Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 2

8 Kasım 2021

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
“Selam aşkım. Nasılsın? Bugün konuşamadık.”

“Tabii sabahleyin gelip alınca bütün gün aklına gelmiyorum. Geçen gün geldiğinde de tam gün aramadın beni.”

“Aşk olsun Ekim. O gün şehir dışına çıktım biliyorsun ama bugün ne söylesen haklısın.”

“Şaka yaptım aşkım. Bugün ben de çok yoğundum. Sen artık bu şirkette yerini bayağı sağlamlaştırdın galiba. Sana çok güveniyorlar ki bu kadar sorumluluk veriyorlar.”

“Şimdilik öyle görünüyor. Ama zaman ne gösterir bilinmez.”

“Canım şimdi annemler seslenirler. Yemek neredeyse hazırdı. Ben sana bir şey söylemek istiyorum. Yarın ben ofisten çıkınca, her zaman buluştuğumuz kafede buluşalım. Seninle konuşmak istediğim bir konu var.”

“Neden yarını bekliyorsun, gelip seni alayım. Bir yerde oturur konuşuruz.”

“Hayır bi’ tanem. Hafif başım ağrıyor. Trafiği hiç çekemem. Bunu sana şimdiden söylüyorum ki bir problem çıkmasın. Bana bir saat ayırman lazım.”

“Korkutma beni Ekim. Bu kadar ciddi mi?”

Ekim gayriihtiyari büründüğü bu ciddi havadan hemen espri yaparak kurtulmaya çalıştı.

“Ne yapalım; insanın sevgilisi bu kadar yoğun olunca, programı önceden belirlemek gerekir, diye düşündüm.”

“Sen dalganı geç bakalım. Seni de göreceğiz.”

“Tamam aşkım. O zaman yarın akşam iş çıkışı buluşuyoruz.”

“Öptüm canım. Hoşça kal.”

Allahtan hemen baş ağrısını bahane etmişti. Nasıl derdi, seninle konuşmak için biraz daha hazırlanıp cesaret toplamam lazım, diye.

Annesi merakla bekliyordu.

“Yok bir şey anne. Yarın akşam iş çıkışı buluşacağız. Ben geç kalırsam merak etmeyin.”

Yemeklerini balkonda yediler. Akşam o kadar güzeldi ki… Arnavutköy’de oturuyorlardı. Denizle aralarında bir cadde vardı sadece. Ne bir film ne de herhangi bir televizyon programı için feda edilemeyecek kadar eşsizdi manzara. Her biri kendi iç aleminde, sessizce oturdular uzun bir süre.

“Ben yatıyorum. Kendimi yarına hazırlamalıyım.”

“Korkman için bir sebep yok ki güzel kızım. Neticede sen yine Gürkan’ın sevdiği kızsın. Değişen bir şey yok ki.”

“Evet öyle, öyle gibi ama!”

“Hadi iyi uykular. Güzel şeyler düşün, güzel rüyalar gör.”

Ertesi gün uyandığında, günün sıkıntısını ta içinde hissetti Ekim. Bugün nasıl geçecek, akşamı nasıl bekleyecekti.

“Kahvaltı hazır kızım, geç otur.”

“Hiçbir şey istemiyorum Hacer teyze. Sen zaten son zamanlarda beni besiye çektin, fark etmedim zannetme.”

“Senin döktüğün gözyaşlarıyla, çektiğin stres, sana kilo falan aldırmaz merak etme sen.”

Bu kadın, sessizce ortalıkta dolaşıp, hiçbir şeyle ilgilenmez, hiçbir şeyi duymaz gibi görünürken, nasıl oluyor da her şeyi bilip, görüp, her derde çare olmaya çalışıyor, diye düşündü Ekim.

Masadakilerin hiçbiri yemek için cazip gelmiyordu. Mutfağa geçip dolaptan meyve suyu alarak bir bardağa koydu, içti. O sırada annesi sevgiyle yaklaşıp, omzunu okşadı.

“Kendini bu kadar harap etme. Göreceksin her şey çok güzel olacak.”

“Annem, canım benim, dua et her şey yolunda gitsin.”

“Dualarımız her zaman seninle. Bizi aramayı ihmal etme.”

“Etmem ama hemen eve geleceğim zaten.”

Allahtan o gün ofis çok yoğundu ve Ekim hiç anlayamadan günü bitirdi.

Gürkan’la buluştukları kafe, ofise çok yakındı.

Gürkan’a buluşmadan önce en az yarım saate ihtiyacı vardı. Bir dergi alarak erkenden kafeye girdi. Arka bahçede, nispeten sakin olan bir masaya geçip oturdu. Kendisine bir bitki çayı söyleyip dergiyi boş gözlerle karıştırmaya başladı. Birden Tamer amcanın oğlunun resmini gördü. Yanında yine, her gün medyada bir başka rezaletini gördükleri Ezgi vardı. Kızın üstünde içini olduğu gibi gözler önüne seren transparan bir kıyafet vardı ve Tarık, kızın görünen orasını burasını örtmek için ceketini çıkartmış, kızı örterek gazetecilerin görüntü almasını engellemeye çalışırken çekilmişti fotoğraf. Altına da “Sen niye engel oluyorsun ki?.. O hayatından memnun, istemiyorsan sen bakma” yazmışlardı.

İnci teyze yine kahrolacak diye düşündü. Tarık çok iyi bir reklamcıydı. Tahsilini Güzel Sanatlar’da tamamlamış ve yaz tatillerinde eğlence amaçlı, büyük bir reklam ajansında çalışmaya başlamıştı. Ama şimdi bayağı aranan bir isim olmuştu. Daha bu yaşta, çektiği birçok reklamla ödüller almış, çalıştığı ajansın vazgeçilmezi olmuştu. Zaten Ezgi’yle de böyle bir çekim sırasında tanışmıştı.

Ekim kafasını dergiden kaldırdığı anda içeri giren Gürkan’ı gördü. Elinde en sevdiği çiçek olduğunu bildiği bir tane beyaz gül vardı. Hâlâ, her karşılaştığı an heyecanla atıyordu kalbi. Bu duyguda çok hoşuna gidiyordu. Adeta ayakları yerden kesilir gibi oluyordu.

“Canım merhaba. Bu, ne kadar saklamaya çalışsan da bu akşam benimle yapacağın konuşmanın heyecanını atabilmen için.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Senin doğum gününden beri bir problemin olduğunu anlıyorum ama senin anlatmanı istedim ve nihayet o günün geldiğini tahmin ediyorum.”

“Gürkan, sen nasıl bir adamsın… Benim nefes alışımdan bazı şeyleri anladığını, hissettiğini biliyorum ama bu kadarı pes.”

“Ben seni çok seviyorum, bana göre bu çok doğal. Ama problemin ne olursa olsun, beraberce halledebileceğimize inancım sonsuz. Hiçbir şey bu gerçeği değiştiremez.”

Ekim hayretle sevdiği adama bakıyordu. Sanki birileri bir şeyler anlatmıştı Gürkan’a. Tabii bu mümkün değildi ama.

“Lütfen sus. Beni daha çok heyecanlandırıyorsun.”

“Tamam önce bir şeyler söyleyelim. Ne içersin?”

İçecekleri geldiğinde Ekim önce derin bir nefes aldı, sonra da içeceğinden koca bir yudum.

“Ben 12 yaşındayken bana anlatılan bir hikayeyle başlayacağım” deyip bütün hikayesini nefes bile almadan anlattı Ekim. Gürkan, sevgilisinden bakışlarını bir an bile ayırmadan pür dikkat dinledi. Hiç sözünü kesmedi. Ekim’in heyecanlanıp, duygusallaştığı anlarda döktüğü gözyaşlarını kendi elleriyle kuruladı. Dakikalar sonra Ekim bitkin hâlde sustu. Bu hikâyenin ilk ve acıklı kısmı idi daha sonra ikizinin bulunmasını ve tanışmalarını anlattı, en sonda Amerika’ya onu görmeye gideceklerini söyledi.

“Hah tam da burası beni ilgilendiren kısmı.”

“Nasıl yani?”

“Bu demektir ki bir süre de olsa sevgilimi göremeyeceğim. Neyse esas mevzuya gelelim. Tamam bi’ tanem. Acıklı başlayan ama sonra çok güzel biten bir öyküydü bu. Senin bana bunu anlatmakta bu kadar zorlanmanı anlayamadım. Neticede sen yine sensin. Benim için ne değişir ki… Ben seni olduğun gibi sevdim. Senin kimin kızı olduğun, benim için önemli değil. Seni tanıdıktan sonra senin annen baban olduğu için sevdim aileni. Beni anlıyor musun? Önce aileni tanıyıp seni onların kızı olduğun için sevmedim ki.

“Ama ailen bu konuda ne düşünür? Annenin bu konulara ne kadar önem verdiğini biliyorsun. O geçmişi ile her zaman iftihar ediyor.”

“O, onun sorunu. Seninle ilgili bir şey olursa beni karşılarında bulurlar.”

“Hayır ben asla böyle bir şeye dayanamam. Senin ailenle arana girmem. Sakın böyle bir şey düşünme bile.”

“Benim senden vazgeçmemi mi tercih edersin? Nasıl böyle düşünebilirsin?”

“Şimdi eve gitmek istiyorum. İlk fırsatta bunu ailene anlatmanı istiyorum. Mümkünse bugün.”

“Tamam o hâlde, ben seni bırakıp hemen eve dönerim. Bildiğim kadarı ile ikisi de evdedir bu saatte.”

Yoğun akşam trafiğinde Gürkan, Ekim’i eve bırakıp geri döndü.

Ekim’e karşı bir şey belli etmemişti ama kendisi de annesinin bu konudaki fikirlerinden endişe ediyordu. Kafası o kadar karışmıştı ki Akaretler’e nasıl geldiğini fark etmedi bile. Valideçeşme’ye doğru tırmanmaya başladı. Binanın oto parkına girdiğinde annesinin arabasının olmadığını görüp rahatladı. Annesi gelmeden babasıyla konuşup babasından kendisine destek olmasını isteyebilirdi.

Nedim Bey, her zamanki gibi günlük gazeteleri alıp çalışma odasına çekilmişti. Eskiden olduğu gibi her gün gazeteye gitmiyordu. Köşe yazıları yazdığı birkaç gazeteye, hazırladığı metinleri internetten gönderiyor, dolayısı ile çok daha özgür yaşıyordu. Çok popüler biri olduğu için birçok konferansa katılır, devamlı okullardan davet alırdı. Ama en sevdiği saatler de bu gazetelerini, dergilerini alıp çalışma odasına çekildiği saatlerdi ve genelde bu sırada rahatsız edilmekten pek hoşlanmazdı.

“Merhaba baba, gelebilir miyim?”

“Tabii ki oğlum. Davet mi bekliyorsun?”

“Sen burada rahatsız edilmekten pek hoşlanmazsın.”

“Oğlum, o sen küçükken, her zaman soracak bir sürü sorun olduğun zamanlar içindi. Şimdiyse senin arkadaşlığından ancak zevk alabilirim.”

“Ama bu akşam sana anlatacaklarımı dinlemeni istiyorum baba.”

“Hayırdır oğlum, heyecanını hissedebiliyorum. Bir problem olmadığını umarım.”

“Korkma baba. Bir problem yok ama bilmeniz gereken ve benim de yeni öğrendiğim bir durum var. Bu konuyu önce seninle konuşmak istedim.”

Ve Ekim’in hayat hikayesini bütün detayı ile babasına anlattı Gürkan. Babasının yüzünde inanılmaz bir hoşgörü ve duygusallık vardı. Oğlunun sözünü kesmeden sonuna kadar dinledi.

“Canım ya… Ne kadar hazin bir hikâye. Ve bu hikâye bizim cici kızımız Ekim’in öyküsü. O nasıl?”

“O iyi baba ama?”

“Hayrola bir terslik mi var?”

“Hayır baba. Terslik orada değil bizde. Annemden çok çekiniyor. Söylediklerini düşündükçe ben de çok tedirgin oldum. Biliyorsun annem her zaman Osmanlı hanedanına kadar giden geçmişi ile gurur duyup bunu büyük bir övünçle anlatır. Şimdi Ekim’in ailesinin bile gerçek olmaması karşısında göstereceği tepkiden çok huzursuzum. Lütfen annemi sen yatıştır baba. İyi ki annem gelmemiş, önce seninle konuşmam çok iyi oldu.”

“Ama hiç de öyle değil oğlum. Ben buradayım ve hepsini dinledim.”

Gürkan hayretle arka tarafta, loşta kalan kanepede uzanmış annesine baktı.

“Ama anne araban yoktu.”

“Evet çünkü bakıma götürdü şoför. Gelelim anlattıklarına. Sen hemen, Ekim’le görüştüğümüz ilk anda, benden özür dileyeceksiniz, beni bu kadar yanlış ve de kötü anladığınız için. Evet ben geçmişimle gurur duyuyorum ama unutma, sen de bu geçmişi çocuklarınla devam ettireceksin ve ben size bunu anlatmak için söylüyordum o sözleri. Ekim’e gelince, o ailesi belli bir çocuk. Kaldı ki çalıştığımız derneklerde kimin çocuğu olduğu bile belli olmayan öyle çocuklarla tanışıyorum ki o yavruların bunda ne suçu olabilir ki… Onların da kendilerine tanınacak imkânlardan istifade etmeye hakları var. Benim bu kadar duyarsız olabileceğime nasıl inanırsınız. Ama Ekim adına çok üzüldüm. O hassas ve duygulu kızın başına gelenlere bakar mısınız? Allahtan çok iyi bir aileye evlat olmuş. Ne kadar iyi yetiştirmişler kızlarını. Ekim her zaman son derece saygılı ve zeki bir kız izlenimi bırakmıştır bende. Birde tabii çok güzel bir kız olduğunu inkâr edemeyiz. En kısa zamanda bir araya gelelim de Ekim’e kendimi daha iyi anlatabileyim. Ben onu çok beğeniyor ve seviyorum. Galiba gelinimiz olacağı fikrine de alışmamız gerekiyor.”

“Çok tatlısın anne. Bunları duyunca Ekim çok sevinecek.”

“Baba, sen ne diyorsun, bütün bu konuştuklarımıza?”

“Ben Ekim’e ilk andan beri gelinimiz gözüyle bakıyorum zaten. Hele onun ciddi ciddi hukuk okuması, beni çok olumlu etkiledi. Yüz güzelliğinin yanında, çok azimli ve çalışkan bir kız olduğunu düşünüyorum. Ve inanıyorum ki bize çok uygun bir gelin olacak. Ve sanırım şu anda merakla senden telefon bekliyor. İstersen daha fazla merakta bırakma.”

“Çok haklısın baba. Ben gittim bile.”

Odasına gidip hemen Ekim’i aradı ve detaylı bir şekilde tüm konuşmalarını anlattı.

Ekim hüngür hüngür ağlıyordu. Gürkan’la tanıştığı ilk günden beri, daha ilişkileri aşka dönüşmeden önce bile, açılmak, anlatmak istediği bu gerçek, nihayet sır olmaktan çıkmıştı.

“Gürkan, sen sadece birkaç saatte öğrendiklerini ailene anlatarak rahatladın, hâlbuki ben ne kadar uzun süredir bu üzüntüyle yaşadım. İnanmıyorum. Annenin yüzüne nasıl bakacağım, çok utanıyorum.”

“Aslında bu durumda senin bir suçun yok ki… Sen annemin konuşmalarını bana hatırlatınca ben de aynı şeyi düşündüm. Ve sana belli etmesem de korkmadım dersem yalan olur.”

“Gürkan sen çok harika bir adamsın. Sana anlattığım andan beri beni yatıştırdın. Seni çok seviyorum. Sen çok anlayışlısın. Hiç hayâl edemeyeceğim kadar iyiydin bana karşı. Şimdi senden izin istemem lazım. Annemler meraktan ölüyorlar.”

“Anlıyorum aşkım. Tamam. Sen git onlara da anlat, rahatlasınlar. Bu arada arzu edersen seninle Amerika’ya gelebilirim.”

“Yok hayır. Biz duygusal anlar yaşayıp, salya sümük ağlaşırken senin tarafından görülmek istemem. Ama bu teklifin için çok teşekkür ederim.”

“Tamam o zaman. En kısa zamanda baldızla tanışmak dileğiyle, sevgilerimi iletebilirsin.”

“Zaten o da seni çok merak ediyor. Senden bahsederken devamlı enişte diyordu, zor vazgeçirdim.”

-Aman aman. Sakın ha. Hadi sevgilim. Şimdilik hoşça kal.”

“Yarın görüşürüz. Hoşça kal.”

Annesi babası balkonda, meraklı ama sakin olmaya çalıştıkları her hâllerinden belli olan bakışlarla karşıladılar Ekim’i.

“Tamam artık üzülmeyin. Her şey yolunda. Gürkan’ın annesi babası durumu büyük bir olgunlukla karşılamışlar. Aslında beni görmek istiyorlarmış, tüm öğrendiklerini benimle paylaşmak için. Benim adıma çok duygulanmışlar. Ama Amerika’dan sonra onlarla görüşsem belki daha iyi olacak. Önce kardeşimi tanımak istiyorum.”

“Hadi o zaman, bu haberin şerefine bize birer kahve yaparsan hep beraber içeriz, değil mi Serminciğim.”

Kapının yanında haberleri dinlemekte olan Hacer Hanım hemen atıldı; “Sen otur kızım, ben yaparım kahveleri.”

“Hayır Hacer teyze, sen de otur. Bu akşam bütün kahveler benden. Hatta ne isterseniz yaparım.”

“Yok kızım. Biz birer fincan kahveye fitiz.”

Kahveleri yapmayı Hacer Hanım’a bırakmak zorunda kaldı Ekim.

Çünkü merakla bekleyen biri daha vardı. Sevin arıyordu. Laptopunu alıp, balkona geldi Ekim. Ve bu sefer de olayları Sevin’e anlattı.

“Oh be. Gürkan esaslı adammış. Ben Gürkan’ı sana aldım gitti.”

“Sevinciğim, maalesef burada öyle demiyorlar. Burada daha çok erkekler egemen olduğu için, ‘Seni Gürkan’a verdim gitti’ diyeceksin.”

“Nasıl yani?”

“Boş ver Sevinciğim.” Bunu söyleyen Tahir Bey’di.

“Sen annene babana sor bakalım, İstanbul’dan istedikleri bir şeyler var mı? Artık gelişimize 2 gün kaldı. Belki Türkiye’den özledikleri bir şeyler vardır.”

“Tamam Tahir baba, ben sorar Ekim’e söylerim. Sizleri bekliyoruz. Şimdiden çok heyecanlanıyorum.”

Ekim bir taraftan kahvesini içiyor, bir taraftan da Sevin’e laf yetiştiriyordu ki Sevin’in yanına annesi geldi. Sevin, Tahir Bey’in söylediklerini kendisine iletince Seher Hanım;

“Evet, çok komik bir şey isteyeceğim. Biz çok eskiden İstanbul’a geldiğimizde Boğaz’a gezmeye gitmiştik. Orada yuvarlak kâğıt gibi ama içinde şekeri olan bir şeyler yedik, hatta yanında dondurma da yediğimizi hatırlıyorum. Çok hoş bir tadı vardı ve ben onu daha sonra Antalya’ya geldiğimde aradım ama bulamadım. Siz Boğaz’da oturduğunuza göre belki ondan alabilirsiniz. Çok hoş ve çok eğlenceli olur. Amerikan dondurmasıyla yeriz burada. Tabii mümkünse.”

“Tabii mümkün. Doğru, o Boğaz’da her zaman vardır ve adı da kâğıt helvadır. Merak etmeyin getiririz.”

Uzun süre daha sohbet eden Ekim, arada annesiyle babasının kalkıp gittiğini bile fark etmedi. Saate bakıp hayli geç olduğunu görünce vedalaştılar.

Uzun zamandan sonra, inanılmaz bir huzur duyuyordu. Son zamanlarda yaşadığı onca sevince rağmen hep bir yerlerde bir sızı oluyordu içinde. İşte o sızı bu akşam yerini adeta bir sarhoşluğa bıraktı. Çok mutluydu ve saatin kaç olduğuna bakmadan Gürkan’ın sesini duymak isteği ile telefonun tuşuna basmak için parmağını uzattığı anda telefonu çaldı.

Ekim bu inanılmaz ana şaşırarak 1-2 saniye telefona baktı kaldı. Sonra tuşa bastı.

“İnanamıyorum Gürkan, sesini duymak için telefonu elime aldım, sen aradın.”

“Buna ‘kalp kalbe karşı’ diyorlar galiba, değil mi? Ben de bu gece çok rahat uyumanı söylemek için aradım. Bütün akşam senin kulaklarını çınlattık. Ailemin seni bu kadar sevdiğini bilmiyordum inan. Yaşadığın stres dolu günlerinde, keşke her şeyi bilip sana destek olabilseydim. Kim bilir belki ilerde ailen hakkında daha fazla bilgi edinebilirsin. En azından istersen araştırabiliriz.”

“Şimdilik bunu hiç düşünmedim. Bu belki annemi, babamı rencide eder. Bilemiyorum. Belki daha sonra onların da onayını alırsam olabilir.”

“Tabii aşkım. Belki bir yerlerde uzak da olsa akraban olabilir.”

“Hayır zannetmiyorum. Sana da anlattığım gibi bir hala varmış, O da ölünce kimse yoktur herhalde. Zaten bu konu beni pek ilgilendirmiyor. Belki Sevin araştırmak ister. O zaman duruma bakarız.”

“Hadi artık çok geç oldu. Seni seviyorum. İyi geceler meleğim.”

“Ben de seni seviyorum. Sana da iyi geceler.”

Sermin Hanım da o gün fabrikaya gideceği için sabahleyin herkes bir telaşla kahvaltı etti.

İş çıkışı seninle buluşuyoruz, değil mi? Programda bir değişiklik yok.

“Yok kızım. ‘İstersen fabrikaya gel’ diyeceğim ama mağazadan bir şeyler seçmek daha kolay olacağı için seninle Şişli’de buluşup en çok çeşidimizi bulabileceğimiz Maxi Center da buluşalım, diye düşünüyorum. Hem sana daha yakın, hemen ofisten çıkıp 5 dakikada gelirsin. Ben zaten akşam üstü oralarda olacağım. Sence de uygun mu?”

“Tamam annecim. Zaman kazanırız mağazadan alırsak. Hadi ben kaçtım. Siz herhalde beraber gidersiniz.”

“Yok beraber çıkmayacağız. Baban tam ters istikamete gittiği için ayrı gidiyoruz. Beni alacaklar, istersen bekle seni biz bırakalım ama arabada yalnız olmayacağız. Önce, önümüzdeki yılla ilgili düşüncelerimi görüşmek üzere birileriyle görüşeceğiz. Bu nedenle genel müdür arabayla geliyor, yani beni almaya. Daha sonra fabrikaya geçeceğiz.”

“Anladım. Siz şimdi arabada da iş konuşursunuz. Ben her zamanki uzun arabamla giderim.”

“Hay Allah. Koca kız oldun ama otobüslere hâlâ ‘uzun araba’ demekten vazgeçmedin.”

“Haksız mıyım ama baba? Bence ‘uzun araba’ ismi daha uyuyor.”

Hava çok sıcaktı. Ekim şaka yaparak işi gırgıra vuruyordu ama hele sıcaklarda otobüs yolculuğu bayağı zorluyordu insanı. Ehliyetini alınca babasının alacağı VW çok işe yarayacaktı olsa da ‘Acaba bu trafikte nasıl bir sürücü olacağım’ diye düşündü.

Şu meşhur boşanma davası vardı bugün.

O günden sonra ofise defalarca gelip gitmişti yaşlı iş adamı. Hukuk servisinin çalışmaları ile her şey hallolmuş, bütün mallar gerçek sahibinin olmuştu yeniden. Karşılıklı anlaşma neticesinde bugün boşanacaklardı. Firuzan Hanım, arzu ederse bu davaya asistanı olarak katılabileceğini söylediği için, Ekim de adliyeye gidiyordu.

Saat tam 10.00’da mübaşirin seslenmesi ile her iki taraf da duruşmanın yapılacağı salona girdi. Genç kadın, yanında yeni sevgilisiyle, bütün dikkatleri üzerlerinde topladıkları şu son dakikalarda, bütün emellerine kavuşacağı için olsa gerek, mutluluk sarhoşuydu adeta. Sanki boşanma davasına değil de nikah salonuna gelmiş gibi bir hâli vardı.

Duruşma başladı. Şiddetli geçimsizlik neden gösterilince, 2 şahit de bunu onaylayınca, dava çabucak sona erdi. Tarafların ikisi de memnundu durumdan. Hep beraber salondan çıktılar. Yaşlı adam, sabık karısına doğru yürüdü ve ona elini uzattı.

“Her şeye rağmen güzel günlerimiz de oldu. Sana bundan sonraki yaşantında mutluluklar dilerim.”

“Teşekkür ederim. Sen de mutlu ol. Gerçi bana pek adil davrandığın söylenemez ama…”

“Yok. Ben öyle düşünmüyorum. Neticede içinde oturabileceğin bir daire ve kullandığın arabanı sana bıraktım.”

“Evet. Ama benim onları kullanacağımı sanmıyorsun herhalde. Çok kısa bir süre sonra evlenip yurt dışına gideceğiz.”

“Umarım. Hoşça kal. Geliyor musun delikanlı? Baban bizi Kaşıbeyaz’da bekliyor. Ne de olsa uzun zamandır, o güzel yemekleri özlemişsindir.”

“Geliyorum Hulki amca. İzin verirsen, bitirmem gereken küçük bir işim var.”

Genç kadın hayretle bakınıyordu.

Daha düne kadar, birbirlerinden hiç hoşlanmayan ve konuşmak zorunda kaldıklarında son derece resmi konuşan iki adamın arasında neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Hoşça kal aşkım. Üzgünüm ama Londra’ya yalnız dönüyorum. Zira Hulki amca evliliğimize onay vermiyor. Dolayısı ile, eski dostu olan babam da bu ilişkiye karşı. Benim daha fazla yapabileceğim bir şey yok. Üzgünüm. Dilerim bundan sonra daha dikkatli olursun hayatta. İnsan bazen kazdığı kuyuya kendisi düşebiliyor. Seni tanımak güzeldi.”

Etrafta bir sürü gazeteci vardı. Bol bol resimler çekiliyordu ama kimsenin olayın içyüzünü anlaması mümkün değildi. Kadıncağız, şaşkın ve de yıkık bir vaziyette kalakalmıştı. Sonra silkelendi adeta ve dönerek resmini çeken foto muhabirlerine poz verdi.

Ekim hayretle kadına bakıyordu. Olayı o kadar çabuk toparlamıştı ki… Sanki uzun zamandır kurtulmak istediği bir ilişkiden kurtulmuş gibi, etrafına gülücükler dağıtmaya başlamıştı bile.

“Bu kadını yalnız kaldığı zaman görmek isterim şahsen. Bu maske çıkınca, gerçek yüzü nasıl olacak düşünemiyorum.”

“Merak etmeyin, kısa bir süre sonra başka bir Hulki Bey bulur böylesi.”

“Aferin Ekim. Bana böyle gel işte. Doğru söylüyorsun. Ama yediği bu kazığı hayat boyu unutmayacağına eminim.”

“Hak etmediği söylenemez.”

Gün o kadar hızlı geçti ki önündeki dosyayı bitirmeye çalışan Ekim birden annesiyle buluşacağını hatırlayıp yıldırım gibi hızlı hareketlerle işini bitirip, kendini asansöre attı.

Tam annesiyle buluşacağı yere gelmek üzereyken Gürkan aradı.

“Selam canım.”

“Selam, sokaktasın galiba.”

“Evet annemle buluşacağım. Aslında geç bile kaldım. Allahtan sokakta buluşmayacağız. Alışveriş yapacağız. Daha doğrusu hediye alacağız Sevin ve ailesine.”

“Ooo işiniz zor yani. Sonra buluşalım istersen.”

“İşimiz ne zaman biter bilmiyorum. Ama annem ve babam bana söylemeseler de seni görmek, olaylara tepkini birebir görmek istiyorlar. Babam evde yalnız ve birazdan Hacer Hanım balkonda masasını hazırlar. Ve sen de bu partiye katılırsan babamı çok mutlu edersin. Hem Sevin’le de tanışırsınız.

“Oh reddedemeyeceğim bir teklif. Habersiz gitmemde ters bir durum olmasın.”

“Yok olmaz ama yine de ben masayı 2 kişilik hazırlamaları için uyarırım Hacer teyzeyi.”

“O zaman evde görüşmek üzere.”

Koşa koşa mağazaya girdi. Annesi gelmiş, mağaza müdürü ile kahve içiyordu.

“Merhaba. Siz kahve keyfinizi bitirene kadar ben şöyle bir göz atayım.”

“Birazdan ben de gelirim yanına.”

Marka, giyilebilecek günlük giysiler dışında çok iddialı ve çarpıcı modelleri ile de seviliyordu. Yani o markayı giymeye alışık olanlar, gidecekleri her yere ve saate uygun modeller bulabiliyorlardı. Hatta son 2 yıldır, çok özel abiye kreasyonları da harikaydı.

Saatlerce mağazanın altını üstüne getirdiler. Tezgâhın üstünde koca bir dağ oluşmuştu aldıkları.

“Anne, biz galiba amacımızı aştık.”

“Haklısın. O zaman içlerinden vazgeçemeyeceklerini seç. Tabi bir de Seher Hanım’a aldıklarımız kalsın.”

Bir sürü giysiyi geri bıraktıkları hâlde ellerinde birçok poşetle mağazadan çıkıp yandaki erkek mağazasına girerek Sabih Bey’e iki gömlek, tişört ve kravat aldılar. Ellerindeki yükleri biraz daha artmış olarak zorla buldukları taksiye bindiler.

Daha arabadan inmeden balkonda Gürkan’la babasını gören annesi, sevgiyle ve de memnuniyetle gülümseyerek Ekim’e döndü.

“Bak Gürkan gelmiş.”

“Evet anne biliyorum. Bu akşam yemekte misafirimiz var yani.”

“Gürkan misafir değil ki çocuğum. İstediği zaman gelebilir tabii ki.”

Ekim içinden, ‘İyi ki bu akşam Gürkan geldi. Çok iyi oldu’ diye düşündü. Hep beraber konu üzerinde konuşmalarını istiyordu. Hem ikizinin düşüncelerini de çok merak ediyor ve ikisinin tanışmalarını çok istiyordu. Sevin sanki tanışıyorlar gibi, büyük bir ilgiyle bahsediyordu Gürkan’ın adı geçince.

“Aman Tanrım, ne yaptınız böyle? Sen bunları götüreceğine, keşke orada bir mağaza açsaydın. Daha kolay olurdu her şey.”

“Kızdırma onu da yaparım. Hoş geldin oğlum.”

“Hoş bulduk efendim.”

“Merak etme babacım. Neredeyse her kıyafet bir poşette. Yani onlar katlanıp çantaya girince, göründüğü kadar ürkütücü olmayacak vaziyet.”

“Doğru, eğer kızımızın aklına gelen düşünce olmasa daha bunun gibi 2 yığın daha olacaktı elimizde.”

“Ne düşündü ki benim akıllı kızım?”

“Baba son zamanlarda Sevin devamlı bir şekilde, buraları, benim yaşadığım yerleri çok merak ettiğini söylüyor. Sanki dönüşte o da bizimle gelecekmiş gibi bir his var içimde. Onun için, ‘Bir kısmını da gelince kendi zevkine göre kendisi alsın’ dedim.”

“Keşke gelse. Yazın müzik yaptığını söylemişti ama. Kim bilir belki de kısa da olsa bir şeyler ayarlar.”

“Merhaba Gürkancığım, kusura bakma. Hemen konuşmaya daldık. Nasıl, bu saatler, burası çok güzel, değil mi?”

“Ne diyorsun; tek kelime ile harika.”

Bu arada yandaki komşuları, kalabalık bir grupla teknelerine çıkıyorlardı.

Kızlarının doğum gününü denizde kutlayacaklardı. Onlar da davetliydiler ama alışverişin uzun süreceğini düşünerek gelemeyeceklerini söyleyerek özür dilemişlerdi. Şimdi balkonda görünce, yeniden ısrar etmeye başladılar.

“Başka zaman inşallah. Bizi bu akşam hoşgörün. Hem çok yorulduk hem de ailece biz de ufak bir kutlama yapacağız.”

“Tamam o zaman size de iyi eğlenceler.”

“Sizin daha işiniz uzun, bizse hayli perişanız. Siz devam ederken biz duş alıp, üstümüzü değişsek ayıp olur mu babacığım?”

“Siz keyfinize bakın. Biz halimizden memnunuz, değil mi Gürkan?”

“Tabii tabii siz rahatınıza bakın.”

Ekim acele bir duş alıp üstüne rahat bir kıyafet giyip, annesini beklemeden doğru Hacer Hanım’ın yanına mutfağa geçti. Hacer Hanım’ın ‘Gürkan gelecek’ haberini aldıktan sonra yaptığı ilavelerle zengin bir masa hazırladılar.

Seher Hanım da gelince masaya geçtiler. Hem sohbet ediyor hem de yemeklerini yiyorlardı ve tabii kısa bir süre sonra konu Ekim’in olayına geldi.

“Ben izin verirseniz bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum. Bunu Ekim’e de söyledim. Kızınızı Ekim olarak tanıdım ve gerek kişiliğine gerekse hayata bakış açısına hayran oldum önceleri. Onun ne kadar azimli olduğunu görmek hoşuma gidiyordu. Tabii güzelliğini de görmezden gelemiyordum. Siz zaten en başından beri beni tanıyordunuz. Sonra sizi tanıdım. Ve bu kadar mükemmel bir kız yetiştirdiğiniz için size hayran oldum. Bu duygularımı ailemle de paylaştım.”

“Üzme kendini oğlum. Senin nasıl biri olduğunu biz biliyoruz. Zaten Ekim senden çok annenden huzursuz olmuştu ama öğrendiğimiz kadarı ile o da bir yanlış anlama imiş. Siz meseleyi zaten aranızda konuştunuz ve anlaştınız. Ortada bir problem de yok zaten. Biz bu güzel akşamın tadını çıkaralım.”

Yemeklerini yedikten sonra Sevin’i aradılar.

“Heyecandan uyuyamıyorum artık. Bir an önce gelmeniz istiyorum.”

“Yine başladın yanlış konuşmaya.”

“Sen benim Türkçeyi düzeltirsin, ben güzel konuşurum.”

“Yok önceleri öyle düşünüyordum ama böyle öyle tatlısın ki bırakalım sen bildiğin gibi konuş.”

“Ama benim baba, seninle konuşmaya başladım, daha güzel konuşuyorum, diyor.”

“Siz evde hep İngilizce mi konuşuyorsunuz?”

“Senden önce genelde İngilizce konuşurduk. Ancak ben unutmayayım diye bazen Türkçe konuşurduk ama şimdi çok konuşuyoruz.”

“Bak seni kiminle tanıştıracağım.”

“Ben biliyorum. Gürkan. Çok merak ediyorum. Enişte diyeyim mi? Şaka şaka.”

Gürkan Ekim’in yanına geldi ve gayri ihtiyari bir an şaşırdı. Ekranda tıpkı sevdiği kıza benzeyen bir kız görmek, tuhaf geldi bir an.

“Merhaba Gürkan, Sen benden daha şaşkınsın şu anda. Onun için ben selam vereyim. Nasılsın?”

“Merhaba, çok teşekkürler, iyiyim. Seninle tanışmak çok ilginç. Gerçekten tuhaf bir duygu. Sen sanki Ekim’in kopyası gibisin ama kim bilir ne kadar farklı kişiliklere sahipsiniz. Böyle ekranda görmek çok farklı tabii.”

“Haklısın Gürkan. Biz de günlerdir karşılıklı konuştuğumuz halde, yüz yüze gelmenin, dokunmanın çok farklı olacağını konuşuyoruz Sevin’le.”

“Şimdi senin neden hemen Amerika’ya gitmek istediğini daha iyi anladım.”

“Gürkan, düşünsene ben İstanbul’a geldiğimde sen bir tarafına beni, diğer tarafına Ekim’i alıp sokaklara çıktığında neler olacak.”

“Aman tanrım. Kesinlikle yanıma koruma almam gerekir. Böyle 2 muhteşem kızla beraber sokaklarda. Şaka bir yana da herhalde bütün erkekler, benim yerimde olmak isterler.”

“Hey Ekim, enişte çok kafa adam. Sevdim ben onu.”

“Çok şirinsin. Ama enişte lafını unut gitsin.”

“Biliyorum çok hoşlanmıyorsun. Şaka söyledim. Bir daha enişte yok. Hadi ben kapatayım da siz beraber kalın. Tahir Babama, Sermin Anneme sevgiler.”

“Sana bir sürü güzel giysi aldık. Hepsi de annemin ürünlerinden. Dilerim beğenirsin.”

“Çok teşekkür ederim. Kesin beğenirim. Sermin Anne, büyük bir patron galiba değil mi?”

“Kendisi olmadığını söylüyor ama Türkiye’nin her yerinde ‘Sermin’ marka ürünler satılıyor.”

“Ne kadar güzel. Görüşmek üzere, iyi geceler.”

“Sana da iyi geceler kardeşim.”

Salona çıktıklarında, Sermin Hanım’la Tahir Bey kahve içiyorlardı.

“Gürkan sen de içer misin? Ben ikimize kahve yapayım.”

“Ben istemiyorum. Ama sen kahveni yapıp gelirken bana su getirirsen sevinirim.”

“Ben de istemiyorum. Sana suyunu getiriyorum hemen.”

“Sevin çok sıcakkanlı bir kız galiba. Hiç yabancılık çekmeden sohbet edebildik.”

“Evet. İlk günden beri çok samimi. Hani içi dışı bir derler ya öyle bir kız. Ne düşünürse hemen söylüyor.”

“Evet nedense, yabancılar genelde öyle oluyor. Sevin de adeta Amerikalı gibi. Oralarda yetiştiği için o tarzı edinmiş herhalde.”

“Gürkan bilmiyorsun sana daha bunu anlatamadım. Sevin bir müzisyen. Konservatuarda piyano eğitimi alıyor ama yazları çalıştığı bir pop grubu var. Yani konserlere falan gidiyor.”

“Çok ilginç. Bak şimdi, mutlaka genlerinizde olmalı bu. Ben sana söyledim, belki de araştırmak zorunda kalacaksın.”

Bu sözleri söylediği anda bir gaf yaptığını anladı Gürkan ve son derece mahcup bir yüz ifadesiyle Ekim’e baktı.

Ekim merakla annesine babasına baktı.

Onların hiç de bu konuşmadan etkilenmediklerini görünce içi rahatladı. Hemen konuyu başka yere götürmek telaşı ile, “Gürkan sen alkol aldın. Arabanı burada bırakıp taksiyle gidersin artık” dedi.

“Heyecanlanma kızım. Gürkan haklı, kardeşinle bir araya gelince konuşur karar verirsiniz. Eğer isterseniz, ailenizin kimler olduğunu, yakınlarınız var mı ya da geçmişleri nedir araştırırız.”

“Bana biraz korkarım gibi geliyor. Neticede şimdi onlar yoklar ve benim dünyam değişmedi. Her şey aynı. Ama birileri çıkarsa ve ben onlarla görüşmek zorunda kalırsam. Bilmiyorum, pek cazip gelmiyor doğrusu.”

“Neyse bunu Sevin’le uzun uzun konuşursunuz.”

“Bu konuda babamın imkanlarından da yararlanabiliriz. Ama önce siz karar verin.”

“Gelelim deminki konuya; çok az alkol aldım ve epey saat geçti ama sen tedirgin olma diye arabayı bırakayım istersen. Sabah gelip seni de alırım.”

“Oğlum biz akşam üstü içtik. Sen zaten 2 kadeh bir şey içtin. Sen arabanı al git. Aradan çok uzun zaman geçti. Sabahleyin de Ekim’i ben götüreceğim. Mümtaz Bey’i ziyarete gideceğim.”

“O hâlde ben artık izninizi rica edeyim.”

“Oğlum ne zaman bu eşsiz manzarada oturmak istersen, bekleriz.”

“Estağfurullah efendim. Öncelikle sizinle sohbet çok güzeldi. Dilerim en kısa zamanda tekrarlarız. İyi geceler.”

Ekim sevgilisini arabasına kadar geçirdi. Saat epey ilerlemesine rağmen trafik aynen devam ediyordu. Yukarı çıkıp, balkona çıktı.

“Çok güzel bir akşamdı ama çok uykum geldi. Ben yatıyorum size iyi geceler.”

“İyi uykular kızım.”

Ekim yatağına uzandı. Gürkan’ın söylediklerini düşündü. Galiba daha fazla şey öğrenmek istemiyorum diye düşünürken uykunun koynuna yuvarlanıp gitti.

Sabahleyin mis gibi kokularla gözünü açtı Ekim.

Bugün son iş günüydü. Hatta erken çıkacağı için yarım gün bile diyebilirdi. Hep beraber kahvaltılarını ettiler ve baba kız evden çıktılar. Annesi de işe gidecekti bugün. 15 gün olmayacakları için, gereken düzenlemeleri yapması gerekiyordu.

Yol boyunca sohbet ederek Şişli’ye geldiler. Otoparka arabalarını park edip asansörle ofisin olduğu kata çıktılar. Mümtaz Bey de anlaşılan yeni gelmiş, elinde çantası ile bir beyle konuşuyordu. Gelenleri görünce hemen elini uzattı ve iki eski dost Mümtaz Bey’in odasına geçtiler.

“Kusura bakma Mümtazcığım. Aramadan geldim ama işinin olabileceğini, görüşemeyebileceğimizi göze alarak geldim. Şayet bir işin varsa, başka zaman uğrarım. Benim ki sadece bir dost ziyareti.”

“Aşk olsun Tahirciğim. Ne demek, eski dostlara da zaman ayıramayacaksak vay hâlimize. Nasılsın?”

“Ben iyiyim. Senin haberlerini de kızımdan alıyorum. Ben çok teşekkür ederim. Dilerim Ekim’in 15 gün izin yapması sorun yaratmaz.”

“Hayır canım, merak etme. Onun asistanlığını yaptığı Firuzan Hanım, Ekim’i çok seviyor. Hiç sorun olmadı, merak etme.”

“Sana anlatmak istediğim bir şey olduğu için uğradım esasen. Çünkü senin bunu bilmen gerekir diye düşündüm.”

Ve Tahir Bey, Mümtaz Bey’e bilmesi gerektiği kadarı ile olayı anlattı.

“Aman Allah bu film gibi bir şey yahu. Ekim bu kadar olayları yaşarken hiçbir şey belli etmedi. Ne kadar yürekli bir kızmış. Aferin ona. Yani şimdi siz Amerika’ya Ekim’in ikizine gidiyorsunuz, öyle mi?”

“Evet. Bak Mümtaz ben sana bunları anlattım ama sen hiçbir şey bilme. Ekim anlatmak isterse sana kendisi anlatsın.”

“Peki Tahir. Kardeşim sen de ne sır küpüymüşsün. Bense hiçbir şey bilmiyormuşum hakkında, hayret doğrusu.”

“O zaman gizli kalabilmesi için bir süre ortalarda görünmemiştik. Hatırlarsan Sermin’in rahatsız olduğunu söylüyorduk çoğu kez.”

“Evet uzun bir süre uzak kalmıştınız, biz de o zamanlar Sermin’in rahatsızlığını merak ederdik. Sonra siz kızınızla ortalığa çıkınca unutulup gitti o günler. Meğer neler olmuş. Neyse dostum, bundan sonrası çok daha güzel olur inşallah.”

“Bana müsaade. Görüşelim. Eşine selamlarımı ilet. Bekleriz.”

“İnşallah. Ben de her zaman beklerim. İllaki bir olay olmasın görüşmemizin nedeni.”

“Hoşça kal.”

“Güle güle dostum.”

Tahir Bey geçerken baktı Ekim meşguldü. Ona görünmeden sokağa çıktı.

Sokaklar cıvıl cıvıldı.

Önce uzun bir yürüyüş yaptı. Bir taraftan da gayri ihtiyari vitrinlere bakıyordu. Güzel bir bulvar kahvesi görüp oturdu. Kendisine bir kahve söyledi. Ve derin düşüncelere daldı. Son zamanlarda yaşadıkları geçti aklından. Ekim’in göstereceği tepkiden çok korkmuşlardı. Neticede yıllar önce evlatlık olduğunu söylediklerinde, Ekim’in kendilerinden kopmasından, uzaklaşmasından endişelenmişler ama daha küçük oluşu olayı daha rahat kabullenmesini sağlamıştı. Oysa şimdi hayatına yeni biri girecekti ve tepkisi ne olacak hiç bilemiyorlardı. Zira uzun yıllar boyunca, kız kardeşinden hiç söz etmemişti Ekim. Meğer, benim artık izini kaybettik lafım üzerine hiç sormamış diye sevgiyle kızını düşünüp gülümsedi.

Her şey çok güzel gelişmişti. Esas problemi Sevin yaşamıştı. Her şeyi birden öğrenip yaşamak onu çok sarsmıştı ama o da geçti gitti işte diye geçirdi kafasından. Sonra fark etmeden bütün hayatını ve yoğun iş temposuyla kaybettiği şeyleri düşünmeye başladı. Hayat, o kadar kısa ve o kadar değerliydi ki. Bir anını bile yeniden yaşama şansı yoktu. Karısına ve kızına, ne kadar az zaman ayırabiliyordu. Gerçi son zamanlarda yavaş yavaş da olsa işten ayrı kaldığı saatleri uzatmaya çalışıyordu ama yine de artık her anın kıymetini daha çok bilmemiz gerekir, dedi yavaşça. Kim bilir daha ne kadar zamanımız var. Neleri görebilmeye yetecek ömrümüz. Hem bakalım hep beraber olabilecek miyiz? Ekim birkaç yıl sonra bizi bırakıp gidecek. Sermin daha ne kadar iş hayatına devam edecek? Galiba en güzeli, hayalini kurmaktan bile zevk aldığım şeyi yapmak ama o zaman da Ekim buraları bırakıp gelemez ki.

Hay Allah karar vermek ne kadar zordu. Birden ta içinden bir yerlerin sızladığını ve karısıyla kızını özlediğini hissetti. Yavaşça ayağa kalkıp, hesabını ödedi.

Orada ne kadar oturduğunun farkında bile değildi. Sonra karşıda gördüğü kuyumcuya doğru yürüdü. Vitrinde güzel bir yüzük beğenip içeri girdi.

“Vitrindeki şu yüzüğü görmek istiyorum.”

Kuyumcu büyük bir memnuniyetle yüzüğü çıkardı.

Beyefendi çok şık bir o kadar da değerli bir parçayı beğenmişti. Tahir Bey yüzüğü inceledi, küçük parmağına takarak ölçüsüne baktı ve tekrar kuyumcuya döndü.

“Güzel bir bileklik bakmak istiyorum.”

Adamcağızın yüzü birden düştü, zira o iyi bir parça satacağını düşünüp sevinmişken… Hislerini belli etmeden bileklikleri çıkardı. Tahir Bey tek tek inceledikten sonra, kırk bir tane minik nazar boncuğundan oluşan çok güzel bir bileklik seçti.

“Tamam bunu alacağım ama aynısından bir tane daha istiyorum. Halledebilir misiniz?”

“Bu bileklikler 2 tane idi. Diğeri diğer mağazamızda, inşallah satılmamıştır. Hemen telefon ediyorum.”

İki dakika sonra, gülerek geldi.

“Tamam beyefendi. Şanslısınız satılmamış. Hemen getiriyorlar.”

“Uzak mı diğer mağazanız?”

“Yok, hemen gelir.”

“O zaman siz bunu güzel bir paket yapın. Diğerini de ayrı sararsınız.”

Kuyumcu bilekliği çok şık bir kesenin içine koyup Tahir Bey’e uzattı. Ve tezgâhın üzerindeki yüzüğü tekrar vitrine kaldırmak için eline aldı.

“Onu da çok özel bir kutuya koymanızı istiyorum.”

Kuyumcu, hayretle ve de sevinçle müşterisine baktı. Yüzüğü güzel bir kutuya koyduğu sırada bileklik de geldi. Onu da başka renkte bir keseye koyup Tahir Bey’e uzattı.

“İyi günlerde kullansınlar efendim. İki kızınız var herhalde. Allah bağışlasın.”

“Hayır, benim bir kızım var ama onun ikizi var” dedi Tahir Bey. Elindeki kredi kartını adama uzatırken, adamcağızın duyduklarından bir şey anlamayıp, şaşkın şaşkın bakmasına güldü yavaşça.

Dışarı çıktığında önce kızını aradı.

“Ekim, senin erken çıkacağını biliyorum ama ne zaman çıkacağını bilmiyorum. Ben hâlâ buralardayım. Anneni de arasam beraber bir yemek yesek, ne dersin?”

“Tamam baba. Ama benim çıkışım 1 saati bulur. Ama sizinle çok uzun kalamam, önce kuaföre gideceğim sonra da Gürkan’la buluşacağım.”

“Oldu kızım. Hani meydanda çok güzel bir kafe var ya ben orada olacağım. Burada çok güzel hafif şeyler olduğunu duymuştum.”

“Doğru babacığım. Orası bizim Gürkan’la devamlı gittiğimiz bir yer. Salataları da çok güzeldir.”

“Biliyorum çocuğum zaten ben de senden duymuştum. Şaka yapmak istedim. Bir saat sonra oradayım.”

Tahir Bey bu seferde karısını aradı.

“Sermin, ben Şişli’deyim. Şayet bize bir saatini ayırabilirsen, kızımızla birlikte bir şeyler yiyelim diyorum ne dersin?”

“Tabii olur ama ben çok yakında değilim, gelişim bir saati bulur.”

“Çok iyi. Zaten Ekim de öyle çıkacak. Bekliyorum canım.”

Yavaş yavaş yürüdü, sonra işyerine telefon açtı. İşlerinin yeni bittiğini, bu saatten sonra da ofise gelmek istemediğini söyledi Kıvanç Bey’e.

“Tamam Tahir Bey. O zaman size şimdiden iyi yolculuklar dilerim efendim.”

“Sağ ol Kıvanç. Beni gerektiği zaman saat kaç olursa olsun arayın. Zaten devamlı irtibat halinde olacağız. Size kolay gelsin.”

Böyle maksatsız sokaklarda yürümeyeli, ne kadar zaman olduğunu bile hatırlamıyordu. Yol kenarında çiçek satan kadından kocaman bir buket çiçek aldı. Karısına en son çiçek alalı da epey olmuştu galiba. İlerdeki büyük mağazanın önünde hayli bir kalabalık vardı. Galiba bir çekim yapıyorlardı. Gideceği kafe yolun bu tarafında olduğu hâlde, kalabalığa girmemek için karşı kaldırıma geçti. Ve yıllardır görmediği bir ahbabına rastladı.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 18 Kasım 2021 at 08:48

    Yazma heyecanınız için sizi kutluyorum.

    • Yanıtla Nimet Canbayraktar 21 Kasım 2021 at 13:32

      Bu kadar geç okuduğum için üzüldüm. Çok teşekkür ederim. Yazdıklarınızı beğenerek bazen de hayli heyecanla okuyorum. Çok değişik bir tarzınız var.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan