelmiyorsun, başkalarıyla gidiyor ve telefonu kapatıyorsun. Mesaj attım ama geri dönmedin bile.”

“…”

“Kim olursa olsun. Beni neden aramıyorsun, telefonun niye kapalı, anlamadım.”

“…”

“Tarık, benim düşünmeye ihtiyacım var. Biz tekneyle geziye çıkıyoruz, sonra da gideceğiz. Seninle daha sonra haberleşiriz. Şimdi zamana ihtiyacım var.”

“…”

“Hayır. Konuşmak istemiyorum. Şimdi değil.”

“…”

“Ararım. Bye.”

Ekim hayretle kardeşini inceliyordu.

Daha düne kadar adını ağzından düşürmediği adamı bir anda silip atmıştı.

“Ne oldu? Ne diyor?”

“Uzun zamandır görüşmediği arkadaşları ile birlikteymiş, arayamamış. Telefonla da konuşmak çok zormuş, onun için kapatmış. Off. Boş ver. Ben sıkıldım.”

“Sen bilirsin canım.”

O sırada caddeden bir korna sesi geldi. Ekim uzanıp aşağı baktığında Gürkan’ı gördü ama park edecek yer yoktu. Bu nedenle araba uzaklaşıp gitti. Herhalde ilk bulduğu yere park edip geri gelecekti.

“Ben içeri giriyorum. Masa hazırlanıyordu. Daha hazır değilse yardım edeyim de işimiz çabuk bitsin.”

“Tamam sen git, ben de geliyorum.”

Masa tam hazırlanmıştı ki Gürkan geldi.

“Hoş geldin canım. Çok uzağa mı park ettin?”

“Evet Ekimciğim, ta ilerdeki marketin oraya park ettim. Aslında o da şans eseri oldu. Araba oraya mal vermeye gelmiş, o gidince ben yerine park ettim. Valla kafama koymuştum, eğer park yeri bulamasam seni arayacaktım.”

“Hemen aşağı in gidelim, diye, değil mi?”

“Aynen öyle. Ne kadar zor buralarda yer bulmak.”

“Babam o yüzden çoğu kez şoförle geliyor, adamcağız arabayı alıp geri gidiyor.”

“Peki sen ne yapacaksın Ekim?”

“Vallahi ben de aynı şeyi düşünüyorum şimdi. Okul zamanı sorun değil. Günün belli saatlerinde yine yer bulunuyor diyecektim, diyecektim ama bak sen bu saatte bile yer bulamadın. Artık biraz şansına kalmış olacak galiba. Ama dediğim gibi okul çıkışları nispeten daha rahat olur. Şşten geldiğimdeyse ben de senin gibi yer aramak durumunda kalacağım demek oluyor, şekilde görüldüğü üzere.”

“Bak kızdırmayın beni Ekim’in geliş saatlerinde aşağı inip park yeri tutarım onun için. Benim kızımı kimse üzemez.”

“İşte bu kadar. Yaşa Hacer teyze. Sen olduktan sonra bana karada ölüm yok.”

“Ekimciğim hemen yiyelim ve çıkalım. Yollar hayli kalabalık. Yine birilerinin düğünü varmış, yollar Beşiktaş’tan itibaren tıkalı. Bu saatte, hazırlıklarla ilgili yollar böyleyse, akşamı düşünmek bile istemiyorum.”

“Gürkancığım, seninle işimiz bitince ben babamlarla dönerim sen tekrar aynı trafiği 2 kere yaşamak zorunda kalmazsın.”

“Sorun o değil canım. Aynı sorunu siz gelirken de yaşayacaksınız. Bir dakika, sana bakayım. Sen ne yaptın? Saçların çok daha açık renk duruyor ama baktığımda senin saç rengini de görebiliyorum. Demek ki sen saçına balyaj attırdın.”

“İnanmıyorum, sen bunu nereden biliyorsun? Pes vallahi.”

“Aşk olsun Ekim. Benim de annem var. Ayrıca ofisteki bayanlardan bu konularla ilgili birçok söyleşi kulağımıza çalınıyor. Ayrıca bilirsin her konuya merakım vardır.”

“Vallahi helal olsun oğlum sana. Ekim’in saçındaki değişikliği hemen fark ettin bravo. Bunu benim diyen hanımlar fark edemez.”

Onlar hararetli bir şekilde bunları konuşurlarken balkondan içeri Sevin girdi.

“Merhaba Gürkan, hoş geldin.”

Gürkan cevap vermek için arkasını döndü ve adeta çarpılmış gibi şaşırdı. Gözlerine inanamıyordu.

“Bu sen misin Sevin? Ne yaptın böyle kendine?”

“Çok mu kötü olmuş enişte?”

“Hayır da sen sokaklarda pek rahat yürüyemezsin gibi geliyor bana.”

Ekim, Gürkan’ın tepkisinden ne anlam çıkaracağını bilmeden ikisine hayretle bakıyordu.

“Ne demek istedin Gürkan?”

“Sevinciğim tabii ki çok güzel olmuş ama bir o kadar da dikkat çekici olmuşsun demek istedim. Pardon, çok şaşırdım da kusura bakma. İkinizde çok güzel olmuşsunuz. Güle güle kullanın.”

Ekim masaya geçerken Gürkan’ın yüzündeki ifadeyi anlamaya çalışıyordu ama bir türlü çözemiyordu. Neyse diye düşündü, nasıl olsa giderken konuşuruz.

“Gelin çocuklar, her şey hazır. Bakın, Gürkan seviyor diye Hacer Hanım acele patlıcan ve patates kızartmış.

“Harikasın Hacer teyze. Zahmet olmuş ama sevinmediğimi söyleyemem. Ellerinize sağlık.”

Sevin yemek boyunca sessizliğini korudu. Tam masadan kalkmak üzereydiler ki, “Gürkan, çok davetkar bir havam olmuş, değil mi?”

Sevin’in bu sözleriyle ortalık bir anda buz gibi oldu. Başta Seher Hanım olmak üzere herkes hayretle Sevin’e bakıyordu, “Sevinciğim ona öyle demezler. Çok çekici olduğun kesin.”

“Sana sormadım Ekim. Ben bir erkeğin görüşünü almak istedim.”

Gürkan masadan kalkarken başını hafif öne eğerek yüzünü saklamaya çalışsa da Ekim onun kızardığını ve sinirlendiğini anlayabiliyordu. Yine de sakin bir yüz ifadesiyle başını kaldırarak, “Yoo Ekim çok doğru söylüyor. Ben de aynı şekilde ifade ederdim. Güle güle kullanın. Siz bayanlar böyle diyorsunuz, değil mi?”

Ve Sevin’in tekrar bir şey söylemesine meydan bırakmadan, “Hadi Ekim, geç kalırsak Tahir amcayla Sabih amcaya ayıp olur” dedi.

“Hazırım Gürkan. Çantamı alıp geliyorum.”

Alel acele evden ayrıldılar ve Gürkan’ın arabasını park ettiği yere kadar hiç konuşmadan hızlı hızlı yürüdüler.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan