Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 19

7 Mart 2022

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
“Pardon, sizin kadar güzel ve yakışıklı ve de benim vatanımdan gelen birilerini asla geri çeviremeyiz. Lütfen buyurun. Biz kim olursa olsun rezervasyonsuz müşteri kabul edemiyoruz ama Türkçe konuştuğunuzu duyunca daha uzaktan görür görmez dikkatimi çektiniz. Nasıl bu masa uygun mu?”

“Çok teşekkür ederiz, çok naziksiniz.”

“Estağfurullah. Ben Dağhan Namlı. Buranın sahibiyim.”

Gürkan da kendilerini tanıttıktan sonra masaya oturdular.

“Ne kadar güzel bir grupsunuz. Hanımefendilerin benzerliği inanılmaz. Size hemen şefi göndereceğim. Afiyet olsun.”

Yemekler çok güzeldi. Burası daha çok et ağırlıklı bir menü sunuyordu ama etler gerçekten de güzeldi.

“Sevin, etler nasıl? Sizin çiftliktekiler kadar nefis, değil mi?”

“Gerçekten çok iyi terbiye edilmiş, uzun zamandır bu kadar nefisini yememiştim.”

“İstanbul’da da çok iyi et restoranları var. Bir gün onlardan birine de gidelim, eminim onları da çok beğeneceksin. Hele bir tanesine, yurt dışından bile müşteriler geliyor. Çok büyük bir yer ama her gün dolup taşıyor.”

“Eminim vardır. Gördüğüm kadarıyla biz, ulus olarak güzel yemeklere meraklıyız. Daha önce bilmediğim bir sürü tatla tanıştım İstanbul’da. Hele çeşit çeşit baharatlarla adeta mucizeler yaratıyorlar.”

“Haklısın. Mesela ben buranın adını buraya gelen arkadaşlardan duymuştum. Paris’e geldikleri zaman mutlaka burada yemek yediklerini anlatmışlardı.”

Son olarak, Dağhan Beyin ikramı olarak franbuazlı harika bir tatlı yediler. Kalkarlarken Dağhan Bey tekrar yanlarına geldi.

“Umarım sizleri yine görürüz. Afiyet olsun.”

“Biz de sizi soracaktık, tatlılar harikaydı, çok teşekkür ederiz. Biz kısa bir süre buradayız ama fırsat bulduğumuzda tekrar geleceğimizden şüpheniz olmasın. Hoşça kalın.”

“Her zaman bekleriz. Güle güle, iyi tatiller.”

“Teşekkürler.”

Cadde gece de göz alıcıydı.

Kısa bir yürüyüş yapıp otele döndüler. Yukarı çıkmadan bara geçtiler, içkilerini içerek etrafı seyrettiler. Zenci bir bayan, buğulu sesiyle şarkı söylüyordu.

Gürkan Ekim’in kulağına eğilerek “Geceye yukarda devam edelim mi, seni özledim” dedi.

Ekim ‘İyi ki burası bu kadar loş yoksa yine kızardığımı Gürkan görecekti’ diye düşündü. Bir şey söylemeden kocasına gülümsedi. Ama zaten bir şey söylemesine gerek kalmadı. Onun gözlerindeki onayı alan Gürkan “Bu günlük bu kadar yeter. Biz çıkıyoruz” dedi.

“Biz de kalkalım mı Sevin?”

Hep beraber yukarı çıktılar.

“Bize verilen programa sadık kalacak mıyız? Yoksa kafamıza göre mi takılacağız?”

“Bence rezervasyonu yapılan yerlere gidelim ama onun haricinde serbest takılalım. Mesela yarın, yani bugün serbest olalım. Ayrı ayrı dolaşabiliriz.”

“Güzel fikir, akşam Lido Kabare’de yerimiz ayrılmış. Kabarede buluşuruz o halde. İyi geceler.”

“İyi uykular.”

Odalarına girdikleri anda Gürkan, Ekim’e bakarak gülümsedi.

“Biliyor musun, şimdi sensiz geçen zamanıma acıyorum. Seninle olmak her şeye bedel. Canım karım.”

“Bundan sonra hep beraber olacağız aşkım.”

“Başka türlüsünü düşünemem bile.”

Uzanıp karısını kollarının arasına hapsetti.

“Ne dersin kaldığımız yerden devam edelim mi?”

Akşama kadar odalarından çıkmadılar. Birbirlerini yeniden, yeniden keşfettiler. Aşk ve tutku dolu uzun saatlerden sonra giyinip sokağa çıktılar. Yakındaki çok sevimli bir restorana girip yemek yediler. Burası çok güzel bir yerdi. Tüm çalışanlar bayandı. Serviste genç kızlar çalışıyordu. Köşede üçlü bir grup hafif hafif yemek müziği çalıyorlardı. Hafif bir şeyler yiyip kabareye gitmek üzere kalktılar. Kapıda Sevinlerle buluşup kabareye girdiler.

Sonraki günlerde daha çok dolaşarak ve Paris’in yakınındaki yerleri de gezerek, bu arada müze gezmek gibi kültürel aktiviteleri de yerine getirerek hatta sinemaya bile giderek dolu dolu yaşadıkları, aşk ve tutku dolu gecelerle süsledikleri bir hafta sonunda İstanbul’a geri döndüler.

Bütün bu süre zarfında annesini babasını aramayı hiç ihmal etmemişti Ekim. Her telefon açtığında annesinin ağladığını hissediyor ve ne kadar mutlu olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Çok özlediklerini söylüyorlardı. Aslında iki aydır ayrıydılar ama başka bir yerde olmak farklı diyorlardı. Aslında Ekim de ailesini çok özlemişti.

Nihayet İstanbul’a geldiklerinde, valizlerini kapıdan bırakıp hemen yola çıktılar.

Yanlarına aldıkları hediyeleri alarak önce Gürkan’ın ailesini ziyarete gittiler.

“Çocuklar bugün döneceğinizi biliyordum ama doğrusu sizi beklemiyordum. Harika bir sürpriz oldu. Hoş geldiniz. Nasıl beğendin mi Paris’i Ekimciğim?”

“Evet güzeldi. Yani tekrar gitmek isterim. Özellikle kafeler çok güzeldi.”

“Bulvar kafeler bana da çok çekici geliyor. Bir ay sonra Paris daha güzel oluyor. Sokaklardaki ağaçların renk değiştiren yapraklarla görünümü adeta tablo gibidir. Evde bir problem yok, değil mi?”

Bu soruya gülerek Gürkan cevap verdi.

“Vallahi eve girmedik ki bu soruya cevap verelim. Valizlerimizi bırakıp sizleri görmeye geldik. Biz yokken buralardan verilecek havadisiniz var mı?”

“Bildiğin gibi oğlum. Bu arada bir akşam hepimiz Servet Hanım’ın evinde yemeğe davetli idik. Annenle uzun uzun sohbet ettik Ekimciğim. Çok tatlı bir hanım. Kreasyonları da harika. Bu hafta içinde haberleşip mağazaya gideceğiz. Ben biraz bir şeyler almak istiyorum. Eminim güzel şeyleri görüp ihtiyacım olmayanları bile alacağım. Epeydir alışveriş yapmıyorum.”

“Ne güzel. Ama eminim aldıklarınızın hepsini severek ve beğenerek giyeceksiniz.”

“Bundan hiç şüphem yok.”

Nedim Bey bir arkadaşı ile buluşmak üzere dışarı çıkmıştı. Onlar kalkana kadar da dönmedi.
Nazan Hanım düğün fotoğraflarını ve video görüntülerini getirdi.

“Bunları ben aldım. Annenlere, Servet Hanım’a onlara ait olanlardan yaptırıp yemeğe gittiğimiz akşam götürdüm. Fotoğraflar, hele bahçede çektirdikleriniz çok güzel. Adam işini iyi biliyormuş, hepsi mükemmel.”

“Şimdi bakmaya başlarsak kalkamayız. Daha sonra bakalım değil mi Gürkan?”

“Haklısın canım. Artık babama selamlarımızı iletirsin anneciğim. Akşama getirdiğimiz şarapla yemeklerinizi yerken kulaklarımızı çınlatırsınız. Yakında görüşmek üzere hoşça kal anneciğim.”

“Allahaısmarladık Nazan anne.”

“Güle güle çocuklar. Çok selamlar.”

“İletiriz. İyi günler.”
 

*

 
“İstikamet Güzelce.”

“Annemleri bu kadar özlediğimi fark etmemiştim. Yol sanki bitmiyor gibi geliyor.”

“Haklısın. Ben aylarca ailemden uzak kaldım ama bu bir hafta da nedense ben de çok özlemişim. Gerçi babamı görmedik ama annemi görünce babamı da görmüşüm gibi oldum.”

Sermin Hanım’la Tahir Bey bahçedeydiler.

“Ay ne güzel sürpriz bu böyle. Bugün gelmezsiniz diye düşünmüştüm, gerçi Hacer Hanım sizin geleceğinizi biliyor gibi her türlü hazırlığını yaptı ama ben bugün dinlenir yarın gelirsiniz diye düşünmüştüm. Fakat ne yalan söyleyeyim, içimden belki gelirsiniz diye umutlanıyordum da. Nasılsınız? Geziniz iyi geçti mi?”

“Çok güzeldi anneciğim.”

“Nasıl buldun Paris’i? Beklentilerine uyuyor muydu?”

“Çok beğendim. Nazan anne, esas bir ay sonra falan, yani sonbaharda çok güzel olduğunu söylüyor. Ama ben bu zamanda da çok etkilendim. Kısa zamanda çok yer görmeye çalışıp hayli yorulduk ama değerdi.”

Hacer Hanım gözlerinin içi gülerek geldi ikisini de öptü.

“Karnınız aç mı? Hemen yemek yer misiniz yoksa taze limonata var ikram edeyim mi?”

“Birer bardak limonata harika olur. Yemeği daha sonra yeriz Hacer teyzeciğim.”

“Hadi fotoğraflara bakalım Ekim.”

“Ah fotoğraflar. Hepsi çok güzel. Sağ olsun Nazan Hanım bizim olduğumuz ne kadar fotoğraf varsa bize de yaptırmış.”

“Hepsini görmedik ki Ekim.”

Fotoğraflara bakmaya öylesine daldılar ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamadılar. Yemek saatine kadar bol bol düğünün dedikodusunu yaptılar. Bütün bu süre zarfında, Ekim ne zaman babasına baksa onun, gözlerindeki özlem dolu sevgiyle, kendisine baktığını gördü. Konuşmuyor daha çok dinliyordu.

Akşam yemekten sonra kalkarak vedalaştılar.

“Güle güle kızım, seni böyle mutlu görmek, çok iyi geldi bize. Sık sık gelin, özletmeyin.”

“Tabii geliriz babacığım ama sizi de bekleriz. Evde odanız hazır biliyorsunuz.”

“Geliriz çocuğum. Hadi güle güle gidin.”

“Gürkan anneannemde fazla kalmayalım. Neden bilmiyorum ama kendimi çok yorgun hissediyorum.”

“Yorgun hissetmen çok normal değil mi canım? Sabah erken kalktık. O zamandan beri hareket halindeyiz. Aslında ben de kendimi yorgun hissetmiyor değilim. Neyse yarın evdeyiz nasıl olsa, keyif yapar dinleniriz.”

“Çok haklısın.”
 

*

 
Servet Hanım onları hiç beklemiyormuş, televizyon seyrederken çalan kapı sesini bile duymamıştı. Birden karşısında Ekim’le Gürkan’ı görünce çok şaşırdı.

“Çocuklar, bu ne güzel bir sürpriz oldu. Ben tam dönüş tarihinizi bilmiyordum ama yarın döneceğinizi düşünmüştüm. Çok sevindim. Nasıl geçti seyahatiniz, sizler nasılsınız?”

“Çok iyiyiz anneanne. Gezimiz çok güzeldi. Siz nasılsınız? Umarız yokluğumuz sorun yaratmamıştır.”

“Yokluğunuz sorun yarattı, gözlerimiz hep sizleri aradı. Güzel kızım, siz hiç böyle şeyleri dert etmeyin. İş bir şekilde hallolur. Ama insan hayatında bir kere balayına çıkar.”

“Ama anneanne biz 10 gün sonra tekrar geziye çıkacağız.”

“Tabii ki kızım. Yoksa niye bu kadar çabuk döndünüz ki? Fotoğraflarınız çok güzel çıkmış. Sağ olsun Nazan Hanım almış, bizlere de yaptırmış, çok mutlu oldum. Bol bol baktım hepsine. Sizler sadece kalbimde değil, artık evin her köşesinde varsınız.”

Gerçekten de şık çerçeveler içinde fotoğrafları kendilerine gülümsüyordu adeta.

Kısa bir ziyaretten sonra nihayet evlerine döndüler.
 

*

 
“Evimizi özlemişim.”

“Evet ben de. Buraya ev demek biraz acımasızlık oluyor, daha çok sımsıcak bir yuva oldu burası.”

“Çok doğru. Ama bence en güzeli de bu.”

Anlaşılan onlar yokken Servet Hanım’ın ayarladığı yardımcı Handan Hanım eve gelmiş, çarşafları değiştirmiş, ortalığı toplamış, hatta buzdolabına çeşitli kahvaltılıklar bile koymuştu. Evdeki eksikleri de tamamlamıştı.

“Yarın dışarı çıkmadan kahvaltı bile yapabileceğiz. Sonra çıkıp biraz alışveriş yaparız.”

“Valla dışarı çıkar mıyız bilmiyorum. Benim aklımdan başka şeyler geçiyor.”

“O zaman akşama kadar sadece peynir ekmek, daha doğrusu kahvaltı ederiz.”

“Tabii ki hayır. Bir şeyler alırız ve ben sana yemek yaparım.”

“İnanmıyorum. Seni mutfakta düşünemiyorum.”

“Görürsün o zaman. Ben, sana yapacağın her işte yardımcı olacağım aşkım.”

Evleneli bir hafta olmuştu. Rüya gibi geçen bir hafta. Ekim soyunmakta olan kocasına baktı. Gürkan hayranlık duyduğu nezaketinden hiç vazgeçmiyordu. En tutkulu anlarında bile son derece nazikti. Ekim’in kendisini çok özel hissetmesine sebep oluyordu. Evliliğe yavaş yavaş alışıyordu. Gürkan’ın kendisini seyretmesine alışmaya başlamıştı. Üstündekileri çıkardığı anda Gürkan yanına gelerek üstüne bir şey giymesine fırsat vermeden karısını kucaklayarak yatağa götürdü.

“Umarım yorgunluğunu geçirebilirim benim güzel kadınım.”

“Evimize gelince yorgunluğumu unuttum ama valizleri bile açmadık.”

“Boş ver valizleri. Sen sadece sana gerekli olanları çıkart gerisini Handan Hanım halletsin.”

“Hayatta olmaz. Ben kendi ellerimle açarım çantalarımızı. Önce ben düzenimi kurayım sonra Handan Hanım devam etsin.”

“Şimdi ben devam edebilir miyim? Farkında mısın, kaç saattir seni öpemedim.”

“Gürkan…”

“Canım, seni özledim.”

Karısını uzun uzun öptü, sonra aralarında engel olan ne varsa çıkartıp bu gecenin uzunluğunu anlatırcasına minik buselerle genç kadının arzudan kıvrılan vücudunu keşfe çıktı. Gecenin sessizliğinde birbirlerinde kayboldular.
 

*

 
Sabahleyin Gürkan’ın öpücükleriyle uyanan Ekim şaşırarak kocasına baktı.

“Sevgilim ne zaman kalktın? Duşunu yapmışsın galiba?”

“Evet bir tanem. Hadi sen de kalk çabuk duşunu yap. Kahvaltımız hazır, seni bekliyorum.”

“İnanmıyorum. Çok utandım şimdi. Öyle güzel uyumuşum ki.”

“Bunun sorumlusu benim, seni uyutmadım ki. Hadi canım kalk yoksa kucaklayıp mı götüreyim?”

“Hayır tabii ki. Sen salona geç, en kısa zamanda yanındayım.”

Ekim duşunu alıp üzerine bir şort ve tişört giyerek salona geçti. Mutfağın salonda oluşuna daha alışamamıştı. Önce mutfak diye odanın kapısına açtı sonra gülerek salona geldi. Gürkan kendine çay doldurmuş balkonda çayını içerek etrafı seyrediyordu.

“Buranın bu saatlerdeki manzarasını ilk kez görüyorum. Sevgilim sen alışıksın ama burası çok güzel. Burada oturduğumuz için çok şanslıyız. Tahir babaya bir kez daha teşekkür etmeliyim.”

“Merak etme aşkım, onlar yeni evlerinde çok mutlular. Oradaki huzuru ve sessizliği çok sevdiler. Hem arzu ettikleri gibi köpekleri, tavukları var. Bahçe günlerinin büyük bir kısmını dolduruyor.”

“Özledikleri zaman bize gelip kalsınlar.”
 

*

 
Alışverişin ardından birlikte yemek yaptılar. Ekim valizleri boşaltıp çamaşırları ayırdı. Sonra oturup videoyu seyrettiler.

“O akşam geldiklerini bile hatırlayamadığım bir sürü insan gördüm. Fark edemediğim neler varmış. Mesela Nazan anne ne kadar şıkmış. Biz çok güzeliz.”

“Ah çok da mütevazisiniz.”

“Ama öyle, baksana. Sevinler de çok güzel görünüyorlar.”
 

*

 
Akşam üstü Sevin’le Ediz uğradılar. Onların fotoğraflarını ve videolarını verdiler. Onlar da fotoğraflara daldılar. Sonra beraber yemek yediler. Sevinler gittiğinde ortalığı toplamak isteyen Ekim’e Gürkan engel oldu.

“Bak kaç saattir seni bir kez bile öpemedim. Bırak yarın Handan Hanım toplasın ortalığı. Sen benimle gel.”

Ekim’in itiraz etmeye niyetlendiğini görünce daha fazla zaman kaybetmeden Ekim’i kucakladığı gibi yatak odalarına götürdü.
 

*

 
Sabahleyin erkenden kalkıp kahvaltılarını ettiler ve ilk kez beraber holdinge gittiler. Daha kapıdaki güvenlikle başlayan tebrik faslı odalarına gidene kadar sürdü. Ekim odasına girdiğinde vazodaki çiçekleri gördü. Çok güzeldiler, merakla üzerindeki karta baktı. Çiçek Gürkan’dan gelmişti. Hemen telefonu eline aldı.

“Aşkım ne kadar zarifsin. Çok teşekkür ederim, çiçekler çok güzel. Seni çok seviyorum.”

“Ben de seni çok seviyorum sevgilim. Benim hayatımdaki en güzel çiçek sensin. Öğlen yemeğe beraber çıkalım. Haberleşiriz.”

“Tamam canım.”

Bir haftada gelen maillere bakması bile saatlerini aldı. Sonra işe daldı.

Yemekten sonra Servet Hanım’ın yanına gitti.

“Ekimciğim, daha işe yeni başladınız ama benim sana söylemek istediğim bazı şeyler var. Bunları şimdiden söylüyorum ama bütün söyleyeceklerim siz tekne gezisinden dönünce yapacağımız değişikliklerle ilgili olacak.”

“Beni meraklandırıyorsunuz anneanne.”

“Sen işi yoksa Gürkan’ı da buraya çağır.”

Gürkan biraz da telaşla yanlarına geldi.

“Hayrola anneanne, ters bir durum mu var?”

“Yok çocuğum. Ben bunu uzun zamandır düşündüğüm için hemen size söylemek istedim. Merak edecek bir durum yok, sakin olun.”

“Hay Allah, korkmadım değil yani.”

“Çocuklar bunları söylüyorum ki kendinizi bu sürede hazırlayın. Ben artık işi bırakmak istiyorum. Siz tekne turundan gelince bu kararımı hayata geçiririz. Siz birlikte idare edersiniz artık. İsterseniz sırayla da yapabilirsiniz bu işi. Biriniz yönetim kurulu başkanı, diğeriniz ise genel koordinatör olarak görevlerinizi sürdürün.”

“Ama anneanne…”

“Hiç itiraz etme kızım. Ben artık dinlenmek istiyorum. İkinizden de çok memnunum. Gürkan zaten bu konuda eğitimli ve deneyimli. Senin de duruma son derece hâkim olduğunun farkındayım. Sizlerin çok başarılı olacağınızı biliyorum. Artık huzur içinde emekli olabilirim. Bu arada Sevin zaten yönetim kurulu üyesi. Gürkan ve Ediz’e de benim hisselerimden bir miktar devretmeyi düşünüyorum. Bu arada Ediz’i de yeni yönetim kurulu üyesi yaparsınız. Tabii ihtiyaç duyduğunuz zamanlarda Nazım Bey’den gerekli bilgileri alabilirsiniz. O bir süre daha çalışmaya devam edecek ama sanırım yıl sonunda falan o da emekliye ayrılmayı düşünüyor. Bu durumda iş siz gençlere kalıyor.”
 

*

 
Önlerindeki 10 gün boyunca çok yoğun çalıştılar. Daha çok Servet Hanım’ın verdiği bilgileri, dosyaları inceleyerek yeni görevlerine hazırlandılar.

Handan Hanım, cumartesi-pazar hariç her gün gelip evdeki tüm işleri ve yemeklerini yapıyordu. Çok memnundular. Bu nedenle Ekim pek evi düşünmüyordu.

Sabahleyin erkenden, bir gün önce hazırladıkları çantalarını alarak O Gün’e gittiler. Onları Yavuz karşıladı.

“Hoş geldiniz. Özledim valla sizleri. Şurada oturuyorsunuz ama hiç görüşemiyoruz.”

“Biz de seni özledik yakışıklı.”

Yağmur ellerindeki çantalarını alıp aşağı indirdi.

“Abimle konuştuğumuz gibi tüm gerekenleri aldık. Her şey hazır hatta, Yağmur sizlere ilk gün yemeniz için yemek bile yaptı. Balık malzemelerini de elden geçirdim. Ben de bugün Yağmur’la Marmaris’e gidiyorum.”

“Annene çok selamımızı söyle. Bu arada en kısa zamanda İstanbul’a beklediğimizi de ilet lütfen.”

“Keşke. Annem gelse ben tekneden başka yerde kalmasına izin vermem valla, çok özledim.”

Ediz’le Sevin de geldiler.

“Ne o bizi beklemeden gidiyor muydun Yavuz?”

“Olur mu abi, hazırlandık sizi bekliyorduk biz de.”

İki kardeş sarılıp öpüştüler.

“Ediz, kardeşin annesini çok özlemiş. Biz de İstanbul’a bekleriz deyince annem gelse ben onu teknede ağırlarım, bir yere bırakmam diyor.”

“Tamam işte sen bu 10 gün hasret giderirsin, annem gelince de biz hasret gideririz. Yok sen annemden ayrılmak istemezsen sen de bize gelirsin.”

“Oh oh sen böyle misafirleri çağırıyorsun ama bakalım yengem bu konuya ne diyecek.”

“Eğer bana bir daha yenge dersen ne diyeceğimi görürsün sen.”

“Kızma be Sevin abla. Biraz şaka yapmak istedim. Bakın bir kez daha söylüyorum şayet ihtiyacınız olacaksa Yağmur kalsın.”

“Yok be oğlum. Biz her türlü işi yaparız. Siz de tatil yapın işte.”

“Haydi size de iyi geziler. Dikkat edin. Kaptan işini unutmuş olabilir.”

“Buradayken söyleseydin bunu, görürdün sen kaptanı.”

“Eveet, hadi bakalım siz bayanlar kamaranıza yerleşirken biz demir alalım.”

İkisi de daha önce kaldıkları kamaralarda kalmak istediler. Daha aylar öncesinde Gürkan teknede balayına çıkarız diye hayâl kuruyordu.

“Şimdi gerçek oldu. İkimizin de kamaralarımızda güzel anılarımız var, değil mi?”

Denize açıldılar. İlk yemeklerini açık denizde yediler.

“Hımm, Yağmur’u bırakmasa mıydık acaba? Yemekleri bayağı güzel.”

“Merak etmeyin hanımlar. Şayet siz yapamazsanız biz bu işi üslenebiliriz.”

“Hiç fena olmaz ama sonra yemekleri bile biz yapıyoruz diye kim bilir bize ne işler yaptırırsınız. Onun için yapabildiğimiz kadar biz yaparız. Daha doğrusu ben Ekim’e güveniyorum, ben de ona yardım ederim.”

Marmara Adası’na kadar tam yol ilerlediler ve kıyıya nispeten yakın bir yerde demir attılar. Hava çok güzeldi. O temmuz ağustos sıcaklarının yerine insanı hiç rahatsız etmeyen bir hava vardı. Denize girdiler, yüzdüler. Kıyıya çıkıp mehtap eşliğinde yemeklerini yediler. Tekneye dönünce, İçtikleri şarabın etkisi ile keyiflenen Sevin şarkılar söyledi.

Kamaraya indiklerinde Gürkan “Bu kamarada seninle sevişmeyi o kadar çok hayâl ettim ki adeta sevişmemiz bir dejavu olacak” dedi.

Genç kadını yatağa yatırıp yanına uzandı.

“Seni seyretmeye bayılıyorum. İnan sensiz geçen yıllarıma acıyorum.”

“Bu deneyimleri daha önce yaşasak belki de bu kadar heyecan verici olmazdı ilk aylarımız.”

“Eminim bu heyecan, bu zevk hiçbir zaman bitmeyecek. Çocuklarımız olunca belki senin ilgin azalır ama ben şimdiden söz veriyorum asla sana doyamayacağım. İhtiyar olduğumuzda bile seninle sarmaş dolaş yatacağımıza eminim sevgilim.”

Karısının dudaklarına uzanarak unutulmaz anları başlattı. Artık Ekim de kocasına aynı şekilde karşılık verdiği için yaşadıkları her saniyeyi çılgınca ama doyunca yaşıyorlardı.

Sabahleyin kalktıklarında nefis bir yağmurla karşılaştılar.

“Ne kadar güzel yağıyor. Özlemişiz.”

“Yağmur biraz sonra durur. Bulutlar çok yüksek ama biz güzel balık yakalayabiliriz bugün.”

“Off akşama ziyafet olur o zaman.”

“Bu arada gideceğimiz Yunan Adaları hakkında çok güzel olduklarından başka bir şey bilmiyorum. Bilgisi olan var mı?”

“Ben üniversitedeyken arkadaşlar bir grup yaparak gitmişlerdi, anlata anlata bitiremediler. Özellikle deniz ürünleri çok lezizmiş. Hem Türklere de acayip yakın davrandıklarını söylemişlerdi. Bir de çok güzel takılar vardı, kızlar bayağı alışveriş yapmışlardı. Gerçi ben fazla meraklı değilim ama aramızda meraklı olanlar var diye biliyorum.”

“Doğru biliyorsunuz efendim. Hiç kaçırmam, bayılırım.”

“O zaman ilk gideceğimiz ada, bizim ada yani Bozcaada. Hadi bakalım, isteyen olta atabilir. Gerçi bu akşam Bozcaada’da güzel balık yiyebiliriz ama şayet yakalarsanız yarına saklarız.”

Ediz hazırlıklara başlayıp yola çıkarken Gürkan da oltayı hazırlayıp denize attı. Sevin Ediz’in yanına gitti. Ekim Gürkan’ın attığı oltaya pür dikkat bakıyordu. Uzunca bir süre sonra Gürkan heyecanla bağırdı.

“Geldi Ekim, geldi. Bak görüyor musun?”

“Evet görüyorum, hem de kocaman.”

Gürkan heyecanla oltayı sararken birden misina boşaldı.

“Kahretsin kaçtı.”

“Hay Allah iğne balıkta mı kaldı yani?”

“Dur bakalım belki kurtulmuştur. Ama iğne yoktu.”

“Hay yazık oldu bak, balık için üzüldüm şimdi.”

Gürkan yeni iğneyi takıp oltayı Ekim’e uzattı.

“Al canım sen şansını dene.”

Ekim büyük bir heyecanla oltayı denize attı ve beklemeye başladı ama uzun süre sonra hiçbir hareket olmayınca oltayı tekrar Gürkan’a uzattı.

“Benim hiç şansım yok, aynı zamanda sabrım da yok. Ben kahve yapayım.”

“Tamam canım, çabuk gel ama.”

“Sevin, ben kahve yapıyorum ister misiniz?”

“İsteriz, ben de geliyorum. Siz balık yakaladınız mı?”

“Maalesef hayır. Kocaman bir tane kaçırdık.”

“Hay Allah. Yazık olmuş.”

Kahveleri alıp eşlerinin yanına döndüler. Gürkan büyük bir sabırla avlanmaya devam etti. Bozcaada’ya geldiklerinde kovasında irili ufaklı bir sürü balık vardı. Ediz, adaya yanaşırken Gürkan da tuttuğu balıkları dolaba yerleştirdi.

Hep beraber kıyıya çıktılar.

“Burada çok güzel balık restoranları var. Ayrıca çok çeşitli reçeller ve de çok ünlü sakızlı kurabiyeleri var.”

“Sen daha önce geldin mi?”

“Hayır gelmedim ama bir belgeselde görmüştüm.”

“Sen geldin mi buraya Ekim?”

“Evet geldim. Galiba 14 yaşında falandım. Burada bağ bozumu şenlikleri oluyor. Biz de o zaman gelmiştik. Sokaklardan bile kırmızı üzüm suları akıyordu. Hatta kalede çok güzel bir grup seyretmiştik. Şimdi adını hatırlamıyorum ama çok kalabalıktılar. Hemen hemen herkes bir enstrüman çalıyordu, her dilden şarkılar söylüyorlardı ve hepsini ayrı ayrı kişiler söylüyordu. Çok güzeldi. Herkes olduğu yerde dans ediyordu. Hiç unutmuyorum. O zaman benim de böyle şarkı söyleyen bir kardeşim olacağını nereden bilebilirdim.”

“Ama ben varım canım kardeşim.”

“Hadi önce şu sakızlı kurabiyelerin satıldığı yeri bulalım.”

Fazla dolaşmalarına gerek kalmadan aradıkları yere ulaştılar. Çok değişik kurabiyeler vardı. Ama gerçekten sakızlı kurabiye çok güzeldi. Büyük çay bahçesine oturup çaylarını söylediler. Çay bahçesi çok büyüktü ama sanki herkesin mola yeriymiş gibi kalabalıktı. Bir süre orada vakit geçirdikten sonra dolaşmaya çıktılar. Ara sokaklara girdiler. İnsana huzur veren bir yerdi burası. Evlerin çoğunda, pencerelerde ya da kapı önlerinde çiçeklerin olduğu saksılar vardı. Bozcaada bu kadar kalabalıktı ama sokaklar son derece temiz ve sessizdi.

Uzunca bir dolaşmadan sonra rastladıkları bir dükkâna girdiler. Gördükleri reçellerin çeşitlerinin çokluğu karşısında ne alacaklarını şaşırdılar adeta. Önce annelerine ve tabii anneannelerine, İstanbul’da rastlamadıkları çeşitlerden aldılar. Sonra neredeyse bütün çeşitlerden kendilerine aldılar. Aldıkları reçelleri bırakmak için tekneye gittiler.
Kıyıya tekrar indiklerinde sahildeki bir sürü restorandan birine geçip oturdular.

Kendilerine iki tepside sunulan mezeler çok fazlaydı. Bazı şeylerin değişik sunumları vardı. Mesela ahtapotun hem salatası hem ızgarası sunuluyordu. Çok çeşitli mezeler söylediler. Önce ne içeceklerine karar veremediler ama burada yapılan şarabı tavsiye eden garsonu dinleyip şarap söylediler. Gelen şarap yeni şaraptı. İçimi çok kolaydı.

“Biz bu mezelerle karnımızı doyuracağız ama orada göz koyduğum çok güzel kocaman bir balık var. Söylediklerine göre çok güzel buğulaması oluyormuş. Ne dersiniz, şöyle ortaya isteyelim mi?”

“Daha saat erken, yeriz bence. Söyleyelim Gürkan, hanımlar fazla yemeseler de biz hallederiz. Hem mezeler çok güzeldi, ihtimal balık da çok güzel gelecektir.”

Garson siparişlerini aldıktan uzun bir zaman sonra balıkları geldi. Gerçekten harika görünüyordu. Balığın yanında dört tane de kaşık getirdiler.

“Kaşıklar niye?”

“Deneyim efendim. Buğulama isteyenlerin hepsi suyunun tadına bakınca kaşık istiyorlar. Afiyet olsun.”

Buğulama o kadar güzeldi ki yemeye başladıktan sonra çıkan tek ses, beğenilerini anlattıkları ifadelerdi.

“Gerçekten çok güzeldi. Bir de tereddüt ettik söylerken.”

Şarap yeni şaraptı, içimi rahattı ama etkisi bayağı iyiydi.

Büyük bir keyifle kalktılar.

“Bu kadar yemekten sonra direk tekneye gitmeyelim. Kale herhalde bu saatte kapalıdır ama burada akşamları genelde insanlar o tarafa yürüyorlar. Biz de o tarafa yürüyelim.”

“İyi fikir. Dolaşırken bir afiş dikkatimi çekti; ‘Caz müziğinden hoşlanırsanız, bir de bizden dinleyin’ diye. İfade çok samimi geldiği için dikkatimi çekti. Her akşam diyordu, isterseniz sonra da oraya gidelim.”

“Gidelim Ediz. Bakarsın Ekim’in anlattığı gibi sürpriz bir akşamı da biz yaşarız.”

Yürüdükleri alan çok genişti. Boyunca çay bahçeleri vardı. Yine yol boyunca bol bol bank vardı. Ta uca kadar yürüyerek etrafı seyrettiler. Etrafta daha çok gençler vardı.

Sorarak buldukları bara gittiler. Bayağı kalabalıktı. Mekânın yan tarafında üç kişilik bir grup program yapıyordu. Genç kız sadece söylüyordu ama diğer ikisi hem çalıp hem de şarkı söylüyorlardı. Eskilerden ve yenilerden oluşan repertuarları çok iyiydi. Üçü de çok güzel söylüyordu ama genç kızın yumuşak kadife gibi bir sesle söylediği şarkılar büyük beğeni alıyordu. Geç saate kadar orada kaldılar. Çıktıklarında etraf tenhalaşmıştı.

“Gürkan bu akşamda yukarda uyuyalım mı?”

“Tabii ama kıyıdayız tatlım.”

“Sorun değil Gürkan, biraz açılır orada kalırız.”

Ediz tekneyi açığa alırken onlar da gerekli hazırlıkları yaptılar.

“Ben hepimize battaniye de getirdim. Neticede eylül ayındayız. Sabaha karşı serin olabilir.”

Kıyıdan biraz açılıp ışıklardan uzaklaşınca gökyüzündeki yıldızlar daha güzel görünüyordu. Değişik yıldızlar hakkında konuşurlarken sesleri kesildi ve uykuya daldılar.

Sevin çok erken saatte uyandı.

Hava biraz serindi. İhtimal ben de üşüdüm diye düşünerek hepsinin üzerini örttü. Kendisi de battaniyeye sarınarak uzandı ama uykusunu almıştı, bir daha uyursa sersem gibi olacağını düşünerek kalktı. Aşağı inip duşunu aldı. Yukarı çıktığında hâlâ uyuyorlardı. Mümkün olduğunca sessiz davranarak çayı koydu, masayı hazırladı.

İlk uyanan Ekim oldu. Elinde bir fincan kahveyle oturan Sevin’i görünce çok şaşırdı.

“Sevin, ne zaman kalktın? Niye beni uyandırmadın canım?”

“Ne güzel uyuyordun, niye uyandırayım ki?”

“Çok oldu mu kalkalı?”

“E biraz. Duşumu aldım, masayı hazırladım. Çayımız hazır.”

Uyanan Ediz lafa karıştı.

“Ooo artık evli bir hanım gibi davranmaya başladın yani.”

“Bu her zaman yapacağım anlamına gelmez sevgili eşim. Sadece içimden geldi.”

“Yapma Ediz. Zaten oteldesiniz evlendiğinizden beri, kızcağız nerede hazırlasın sana kahvaltıyı.”

“Bak, görüyorsun değil mi Ediz, avukatı derhal duruma müdahale ediyor.”

“Olacak o kadar artık canım. Avukatlık yapma hayâllerimi de böyle tatmin edeyim.”

“Hadi hadi. Karnım çok acıktı. Duş mu alacaksınız, yüzünüzü mü yıkayacaksınız, çabuk olun.”

Kahvaltılarını yaptıktan sonra kızlar masayı toplarken Ediz ve Gürkan ön tarafa geçtiler. Biraz sonra yola çıkmışlardı. Önce Midilli’ye uğradılar. Dönüşte bir gece kalmayı programlayarak oradan Sakız Adası’na geçtiler.

Çok sevimli bir yerdi ada. Orada da sokakları dolaştılar kendilerine oturup vakit geçirebilecekleri çok şirin bir kafe buldular. Birer bol kaşarlı tostla öğleyi geçirdiler, üstüne sakızlı Türk kahvesi içtiler. Boncuktan yapılmış kolye ve bilekliklerden aldılar. Yemek saatine yakın tekneye dönerek Gürkan’ın yakaladığı balıklarla kendilerine güzel bir masa kurdular. Ediz de güzel bir cd. yerleştirdi laptopa. Ediz’in anlattığı, otelde karşılaştığı komik olaylar, Sevin’in sahne hatıraları derken geç saate kadar masada oturup sohbet ettiler.

Sabah kahvaltıdan sonra kaptan, rotayı Mikanos Adası’na doğru çevirdi.

Hava dünden daha sıcaktı. Adaya yaklaştıkları, denizdeki küçük balıkçı sandallarının oluşturduğu trafikten anlaşılıyordu. Karşıdan oldukça etkileyici gözüken adada, bütün binalar beyaza boyanmış, pencere ve panjurlarda ise mavi kullanılmıştı.

Sahil de oldukça kalabalık gözüküyordu. Yanaşıp kıyıya çıktılar. Boydan boya dükkanlar vardı. Değişik ülkelerden gelmiş bir sürü insan alışveriş yapıyordu. Onlar da midye ve istiridye kabuklarından, şeytan minareleri ve çakıl taşlarından yapılmış çeşitli hediyelik eşyaları inceleyerek yürüdüler. İnce pamukludan yapılmış erkek gömlekleri ve elbiselerden aldılar. Öğlen yemeklerini tamamen zeytinyağlılardan oluşan yemeklerden yiyerek geçirdiler. Bildikleri tatları, değişik isimlerle yemek çok ilginç oluyordu.

Tekneye dönüp Naxos Adasına gittiler. Biraz dolaşıp resim çektikten sonra Kos Adasına devam ettiler.

Kos Adası daha da kalabalıktı.

Yürürken bir kafenin önündeki kalabalık dikkatlerini çekti. Yaklaştıklarında orada çekim yapıldığını gördüler. İçerde dünyaca ünlü oyuncular rol gereği bir şeyler yiyorlardı. Onlar yaklaşınca, onları da film ekibinden zannedip onlara yol verenler oldu. Sonra onların da kendileri gibi seyirci olduğunu anladıklarında, kendi aralarında gülüştüler. Akşam için bir yer beğenip rezervasyon yaptırıp tekneye döndüler. Tekneyi biraz açıkta demirlemişlerdi, rahatça denize girdiler. Çaylarını içtiler.

Geç saatte tekrar kıyıya çıkarak gidecekleri restorana yürüdüler.

“İnanmıyorum. İyi ki yerimizi ayırtmışız. Ne kadar kalabalık Gürkan.”

“Böyle olacağı belliydi yavrum. Gezerken görmedin mi ne kadar kalabalıktı. E bu insanlar akşama yemek yiyeceğine göre böyle olacağı belliydi.”

“Haklısın tatlım. Ama ben olsam aklıma gelmezdi.”

“Senin de aklına gelirdi ama” öncelikle böyle güzel bir kadının sorumluluğunu hissetmen lazım.”

“Çok şekersin.”

“Ben tamamen buranın mutfağına has yemeklerden yiyeceğim.”

“Ben de öyle düşünüyorum Sevinciğim.”

Menüyü incelediklerinde değişik deniz ürünlerinden yapılmış bir salata tabağında karar kıldılar. Ama erkekler öyle doymayacaklarını söyleyerek kendilerine birer bonfile söylediler.

Genelde turistler vardı yemek yedikleri yerde. Etraflarına baktıklarında arkalarında film ekibiyle birlikte oyuncuların da oturmakta olduğunu gördüler.

“Belki de bu yüzden bu kadar kalabalık burası.”

“Olabilir. Hah yemeklerimiz de geldi. Siz o salatalarla doyacak mısınız diyordum ama gördüğüm kadarıyla çok güzel bir salata tabağı.”

Geç saate kadar orada oturdular. Film ekibi ilerleyen saatlerde, kendi aralarında şarkılar söylemeye başlayınca, ortam çok samimi bir hâle gelmişti. Neticede hep beraber şarkılar söyleyerek geceye noktayı koydular.

Sabah erkenden kahvaltılarını edip Rodos’a doğru yola çıktılar.

Öğlen yemeğini Rodos’ta deniz kenarında küçük bir restoranda yediler. Yedikleri balıklar sabah tutulmuş balıklardı. Akşama kadar Rodos’ta gezip, gece orada kaldılar. Sabah Simni’ye uğrayıp Bodrum’a devam ettiler.

Açıkta demir atıp, denize girdiler. Öğlen yemeklerini teknede yediler. Daha sonra kıyıya çıkarak yat limanında dolaştılar. Oradan Bodrum’un merkezine gidip dolaştılar.

Bodrumluların çaput pazarı diye adlandırdıkları giyim satılan pazarı dolaştılar. Sahilde bir çay bahçesinde oturup etrafı seyrettiler. Tekrar gelmek üzere tekneye döndüler. Biraz dinlendikten sonra giyinerek tekrar sahile çıktılar. Bodrum’un meşhur sebzeli dönerinden yediler, vakit geçirmek için barlar sokağında dolaştılar, dondurma yediler. Ve nihayet meşhur diskoya gittiler. Saat çok geç olmamasına rağmen çok kalabalıktı. İçeri girdiler ama girdikleri anda içerdeki aşırı gürültüyü gören Ekim “Ben burada bir saat kalırsam başımın ağrısından duramam. Çok fazla gürültü var. Siz kalın. Canım biz çıkalım lütfen” dedi.

“Tamam yavrum. Haberleşiriz o zaman.”

Hemen yakında çok güzel bir bara girdiler. Herkes rahatsız olmadan müziği dinleyip aynı zamanda yanındakiyle konuşabiliyordu.

“Bazen aynı anda aynı şeyi düşünmemize hâlâ alışamadım.”

“Ne demek istiyorsun? Sanırım düşündüğümü söyleyeceksin.”

“Seninle olduğumuz zamanlarda kafamdan bir düşünce geçiyor, o anda sen o konuda bir şey söylüyorsun Ekim. Diskoya girdik, baktım acayip gürültü var. Şimdi Ekim’in burada başı ağrır, diye içimden geçiriyordum ki sen çıkalım dedin. Yani bunun gibi şeyler.”

“Bunun ben de farkındayım. Aramızda inanılmaz bir telepati var. Bazen senin ne söyleyeceğini tahmin edebiliyorum.”

“Evet, yani o olaya nasıl bir tepki vereceğini çok iyi biliyorum. Keşke şimdi evimizde olsaydık.”

“Az kaldı aşkım. Galiba bu gece altıncı gecemiz. Gerçi ben de evimizi özledim.”

“Daha çok evimizde yalnız olmayı özledim.”

Ekim gülümseyerek kocasına baktı.

“Ne kadar seksi olduğunu bilmiyorsun, değil mi sevgilim? Bana böyle bakman yeterli benim için, bir anda yakıp kora çeviriyorsun beni. İşte onun için evde olmayı özledim. Şu anda seninle sevişmekten daha güzel bir şey düşünemiyorum.”

“Gürkan…”

“Efendim aşkım. Sen de istemez misin?”

Ekim, bu loş ışıkta kızardığının görülmeyeceğini düşünerek, başını öne eğdi.

“Bu ifaden bana ne demek istediğini anlatıyor sevgilim.”

Bazı çiftler bulundukları yerde sarılmış dans ediyorlardı. Gürkan da Ekim’i belinden kavrayarak dans etmeye başladı.

Ekim kalbinin atışlarını ağzında hissediyordu adeta. Gürkan karısına sımsıkı sarıldı. Hafif müziğin ve loş ışıkların altında uzun süre dans ettiler.

Sonra başka bir şantöz sahnede yerini aldı. Bu son günlerde çok popüler olan bir şarkıcıydı. Kendi şarkılarını söylüyordu. Onun da hafif buğulu bir sesi vardı. Şimdi herkes oturmuş, bu şarkıcıyı izliyordu.

“Bu kızın bir şarkısı var, çok hoşuma gidiyor.”

“Biliyorum.”

“Söylemedim ki nerden biliyorsun?”

“Aşk olsun yavrum. İşe giderken o şarkı çıktığında radyonun sesini açıyorsun hemen.”

“Ne kadar dikkatlisin canım.”

“Seninle ilgili konularda evet.”

“Hayır, sen her konuda çok dikkatlisin.”

“Ah telefonum çalıyor. Ediz arıyor. Alo Ediz, çok yakındayız. Hemen sağ tarafa dönün Efsane isimli bara gelin, oradayız.”

Biraz sonra dörtlü tamamlandı.

“Ne oldu, çabuk geldiniz.”

“Bir grup geldi, diskonun tadı kaçtı.”

“Ne oldu ki?”

“Aslında bizi ilgilendirmiyor ama gürültüleri, müziğin sesini bastırdı düşünün, bizim de keyfimiz kaçtı. Burası da bayağı güzel. Ne içiyorsunuz?”

“Cin tonik içiyoruz. Siz de aynısından ister misiniz?”

“Olur olur. Biz de cin söylemiştik ama hâlâ gelmemişti. Aaa kim şarkı söylüyor. Dur bu kızın adı enteresandı. Neydi?”

“Aura olabilir mi acaba?”

“Hay yaşa Ekim. Güzel şarkıları var, beğeniyorum sesini?”

“Evet ben de beğeniyorum.”

“Sen yalnızca sesini mi beğeniyorsun, yoksa kızımı beğeniyorsun?”

“Eyvah yandım ben. Aşkım, benim senden başkasını beğenmem gibi bir şey söz konusu olabilir mi? Dinlesen sen de beğenirsin şarkılarını.”

İçeri yeni gelen bir grubun içinde, yine son günlerin ünlülerinden bir şarkıcı daha vardı.

“Bak aşkım, bu gelen şarkıcının sesini de hiç beğenmiyorum. Çığlık atar gibi söylüyor. Adeta şarkıları dövüyor.”

“İlahi Ediz, benzetmen harika oldu. Tam isabet.”

Biraz sonra Aura yeni gelen arkadaşını sahneye davet etti. O da bir iki naz yaptı, sahneye çıktı.

“Hah dinle bak. Bir önceki şarkılara bak, bir de buna.”

Neyse ki iki şarkı söyleyip sahneyi yine sahibine bıraktı. Geç saate kadar oturup tekneye döndüler.

Sabah kahvaltıdan sonra Samos Adasına doğru yola çıktılar.

“Biraz açıkta kalalım, rahatça denize girelim bugün. Artık tatilimiz bitiyor, biraz da denizin tadını çıkaralım ne dersiniz?”

“Güzel fikir. Bu gece de Samos’ta kalırız. Akşamüstü kıyıya çıkalım. Yemeğimizi de yer döneriz.”

Samos’a gelince biraz açıkta durup denize girdiler.

“Su çok güzel.”

“Denizin aslında en güzel olduğu zamanlardayız. İnsan çıkmak istemiyor.”

“Çıkma o zaman aşkım. Sen her zaman çok az kalırsın suda. Bu fırsatı kaçırma.”

“Siz güneşlenin, bugün yemekleri ben hazırlıyayım. Hatta ben hemen çıkayım ki hazırlığa başlayayım.”

“Ben de geleyim.”

“Hayır Ekim, lütfen sen kal.”

“Gürkan çıkıyor musun?”

“Çıkıyorum, bugün öğlen yemeği benden.”

“O zaman ben de yardıma geleyim.”

“Olur, hadi gel.”

Ekim’le Sevin de denizden çıktılar ama erkekler onları mutfak bölümüne bile yaklaştırmadılar. Ön tarafa geçip güneşlenmeye başladılar.

İkisi de uyumuştu.

Ekim burnuna dolan nefis kokularla uyandı. Yavaşça kalkıp arka tarafa geçti. Masa hazırlanmış, ortaya da kocaman salata kasesi konmuştu. Tekrar Sevin’in yanına dönüp kardeşini uyandırdı.

“Hımm, çok acıktım. Nefis kokuyor.”

“Hadi gidelim.”

Üstlerine pareolarını sarıp arka tarafa geçtiler.

“Ben de size seslenmeye geliyordum. Hadi oturun masaya, etiniz şimdi geliyor. Arzu eden varsa makarna da var.”

“Valla nefis kokuttunuz. Ben sadece et yemek istiyorum. Makarna ı ıh.”

“Sen Ekim, makarna ister misin?”

“Yok ben de istemiyorum, bonfileler yeteri kadar büyük, yanında sadece salata yeter.”

“Gel Ediz senin tabağına koyalım makarna. Bizim kilo derdimiz olmadığına göre rahat rahat yeriz.”

“Aşk olsun Gürkan. Ben etimi bitirebilmek için almadım.”

“Sana söylemedim aşkım. Aramızda bazıları kilo almaktan korktuğu için.”

“Hiç üstüme alınmıyorum valla. Yakında göbekleriniz çıkarsa hiç şaşırmam yani.”

“Olsun. Türk erkeğinin göbeği şanındandır.”

“İnanmıyorum ya. Ekim, sen nasıl bir erkekle evlendin böyle.”

“Olsun ben onu göbekli de severim.”

“Harikasın bir tanem. Ben senin bu sözün üzerine iki misli dikkatli olacağım söz veriyorum.”

Gülüşerek yemeklerini yediler. Sonrasında hep beraber güneşlendiler.

Akşam Samos’ta yemeklerini yiyip, dolaştılar, sabahleyin Kos’a geçtiler.

Orada tekrar bir tur atıp öğlen yemeklerini birer salatayla geçirdiler. Kalmak üzere Midilli’ye devam ettiler.

Akşam üstü adaya çıktılar. Burada çok güzel tavernalar olduğunu duymuşlardı. Akşam gidebilecekleri bir yer bulup rezervasyon yaptırdılar. Sonra güzel bir pastanede kahve içip nefis franbuazlı pasta yediler. Bol bol fotoğraf çektiler. Bütün gezdikleri adalardan orayı anlatan bir şeyler almışlardı. Buradan da götürecekleri hediyelikleri alarak tavernaya gittiler.

Burası bayağı büyük bir yerdi. İçeri girdiklerinde neşeli bir Yunan şarkısı çalıyordu. Yerlerine geçip oturdular. Siparişlerini verdiler. Aralarındaki konuşmalardan onların Türk olduklarını anlayan şef, buranın sahibinin de yıllar önce İstanbul’dan geldiğini söyledi.

“Şu anda yok ama siz İstanbul’dan geliyorsanız Bay Yani, mutlaka yanınıza gelecektir.”

“Evet biz hepimiz İstanbul’dan geliyoruz.”

“Söyleyeceğim. Afiyet olsun.”

Daha ana yemeklerini bile söylememişlerdi ki masalarına yüzünde kocaman bir gülümseme ile bir bey geldi.

“Hoş geldiniz. Ben Yani.”

Onlarda isimlerini söyleyerek tanışma faslını tamamladılar.

“Ben İstanbul’da uzun yıllar yaşadım ama sonra buraya geldim. Buraya gelen Türklerle hasretimi gidermeye çalışıyorum.”

“Çok oldu herhalde siz geleli?”

“Evet ben buraya geldiğimde daha delikanlı sayılırdım. Orada bir orkestrada çalıyordum. Arkadaşlarım vardı. Uzun yıllardır belki biri gelir diye beklerim ama hiçbiri gelmedi. Zaten hepsinin izini kaybettim. Ama o günleri ağlamadan düşünemiyorum.”

Gerçekten de Bay Yani’nin gözlerinde yaşlar vardı.

“Neyse çocuklar, sizleri burada görmek çok güzel. Size afiyetler olsun.”

“Yazık, adamcağız resmen vatan hasreti yaşıyor. Keşke elimizde olsa da yardım etsek.”

“Aslında elimizde imkân var. Gökalp Beyler bu işi halleder.”

“Hadi canım. Aradan yarım asır geçmiş.”

“Sizin ailenizi nasıl buldular.”

“Öyle ama.”

“Allah bilir Yani’nin elinde neler vardır. En azından fotoğraflar vardır.”

“Siz oturun, ben iki dakikaya geliyorum.”

“Gürkan şimdi yemeğin gelecek.”

“Yemek gelene kadar ben dönerim. Şimdi konuşayım ki biz kalkana kadar elindeki bilgileri toparlasın.”

Gerçekten kısa sürede geri geldi Gürkan.

“İnanmayacaksınız ama adamcağız ellerimi öptü, ne yapmak istediğimizi söylediğimde. Evine gitti. Çalıştığı grupla bir sürü fotoğrafı varmış.”

“Yazık. Bakalım neler getirecek.”

Yemekleri bitmek üzereyken Bay Yani geri geldi. Bir sürü fotoğraf vardı elinde. Bir kâğıda da bazı bilgiler yazmıştı.

“Biz bunları alalım, bir arkadaşımız var, bu tip araştırmalar yapan. Ona anlatalım bakalım ne çıkacak.”

“Çok teşekkür ederim gençler. Kâğıda telefonumu da yazdım. Araştırma için gerekli bilgileri benden öğrenebilirler.”

“Merak etmeyin, mutlaka sizi arayacaktır.”

“Peki. Sizin yemeğiniz bitmiş. Ben size bizim özel tatlımızdan göndereyim, bakalım beğenecek misiniz?”

Biraz sonra garson tatlılarla geldi. Bu tatlı parfeye benziyordu ama içinde bir sürü meyve parçacıkları vardı. Bu nedenle aldığınız her kaşıkta değişen bir tat vardı.

Tekneye döndüklerinde saat hayli ilerlemişti. İyi geceler dileyerek kamaralarına geçtiler.

Kahvaltıdan hemen sonra Çanakkale’ye doğru yola çıktılar.

Uygun bir yere tekneyi yanaştırıp indiler ve rahatça gezebilmek maksadıyle bir taksiye bindiler. Abideyi, siperleri, şehitlikleri gezdiler. Farkında olmadan alçak sesle konuşuyorlardı.

“Sanki rahatsız olacaklarmış gibi geliyor insana.”

“Çok etkilendim. Buraya gelmeden, bu duyguları hissetmek mümkün değil.”

“Bütün ayak bastığımız yerlerde çarpışıyorlarmış, düşünsenize. İnsan ürperiyor.”

“Onlar vatanımızı elimizden almak için geliyorlar. Korkunç bir şey.”

Uzun bir süre kaldılar şehitliklerde. Sonra feribotların kalktığı yerdeki açık hava müzesine gittiler. Burada askerlerimizle düşmanın çarpışması canlandırılmıştı. Resimlerini çektiler. Uzun uzun dolaştılar.

Güzel bir kebapçı gördüler.

“Hanımlar kebap yer misiniz? Bakın ocak başı da var. Eminim Sevin böyle bir yerde yemek yememiştir.”

“Ben de daha önce ocak başında kebap yemedim.”

“Hadi o zaman, bayağı eğlenceli oluyor.”

İçeri girip ocak başına oturdular.

Rastgele gelmişlerdi ama buranın bayağı ünlü bir yer olduğu duvarlardaki resimlerden belliydi. Çanakkale’ye gelen pek çok sanatçı, siyaset adamı, yazar, sinema oyuncusunun fotoğrafları vardı.

Kebapların pişmesini seyrederek beklediler. Ocaktan alınıp hemen tabaklarına konan nefis kebapları yediler. Saat ilerledikçe kalabalık artmıştı. Ocak başında boşalacak yer bekleyen müşteriler bile vardı.

“Çok güzeldi ama artık bir lokma bile yiyemem.”

“Bayağı ilginçmiş ocak başı değil mi Ekim?”

“Çok haklısın. Demek kebap yemek isteyince ocak başına gitmek gerekiyor. Ama eminim hepimiz kebap kokuyoruz.”

“Onu yanımızdan geçenler düşünsün.”

Dolaşarak tekneye geldiler.

“Sanki burası daha serin, değil mi?”

“Ee Ekimciğim, eylül ayı bitiyor. Biliyorsun eylül ayının on beşi yaz on beşi kış derler. Yine de çok güzel geçti gezimiz. Hayırlısı ile yarın evimizde olacağız.”

“Evet bence seyahatlerin en güzel kısmı, dönüşte insanın evine kavuştuğu an.”

“Biz daha doğru dürüst evimizde kalamadık. Ediz bu aralar çok yoğun olunca ancak ziyaret için gidip döndük. Onun için ben evimizi çok özledim.”

“Canım o kadar üzülüyorsan yarın direk evimize gidelim, sabah oradan işe geliriz.”

“Gerçekten harika olur. Hem annemler çok özlemişler. Bugün babam da Amerika’dan geliyormuş. İkisini de çok özledim.”

“Tamam karar verildi. Hadi bakalım, bugünlük bu kadar, ben yatıyorum. Geliyorsun değil mi tatlım?”

“Geldim.”

“Hadi biz de yatalım sevgilim.”

Gürkan yatalım derken öyle bir bakıyordu ki, bu kelimenin anlamı derhal boyut değiştiriyordu. Karısının beline doladığı koluyla Ekim’i kendine çekti. Öylece kamaralarına gittiler.

Kamaranın kapısını kapatan Gürkan, karısını kucağına alarak usulca yatağa bıraktı.

“Bu gezi bittiğine göre biz de final yapalım değil mi benim güzel sevgilim?”

Ekim yüzüne düşen saçları, bir baş hareketi ile geri atarken gözleriyle bu soruya yanıt verdi.

“Bana böyle baktığın zaman beni çıldırtıyorsun.”

Sonra sesleri kesildi. Artık kamarada sadece mırıldanan aşk sözcükleri ve nefeslerinin sesi vardı.

Nihayet gezileri bitmişti.

Evin önüne geldiklerinde Yavuz ve Yağmur onları bekliyordu.

“Haberleştiniz herhalde, değil mi?”

“Aslında haberleştik de denemez. Bir saat kadar önce aradı Yavuz. Biz geldik ne zaman dönüyorsunuz diye. Ben de yaklaşık buraya geliş saatimizi söyledim.”

“Hoş geldiniz. Yardıma ihtiyaç var mı?”

“Yok siz hanımlara yardım edin.”

“Yavuz merhaba. Annem nasıl? Niye getirmedin annemi?”

“Annemi tanırsın abi evinden ayrılamaz. Çok ısrar ettim ama daha sonra gelirim, biraz eskisinler diyor.”

“İlahi anne. Neyse biz de davet ederiz, belki gelir.”

“Tabii Ediz. Filiz anne gelsin çiftlikte kalsın, biz de mecburen evimize gideriz.”

“Fena fikir değil.”

“Hadi bize gidelim, kahve içeriz.”

“Yok Ekim, madem annemlere yani evimize gideceğiz. Vakit geçirmeden gidelim. Hadi siz gelin beraber gidelim.”

“I ıh. Ben de evimi özledim. Yarın Nazan anneleri, annemleri ziyaret ederiz, değil mi canım?”

“Sen nasıl istersen Ekimim.”

Sevinler evin önüne bıraktıkları arabalarına binip gittiler, Ekimler de yukarı evlerine çıktılar.

Ev tertemiz ve düzenliydi.

“Giderken evi darmadağın bırakmıştık. Ne güzel her şey yerli yerinde. Masada taze çiçeklerimiz bile var.”

Ekim evi dolaşıp hasret giderdi adeta. Sonra mutfakta buzdolabını açtı.

“Gürkan dolapta yemekler var. Ya annemler geldi ya da Handan Hanım döneceğimiz tarihi bildiğine göre hazırlayıp bıraktı. A burada not var. Handan Hanım afiyet olsun diyor.
 

*

 
Sabahleyin önce Gürkan’ın ailesiyle birlikte kahvaltı etmek için, ellerindeki fırından aldıkları sıcacık simitlerle birlikte kapıyı çaldılar. Henüz kalkmış olan Nazan Hanım karşısında onları görünce sımsıkı kucakladı ikisini de.

“Bu ne güzel bir sürpriz oldu, akşam çok özlediğimizi konuşmuştuk biz de. Baban da çok şaşıracak.”

Hayli uzayan kahvaltı faslından sonra veda edip bu sefer Ekim’in ailesini ziyaret için yola çıktılar ama trafik o kadar yoğun du ki yemek saatini kaçıracaklarını görünce, bizi bekleyin diye haber vermek zorunda kaldılar. Birlikte geçirdikleri uzun saatlerden sonra, hep beraber kahve içmeye geliyoruz diye Sevinlere telefon açtılar. Kahve faslından sonra daha fazla gecikmemek için yola çıktılar.

“Anneanneme gitmedik zaten yarın beraberiz diye düşündüm ama şimdi acaba üzülür mü uğramadık diye düşünüyorum.”

“Ara istersen, eve geçmeden uğrarız müsaitse.”

“Ne kadar anlayışlısın Gürkan, sabahtan beri kapı kapı geziyoruz ama sen hiç şikâyet etmiyorsun.”

“Aşk olsun Ekim. Ailelerimizi ziyaret etmemiz çok normal değil mi? Yarın işe başlayınca, yine görüşemeyeceğiz ne yazık ki.”

“Anneannecim merhaba. Nasılsınız?”

Servet Hanım, Ekim’in sesini duyunca, “Ekim kızım. Ben iyiyim şimdi çok daha iyi hissediyorum tabii ki. Döndünüz herhalde.”

“Döndük anneanne ve yarın beraberiz diye düşünerek, Gürkan’ın ailesini ve babamları ziyaret ettik ama size uğramadık diye biraz huzursuz hissettim, sanki seni üzecekmişim gibi.”

“Benim güzel yürekli torunum. Sen merak etme beni, yalnız değilim, çok eski bir dostum ziyaretime geldi, ben de onu bırakmadım, uzun uzun sizleri andık. Sen üzülme, keyfinize bakın. Yarın sizin için hayli yoğun olacak. İkinizi de öpüyorum.”

Pazartesi günü işe gittiklerinde, Ekim ve Gürkan, Servet Hanım’ın saat 10.00’da kendilerini beklediği haberini aldılar.

Belirtilen saatte, Servet Hanım’ın odasının kapısında karşılaştılar.

“Neler oluyor Ekim?”

“Tahmin edebiliyorum galiba. Anneannem zaman harcamak istemiyor anlaşılan. Düşündüklerini hemen gerçekleştirecek sanırım.”

Servet Hanım gerekli talimatları vererek iki damadına hisse devri yapmıştı. Özel eşyalarını bile eve götürmüştü. Geziden dönüp işe başladıkları ilk gün adeta devir teslim olacaktı. Nazım Bey, Servet Hanım’ın isteği ile tüm çalışanlara, saat 10.00’da konferans salonunda toplanmaları için gerekli duyuruyu yapmıştı.

“Hadi bakalım gençler. Gidelim ve bu işi bitirelim. Tüm çalışanlara değişikliği bildirelim. Saat 11.00’de de yönetim kurulu toplantısı var. Ben Ediz’le Sevin’i de toplantıya çağırdım.”

Salonda toplananlar merakla bekliyorlardı. Servet Hanım sadece torunlarını tanıştıracağı zaman böyle toplanmalarını istemişti, şimdi ne olabilir diye kendi aralarında fikir yürütüyorlardı.

“Herkese iyi günler. Şimdi ne oldu acaba diye meraklandığınızı görebiliyorum. Korkmayın size güzel bir değişimi haber vermek için burada toplanmanızı istedim. Biliyorsunuz bir süredir torunlarım ve damatlarım, bizimle çalışmaya başladılar. Bir çoğunuz zaten onlarla birlikte çalışıyorsunuz.”

Şimdi burada toplanma nedenimizi açıklamama sıra geldi. Ben artık yoruldum ve meydanı tamamen gençlere bırakmak istiyorum. İnanıyorum ki bu yenilik hepimiz için çok hayırlı olacak. Gençlerin enerjisine ve cesaretine ihtiyacımız var. Benim, hep birlikte, daha ilerilere gideceğinize inancım sonsuz. İşte bu nedenle sizlere veda etmek istedim. Hepinize teşekkür ederim.”

Kaç senedir Servet Hanım’la çalışan ve onu çok seven insanların konuşmaları bir uğultu hâlini alınca, Ekim daha fazla dayanamayarak anneannesinin yanına gelerek topluluğa seslendi.

“Merak etmeyin arkadaşlar. Anneannem her zaman fahri yönetim kurulu başkanı olarak arzu ettiği zaman toplantılara katılacak. Ve her zaman sizleri görmeye geleceğine inanıyorum.”

Ekim’in bu söyledikleri üzerine salondan bir alkış koptu. Sonra hepsi tek tek Servet Hanım’ın elini sıkarak, kendilerine gösterdiği anlayış ve yakınlıktan dolayı teşekkür ederek vedalaştılar.

Beraberce Servet Hanım’ın odasına geçtiler.

“Anneanne neden böyle bir şey yaptınız? Keşke hiç ayrılmasanız. Her gün gelmeyin. Sadece toplantılarda yanımızda olun.”

“Hayır çocuklar. Ben artık evimde oturmak istiyorum. Sizlerden de torun bekliyorum. Kafam işle meşgul olsun istemiyorum. Bütün bunlar zaten sizin, o zaman vakit geçirmeden sahip çıkın istiyorum. Bunun böyle olması gerekiyor. Zaten Nazım Bey ve ekibi burada. Onlar da sizin yönetiminize bir an önce alışsınlar. Neyse ben şu son toplantımı yapıp eve gitmek istiyorum.”

Servet Hanım’ın ifadesiyle son toplantısında, yönetim kurulu üyeleriyle de vedalaştı. Alınan yeni kararla Ekim, yönetim kurulu başkanı, Gürkan başkan yardımcısı ve genel koordinatör, Ediz ve Sevin de yönetim kurulu üyesi oldular. Nazım Bey gerekenleri yapmak üzere karar defterini alarak yanlarından ayrıldı.

Diğer yönetim kurulu üyelerini uğurladıktan sonra, Servet Hanım’ı kapıya kadar inerek yolcu ettiler.

Servet Hanım binadan çıkmadan önce başını kaldırıp kendisini uğurlamak için gelenleri selamladı. Şimdi gözlerinde yaşlar vardı.

“Çocuklar, hoşça kalın. Buralar artık sizlere emanet. Sizden tek bir şey istiyorum. Her sene tüm personele verdiğim yemekli toplantıyı devam ettirin ve hepsini tanıyıp dertlerine derman olmaya çalışın. Ben de büyükbabanızdan böyle gördüm.”

“Merak etme anneanne. O toplantıları yapacağız ve siz de katılacaksınız. Eminim onlar dertlerini ya da isteklerini size daha rahat söyleyeceklerdir.”

“Hadi çocuklar hoşça kalın. Sık sık bana gelmeyi unutmayın.”

Araba giderken Servet Hanım hem onlara el sallamak hem de bir kez daha binaya bakmak için arkasını döndü.

“Ay ben fena oldum, sanki bir daha buraya gelmeyecekmiş gibi.”

“Haklısın ama Ekim. Gerçekten en son yine holdinge baktı.”

“Sevin hemen gidecek misiniz? Gelin birlikte yemek yeriz.”

“Benim işim yok ama Ediz’in işi var. O geçerken beni akademiye bırakacak. Şimdi kalırsam beni götürmeniz ya da göndermeniz gerekecek, onun için en iyisi ben gideyim.”

“Ama akşam beraber olalım. Bak, sizin işiniz bitince telefonlaşalım bir yerlere gidelim. Yani yemeğe gidelim. Biraz konuşuruz da.”

“Benim 1-2 saatlik işim var, sonra boşum. Sevin senin mutlaka akademiye gitmen gerekiyor mu?”

“Hayır. O zaman ben burada kalayım. Sen işini bitirince buraya gel Ediz.”

“Tamam olur. O zaman ben kaçtım.”

Hep beraber Ekim’in odasına çıktılar.

“Bırakmak istediğini çıtlatmıştı ama bu kadar çabuk olacağını zannetmiyordum. Biz yokken her şeyi hazırlatmış.”

“Büyük sorumluluk aldık Ekim. Artık her şey farklı olacak. Odalarımızı ayarlasak iyi olacak. Sen anneannenin odasında oturursun, ben toplantı salonunun yanındaki büyük odayı hazırlatıp oraya geçeyim.”

“Sen arzu edersen o odayı kullanabilirsin. Ben daha sade bir odada oturabilirim.”

“Canım, o oda bir hanım odası. Mobilyasıyla falan bir kadına daha uygun. Sen orada oturursun. Ben söylerim kısa zamanda hazır olur yerim.”

Günün geri kalan kısmında Sevin, Ekim’in odasında telefon görüşmeleri ile vakit geçirirken, Ekim yeni odasına yerleşti. Bu arada gelen tebrikleri kabul ettiler. Camiaya duyuru kısmını Nazım Bey hallediyordu. Saat ilerledikçe bu değişimi haber alanların oluşturduğu yoğun bir telefon trafiğine bakmak zorunda kaldı. Gürkan’ı aradığında onun da telefonlara bakmaktan başka bir şey yapamadığını öğrendi.

Akşam için yeni açılan ve etleriyle ünlenen Barbekü restoranda yerlerini ayarladılar. Ediz geldiğinde onlar da hazırlanmışlardı.

“Buranın, neden bu kadar kısa sürede bu kadar popüler olduğu anlaşılıyor. Hem ortam çok güzel hem yemekler enfes. Bonfile harikaydı. Hakkını vermek lazım.”

“Haklısın Ekim. Eti neredeyse çatalla parçalayabileceksin. Nasıl terbiye etmişlerse harika olmuş.”

“Baksanıza her taraf ünlü kişilerle dolu.”

Üstüne tatlılarını yedikten sonra dışarı çıkarlarken kapıda bir sürü magazincinin olduğunu gördüler. Tanınmayacaklarını düşünerek sessizce yürümeye çalışırlarken kendilerine uzatılan mikrofon ve yanan flaşlarla şaşırdılar.

“Ekim Hanım, holdingin yönetim kurulu başkanı olduğunuz doğru mu? Gürkan Bey siz de genel koordinatör olmuşsunuz, doğru mu efendim?”

“Evet arkadaşlar doğru duymuşsunuz. Ama şimdi izin verin çıkalım.”

“Tebrik ederiz.”

Gelen arabalarına binip hemen oradan uzaklaştılar. Ekimler evlerine, Sevinler otele gitmek üzere ayrıldılar.

Ekim ve Gürkan, bu yoğun tempoya çabuk ayak uydurdular.

Zaten, Servet Hanım’ın uyarıları doğrultusunda, her konuda bilgi sahibi olmaya çalışmışlardı. Yapılan bu değişim nedeniyle neredeyse her gün holding bünyesindeki şirketlere giderek, incelemeler ve görüşmeler sonucunda aldıkları yeni kararlar ve uygulamalarla ilgili toplantılar yapıyorlardı. Bu koşuşturmalar sırasında, kimseyle görüşecek zamanları kalmıyordu.

Ediz’in de son günlerde ne kendine ne eşine ayıracak zamanı yoktu. İstanbul’da yapılacak uluslararası bir kongreye ev sahipliği yapan otellerinde gerek kongre nedeniyle gerekse konuklar için hazırlanan çeşitli programlar sebebiyle yoğun bir telaş vardı. Günler öncesinden başlayan bu hazırlık, nihayet konukların gelmesi ile zirve yapmıştı.

Sabahtan beri, çıkan bir sürü terslikle hayli hareketli geçen saatlerden sonra, kendini yorgun hisseden Ediz, dairelerine çıkarak biraz uyumak istedi. Hemen bir duş alarak kendini yatağa attı.

Okuldan gelen Sevin, Ediz’i odasında göremeyince, Ediz’in nerede olduğunu öğrenmek için resepsiyona yöneldi. Birden kendisine seslenildiğini duyarak lobide oturmakta olanlara doğru baktığında, Teksas’tan bir okul arkadaşının kendisine doğru geldiğini görünce çok şaşırdı.

“Pamela, ne güzel bir sürpriz.”

“Esas benim için sürpriz. Senin Türkiye’ye gittiğini söylemişlerdi ama nerede olduğunu bilmiyordum.”

“Ben burada yani İstanbul’dayım. Sen ne zaman geldin, ailenle mi geldin?”

“Babamla geldim. Babam bir kongreye geliyordu, ben de İstanbul’u çok merak ettiğim için geldim. Bugün geldik. Sen otelde kalmıyorsun herhalde?”

“Tabii ki hayır. Ben evlendim. Bu otelin genel müdürü eşim. Evimiz uzakta, yukarda bir dairemiz var. Genelde burada kalıyoruz.”

“İnanamıyorum. Sen nasıl desem o kadar popüler bir kızdın ki senin bu kadar erken evleneceğini hiç düşünmezdim.”

“Evet ama işe aşk girince beklemek istemedik.”

“Tebrik ederim. Kocan nerede o zaman?”

“Ben de onun için resepsiyona gidiyordum. Gürsel Bey, Ediz Bey nerede?”

“Efendim kendileri dairenize çıktı.”

“Teşekkür ederim. Sen buradasın o zaman görüşürüz. Ben çıkıp bir bakayım, Ediz’i merak ettim. Bu saatte niye odaya çıkmış bakmam lazım.”

“Sevin görüşürüz, biz buradayız.”

Sevin merak içinde yukarı çıktı. Kapıyı açıp içeri girdi. Ediz derin bir uykudaydı, geldiğini duymadı. Laptopunu açıp biraz oyalandı ama Ediz uyanmıyordu, meraklanıp Ediz’in yanına giderek usulca saçlarını okşadı. Hiçbir hareket olmayınca bu sefer eğilip usulca öptü kocasını. Ve ne olduğunu anlayamadan kendisini Ediz’in kollarında yatakta buldu.

“Bana oyun mu oynadın, uyumuyor muydun?”

“Uyuyordum sevgilim, kendimi odaya nasıl attım hatırlamıyorum. Sabahtan beri sayısını hatırlayamadığım kadar insanla tanıştım. Sorunlarına çare bulmaya çalıştık. Aman Allah’ım, aşağı ineceğim, yine aynı kâbus.”

“Yok aşağıda her şey sakin. Bir sürü insan lobide oturuyor, onlardan biri de benim okul arkadaşım.”

“Erkek mi?”

“Hayır ama erkek olsa ne olurdu?”

“Onu o zaman düşünürdüm. Çok yorgunum, sana ihtiyacım var.”

“Benim de sana ihtiyacım var ama seni aşağıdan ararlarsa.”

“Hayır aramazlar. Kesin talimatım var.”

Ediz karısının üstündekileri büyük bir zevkle çıkardı. Sevin de erkeğinin soyunmasına yardım etti.

“Çok yorgunsun, sana masaj yapmamı ister misin?”

“Yorgun değilsen isterim, anlar mısın bu işlerden?”

“Evet. Bizim sınıfta Tayvanlı bir kız vardı. Sırtta ve ayaklarda hangi noktaların nasıl ovulacağını anlatmıştı. Hiç denemedim ama bir arkadaşımıza masaj yaparken seyrettim o kızı. Şimdi yüzüstü yat ve gevşe, bakalım becerebilecek miyim?”

“O zaman seni göremem ama.”

“Görme, ellerimi hissedeceksin.”

Sevin Ediz’in arkasına geçerek sırtını ovmaya başladı. Ediz rahatladığını anlatan sesler çıkarıyordu. Onun gevşediğini, elinin altındaki kaslardan hissedebiliyordu. Bir süre sonra Ediz’in nefes alışları sıklaştı ve aniden dönerek karısını yatağa yatırdı dudaklarına uzandı. Kısa bir süre sonra ikisi de yaşadıkları anın coşkusu ve hazzı ile yeniden uykuya daldılar.

Uyandıklarında hava kararmıştı. Duşlarını alıp, giyindiler.

“Feci acıktım. Şimdi hatırladım ben öğlen hiçbir şey yemedim.”

“Neden, bir sorun mu vardı?”

“Yok problem yoktu da bütün öğretmenlerle bir toplantı yaptık. Sonrasında da bazı öneriler ve sorunlarla ilgili konuştuk falan, bir de baktım vakit geçmiş hemen buraya geldim.”

“Bakalım arkadaşın kimmiş? Güzel mi bari?”

“Niye, çok mu ilgilendiriyor seni?”

“Yok yani seyretmek zevkli olur diye sordum.”

“Sakın, sakın yan gözle bile baksan çıldırırım, o zamanda ne yapacağım hiç belli olmaz.”

“Hah işte sen aslında busun. Benim asi ruhlu sevgilim. Benim bir başka kadına bakacağımı nasıl düşünebilirsin.”

“Valla bilemem artık, sakın yanılıp da öyle bir kaçamak falan yapmayı aklından bile geçirme.”

“Olur, benim kıskanç meleğim.”

Saat bir hayli ilerlediği halde yemek salonu kalabalıktı.

Her akşam yemeklerini yedikleri masalarına geçip oturdular. Sevin etrafına dikkatlice bakınca arkadaşını gördü. Sırf beylerin bulunduğu bir masadaydı. Sevin’i görünce elini salladı.

“Sevgilim kızcağız bir sürü beyle yalnız kalmış. Hem de kendisinden hayli büyük beylerle, masaya davet etsek nezaketsizlik olur mu acaba?”

“Sanmam, sanırım o masada iş konuşuluyordur. Ben davet edeyim, bakalım gelecek mi?”

“Kesin gelir, görmüyor musun, adeta yardım ister gibi el salladı.”

Ediz Pamela’ya yaklaşıp yavaşça kendisini tanıttı.

“Görüyorum henüz yemeğinizi yememişsiniz. Arzu ederseniz buyurun bizim masada beraber oturalım.”

“Baba, beyefendi sana bahsettiğim arkadaşımın eşi. Bak arkadaşım da orada. Beni masalarına davet ediyorlar.”

“Tamam kızım. Zaten sıkıldığının farkındayım, senin için de iyi olur. Çok teşekkür ederim beyefendi. Sonra görüşürüz kızım.”

“Of harikasın Sevin. Sıkıntıdan ölecektim. Ben İstanbul’u göreceğim diye bu geziye katıldım ama işin bu kısmını hiç düşünemedim. Gerçi arada boş günler var ama masadaki konuşmaları bir görsen. Sanırsın üniversitede bir derse girdim. Yeni gelişmekte olan teknoloji hakkında derin konuşmalar, hiç anlamadığım bir sürü deyim. Neyse ben yemeğimi söylemiştim, herhalde babam buraya yönlendirir.”

“Nasılsın? Ne yaptın görüştüğümüzden beri?”

“Odamıza çıktım. Boğazı seyrettim. Çok güzel. Hele gün batarken sanki bir masal gibi oldu etraf. Adeta büyülendim. Sen bize Türkiye’nin çok güzel olduğunu söylemiştin ama bu kadarını hayâl edemezdim. Yarın erken saatte konferans var, sonra rehberle İstanbul’un tarihi yerlerini gezeceğiz. Şimdiden çok heyecanlıyım.”

“Bir gün de beraber gezelim. Seni hem bu yakanın hem de karşı yakanın en hareketli yerlerine götüreyim.”

“Çok sevinirim. Yani Asya kıtasına geçeceğiz, değil mi?”

“Evet, Boğazı bir de karşıdan gör. Hayran kalacaksın.”

“Ama senin işin yok mu? Seni zora sokmak istemem.”

“Yok, sorun değil. Benim işim daha çok kışın.”

“Ne yapıyorsun? Okul bitti mi?”

“Son seneyi okumadan sınavları kendi okulumuzda verdim ve mezun oldum.”

“Senin okulun mu var?”

“Evet, sana göstermek hoşuma gider. Bir akademi. Sanatla ilgili her şey var. Bir konservatuar gibi. Ama eğitim o kadar uzun sürmüyor.”

“Çok sevindim ne kadar güzel.”

Onlar hem sohbet edip hem yemeklerini yerken bir görevli gelerek Ediz’e bir şeyler söyledi.

“Hanımlar, kısa bir süre sizi yalnız bırakacağım. Hemen döneceğim.”

“Sevin, bu muhteşem erkeği nerden buldun? Kocan çok yakışıklı.”

“Bizim teknenin kaptanıydı, şimdi kalbimin kaptanı.”

“Çok romantik. Grubun İstanbul’a gelmişti, değil mi?”

“Evet. Artık onlar burada çok ünlendiler.”

“Sen şarkı söylüyor musun?”

“Pek değil. Bazen onlara eşlik ediyorum ama uzun zamandır söylemedim. Şimdi onların bir vokalistleri var. Türkiye’de her yere gidiyorlar. Sen ne yapıyorsun?”

“Ben okuldan sonra pek müzikle ilgilenmedim. Babamın şirketinde çalışıyorum.”

Ediz uzun bir süre sonra gelebildi masaya.

“Ne oldu sevgilim? Bir terslik mi var?”

“Yok, önemli bir şey değil ama birini beklemek zorunda kaldım. Özür dilerim.”

“Önemi yok canım. Biz de kız kıza konuştuk biraz.”

“Yemeğiniz bittiyse, isterseniz, havuz başına gidelim. Bir animasyon grubu gösteri yapacak. Bir üçlü müzik yapacak, yani program var.”

“Pamela, sen babana haber ver, biz havuz başına gidelim.”

Yemeklerini bitirenler yavaş yavaş toplanmaya başladı. Önce üçlü grup sahne aldı. Son günlerde popüler olan parçalardan çalıp söylediler. Sonra animasyon gösterisi başladı. Seyircileri de oyunlara dahil ettikleri için herkes çok eğleniyordu. Saatler sonra odalarına çıktılar.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan