Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 8

20 Aralık 2021

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 

Üstlerindeki giyecekler hafif şeyler olmasına rağmen hava çok terletiyordu.

Daha on metre gitmeden ter içinde kaldılar. Kanal boyundaki satıcılarda çok güzel hediyelikler vardı. Kızlara, Hacer Hanım’a, kendilerine aldıklarından başka; Seher, çiftlikte çalışan bayanlara da bol bol hediye aldı. Elleri bir sürü poşetle dolu vaziyette arabalarının yanına geldiler.

“Şimdi istikamet neresi Sermin?”

“Arabayla gidelim bakalım ben sana söylerim.”

Marmaris’e doğru ilerlerken Adliye Sarayı’nı gördüler.

“Aman Allahım, gerçekten de biz gelmeyeli burası adeta bir şehir olmuş. Yanılmıyorsam Adliye çarşıda idi.”

“Çok doğru. Vallahi pes Sermin. Nasıl hatırlıyorsun bu kadar detayı?”

“Hatırlıyorum zira sen oradan geçerken Adliye’den çıkan çok eski bir avukat arkadaşına rastlamıştın.”

“Çok haklısın ve gariptir ki biz o arkadaşla birbirimizi yine kaybettik. Bugün de buralarda karşımıza çıkar mı acaba?”

“Gelin bu sokaktan gidelim. Bak burası Armutalan’a gidiyormuş.”

“Ne kadar güzel oteller var. Ve adeta her yer otel, apart değil mi? Tevekkeli İstanbul’dan gelip yerleşenler genelde Bodrum’u seçiyorlar. Burası adeta bir konaklama merkezi olmuş.”

“Öyle ama doğayı sevenler için hâlâ ilk sırada Marmaris var. Görüldüğü gibi her yer özellikle de çevresi yemyeşil ve bol orman var.”

“Bir de düşünün ki dünyaca ünlü sığla ağaçlarından bir orman var burada.”

“Ne güzel bayağı bilgi sahibisiniz bu konularda.”

“Evet ama bunu Tahir’e borçluyuz aslında. O emekliliğinde yerleşmek için bir yerler ararken, bayağı bir kitap okuduk, film seyrettik bu konularda.”

“Sonunda da hepsine birden sahip olmak için bir tekne aldın, değil mi Tahir?”

“Nasıl yani? Tekne fikri benden çıktı ama hepimiz bayıldık bence. İsterseniz vazgeçelim bu fikirden. İstanbul’da o tekneye sahip olmak isteyecek çok meraklı bulacağımıza inancım sonsuz.”

“Asla. Öyle güzel bir şey yaptık ki anlatamam. Ben o tekneyle yapacağımız gezilerin hayâliyle uyuyorum günlerdir. Başta ben karşı çıkarım bu fikre.”

“Aslan karım benim. Ne de olsa beraber okuduk bütün o kitapları. Şayet tekne olmasa ancak bir tanesinde yaşayabiliriz o güzelliklerin ama tekneni hangi koya çekersen orası sen istediğin sürece senin evin olmaya devam ediyor. Bir sabah sıkıldın, hadi daha canlı bir yerlere gidelim diyorsun, hoop oraya gidiyorsun, orası artık senin evin oluyor. Bundan güzel bir şey olabilir mi?”

Konuşurken farkında bile olmadan sola dönmüşler ve Datça yoluna girmişlerdi.

“Tahir Datça’ya gitmeyelim şimdi bak geçtiğimiz sokaktaki evler ne kadar güzel, dön istersen, buraları gezelim. Bir tur atar çıkarız. Sonra da bir şeyler yeriz.”

Tahir Bey, yola devam edip ilerden dönerek Sermin Hanım’ın söylediği sokağa girdi.

“Bak Sermin ne kadar güzel bir site. Burada hep böyle yerler var. Adeta sitelerden kurulu bir bölge burası, ne ilginç. Hiç öyle yüksek bina falan yok.”

“Aaa Tahir bak “Ana-Kız’ın Bahçesinden Nefis Tatlar” yazıyor. Hem de çok güzel bir bahçede. Karnımızda acıktı. Gerçi biraz erken ama eğer gözleme varsa yeriz.”

“Tamam Serminciğim. Çok da güzel olur.”

“Merhaba! Açık mısınız?”

“Tabii tabii buyurun. Hoş geldiniz. Annem hazırlığını henüz bitirmişti. Hemen siparişlerinizi alabilirim.”

Burası içerde dubleks villaların ve havuzun olduğu bir sitenin yan bahçesi idi. Her taraf yemyeşildi ve çeşit çeşit çiçekler vardı. Siteyi ayırmak için hoş bir seperatör koymuşlardı araya ama bölme hiç rahatsız etmiyordu. İnsan kendini o evlerden birinden çıkıp oraya gelmiş gibi hissediyordu. Pek fazla masa yoktu. Yan tarafta kameriye gibi bir yerde, mutfak vardı. Zaten her tarafı camlı idi. İçerde ne hazırlandığını görebiliyordunuz. Masaların her birinde ayrı renkte masa örtüleri seriliydi. Hepsinin üzerinde de bölgenin meşhur begonvil çiçeklerinden vardı vazolar içinde. Sandalye yerine de rahat bambu koltuklar koymuşlardı. Öylesine rahattı ki. Ortalık yanarken burada şemsiyelerin altında püfür püfür, hiç kalkası gelmezdi insanın.

Ortalarda bir de 4-5 yaşlarında bir oğlan çocuğu devamlı Anne diye seslenerek bu servis açan hanıma bir şeyler söylüyordu.

“Tabelada yazan ana-kızın, kızıyla tanışıyoruz herhalde?”

“Evet ben Ayşe. Annem de içerde hazırlıklara devam ediyor.”

“Ufaklık da sizin tabii. Sizsiz bir an olamıyor galiba.”

“Maalesef. Bana çok bağlı, bensiz duramıyor. Oyun oynarken bile arada bana seslenir.”

“Anne, sana biber koparayım mı?”

“Yok Ardacığım. Anneannen gelirken koparmış, şimdi lazım değil.”

“Yoksa malzemelerde bahçenizden mi?”

“Tabii biz de şu evde oturuyoruz. Bütün arka bahçeye sebze ve meyve dikiyoruz. Burada kullandığımız pek çok malzeme kendi bahçemizden.”

“Ne kadar güzel.”

“Ben siparişlerinizi alayım isterseniz. Ya da bu güzel bahçede birer çay ikram edelim önce size.”

“Vallahi çok güzel olur. Daha sonrada yemeğimizi yeriz. Hepimiz içeriz, değil mi?”

“Tamam, çay içelim. İnsanın hararetini aslında en iyi çay gideriyor.”

Ayşe biraz sonra çayları getirdi.

Bu hanım çok ilginç biriydi. Çok ciddi görünüyordu ama sizi dinlerken hep tebessüm ediyordu. Ve gülümsediği zaman adeta etrafını aydınlatıyordu. Öylesine içten önerilerde bulunuyordu ki söylediği her şeyi yemek hissi uyandırıyordu insanda.

“Saydığınız tüm bu güzel şeyleri hep anneniz mi hazırlıyor?”

“Tabii ki hayır. Annem gözlemeleri ve börekleri yapıyor. Sunduğumuz nefis salataların tarifleri kız kardeşim Armağan’dan. Tüm tatlıları ve çay yanında yenebilecek kurabiye ve kekleri de ben yapıyorum.”

“Ne kadar güzel. Kız kardeşiniz de burada çalışıyor o zaman.”

“Hayır. O eğitimli bir turizmci. Büyük bir oteller zincirinin halkla ilişkiler müdiresi olarak devamlı Türkiye ve yurt dışında seyahatlerde geçiriyor zamanını. Pek sık görüştüğümüzü söyleyemeyiz bu nedenle. Ama gezdiği yerlerden yeni tatların tariflerini getirmeyi hiç ihmal etmez.”

“Ne kadar güzel. Eşiniz de mutlaka turizmle uğraşıyordur.”

“Evet tabi. O da bir otelin müdürlüğünü yapıyor.”

O sırada güleç yüzlü bir hanım da yanlarına gelerek yörenin şivesiyle kendilerine hoş geldiniz dedi.

“Hoş bulduk. Ana hanım biz de sizi merak etmiştik. Ayşe Hanım’ın bu kadar anlattığı gözlemelerinizden mutlaka yiyeceğiz. Hatta şimdiden siparişleri verebiliriz.”

O kadar değişik ot isimleri saydılar ki ne yiyeceklerini şaşırdılar.

“Bence siz bize küçük gözlemeler halinde değişik otlardan tadımlık hazırlasanız da biz hoşumuza gidenden daha bolca yesek size zahmet olur mu?”

“Olur mu be! Ben şimdi yapıveren istediğinizi.”

Ayşe’nin güler yüzünü annesinden aldığı belli idi. Ama bu kadarla da yetmedi. Arda, bahçeden kopardığı 4 adet küçük salatalığı kendi elleriyle getirdi ve ikram etti.

“Çok teşekkür ederiz Arda. Sen okula gidiyor musun?”

“Evet gidiyorum ama kışın, şimdi değil.”

“Ne kadar güzel. Yazın da burada yardım ediyorsun herhalde.”

“Hayır. Ben sadece yiyorum onları.”

O kadar masumane söylenmişti ki bu sözler hepsi gülmeye başladı. Bu arada Sermin’in dikkatini anne oğulun ilişkisi çekti. Ayşe Hanım oğlunun sorduğu hiçbir soruyu geçiştirmiyordu. Hepsine son derece sakin ve doğru cevaplar veriyordu. Onların bu hâlleri kendisini yıllarca önceye götürdü. Ekim de inanılmaz bir açgözlülükle gördüğü, duyduğu her şeyi sorgular, öğrenmeye çalışırdı. Kendisi de bazen çok sıkışık bir anına rastlayıp sinirlense bile, asla geçiştirmez kızının merakını giderecek cevapları verirdi. Bu duruma çok şaşıran Hacer Hanım arada Ekim’e seslenir, “Kızım anneni rahat bırak, kadıncağız çalışıyor” derdi. Ama asla kızına “Şimdi meşgulüm” dememişti. O nedenle Ayşe Hanım’a daha bir sevgiyle baktı.

Gerçekten gözlemeler harikaydı.

Hepsi de değişik otlarla yapılan gözlemelerden kendilerinin daha çok beğendiği çeşitleri sipariş ettiler. Yanına da buz gibi ayran söylediler.

“Bu benim hayatımda yediğim en güzel gözleme Ayşe Hanım. Annenize teşekkürlerimizi iletin lütfen.”

“Tabii söylerim. Burada bir abimiz var bizim. O da aynı şeyi söylüyor. Kendisi çok gezmiş ve bu konuda da hayli bilgili biri. ‘Şerife Hanım’ın gözlemeleri 1 numara, bundan sonra herhangi bir yerde gözleme yemek zor’ diyor.”

“O beyefendiye katılıyorum. Çok güzel. Annenizin ellerine sağlık.”

“Bu kadar yedikten sonra sizin tatlılara yer kalmadı ama brownilerinizden bir kutuya koymak mümkünse akşam üstü yemek için ikişer adet isteriz.”

“Tabii ki. Zaten bizim evlere servisimiz de var. Yani bir kutuya hazırlayabiliriz.”

“Çok teşekkür ederiz.”

“Burada oturmak güzel ama Sermin’in Marmaris turu bitmedi ise hâlâ gidilecek yerler vardır.”

Paketlerini alarak vedalaştılar.

Hep beraber arabaya bindiler. Bu sefer Sermin arabaya biner binmez konuşmaya başladı.

“Yok, pes ediyorum. Hava çok sıcak, artık evimize dönelim. Ben orada Arda’ya bakarken kızımı ne kadar çok özlediğimi çok iyi anladım. Şimdi otele gidip havuza falan girelim. Yarın sabah da evimize doğru yola çıkalım lütfen.”

“Hay yaşa Serminciğim. Oyun bozanlık etmek istemiyordum ama ben de İstanbul’a dönmek istiyorum. Hem orada daha yapılacak işlerimiz var.”

“Çok doğru Seherciğim. Daha tekne için dünya kadar alışveriş işimiz var. O kadar çok eksik çıkacak ki…”

“Biz Amerika’dan da bazı şeyler getirebiliriz ama geç olacak herhalde.”

“Yok canım. Hanımlar yani kızlarımız da beraber, alışverişe çıktılar mı hepsini hallederler.”

“Bu arada tekne geldiyse yiyecek falan da almak lazım. En azından kalıcı olan şeyleri alırız. Salça, yağ. Çay, kahve gibi. A vallahi haklısınız yahu. Biz şimdi otururken listemi hazırlasak acaba?”

“Hadi otele gidelim canım. Hem denize girer hem de liste hazırlarız.”

Hava o kadar sıcaktı ki. Otelin önünde kimseler yoktu ama deniz halk plajı gibi tıklım tıklımdı.

Hemen mayolarını giyip kendilerini serin sulara attılar. Uzun süre sonra soğuk içeceklerini söyleyip masaya oturdular ve alışveriş listesi yapmaya başladılar.

Saatler sonra ellerindeki listenin uzunluğuna bakıp gülüyorlardı.

Neler yoktu ki listede, yemek takımlarından havlulara, tencerelerden kaşık çatallara, çarşaflardan fincanlara. Uzayıp gidiyordu liste. Yani, bir ev için gerekli tüm şeyler vardı listelerinde. Sonra market alışverişine geldi sıra.

“Ne diyorum, biliyor musunuz? Hazır Ekim’in tatili de devam ederken biz ufak bir geziye çıksak mı? Öyle uzaklara değil ama en azından 4-5 gün açılsak denize. İlk siftahımızı böyle yapalım. Hep beraber, hatta Tarık ve Gürkan da gelsinler eğer ayarlayabilirlerse. Mesela Adalar arasında gidip…”

Tahir Bey, birden kendini çocuk gibi mutlu ve sabırsız hissederek yaptığı konuşmadan dolayı susup yanındakilere baktı. Ama onların da kendisinden kalır bir hâlleri yoktu. Hatta Sermin ve Seher, evden bazı yemekler hazırlayıp öyle gideriz bir de orada yemek işiyle fazla uğraşmayız, dediler.

“Aman Hanımlar, unutmayın teknede harika bir mutfağınız da var. Bence orada çok büyük bir zevkle yemek yapar insan. Haksız mıyım?”

“Evet haklısın. Ama ne bileyim. Hep beraber olmak duygusundan kaynaklandı herhalde.”

“Mutfak zaten salonun yanında ama. Siz de haklısınızdır belki de. Hem unutuyoruz. Yavuz’un aynı zamanda harika bir aşçı olduğunu söyledi Ediz Kaptan. Seferlerde bütün yemek işlerini Yavuz hallediyormuş. Hem zaten bizim Hacer Hanım kimseye bırakmaz valla mutfağı. Teknede tekne ama düşünsenize; fırını, bulaşık makinası hatta çamaşır makinası bile var.”

“Hay Allah. İçim içime sığmıyor. Yoksa şimdiden yola çıksak mı?”

“Yok Hanım. Biz sabah otelden ayrılmadan bu akşam için marinada, güzel bir restoranda yer ayırttık. Bu akşam orada güzel bir veda ederiz Marmaris’e. O Gün’le geldiğimizde pek dışarda yemek yiyeceğimizi zannetmem. Belki özel bazı yerler hariç.”

“Hatta isterseniz Marmaris çarşısını dolaşalım erken çıkıp, belki O Gün için ilk alışverişimizi buradan yapabiliriz. Ne dersiniz?”

“Harika olur. Selimiye’de iskelede duran teknede bayanlar hep pareolar yerine çok güzel renkli peştamal gibi bir şeyler sarmışlardı üstlerine. Belki o tür şeyler buluruz.”

“Haklısın Sermin. Kızlar için de alırız.”

“Biraz poşetimiz falan olur dönüşte ama… Sahilden yürüyerek gidelim Marina’ya.”

“Çok iyi olur aslında. Yediğimiz gözlemelerden sonra biraz yürüyüş hiç de fena olmaz.”

“Ama pek kısa yürümeyeceğiz. Neyse yürüyerek gidelim de dönüşte daha olmazsa bir taksiye biner geliriz.”

Tekne sohbetine daldıkları için saatin farkında değildiler.

Odalarına çıkıp duşlarını alıp giyinmeleri için az bir zaman kalmıştı. Çarşıyı dolaşmak için acele etmeleri gerekiyordu.

Akşamın çöken serinliği ile herkes kendini sokaklara atmıştı. Sahil boyunca İçmeler’den marinaya kadar devam eden muhteşem yol bayağı kalabalıktı. Bu yol geç saatte çok daha güzel oluyordu. Yemekten ya da eğlenceden dönen kalabalık, genelde mutlu bir şekilde sevgililerine sarılmış gençlerden oluşuyordu. Bazıları hafif seslerle şarkı bile söylüyordu. Tabii arada kendini bilmez densizler de oluyordu ama her milletten insanların mutlu mesut yürüdükleri bir hayâl yolu oluyordu bu yol. Bazen de çok uyumsuz çiftler geçiyordu yine bu yoldan. Bunlar, biri eğlence için, bir diğeri çıkar peşinde olup beraberce bir gece geçirmek hayâliyle bir araya gelen garip çiftlerdi. Genelde fazla alkollü olan bu ikililer diğerlerinden rahatlıkla ayırt edilebiliyordu. Zira ilişkileri gözle görülür bir şekilde yapay ve yapış yapış oluyordu.

Bütün bunları düşünen Sermin birden ürperdi.

“Allah’ım sen bizim evlatlarımızı koru” diye usulca dua etti.

Sabih ve Seher’in gelişiyle yola çıktılar. Henüz yürümeye başlamışlardı ki Sermin’in telefonu çaldı.

“Kızım, canım yavrum, nasılsın?”

“İyiyiz anneciğim. Sizi çok özledik.”

“Biz de sizi çok özledik. Ve karar verdik yarın sabah yola çıkıyoruz. Erken çıkarız. Akşam hep beraber oluruz artık.”

“Oh çok sevindim. Ben söylemiyordum ama dönüşünüzü dört gözle bekliyordum. Şimdi neredesiniz?”

“Sahil boyunca yürüyoruz. Biraz alışveriş yapacağız, yemek yiyip döneceğiz. Ha unutmadan kendimize değil de teknemize alışveriş yapacağız, diyelim biz ona.”

“Ne kadar güzel. Önce kocaman bir nazarlık alın anneciğim. Kimselerin gözü kalmasın.”

“Çok iyi düşündün bunu. Sevin, Hacer Hanım nasıllar? Hepinizi çok özledik. Neyse hayırlısıyla yarın kavuşacağız.”

“Hepimiz çok iyiyiz. Annecim babama sorar mısın; Tekne ne zaman İstanbul‘da olacak, diye.”

“Sormama gerek yok yavrum. Her an olabilir belki bugün bile gelmiş olabilir.”

“Oh harika!”

“Hayrola Ekim. Neler oluyor orada?”

“Sürpriz anneciğim, gelince öğrenirsiniz. Ama bu işe çok sevindim. Sakın bunu Sevin’e bile söyleme, tamam mı? Teknenin hemen geleceğini tahmin etmiyorlar sürpriz olsun. Annecim herkes iyi mi? Hepinizi öpüyorum. Yürürken seni fazla yormayayım. Çok öpüyorum. Şimdi gidip yarın geleceğinizi müjdeliyeyim. Biz de Çiçek Pasajı’na gitmek için Gürkan’ın gelmesini bekliyoruz. Çok öpüyorum.”

“Tamam çocuğum. Dikkatli olun. Oralarda çok geç saatlere kadar kalmayın. Gerçi yanınızda Gürkan ve Tarık var ama yine de fazla uzatmayın geceyi.”

“Merak etme canım. Bye.”

Ekim heyecanla Sevin ve Hacer Hanım’ın yanına gitti.

“Size müjde vermeye geldim.”

“Ne vereceksin, ne ne?”

“Hay Allah! Yani çok sevineceğiniz bir haber vereceğim demek istedim.”

“Annemler geliyor, değil mi?”

“Evet, nereden anladın?”

“Yüzün. Öyle mutlu ki. Ne zaman?”

“Yarın sabah yola çıkıyorlar. Yani yarın akşam buradalar.”

“Çok sevindim. Sinemaya gitmek istemedim ama şimdi pişman oldum. Keşke gitseydik. Şimdi ben çok mutluyum.”

“Olsun, zaten Gürkan neredeyse gelir. Hadi artık hazırlanalım” Tam da o sırada kapı çalındı. Gelen Gürkan ve Tarık’tı.

“Aa! Siz nasıl beraber geldiniz?”

“O kadar şaşırmayın kızlar. Bizim de telefonumuz var. Haberleştik, Gürkan beni de aldı. Hazır mısınız?”

“Siz içeri geçin, biz 5 dakikada hazırlanırız.”

“Eyvah Gürkan yanlış yaptık. Keşke geliyoruz diye haber verseydik. Şimdi bu kızlar bizi bir saat bekletirler.”

“Sen kendi adına konuş. Ekim gerçekten 5 dakikada hazır olur. Tecrübeyle sabittir.”

“Hadi bakalım.”

Kızlar hemen dışarı çıktıkları için bu konuşmaları duymadılar ama gerçekten de 10 dakika sonra ikisi de hazır olarak geldiler.

“Tamam arkadaş. Bu da demektir ki kızlar gerçekten güzel ve kendilerinden eminlerse 5 dakikada hazırlanabiliyormuş. Bunu da öğrenmiş olduk.”

Arabalarını Şişhane’de bir otoparka bırakıp Tünel’e doğru yürümeye başladılar. Gördüğü her yeni şeye ilgi gösteren Sevin yüzünden yürüyüşleri bir hayli yavaş ilerliyordu. Üstüne üstlük kızlar da bir hayli dikkat çekiyorlardı. Sevin saçlarını kestirdikten sonra benzerlikleri iyice ortaya çıktığından yanlarından geçenler önce şöylece bir bakıyor, aradaki benzerliği fark ettiklerinde bir kez daha baktıkları gibi yanlarındakilere de gösteriyorlardı. Önceleri bu olay onlara eğlenceli gelmekle beraber artık alışmışlardı. Ama bazen Sevin acayip tepkiler veriyordu. Mesela dilini çıkarıyordu veya yüzünü komik hallere sokuyordu. O zaman da insanlar tuhaf tuhaf bakmaya başlıyorlardı. Buna Ekim kızıyordu ama henüz kardeşine bu konuda bir şey söylememişti. Bu akşam da kalabalık bir grup benzerlikleri ile ilgilenip sataşınca Sevin aynı maskaralıkları yapmaya başladı. Bunu gören Tarık;

“Sevin ne yapıyorsun? Ne kadar komik olduğunun farkında mısın?”

“Ama Tarık. Kendimi çok kötü hissediyorum. Niye öyle yapıyorlar?”

“Canım. Sen de sizin gibi güzel iki şey görsen, sen de bakarsın.”

“Çok komiksin.”

“Şaka yapmıyorum. Ben sizi tanıdığım, sizinle beraber olduğum hâlde hayranlığımı engelleyemiyorum. İnsanların böyle bakmaları sizi rahatsız edebilir ama sizi görenler için tam bir bakılası manzarasınız. Buna kızmaya hakkınız yok.”

“Çok hoşsunuz valla. Hadi artık gideceğimiz yere gidelim de sohbete orada devam edelim.”

“Hay yaşa Gürkancığım.” Sanki son derece rahat bir ortamda rastgele konuşuyorlarmış gibi bir hâlleri vardı.

“Ben bu caddeyi çok sevdim. Gerçi bu taraf daha tenha. Orası daha kalabalık. Baksana kafa pazarı gibi.”

“İlahi Sevin. Nereden buluyorsun bu benzetmeleri. Ama haklısın caddenin bu tarafı genelde daha tenha oluyor. Buralarda fazla alışveriş yapacak yer yok. Buralara daha çok işi olanlar geliyor. Mesela daha ilerde bu caddenin devamı var. Orada tamamen müzikle ilgili mağazalar var. Saat epeyce ilerledi başka zaman seni oraya da götürürüz. Çok ilginç bulacağından eminim. Ben bir gün bir arkadaşımla bu dükkanlardan birine girdim. Orada çok ünlü bir müzisyen, almak istediği bir enstrümanı denerken orada olanlara harika parçalar dinletti.”

“Ne güzel, şanslıymışsınız.”

“Tabii yanındaki de kız arkadaşındı, değil mi?”

“Evet ama bizden başkaları da vardı orada.”

“Senin bu güzel kızlara merakın çok kötü ve beni kızdırıyor Tarık.”

“Ben de seni kızdırmak için yapıyorum zaten.”

Bu arada Çiçek Pasajı’na da gelmişlerdi. Gidecekleri yere gitmeden köşedeki kokoreççinin önünde durdular.

“Gerçi yemeğe gidiyoruz ama ben Sevin’le beraber küçük bir parça kokoreç yiyeceğim. Bunu burada çok güzel yapıyorlar. Siz de yer misiniz?”

“Haklısın kokoreç tabii ki burada yenir ama ben çok aç değilim. Yemek yemeyi tercih ederim.”

“Ben de şimdi burada atıştırırsam yemek yiyemem. Size afiyet olsun. Bari çeyrek söyleyin, bakalım Sevin nasıl bulacak.”

Onlar kokoreçlerini yerken Ekim’le Gürkan ilerlediler. Burası çok renkli bir pazardı aynı zamanda. Meyveler, sebzeler adeta resim gibi diziliydi tezgâhlarda. İnsanın hepsinden alacağı geliyordu. Bayağı da kalabalıktı. Sokaktaki masalar hemen hemen dolmuştu. Tarık gidecekleri yere önceden telefon ettiği için onların masası kendilerini bekliyordu.

Masaya henüz oturmuşlardı ki ellerindeki kokoreçleri yiyerek yanlarına Tarık’la Sevin de geldiler.

“Hımm. Bu çok güzel. Çok beğendim ben.”

“Nasıl söylediğim kadar yok mu? Bu da bizim hamburger diyorum Sevin’e. Haksız mıyım?”

“Haksız sayılmazsın, en az hamburger kadar meraklısının olduğuna da eminim. Benim aklıma pek gelmez ama arada bir arkadaşların gelip burada yediklerini duyuyorum. Size afiyet olsun. Karnınızı doyurmadınız umarım.”

“Hayır hayır. Biz bir çeyrek alıp Sevin’le paylaştık. Yani çok az yedik. Buranın harika balık çorbası var tavsiye ederim. Değişik mezeler yiyelim. Burayı Rum bir aile çalıştırıyor, çok çeşitli mezeleri var. Biz en son geldiğimizde yanımızda buranın sahibinin uzaktan bir akrabası vardı. Biz sipariş vermeyelim, en tazelerden siz getirin, demişti. Harika şeyler yemiştik. İsterseniz biz de aynı taktiği uygulayalım.”

“Dilerim öyle en tazeleri gelir. Yoksa mekânda kalanları temizlememiz işten değil. Kızma kızma şaka yaptım Tarık. Burada pek bayat bir şey olacağını sanmam, baksana bu saatte bütün masalar dolu.”

“Esas ilginç olan bu değil. Burası o kadar meşhur ki masalar bazen 2-3 kere boşalıp, yeniden doluyor. Gelip masa boşalsın diye bekleyenler bile oluyor. Zira burada bütün akşam oturup alem yapan olduğu gibi, gelip atıştırıp kalkanlar da oluyor. Zaten biz de daha çok yiyeceğiz, araba kullanacağımız için içki alamayacağız.”

“Sadece birer bira içeriz. O da biz kalkana kadar mesele olmaktan çıkar.”

“Bakın, bir önerim var. Benim yarın sabah 9.30’da Taksim’de bir görüşmem var. Biz bu akşam keyfimize bakalım ve taksiyle eve dönelim. Arabayı ben yarın işim bitince otoparktan alırım. Sorun olmaz. Zaten oradaki çocukların çoğunu tanıyorum. Ne zaman buralarda işim olsa -ki çok sık buralara geliyorum- arabayı hep orada bırakırım.

“Harika valla, bu çok iyi oldu. Aslında bunu baştan düşünmemiz gerekirdi. Yani neticede Çiçek Pasajı’na gelinir de içilmez mi?”

“Siparişlerinizi alayım mı efendim?”

“Biz sipariş vermesek de siz buranın özellerinden azar azar bize getirseniz. Yanımızda Amerika’dan bir misafirimiz var. Ona değişik tatlar tattırmayı istiyoruz. Bu arada beğendiklerimizden tekrar istesek.”

“Peki bayım. Bize ilk gelen konuklarımız için hazırladığımız minik tabaklardan oluşan bir menümüz var. Size o servisi açalım, bilahare siz seçiminizi yaparsınız.”

“Çok iyi olur. Bu arada içki olarak hepimiz rakı alıyoruz. Ve bol buz lütfen.”

Biraz sonra masalarına çok fazla çeşidin olduğu bir tepsiyi getirip bıraktılar.

Tabaklar küçük küçüktü. Adeta birer kere aldıklarında tabaktaki bitiyordu. İşin hoş tarafı da biten tabağın dibinde içinde yenilen mezenin adı yazıyordu. Yani sipariş vermek hiç de zor değildi.

“Nasıl karar verdiniz mi efendim?”

“Aslında veremedik ama vermek zorundayız. Hepsi de çok güzeldi. Ekim sen ne istiyorsun?”

“Ben, kalamar ızgara ve kızarmış mantar istiyorum.”

“Sen Sevin?”

“Ben midye ve deniz ürünlü iç pilav istiyorum.”

“Ben, kavun, peynir, domates. Senin istediğin ne Gürkan?”

“Bol nar ekşili salata. Fazla karıştırınca da fena oluyor sonra. Bunlar gelsin de doymazsak ortaya bir balık söyleriz.”

“Efendim, ben size soğukları getireyim. Sıcakları getirirken balık köftesi ve balıklı Boğaz böreğimizden de getireyim. İnanın çok beğeneceksiniz.”

“Teşekkür ederiz.”

“Hadi bakalım. Herkes altlık olarak bir şeyler yediğine göre ilk kadehi, bu dörtlünün şerefine içelim.”

“Haklısın Gürkan. Haydi şerefe.”

Yanlarındaki masada kalabalık bir turist grup vardı. Daha erken olmasına rağmen belli ki daha önceden almış oldukları alkolün de etkisi ile son derece gürültü yapıyorlardı. Kaldırdıkları her kadehte masada büyük bir şamata kopmaktaydı. Görünen o ki tüm masalar bu durumdan rahatsızdı ama sadece bakışları ile durumu anlatmaya çalışıyorlardı. Bu sırada müzik yapan bir üçlü, günün popüler parçalarından birini çalarak o masaya yaklaştı. Herkes sesini kesip müzik sesine kulak verdiği hâlde o masada bağrışmalar devam ediyordu.

Garson kibar bir şekilde kendilerini uyardığı hâlde aynı gürültü devam ediyordu.

Gençler birinci şarkıyı bitirip başka masaya doğru yürüdüler. Ve yine popüler bir şarkıyı söylemeye başladılar. Ama konuşmalardan Amerikalı oldukları anlaşılan masanın hiç susmaya niyeti yoktu. Bu arada şarkı söyleyen çocuklardan birinin kolunu tutmuş ısrarla kendi masalarına çekiştiriyordu içlerinden biri. İşte o anda Sevin ayağa kalkıp o masaya gitti. Hepsi şaşkınlıkla Sevin’e bakıyorlardı ki Sevin öfkeyle masaya vurdu ve İngilizce;

“Siz burada konuksunuz. Burası Türkiye, bu şekilde etrafı rahatsız etmeye hakkınız yok. Kaldı ki ben sizin ülkenizde yaşıyorum. Sizler orada asla böyle davranmazsınız ve davrananlara da hoşgörü göstermezsiniz. Şimdi ya etrafı rahatsız etmeden yemeğinize devam edin ya da biz, sizi daha fazla dinlemek istemediğimiz için burayı terk edeceğiz. Sevin geçip yerine oturdu.
Sevin’in yüksek sesle söylediği bu sözler diğer masadakiler tarafından da alkışlanınca ortada büyük bir sessizlik oldu. Sonra masadakilerin içinde en büyükleri olduğu belli olan bir bey ayağa kalktı.

“Çok özür diliyoruz. Biraz kötü uyarıldık ama hak etmiştik sanırım. Biz bir kutlamadan geliyoruz ve galiba fazla taşkın davrandık. Uyarı anlaşılmıştır. Hepinize afiyet olsun. Tekrar özür dileriz. Umarım bundan sonra hep birlikte eğlenebiliriz. Teşekkürler güzel kadın. O ne aman Allah’ım ben bu kadar sarhoş muyum; sizi iki tane görüyorum.”

Bu sözlerin üstüne herkes gülmeye başladı. Müzikte yeniden başladı.

“Aman Aman. Benim güzel sevgilim ne de öfkeliymiş. Bir an adamların kafasına bir şey geçireceksin diye çok korktum. Ama hak etmediklerini söyleyemem. Ben mekân sahibi uyarır diye bekliyordum ama uyarı bizim Sevin’den geldi. Aşk olsun sana.”

“Nasıl aşk olsun. O adam mı aşık olacak?”

“Hayır hayır, öyle değil. Bravo gibi bir şey söylemek istedim.”

“Hay yaşa kardeşim. Vallahi kafamız şişmişti. Biz geldiğimizde de oturuyorlardı ama o zaman pek sesleri çıkmıyordu.”

“Ee belli ki onlar önceden de içmişler, doz artınca hareketler de arttı. Neyse. Bu kadarla bitsin bari.”

“Bu arada yemekler gerçekten harika, daha doğrusu mezeler çok nefis. Hele köfte ve börek fevkaladenin fevkinde.”

“İlahi Tarık. Senin konuştuğun Türkçeyi anlaması için Sevin’in hayli derse ihtiyacı var doğrusu.”

“Aşk olsun Ekim. Bunun ne demek olduğunu babama sorup öğrendim. Ama bazı kelimeler hoşuma gitmiyor değil. Mesela çok kibar iki kişinin arasında konuştuğu Türkçe çok güzel. Eski filmleri seyretmeyi bu nedenle seviyorum. Ama ben şimdi böyle konuşmak istesem bile beni anlayan zor bulunur. Geçen gün bir programda eski İstanbul’u gösteriyorlardı. Ben insanların şıklığına ve konuşmalarına hayran kaldım valla. İnan o günlerde, daha şık ve çok daha zarifmiş insanlar.”

“Çok haklısın Tarık. Bizim şirkette Güven Bey diye orta yaşlı bir bey çalışıyor. Geçen gün babası bir şey almak için oğluna uğramıştı. Ben de tesadüfen Güven Bey’e bir şey söylemek için oraya uğradım. Bu arada Güven Bey çok güzel bir Türkçe konuşur. Neyse, sonra Güven Bey, babasıyla tanıştırdı beni. İnanmazsın nasıl konuşacağımı şaşırdım bir an. Nasıl güzel ve akıcı bir dille konuşuyor anlatamam. Adamcağızı hiç tanımam etmem ama bir anda kendisine inanılmaz saygı duydum. Bu kadar mükemmel konuşan bir insanın boş bir insan olabileceği bir an bile aklımdan geçmedi. Zaten çok kısa bir sohbetimiz oldu. Daha sonra Güven Bey’e babasının işini sormak ihtiyacı duydum.”

“Ne iş yapıyormuş? Ben de merak ettim doğrusu.”

“Esnafmış Tarık. Ben adamın yüksek mevkide bir devlet memuru falan olduğunu düşünmüştüm doğrusu. Yani eski İstanbullular çok daha güzel konuşuyorlarmış. Ne yazık ki!”

“Ben sizin gibi de konuşmuyorum, ne olacak şimdi?”

“Hiçbir şey olmayacak tabii. Artık kullanılan Türkçe bu. Şimdi daha da kötü. Annem bazen beni uyarıyor. Yapmamaya çalıştığım hâlde gün boyu arkadaşlarla konuşurken edindiğim alışkanlıkla bazı kelimeleri İngilizce söylüyorum. Babam da annem de çok kızıyorlar. Hele babam. O zaman Türkçeyi bırakıp İngilizce konuşalım diyor, utanıyorum tabii.”

“Haklısın Ekim. Babam da yazılarında buna çok dikkat çekiyor. Adeta gençleri uyarıyor.”

Müzik yapan üç genç gitmiş onların yerine, popüler olmuş klasik parçalardan oluşan repertuarını, inanılmaz bir beceri ile sergileyen bir kemancı gelmişti.

O kadar hissederek çalıyordu ki…

O şamatacı masa başta olmak üzere herkes susmuş, kulaklardan ta kalplere ulaşan melodiyi içiyordu adeta. Dakikalarca parçaları peş peşe ekleyerek çalan kemancı da güzel bahşiş toplayarak gittikten sonra garson bir şişe şarap getirdi. Bu içimi çok güzel olan ve son yıllarda ülkemizde parlamaya başlayan bir markanın Öküzgözü şarabı idi.

“Efendim bu şarabı yandaki bey, bizim mahzenimizden kendi elleri ile seçti ve size ikram etmek istediğini söyledi. Biz sizin rakı içtiğinizi söyleyince bu gecenin anısına bunu kabul etmenizi rica etti.”

“Çok teşekkür ederiz. Tabii kabul ederiz. Neticede son derece medeni davranıp özür dilediler.”

Hep beraber kadehlerini Amerikalıların masasına kaldırarak teşekkür ettiler. Saat epey ilerlemiş olmasına rağmen, her masa geceye devam dercesine oturmaya devam ediyordu ama…

“Çok özür dilerim ama artık kalksak nasıl olur. Benim daha eve gidip biraz çalışmam gerekiyor. Malum sabah 9.30’da buralarda olmak zorundayım.”

“Tabii tabii. Aslında bayağı geç oldu. Keşke daha önce uyarsaydın aşkım. Daha önce de kalkabilirdik.”

“Ama o zaman senin yanından daha önce ayrılacaktım. Ve sık sık kazayla sana daha az dokunabilecektim.”

“Gürkan!”

“Kızma canım. Senin böyle utanıp yanaklarının kızarması benim nasıl hoşuma gidiyor bilemezsin. Bu zamanda, bu kadar basit birkaç sözle böyle mahcubiyet duyabilecek kaç genç kız vardır acaba? Ne mutlu ki bunlardan biri benim aşkım.”

Gürkan böyle söyledikten sonra sevgilisinin omzuna eline atarak ona sarıldı.

Ama İstiklal Caddesi’nde böyle yürümek Ekim’in pek de hoşuna gitmemişti. Vücudunun kasıldığını hisseden Gürkan kolunu genç kızın omuzundan çekerek koluna girdi. Onun bu düşünceli ve anlayışlı yaklaşımına Ekim bir tebessümle cevap verdi.

‘Beni, bir gülümsemesiyle bu hâle getiren bu kızı hak etmek için ben ne yaptım Allah’ım’ diye düşündü Gürkan. Bazen sadece bir bakışını bile günlerce düşünüyordu. Gözlerinde hiç kötülük yoktu. Duru bir su gibi düşüncelerini okuyabiliyordu. Onun kız kardeşine bakarken bazen bulutlanan gözlerinin de farkındaydı. Henüz onu üzmemek için bu konuda onunla konuşmamıştı ama Ekim’in, Sevin’in birçok hareketini tasvip etmediğinin de farkındaydı. Şu anda da sarmaş dolaş önlerinde yürümekte olan Tarık’la Sevin’e pek de onaylamayan bir tarzda bakmaktaydı.

“Rahat ol bir tanem. Onlar hayatlarından memnunlar.”

“Evet ama, o benim kardeşim ve bu halleri hiç hoşuma gitmiyor. Ona kızıyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Onu uyaramıyorum bile, kırmaktan korkuyorum. Ve ben bunları bir tek seninle konuşabiliyorum.”

“Seni anlıyorum. Bunları örneğin annenle bile konuşsan Sevin’in arkasından iş çeviriyormuşsun gibi gelecek sana, değil mi?”

“Evet ben öyle hissediyorum. Ama korkarım annemler de onun bu rahat tavırlarını pek yakında göreceklerdir.”

“Telaşlanma sevgilim belki de bizim yanımızda bu kadar rahat hareket ediyordur. Büyüklerin yanında belki daha dikkatli davranır.”

“Bu daha da yanlış olmaz mı? Gerçek yüzünü saklamak. Bu çok daha tehlikeli belki de hiç uyarmadan yapacaklarını görmek daha doğru olacak. Belki de ben yanılıyorumdur. İnşallah öyle olur.”

Konuşa konuşa Taksim’e çıkmışlardı. Önde ilerlemekte olan Tarık’la Sevin de durmuş onları bekliyorlardı.

“Gürkan, istersen ben kızları bırakıp eve geçeyim. Sen direk eve git. Malum daha bir süre çalışman gerekecek.”

“Yok canım olur mu? Beraber gideriz.”

“Gürkan lütfen. Tarık çok haklı. Bari biraz da olsa zaman kazanırsın. Neyse, eğer Sevin de doydu ise, bu her gece dışarı çıkma turlarına artık son verelim. Vallahi ben yoruldum. Kaldı ki siz, bir de çalışıyorsunuz. Belki yarın akşam bize gelirsiniz.”

“Yok yarın akşam gelmeyelim. Şöyle ailece bir akşam geçirin. Haydi o zaman sizlere iyi akşamlar.”

“İyi geceler bir tanem. Sana kolay gelsin. Yarın telefonlaşırız.”

“Tamam canım.”

Tarık, onları kapıda bırakıp geldikleri taksiyle evine devam etti. Yukarı çıktıklarında Hacer Hanım her zamanki gibi onları bekliyordu.

“Ne yaptın Hacer teyze? Niye yatmadın bu saate kadar?”

Ne yapayım; yarına hazırlık yaptım. Biraz yemek yaptım. Ev yemeklerini özlemişlerdir herhalde. Tahir Bey pek hoşlanmaz dışarda yemek yemekten.”

“Çok erken başlamışsın Hacer teyze.”

“Kızım aslında maksat vakit geçirmek. Zaman bir türlü geçmiyordu ben de biraz bir şeyler yaptım öyle. Esas hazırlığı yarın yaparım. Belki erken yola çıkıp erkenden gelirler eve.”

“Bakıyorum dört gözle bekliyorsun annemleri.”

“Özledim be yavrum. O kadar uzun zamandır onlardan ayrı kalmadım ki kendimi bir garip hissediyorum onlar olmayınca.”

“Haklısın valla Hacer teyzecim. Hadi yatalım artık. İyi geceler.”

“İyi geceler kuzucuklarım. İyi uykular.”

“İyi geceler Hacer teyze.”

Odalarına girdiklerinde Sevin’in bir şey söylemek üzere olduğunu hissetti Ekim.

“Sen galiba bana bir şey anlatacaksın?”

“Evet, nerden anladın?”

“Eee neymiş söyleyeceğin?”

“Tarık benimle yalnız dışarı çıkmak istiyor. Sence de güzel olur, değil mi?”

Ekim bir an ne söyleyeceğini bilemedi.

“Valla ne bileyim, sen de öyle istiyorsan. Biz sizi rahatsız mı ediyoruz, anlayamadım.”

“Hayır hayır öyle değil. Aslında ben yaptım bunu.”

“Nasıl yani? Ne demek istiyorsun anlayamadım.”

“Sen Tarık’la beni hep kontrol eder gibi yapıyorsun.”

“Nerden çıkardın bunu?”

“Ben anlıyorum. Sen hep bize bakıyorsun. Bunu Tarık da biliyor.”

“Anlayamıyorum. Tarık ne dedi ki?”

“Ekim’in gözleri yine bizde diyor.”

Ekim bu konuşmaya çok bozuldu bir an için, eğer tepki gösterirse onların haklı olduğu meydana çıkacaktı. İşi şakayla geçiştirmek en iyisi diye düşündü.

“Siz yalnız kalmak için beni bahane ediyorsunuz, değil mi? Öyle olsun. Ben de sevgilimle yalnız gezmeyi tercih ederim doğrusu.”

“Kızmadın değil mi Ekim? Ben biliyordum. Tarık senin kırılacağını söyledi ama ben ısrar ettim.”

“Yani yalnız çıkmak isteyen sensin yani.”

“Evet. Ben daha özgür olmak isterim. Sen öyle değilsin. Benimle aynı düşünmüyorsun.”

“Nasıl istersen öyle yap Sevin. Evdekilere ne söyleyeceğiz?”

“Beraber çıkar sonra ayrılırız.”

“Üzgünüm ama ben böyle bir oyunu aileme oynayamam. Sen ailenle konuş lütfen, beni karıştırma.”

“Tamam Ekim. Ben annemle konuşurum ama sen kızma.”

“Yok canım. Hadi artık yatalım. İyi geceler.”

“İyi geceler kardeşim.”

Ekim arkasını Sevin’e dönerek yattı.

Aslında çok kızmıştı bu işe. Demek ben küçük hanımın yapacaklarına engel oluyormuşum ha! Kafasından türlü senaryolar üreterek uykuya daldı. Tabii bu kadar bu konuyla ilgili düşününce de rüyasında kardeşini görmesi normaldi.

Beraber gittikleri bir diskoda hep beraber dans ederlerken birden kardeşinin kalabalığın içinde olmadığını fark edip panikle bağırmaya başladığı anda, Sevin’in saçı başı darmadağın ve ruju dağılmış bir şekilde bir kapıdan çıktığını görüyordu. O kardeşine yaklaşmak istedikçe o uzaklaşıyordu. Bu arada Tarık da gülerek kendisine göz kırpıyordu. Tekrar kardeşine seslendiği anda kendi sesiyle uyandı. Allah’tan Sevin sesini duymamıştı. Derin bir şekilde uyuyordu.

Kendi kendine kızıyordu aslında. Sevin’i tanıyalı daha çok az olmuştu. Ama inanılmaz bir şekilde onu himaye etmeye çalışıyordu. Sanki buralarda, onun için yabancı olan bu şehirde, hatta ülkede başına bir şey gelecek diye korkuyordu adeta. Aslında gördüğü kadarı ile ayrıca kendisi de söylüyordu, ailesi onu çok serbest bırakmıştı. Belki de yetiştiği, yaşadığı yerlerde çevresindekiler gibi yaşıyordu. Kendi bakış açısına ters gelecek şekilde, özgür hatta patavatsızca düşündüklerini söylüyor ve yapmak istediğini yapıyordu.

Ekim son zamanlarda çevresindeki yeni yetişen gençlerde görüp tenkit ettiği her hareketi Sevin’in yaptığını fark etti o an. En basit terbiye kurallarına bile pek uyduğu söylenemezdi. Ekim bunu anlamakta da zorlanıyordu. Neticede o bir Türk kızıydı. Amerika’da yaşaması Ekim için bir şey fark ettirmiyordu. Sonra birden aklına Sevin’in, “Neden Gürkan’ın yanına taşınmıyorsun?” diye sorduğu geldi. Evet, bayağı farklı düşünüyorlardı. Sevin Tarık’la beraber oturmaya kalkarsa şaşırmamak lazımdı. Belki onun ailesi bu işe olumlu yaklaşabilirdi ama kendi ailesinin bu konudaki düşüncelerini çok rahat tahmin edebiliyordu Ekim.

Bütün bu düşüncelerle iyice uykusu kaçan Ekim yataktan kalkıp salona, oradan da balkona çıktı.

Ortalık bayağı sakindi. Denizde balıkçı tekneleri vardı. Kıyıya çekili bazı teknelerde oturanlar vardı. Nefis bir mehtap her yeri gündüz gibi aydınlatıyordu. Uzaklarda bir yerlerden güzel bir melodi duyuluyordu.”

Ekim Gürkan’ı düşündü. Sevin kadar olmasa da daha rahat hareket etmesi gerektiğinin farkındaydı. Elele yolda yürürken bile, bir tanıdığa rastladığı anda, hemen elini Gürkan’ın elinden çekiyordu. Kendisine biraz yaklaşsa hemen etrafına bakıp bakan var mı diye kontrol ediyordu. Kulağına söylediği sözler heyecandan ayaklarını yerden kestiği halde, hemen uzaklaşmaya çalışıyordu. Halbuki Gürkan’ın yakınlığından çok hoşlanıyor, gene de kendisini engelleyemiyordu. Tamam, bundan sonra ben de Gürkan’dan kaçmayacağım, diye karar aldı.

Sanki bir mesele halletmiş gibi rahatlayarak içeri girdi ve doğru yatağına gitti. Bu sefer hemen uyudu.

Sabahleyin ilk uyanan Sevin oldu. Kalkıp Ekim’in yatağına oturdu. Kardeşini çok seviyordu ama onu anlamakta çok zorlanıyordu. Neden Tarık’la yakın olmasına bu kadar tepki gösterdiğini anlayamıyordu doğrusu. Onunla öpüşmesi, ona sarılması neden bu kadar tuhafına gidiyordu anlayamıyordu.

Kendisine ısrarla bakılmasını hissetmiş gibi Ekim gözlerini açtı.

“Sevin, ne yapıyorsun öyle? Bir şey mi oldu?”

“Hayır sadece seni anlamak istiyorum.”

“Neymiş anlayamadığın?”

“Ben Tarık’ı öpmek istediğim için senden ayrı olmak çok kötü. Bunu anlayamıyorum.”

“Deli, sen istiyorsan bana ne bundan. Ama anlayamadığım, bu istek neden senin tarafından dile geliyor. Niye Tarık’tan önce sen davranıyorsun? Bu bana biraz komik geliyor.”

“Ben öpünce o da bunu isteyecek biliyorum.”

“Sen nasıl istersen öyle davran Sevin. Neticede burada olduğu gibi, her zaman ben yanında değildim ve olmayacağım da. Sana bu konularda bir şey söylemeye hakkım yok. Neticede nasıl davranman gerektiğini sen daha iyi bilirsin.”

Konuştukça aralarındaki diyalog garipleşmeye başlayınca Ekim yataktan kalktı.

“Hadi kahvaltıya gidelim. Geç kalktık Hacer teyze hazırlamıştır bile.”

Gerçekten de Hacer Hanım masayı balkona hazırlamıştı bile.

“Günaydın kızlar. Bakın size yumurtalı ekmek yaptım. Evde bir sürü ekmek birikti. Sizler kuş kadar yiyorsunuz. Bir şey değil, gelince anneleriniz sizlere iyi bakmadığımı söyleyecekler.”

“Merak etme Hacer teyzecim. Biz akşamları bol bol yemek yiyoruz. Hem zaten nihayet bu gece gezmeleri de son buldu. Sevin çıkmak isterse Tarık’la beraber çıkarlar.”

Sevin, Ekim’in söylediklerini duyunca hemen yüzüne baktı.

“Hayır ben öyle istemiyorum. Ben senin yanında ama özgür olmak istiyorum.”

“Kusura bakma kardeşim. Ben, bana ters gelen davranışlarında yanında olduğum zaman, ne kadar sessiz kalabilirim bilemiyorum. Sana göre çok normal olan bazı detaylar, bize biraz uç geliyor. Ya da ben senin gibi düşünmüyorum. Onun için ayrı gezmek fikri benim için de çok uygun.”

Hacer teyze hayretle, bir Sevin’e bir Ekim’e bakıyordu. Hiçbir şey anlamasa da ortada bir sıkıntı olduğunu hissediyordu.

“Kuzum siz kavga falan mı ettiniz? Ne oluyor öyle?”

“Yok Hacer teyze, biz iyiyiz, sen merak etme. Hadi bakalım kahvaltıdan sonra ben de sana yardım edeyim de hazırlıklara başlayalım.”

“Yok be kızım. Sen kardeşinle ilgilen. Ben her şeyi hallederim.”

“Peki Hacer teyze. Sevin sen ne istiyorsun?”

“Ben, sanki dün gibi olmak istiyorum. Yani hiç konuşmamış gibi.”

“Peki Sevin. En azından bazı konularda benim ne düşündüğümü biliyorsun artık. Sana bir tek şey söylemek istiyorum. Bu da bu konuda son konuşmam olacak. Burada birtakım şeyleri, mesela senin demin Tarık’la ilgili söylediklerini, iyi aile terbiyesi almış bir genç kız asla söylemez ve de yapmaz ya da yapamaz. Kendisi hakkında kötü düşünülmesinden çekinir. Ama sen tam bir yabancı gibi düşünüp öyle hareket edersen karşı tarafın senin hakkında kötü düşünmesinden korkarım. Biraz karışık oldu ama bilmem anlatabildim mi?”

“Galiba anladım. Bundan sonra dikkat ederim.”

“Tamam Sevin. İstersen dün gidemediğimiz filme gidelim.”

“Yok sinemaya gitmeyelim. Bebek Parkı’na gidelim. Hava çok güzel. Çok sıcak değil, yürümek için ideal.”

“Hadi o zaman giyinelim ve çıkalım. Ben gece balkona çıktım, harika bir mehtap vardı. Teknelerde de oturanlar vardı. Belki biz de kendi teknemizde bazen güneşin doğuşunu seyrederiz.”

“Sen gece neden kalktın? Bana kızdığın için mi?”

“Tabii ki hayır. Bir rüya gördüm uyandım, sonra da uykum kaçtı, çok kısa bir süre balkona çıktım. Sonra da bebekler gibi uyumuşum zaten.”

Konuştukları gibi, yürümek için hazırlanıp aşağı indiler.

İki kız kardeş yine bütün dikkatleri çekerek yürümeye başladılar. Gerçekten de insana rahatlık veren çok hoş bir esinti vardı. Sanki havayı böyle gören herkes kendini sokaklara atmıştı. Kimi köpeğini almış yürüyor kimi balık tutmaya çalışıyordu. Ama, gerçek anlamda ve spor maksatlı yürüyenler de az değildi. Sarmaş dolaş geçen gençlerde vardı tabii.

“Bak Ekim, onlar da sarılmış birbirine.”

“Ah Sevin ah, mahsus yapıyorsun değil mi?”

“Evet bu sefer öyle yaptım. Bak bak karşıdan kim geliyor.”

Epey uzakta yanında 3 köpeğiyle yürümekte olan yönetmeni gördü Ekim.

“Aman Allah’ım. O bizi görmeden gel şu pastaneye girelim.”

Hemen pastaneye daldılar. Hiç düşünmedikleri hâlde, yönetmen ve köpeklerin geçişini beklerken bir sürü şey aldılar.

“İyi de biz daha yürüyecektik. Bir sürü şeyi taşıyacak mıyız şimdi?”

“Siz paketlerinizi burada bırakın, dönüşte uğrayıp alırsınız Ekim Hanım.”

Pastanedekiler Ekim’i tanıyordu ama bu kızdan bir tane vardı şimdi iki tane olmuşlar der gibi garip bir şekilde kendilerini süzmekteydiler.

“Oh işte bu çok iyi oldu. Biz adamdan kaçalım derken düşüncesizce davrandık.”

“Gel karnımız tok ama sana güzel bir limonata ya da dondurma ikram edeyim.”

“Henüz istemiyorum. Biraz yürüyelim belki sonra. Ekim bak gazeteciler var galiba ünlü biri var orada. Ben tanımam ama sen istersen oraya bakalım mı?”

“Yok yok kameralar falan da var. Baksana film ya da dizi çekiyorlar galiba.”

O tarafa doğru yürüdüklerinde Hacer teyzenin hiç kaçırmadan seyrettiği dizinin çekilmekte olduğunu gördü Ekim.

“Bak bak şu sarışın çocuk bu günlerde kızların peşini bırakmadığı bir oyuncu. Yanındaki kız da çok ünlü.”

“Hımm. Çocuk çok yakışıklı ama hiç Türk’e benzemiyor.”

“Annesi yabancıymış galiba. Ama babası da çok yakışıklıymış zamanında. O da eskiden filmlerde oynarmış. Bana sorarsan babası daha da yakışıklı. Yanındaki kız da yurt dışında eğitim almış ama sinema veya tiyatro değil müzik eğitimi. Sonra tesadüfen bir arkadaşı ile bir cast ajansına gitmiş. Hop oradan kapmışlar kızı, şimdilerde çok ünlü kendisi.”

“Aman ne hikâye ama. Hadi kaçalım buradan yine birilerinin dikkatini çekmeden.”

Ama hiç de öyle olmadı. Yakınlarda böyle birbirinin aynı iki güzel kız, önce birilerinin sonra da birçoğunun dikkatini çekti. Kimsenin yanlarına yaklaşmasına meydan vermeden oradan kaçarcasına uzaklaştılar.

“Demin bana söylediğin limonatayı şimdi içebiliriz, değil mi? Az koşuşturmadık valla. Demek ki bir daha Bebek Parkı’na gelmeyeceğiz. Ne zaman buraya gelsek bir şeyler oluyor.”

“Haklısın. Bugünlerde çok popüler burası. Her zaman kalabalık oluyor.”

“Hadi limonatanın yanına geçenlerde aldığımız çöreklerden alalım.”

“Yok Sevin sadece limonata içelim. Unuttun galiba bir sürü çörek ve pasta aldık. Eve gidince Hacer teyzeyle beraber yeriz.”

“Çok haklısın, valla unuttum. Ama limonata gerçekten çok güzel. Hacer teyzeninki kadar güzel.”

“Bence Hacer teyzeninki daha güzel zira, içine hem sevgisini hem de nane yapraklarını koyuyor.”

“Yine sen haklısın. Bak aklıma ne geldi, hani parkta gördük dizi çekiyorlardı ya oradan aklıma geldi. Ben tanımıyorum ama okuldan 4 kız bir ev tutmuş orada beraber kalıyorlar. Bir tanesi yeni sevgilisinden ayrılmış, kızlar ona üzülme falan diyorlar. Çok iyi arkadaşlar ama bir süre sonra kızlardan biri, eve erken geliyor. Evde o saatte kimse yok biliyor ama evde sesler duyunca önce korkuyor, sonra kapıyı aralık bırakıp aşağıya iniyor. Görevliyi buluyor beraber yukarı çıkıp içeri giriyorlar. Sonra sesin geldiği odaya gidiyorlar ve bil bakalım ne oluyor?”

“Kim varmış odada?”

“Hani sevgilisinden ayrıldığı için çok üzülen kız vardı ya işte o yanında da bir erkek.”

“Hayda, kız mahcup olmuştur herhalde.”

“Hayır öyle değil. Çok kızıyor, zira yataktaki erkek kendi sevgilisi.”

“Ay iğrenç. Peki aynı evde oturmaya devam ediyorlar deme bana.”

“Hayır canım. Kızı çamaşırlarıyla kapının önüne atıyor. Kız kapının önünde diğer kızlar gelene kadar herkese rezil oluyor. Sonra diğer kızlar gelince içeri giriyor. Kendisine yarım saat veriyorlar, eşyalarını da alıp gidiyor. Okuldan da gidiyor. Tam dizi gibi, değil mi? Sonra ne oluyor bil.”

“Valla ne bileyim. Ben böyle dizi gibi bir olayı şirkette görmüştüm de böylesi değildi. Ama o da çok rezil bir olaydı. Sonra ne oldu?”

“Aradan bir 6-7 ay geçiyor. Birgün kızlar evdeyken kapı çalınıyor. Bir de bakıyorlar evden kovdukları kız karnında bir bebek kapıda. Yanında da kocası. Yani o. Bizim kızın eski sevgilisi. Biz evlendik çok mutluyuz ama sana karşı çok ayıp oldu, bizi affet diyorlar. Kız şaşırıyor ama sonra affediyor. Şimdi çok iyi arkadaşlar.”

“Pes yani. Kız onlarla görüşüyor yani.”

“Tabii şimdi onun başka sevgilisi var artık. O da çok mutlu ve arkadaşını çok seviyor.”

“Demek ki onlarınki sadece bir maceraymış yoksa insan sevdiği biri tarafından bu şekilde aldatılıp sonra da onunla görüşmeye devam edemez.”

“Bak yine farklı düşünüyoruz. Ben de olsam affederim ve görüşürüm. Neticede kocası değil ki sadece arkadaşı.”

“Neyse Sevin. Bu konularda farklı düşündüğümüzü öğrendik artık. Hadi kalkalım. Daha pastaneye uğrayacağız. Unutup gitmeyelim aldıklarımızı.”

Eve geldiklerinde Tahir Bey’in arayıp çok erken yola çıktıkları için erkenden evde olacaklarını haber verdiğini öğrendiler.

“Harika. Bakalım ne haberler getiriyorlar. Tekne ne zaman gelecek? İster misin tekne gelmiş bile olsun Sevin.”

“Tamam işte, biz de Hacer teyzenin doğum gününü teknede kutlarız.”

“Ne güzel olur. Bakalım hemen denize çıkabilir miyiz? Herhalde bir sürü eksiği vardır. Aman Allah’ım gerçekten de tekne için bir sürü alışveriş yapmak gerekecek. Düşünsene, aklına gelebilecek her türlü şeyi almak lazım. Aynı bir ev gibi. Yemek tabakları, kap kacak, havlu ne bileyim işte, her şey lazım.”

“Dur bakalım. Bugün cuma. Yarın bizi yoğun bir gün bekliyor olacak. Tabii O Gün geldiyse.”

“Acaba tekneyi suya indirirken şampanya patlattılar mı?”

“Zannetmem. Babamlar tekneyi suda gördüler diye biliyorum ama yanlış olabilir.”

“Kızlar, siz bir sürü şey almışınız. Karnınız aç mı? Çay mı koyalım yoksa atıştırır mısınız? Annenler erken geleceğine göre belki onlar gelince çay içeriz diye düşündüm ama yine de siz bilirsiniz?”

“Ben bir şey istemiyorum. Sevin sen ne diyorsun, bir şeyler yemek ister misin?”

“Ben çay istemem. Aldıklarımızdan bir iki tane yesem yeter.”

“Tamam o zaman ben bir tabağa biraz koyup getireyim, belki sen de alırsın Ekim.”

Balkonda oturup etrafı seyrederek, geleni geçeni çekiştirerek vakit geçirdiler. Gürkan’la Tarık’a telefon ettiler. Bu akşam ikisi de gelmiyordu. “Ailenizle baş başa bir akşam geçirin” diyorlardı.

Ekim içinden ‘Gürkan’ın sesini duymadığım zaman içimde bir eksiklik hissediyorum. Sanki bir şeyi yarım bırakmışım gibi’ diye düşünerek gülümsedi. Ev telefonu çalmaya başlayınca geri dönüp telefona gitti.

“Efendim buyurun!”

“İyi günler. Hacer Hanım’la mı görüşüyorum Ben Kaptan Ediz.”

“Yok Ediz Bey, Hacer Hanım değil, ben Ekim. Tahir Bey’in kızıyım.”

“A Ekim Hanım, merhaba. Babanız sizi bulamasam da Hacer Hanım’ın devamlı evde olduğunu söylediği için Hacer Hanım zannettim affedersiniz.”

“Rica ederim olur mu öyle şey. Neredesiniz, ne zaman geleceksiniz?”

“Biz geldik. Hatta babanızın tarifine göre evin önüne bile geldiğimi zannediyorum.”

“Nasıl yani, neredesiniz?”

“Şu anda görmeniz mümkünse açıkta çok güzel bir tekne göreceksiniz.”

Ekim kafasını uzatarak dışarı baktı. Ve onu gördü.

“Görüyorum. Aman Allah’ım harika görünüyor. Şimdi yanaşacak mısınız?”

“Aslında biraz ilerde bir boşluk var ama belki de bir teknenin yeridir onun için açıkta Tahir Beyleri beklesem daha iyi olacak galiba.”

“Sizin biraz ilerde diye bahsettiğiniz yer tam da bizim evin önü. Evet orada yanımızdaki komşuların teknesi durur ama onlar uzun bir geziye çıktılar, oraya çekebilirsiniz O Gün’ü. Bakın, biz de balkonda oturuyorduk. Şu anda kardeşim ve Hacer teyze balkonda, ben de yanlarına gidiyorum. Siz de bizi görebilirsiniz.”

“Tahir Beyler döndüler mi?”

“Henüz değil ama neredeyse gelmek üzereler. Siz de işiniz bitince arzu ederseniz eve buyurun.”

“Çok teşekkür ederiz ama bizim biraz işimiz var. Daha sonra görüşürüz.”

“Peki, görüşmek üzere.”

Koşarak balkona çıktı.

“Bakın bakın. Şu ilerde duran tekne var ya, o bizim teknemiz. Gelmişler bile.”

“İnanmıyorum. Ben deminden beri o tekneye bakıyorum ne kadar güzel, acaba bizimki nasıl diyordum.”

“Bakın, oradan el sallıyorlar, şimdi bizim önümüze gelecekler.”

O Gün, bir gelin gibi süzülerek teknelerin arasındaki yerini aldı. Çok güzeldi.

“Aman Allah’ım, hayâldi, gerçek oldu. Ne kadar güzel. Ay inanamıyorum babamlardan önce geldi.”

Üçü de ayağa kalkmış tekneyle ilgileniyorlardı ki ısrarla çalan korna sesiyle aşağı baktılar.

“Geldiler. Hadi aşağı inip yardım edelim.”

“Ben de geleyim kızlar.”

“Sen gelme Hacer teyze. Sen bence çayı koy. Onlar şimdi hepsi duşa girerler. Onlar çıkana kadar çayımız demlenmiş olsun.”

İki kız koşa koşa aşağı indiler.

“Anneciğim, hoş geldiniz. Babacım siz de hoş geldiniz. Ne çok bagajınız var. Siz giderken bu kadar eşya götürmediniz.”

“Merhaba yavrum. Ne kadar özlemişiz, sizleri şehrimizi.”

“Hoş geldiniz Seher anne, Sabih baba. Nasılsınız?”

“İyiyiz çocuklar. Bir de hayırlısı ile eve çıksak, daha da iyi olacağız.”

“Ama bizim size bir müjdemiz var.”

Bunu söyleyen, kendini daha fazla tutamayan Sevin’di.

“Hayırdır kızım, evden bir haber falan mı var? Yoksa fark etmediğimizi zannedip saçlarını mı söyleyeceksin. Harika olmuş saçların.”

“Gerçekten de çok güzel olmuşsun Sevin. Nasıl kıydın saçlarına kızım. Ama ben hep söylerim bu renk saç sana daha çok yakışıyor da saçlarını kestireceğine hayatta inanamazdım. Şimdi tam ikiz olmuşsunuz. Sizi çok iyi tanımayanlar, hiç ayıramayacak ikinizi.”

“Çok teşekkür ederim ama sürpriz tabii ki bu değil. Hadi Ekim sen söyle.”

“Sabih baba ve babacım! Bakın karşıda ne göreceksiniz. O Gün geldi bile.”

“Harika ya! Hayal ediyordum ama imkânsız diye düşünüyordum. Ne zaman geldiler?”

“Daha çok olmadı geleli. Biz de meraktan ölüyoruz ama siz gelmeden gidip bakmak istemedik. Hem biraz temizlik falan yapıyorlar galiba rahatsız etmek de istemedik.”

“Tamam o zaman yukarı çıkalım. Eşyalarımızı çıkaralım, duşlarımızı alalım. Sonra da hep beraber gidip teknemize bakalım.”

“Harika olur. Hatta yanımıza bir şeyler alıp akşam çayımızı orada içebiliriz belki. Tahir ne dersin?”

“Çok iyi olur. Hem çocuklar da yoldan geldi, iyi olur.”

“Biz çayın yanına bir sürü şey almıştık, hepsini tekneye götürelim.”

“Hatta bardaklarımızı da götürmemiz gerekebilir.”

“Neyse önce yukarı çıkalım da bunları Ediz Kaptan’la konuşuruz.”

Hepsi ikişer üçer parça alarak yukarı çıktılar.

Herkes o kadar heyecanlıydı ki vakit geçirmeden duş yapmak üzere herkes odasına çekildi. Bu arada valizler de orta yerde açılmış vaziyette kızların hışmına uğramış durumdaydı.

“Bak Ekim. Bunlar ne kadar ilginç ama ne olduklarını anlamadım.”

“Ben de tam bilmiyorum ama galiba tekne için alışveriş yapmışlar. Bunlar da son zamanlarda hanımların özellikle teknede pareo gibi kullandıkları bir nevi peştamal.”

“Peştamal ne demek?”

“Türk hamamlarında kullanılan bir şey. Aslına bakarsan ben de bu konuda pek bilgili sayılmam. Ama Hacer teyze bu işi bilir. Hacer teyze bu peştamalları hamamda nasıl kullanıyorlar?”

“Çocuklar aslında onu yıkanırken örtünmek için kullanıyorlar. Özellikle gelin hamamlarında herkes peştamalları ile ortada eğleniyor. Aslında genç kızlar hep peştamallı oluyor ama yaşlı hanımlar daha rahat hareket ediyorlar.”

“Çok enteresan, o zaman neden mayoları ile gitmiyorlar hamama?”

“Merak etme bazı turistler öyle mayo ile geliyor ama o zaman natırların işi daha zor oluyor. Zira kadınlar sizi keselemek için göbek taşına yatırdıklarında peştamalı uygun vaziyette kullanarak her tarafınıza kese yapıyorlar. Yani peştamal sizin temizlenmenize engel olmuyor.”

“Gerçekten çok ilginçmiş. Aslında görmek isterim.”

“Valla ben de hiç gitmedim ama hiç de merak etmiyorum. Sen istersen annemlere söyle. Ben almayayım.”

“Niye hamamı almak mı gerekiyor?”

“Of Sevin harikasın. Nasıl da işin püf noktasını buluyorsun. Öyle demek istemedim. Yani ben istemem anlamında kullandım. Ama sen de haklısın, baksana ben almayayım, dedim.”

“Ha anladım. Hadi çantaları odaya götürelim. Annemler de gelirler birazdan.”

“Tamam çay da olmuştur herhalde.”

“Çayla ben meşgul olurum çocuklar, siz dağıttığınız şeyleri toplayın bana yeter.”

“Durun durun, bakın ben size aldıklarımızı da getirdim. Seher de geliyor şimdi, onda da bir şeyler var. Sonra hepsini beraber kaldırırız. Zaten onları öylece koyalım da yıkanacakları ayıralım. Peştamalları gördünüz mü?”

“Gördük, deminden beri Sevin’e onların ne olduğunu anlatıyoruz Hacer teyzeyle.”

“Artık hanımlar teknede olduğu gibi deniz kenarlarında da bunlara kurulanıp, yine bunlara sarınıyorlar. Çok ince olduğu için hemen kuruyor. Biz de renklerini çok beğendiğimiz için bol bol aldık.”

“Gerçekten renkleri çok güzel. Ama korkarım bu peştamallar sizin başınıza iş açtı.”

“Niye kızım?”

“Bunların aslında ne olduğunu Sevin’e anlatınca Sevin de Türk hamamına gitmeye heveslendi.”

“A ne güzel hep beraber gideriz.”

“Yok annecim, size güle güle ben gelmem. Bana hiç cazip gelmiyor. Ama gidene de engel olmam.”

“Bakın bu takıları da size aldık. Marmaris İçmeler’de böyle şeyler satan bir sürü küçük tezgah var. O kadar güzel şeyler var ki…”

“Çok güzeller Sermin anne. Annem bana da aldı mı?”

“Almaz mıyım canım kızım. Aslında ikinize de aynı şeyleri aldık gibi. Sadece anladığımız kadarı ile farklı renkleri seviyorsunuz. Biz de alırken aynı ama ayrı renkte şeyleri aldık. Hacer Hanım bu kolyeyi de size aldık. Umarım beğenirsiniz.”

“Çok teşekkür ederim Seher Hanım. Çok güzel.”

“Hacer Hanım, bu şalı da ben aldım. Güle güle kullanın.”

“Çok teşekkür ederim Sermin Hanım. Ne güzel seçmişsiniz.”

“Annecim bu bileklikler çok güzel. Keşke daha fazla alsaydın. Evdeki kızlara da götürmek için.”

“Aldım kızım. Hemen hemen herkese bir şeyler aldım. Onlara sen verirsin, beğenirler inşallah.”

“Bir sürü de havlu almışsınız anne, yoksa onları da tekneye mi aldınız?”

“Evet Ekim. Tekneye lazım olacaklar listesi hazırladık bir görsen neler var. Bu arada da yolda girdiğimiz yerlerden havlu falan aldık. Ama esaslı bir alışveriş yapmamız gerekecek. Liste bayağı uzun. Hadi artık şunları odalara götürelim. Sonra hepsini ayırırız.”

O sırada beyler de salona geldiler.

“Hadi bakalım. Ben kaptanı arıyorum, bakalım işleri bitmiş mi? Neler götürmemiz gerekiyor sorayım bakalım.”

“Merhaba Ediz Kaptan. İstanbul’a hoş geldiniz.”

Tahir Bey, kaptanla konuşurken, onlar da uzaktan da olsa tekneye bakmak için hep beraber balkona çıktılar.”

“Ne kadar güzel görünüyor, değil mi?”

“Ben Marmaris’te gördüğümde çok büyük bir yatın yanındaydı belki ondan daha ufak görünmüştü gözüme ama burada daha büyük göründü.”

“Tabi anneciğim 6 kamarası var, herhalde büyük olacak. Meraktan ölüyorum.”

“Ben de, ben de. İşleri bitmiştir herhalde, değil mi?”

“Bitmiştir herhalde. Kaptan gelirken kardeşi bir taraftan hazırlık yapmıştır mutlaka. Aslında kaptanı ve kardeşini de çok merak ediyorum.”

“Hadi hanımlar, hazırlık tamamsa Yavuz da yardıma geliyor. Hep beraber gidelim. Onlar çay yapmışlar. Biraz bardak alalım. Yiyecekleri, şekeri falan alalım. Gidecek bir şeyler varsa onları da götürelim. Teknede bizden bir şeyler olsun ki bizim olsun, değil mi?”

“Ben de evde demlediğim çayı termosa doldurayım. İlk çayları termostan içeriz.”

Sonra oradan devam ederiz. Hacer Hanım böyle söyleyerek mutfağa gitti.

“Meşhur peştamallarımızı götürelim. Ben Marmaris’ten nazarlık aldım onu da alalım. Bu gidişle yarın da alışverişe gideriz herhalde.”

“Evet öyle görünüyor.”

Onlar içerde hazırlanırken kapı çalındı ve Yavuz geldi. Çok sempatik, uzun boylu, sırım gibi bir delikanlıydı. Açık renk gözleri ve yanık teniyle çok yakışıklıydı.

“Merhaba Yavuz. Ağabeyinle tanıştık ama seninle tanışmıyoruz. Ben Tahir, bu Bey Sabih, hanımı Seher, kızı Sevin. Bu güzel hanım benim eşim Sermin, kızım Ekim ve bizim biricik Hacer Hanımımız. Sen bardakları alsan yeterli gerisini biz getirelim.”

“Bardak almanıza gerek yok efendim. Ben yıkayıp hazırladım bardakları. Başka gidecek varsa ben onları alayım.”

Ufak bir çantaya doldurdukları malzemeleri Yavuz’a verip hep beraber evden çıktılar. Bu arada hem sabah pastaneden aldıklarını hem de Hacer Hanım’ın hazırladıklarını kızlar ellerine aldılar. Bir de teknede giymek için lastik altlı terlik ya da ayakkabılarını yanlarına aldılar.

“Hadi bakalım, hayırlı uğurlu olsun.”

“Anneciğim öyle değil. Vatana millete hayırlı olsun diyeceksin.”

“Doğru söylüyorsun kızım.”

Yavuz önden çıkıp hanımların kasarella denen uzun iskele gibi yerden geçip tekneye çıkmaları için yardım etti.

Hepsi rahatça çıktığı halde Hacer Hanım korkudan ancak Tahir Bey’in yardımıyla tekneye çıkabildi. Her biri ayakkabılarını çıkartıp yanlarında getirdikleri terlik ya da ayakkabılarını giydiler.

“Merhaba kaptan. Yeniden hoş geldiniz. Sizi kızlarımızla tanıştıralım. Bizim kızımız Ekim, Sabih Beylerin kızı Sevin.”

“Merhaba teknemize hoş geldiniz. Ekim Hanım’la telefonda konuşmuştuk zaten. Nasılsınız?”

Son derece sakin görünmelerine rağmen ortada bir garipliğin olduğunu fark etmişti 2 kardeş. Kızlar birbirine bir su damlası kadar benziyordu ama anne babaları ayrıydı.

“Ekim, kaptan ne kadar yakışıklı, ben bittim.”

“Sevin kendine gel. Yüzünden bütün hissettiklerin okunuyor doğrusu. Yalnız ben değil, herkes anlayacak düşündüklerini.”

Gerçekten de Yavuz’un yüzünde gördükleri o sevimli ifade kaptanda hiç yoktu. Onun yerine emir vermeye alışık ve söylediği her şeyin yapılacağından son derece emin, sert ama bir o kadar da yakışıklı bir adamın bakışları vardı kaptanın yüzünde. Üzerine giydiği beyaz gömlek yanık tenini daha da meydana çıkarmıştı. Kardeşinin gözlerinden daha koyu renkteki gözleri adeta insanı delip geçiyordu. Kesinlikle insanlar üzerinde bıraktığı etkinin farkındaydı. Bu, o kendinden son derece emin hâlinden de belli oluyordu.

Hep beraber önce tekneyi gezdiler. Her şey çok güzel, çok şık, bir o kadar da moderndi. Kullanılan renklerin deniz ve gökyüzüyle uyumu inanılmaz güzeldi.

“Bu tekneyi yaptıran aile her şeyi kendileri seçip yaptırmışlar. Gördüğünüz gibi bir hanım elinin değdiği belli oluyor.”

Tekne, Ekim’in hayâl ettiklerinin çok üstündeydi.

Salon çok büyük değildi ama çok güzeldi. Rahatlıkla hep beraber oturabilecekleri kadar yer vardı. Kamaralar çok zevkli döşenmişti. İki büyük kamara uçuk mavi, diğer kamaralar ise uçuk yeşil, toz pembe, lila ve açık sarı olmak üzere hepsi farklı döşenmişti. Pencerelerde iç tarafları odanın renginde dış tarafları ise beyaz storlar kullanılmıştı. Yine hepsinde odanın renginde küçük abajurlar vardı. Büyük iki kamara tabii daha genişti. Onların dolapları, tuvalet masaları, komodinleri vardı. Diğer kamaralarda da rahatlıkla 2 kişi kalabilirdi. Farklı olan, dolaplar daha küçüktü. Komodin ve tuvalet masası yerine duvarda birtakım özel yerler yapılmıştı. Banyoları daha ufaktı ama o kadar şirindi ki. Mutfak kısmı da çok hoştu. Her şey eksizdi; bulaşık makinası, çamaşır makinası, fırın.
Tabii bayanlar işin bu yönüyle ilgilenirken kaptan, beylere işin komuta yönünü anlatmaktaydı.

Tekne bu kadar güzel olduğu gibi son derece modern bir sistemle donatılmıştı. Uçaklardaki otomatik pilotun görevini üstlenen bir sistem de vardı. Öyle ki rotayı siz verdiğinizde gideceğiniz yere kadar, kaptan da işinin başından ayrılabiliyordu. Ta ki yanaşacağı yere geldiğinde tekrar işinin başına dönüyordu.

“Hadi bakalım. Bu günlük bu kadar inceleme yeter. Oturalım ve teknemizde ilk çayımızı içelim.”

“Ben hazırladım efendim. Siz buyurun, ben servis yapayım.”

“Ben yardım edeyim çocuğum, kalabalığız.”

“Yok, ben hallederim.”

Hemen masanın üzerinde hazırladığı tabakları tek tek ellerine verdi. Bir tepside de çay fincanları hazırdı, onları da getirdi.

“Baba, bu tabakların ve fincanların üzerinde O Gün yazıyor.”

Konuşurken bunun farkına varmayan Tahir Bey hayretle tabaklara ve fincana baktı. Gerçekten çok zarif bir armaydı bu. Çok şık bir O Gün yazıyordu. O Gün alt yanında da minicik altın renginde bir nazarlık vardı.

“Çok şık ve çok zarif. Kaptan bu nasıl oldu?”

“Bu da benden küçük bir hediye.”

“Çok teşekkür ederiz. Bu nasıl oldu onu anlayamadım kaptan?”

“Siz teknenin adına karar verince ben bir arkadaşımı aradım. Hatırlarsanız Kuşadası’nda bir gece kalacağımı söylemiştim. Arkadaşım bu işleri yapıyor. Gitmeden önce istediğimi ona anlattım. Bir kahvaltı takımı hazırladık. Armanın şeklini de birlikte kararlaştırdık. Biz gidene kadar hazırladı, biz de uğrayıp aldık. Şayet beğenirseniz yemek takımına da bunları işletiriz yoksa bunu böyle ayrıca kullanırız diye düşündüm.”

“Ama çok güzel olmuş. Böyle kalsın baba.”

“Tamam kızım. Siz ne dersiniz? Bence de son derece zarif olmuş.”

“Evet, ben de çok beğendim. Demek ki bundan sonra alınacak şeylerde buna dikkat etmemiz gerekecek.”

“Bunları sipariş verdiğinizde zaten teknede kullanılan her şeye işliyorlar. Havlulara, çarşaflara hatta istenirse peçetelere dahi.”

“Her şeyin öyle armalı olması gerekmez. Neticede bu bir yolcu gemisi değil. Bizim sadece tabaklarımızda, bardaklarımızda olması yeterli, diye düşünüyorum. Ama bu gerçekten çok hoş bir jestti. Teşekkür ederiz kaptan. Hadi artık çaylarımızı soğutmadan içelim. Hem bunları yaptırmak için zaman lazım. Daha sonra düşünürüz.”

“Siz bu seçimi yaptıktan sonra ben bu konularda size yardımcı olurum. Gerçi İstanbullu değiliz ama kendi işimizle ilgili her yeri biliriz Tahir Bey. Siz hiç merak etmeyin efendim. Bu teferruatları en kısa zamanda hallederiz.”

“Çok sağ olun kaptan. Haydi siz de bizimle oturun da iyice bir tanışalım. Biz sizin hakkınızda kısa da olsa biraz bilgi sahibi olduk ama siz bizleri hiç tanımıyorsunuz.
Çok yakın iki aileyiz. Biz burada oturuyoruz ama Sabih Beyler Amerika’da yaşıyorlar. Yani siz daha çok bizlerle beraber olacaksınız gibi görünüyor ama tabi Sabih Beyleri de mümkün olduğu kadar yanımızda görmeyi istiyoruz.”

“Dur bakalım Tahirciğim. Buralar ve sizler benim kafamda bir sürü sorular oluşmasına sebep oldunuz. Ayrıca yıllardır vatanımızdan ne kadar uzak kaldığımızı daha iyi anladık. Meğer içimizde derin bir yara varmış da biz farkında değilmişiz. Hem size anlattığım gibi, bizim bu ellerde pek yakınımız yoktu. Belki de bu yüzden aramadık buraları ama şimdi sizler varsınız. İkinci kızımız var. Artık buralardan ayrı kalmak bir hayli zor olacak. Bunu durup düşünmek gerekecek.”

Sevin hayretle babasına bakıyordu; ‘Acaba yanlış mı anlıyorum?’ diye düşündü.

“Baba, sen neler söyledin? Ben doğru mu anladım?”

“Dur kızım, daha ortada bir şey yok. Bunun için araştırmam lazım. Bizim işimiz küçük bir işletme değil. Çok zor. Neler yapabilirim bilmiyorum. Ama artık kalbimizin yarısı burada atacak. Bu da çok zor olacak.”

“Baba, babacığım; çok güzel şeyler bunlar. Anne sen biliyor musun bunları?”

“Sevin hemen heyecanlanma. Baban böyle düşünüyor ama gerçekleştirebilir mi bilmiyorum. Artık ben de çok istiyorum ama o güzel evimizi bırakmak çok zor olacak.”

“Olmaz olmaz Seher. Size İstanbul’a yakın ama şehir dışında büyük bir arazi alırız. Siz çiftliğinizi burada yeniden yaparsınız. Yeter ki siz isteyin. Hem söylediğim yerlerde aynen Amerika’da olduğu gibi işinizi de kurabilirsiniz. Doğrusu orada sizin etlerle yapılan ürünleri burada imal etseniz en hakiki müşteriniz ben olurum. Çok değişik tatlar ve çeşitler yedik orada.”

“Çok büyük işler bunlar Tahir. Ben oraları kurup oturtmak için çok uzun yıllar çalıştım. Belki daha başka çözüm üretebiliriz. Mesela işin başına birilerini geçirebilirim. Ben de çok sık gidip gelerek sürdürmeye çalışırım. Bilemiyorum çok istiyorum ama oradan ayrılmamız çok zor görünüyor.”

“Çok haklısın azizim. Neticede konuştuğumuz şey, yılların emeği. Öyle bir kalemde vazgeçilecek bir şey değil. Üstelikte herhalde bir sürü anlaşmaların vardır. Böyle havadan konuşulduğu kadar basit değil. Ama sizleri burada görmeyi ta yürekten istediğimizi bilmelisiniz.”

“Biliyorum dostum. Hisler karşılıklıdır. Yakın zamana dayalı bu dostluğumuz, ömür boyu sürecek bunu biliyor ve istiyorum. Biz kaptanla sohbet edelim dedik ama yine kendimize daldık. Ee Ediz Kaptan, Marmaris’i en azından bir süre görmeyeceksiniz. Oraları özleyeceksiniz. Çok güzel bir yerde yaşıyorsunuz. Gerçi herhalde genelde siz denizlerde oluyorsunuzdur ama.”

“Yok Sabih Bey öyle çok uzun yıllar olmadı. Ben okuldan sonra sadece merak olarak denizcilik belgesi aldım ama epey bir süre İzmir’de bir şirkette çalıştım. Sonra oradan ayrıldım ve Marmaris’e geri döndüm. Daha doğrusu öyle gerekti. Orada mesleğimle ilgili bir iş bulamayınca ve de deniz tutkusu baskın gelince 5 senedir bu işi yapıyorum. İşimi çok seviyorum.”

“Çok güzel bir meslek olduğu doğru. Okulu nerede okudunuz?”

“İzmir’de okudum. O nedenle de orada kaldım sonra. Ama bir türlü alışamadım oralara. Ve de Marmaris’e dönmekten mutlu oldum ama. İş bulmak zor oldu. Neyse ki bir merak olarak aldığım denizcilik belgem işe yaradı ve bu güzel işe başladım.”

“Kardeşiniz de yanınızda.”

“Evet o sadece bir sezon diye başladı ama sonra bir daha bırakamadı.”

Hepsi büyük bir merakla kaptanı dinlerken Hacer Hanım teknenin mutfak bölümünü inceliyordu. Sonunda yanlarına gelip oturdu.

“Sermin Hanım mutfakta hiçbir şey yok. Her şeyi almamız lazım buraya.”

“Alırız Hacer Hanım. Evdeki mutfakta ne varsa her şeyi tamamlarız. Biz bir geziye çıkana kadar hepsini tamamlarız, merak etme.”

“Anne biz öbür gün yani pazar günü Hacer teyzenin doğum gününü teknede kutlamak istiyoruz, ona göre hazırlık yapalım olur mu? En azından yemek yiyebilecek malzemeleri yarın satın alalım ya da evden getirelim.”

“Ne güzel düşünmüşsünüz. Yarın mutfak malzemelerini tamamlarız herhalde.”

“Birtakım ihtiyaçlar evdeki fazlalıklardan bile tamamlanabilir Tahir Bey. Ben yarın onları da hazırlarım. Ama bana doğum günü için falan zahmet etmeyin. Ben öyle şeylere alışık değilim. Hayatımda doğum günümü kutlamadım. Zaten sizler hatırlamasanız, onu da unutacağım.”

“Fena mı işte her şeyin bir ilki vardır. Biz de bu sene sana bir doğum günü partisi yapalım. Böylece teknemizi de kutlamış oluruz. Bundan sonra her sene beraber yaş alırsınız.”

“Çok iyisiniz Tahir Bey. Teşekkür ederim.”

“Kızım sen ne zaman işe başlıyorsun? Şirkete gidebildin mi bu arada?”

“Gittim babacığım. Uzun uzun konuştuk. Mümtaz Bey hiç acele etmememi söyledi. Zira yanında staj yaptığım avukat hanım da şu anda tatildeymiş. Durumumuzu biliyor, onun için ‘sen keyfine bak’ dedi. Bu arada bizim uygun olduğumuz bir zamanda da görüşelim diyor. Ben çocukken daha sık görüştüğünüzü söyledi.”

“Doğru valla. Eskiden aileler daha sık görüşüyordu. Şimdi herkes bir koşuşturma içinde. Anlamak mümkün değil. Hanımıyla da Sermin iyi anlaşırlardı.”

“Aa evet. Çok iyi uyuşurdu kafalarımız. Tabii ya biz arayıp davet edelim bir akşam.”

“Eh artık eve geçsek diyorum. Hepimiz yol yorgunuyuz.”

“Tahir Bey, tabii Sabih Bey de; efendim isterseniz biz teknenin alışverişini yapabiliriz. Siz daha çok çarşaf, havlu veya bunun gibi daha özel eşyalarınızı tamamlarsınız bu arada. Benim bildiğim bir sürü yer var bu konuda. Ya da arzu ederseniz birlikte gidelim. Zaman kazanmış oluruz böylece. Eğer arma istemezseniz her şeyi 1-2 günde halledebiliriz efendim.”

“Tamam o zaman. Sen ne dersin Sabih. Neticede onlar bu konuda deneyimli. Biz neyi nereden alacağımızı arayana kadar onlar her şeyi hallederler.”

“Arzu ederseniz, internetten yemek takımı, kap kacak gibi şeyleri belirleyelim. Gerisini biz Yavuz’la halledelim.”

“Çok da iyi olacak. Biz bu işi sizden rica edelim. Biz de liste hazırlamıştık, onları tamamlayalım. Yarın sabah ben size bir araba ayarlıyayım da rahat görün işinizi. Hafta sonu olduğu için sorun olur mu acaba?”

“Problem olmaz sanırım.”

“O zaman buyurun beraber bize gidelim. Yemeği birlikte yiyelim.”

“Davetinize teşekkür ederiz ama bizim de yapmamız gereken işler var daha. Zaten Yavuz gelirken akşam için hazırlığını yaptı. Başka zaman olsun efendim. Size iyi akşamlar.”

“İyi akşamlar. Yarın görüşmek üzere.”

Elbette bütün akşam evde konuşulan tek konu tekneydi.

Herkesin aklına bir şey geliyor, onu da alalım, bunu da alalım derken liste gittikçe uzuyordu.

“Vallahi gideli çok az oldu ama ben Hacer Hanım’ın yemeklerini özledim. O da bu akşam döktürmüş yani. Ellerine sağlık.”

“Afiyet olsun. Yemek yapmayı ben de özledim doğrusu. Gençler hep dışarda olunca yemek yapmaya bile gerek kalmadı.”

“Bizi şikâyet mi ediyorsun Hacer teyzecim?”

“Yok be çocuklar. Hiçbir şey yemiyorsunuz diye öyle söyledim.”

Herkes salonda sohbet ederken Ekim odasına geçip Gürkan’ı aradı.

“Aşkım merhaba!”

“Merhaba canım. Ben de arasam mı diye düşünüyordum. Senden ses çıkmayınca acaba gelmediler mi diye düşündüm ama seni telaşlandırmamak içinde aramadım. Merak etmedim dersem yalan olur.”

“Geldiler geldiler. Hem de hepsi geldi. Yani tekne de geldi. Hem o babamlardan bile önce geldi. Ama öyle bir karambol oldu ki seni bir türlü arayamadım. Hep beraber tekneye de gidince vakit iyice gecikti. Özür dilerim bir tanem.”

“Tekne nerede Ekim?”

“Tam da kapının önünde desem yeridir. Hani bizim yandaki komşuların teknesinin devamlı durduğu yer var ya işte orada. Tesadüf onlar yoklar, uzun bir geziye çıktılar. Bizimki de tam önümüze geldi böylece.”

“Ne güzel rastlantı olmuş. Nasıl beğendin mi?”

“Beğenmek ne kelime, bayıldım. Çok şık, bir o kadar da zarif her şeyden önce. Kamaralar çok güzel ve geniş, hele 2 tanesi normal yatak odası gibi.”

“Çok merak ettim şimdi. Neyse en kısa zamanda görürüz herhalde.”

“Tabii tabii. Pazar günü teknede olacağız sen de gelirsin.”

“Hemen geziye mi çıkıyorsunuz yoksa?”

“Evet ama fazla uzağa değil. Hacer teyzenin Doğum günü bahanesiyle şöyle bir dolaşırız herhalde. Aslında belki de hiç açılmadan yemeğimizi orada yeriz bilemiyorum. Yarın eksikleri alınacak. Hiçbir şeyi yok. Kaptan ayrı alışveriş yapacak, biz ayrı. Hacer teyzenin bile görevi var. Evde içilen kahveler, çaylar, salçalar, baharatlar, yani alışık olduğumuz tatları almak görevi de ona düştü. Yani yarın çok yoğunuz.”

“Eminim çok zevkli bir yorgunluk olacak bu. Heyecanını hissedebiliyorum. Siz şimdi uzun bir geziye çıkarsanız hiç şaşırmam. Sabih Beyler gitmeden bir gezi yaparsınız herhalde, değil mi?”

“Henüz konuşulmadı ama. Ben İstanbul’dan ayrılacağımızı pek zannetmiyorum. Adalar arasında dolaşmak bile çok güzel olur, diye düşünüyorum.”

“Her akşam seni görmeye alışmıştım. Bu gece zor geçecek.”

“Haydi gel o zaman.”

“Yok. Herkes yorgundur. Bu durumda yarın da görüşemeyeceğiz demektir. Seni çok özledim sevgilim.”

“Ben de çok özledim. Telefonlaşırız aşkım. Seni görmediğim zaman sanki bir şeyler eksik kalmış gibi hissediyorum. Sen de öyle mi hissediyorsun?”

“Ben daha da fenayım. Sanki canım yanıyor, seni görünce her şey normale dönüyor. Yani hep bir yarım kalmışlık var. Sen benim hücrelerime bile işlemişsin bir tanem. Ben seni bırakıp nasıl askerlik yapacağım şimdiden onu düşünüyorum.”

“Sen askerlik yaparken ben de bir taraftan evlilik hazırlıklarımızı tamamlayacağım. Öyle düşünürsek zaman hem daha çabuk geçer hem de geçen zamandan zevk alırız. Ne düşünüyorum biliyor musun Gürkan? Biz ne kadar şanslıyız. Sen askere gittiğinde de biz her gün, belki bir belki daha fazla seninle konuşacağız. Sesimizi duyacağız. Nefesimizi hissedeceğiz. Annelerimizin, babalarımızın zamanını düşünsene. Onlar askerlik süresince mektuplaşmışlar. Annem postacıyı ne büyük bir heyecanla beklediğini, eğer o gün postadan bir şey çıkmazsa nasıl yıkıldığını anlatır. Bazen aylarca birbirlerini görmemişler, seslerini duymamışlar. Biz onların yanında ne kadar şanslıyız.”

“Ben seni görmek için firar ederdim herhalde öyle bir şey olsaydı. Seninle aynı evde yaşamayı hayâl etmek bile çok güzel. Akşam eve geldiğimde senin orada olacağını bilmek. Ya da mutfakta, koridorda, salonda kafamı çevirdiğimde seni görmek. Sabah uyanınca yanımda, kollarımda seninle uyanmak. Yastığımda saçlarının kokusunu duymak. Aman yarabbi. Keşke hemen evlenebilsek. Sen de istemez misin?”

“İsterim tabii ama sen galiba yalnızsın. Bu kadar rahat konuştuğuna göre.”

“Evet evde yalnızım. Babamlar bir arkadaşları ile beraber yemekteler. O nedenle istediğim gibi konuşabilirim. Hatta istersen seninle ilgili daha başka hayallerimi de anlatabilirim. Ama kızmak yok.”

“Hayır Gürkan. Bu konularda ne kadar utangaç olduğumu biliyorsun, lütfen bana bunu yapma.”

“Tamam sevgilim, tamam. Sen telefonu da kapatmaya kalkarsın, buna dayanamam.”

“Herkes içerde oturuyor, ben odamda seninle konuşuyorum. Aslında biraz ayıp oluyor galiba.”

“Hepsi odanda ne yaptığını tahmin ediyordur, hiç kimsenin seni ayıpladığını zannetmiyorum. Sevenlere herkes hak verir. Yanında olmayıp sadece telefonla konuştuğumuz için bana acıyorlardır bile.”

“Yapma Gürkan. Duyan da günlerdir görüşmüyoruz zannedecek. Belki yarın bir ara görüşürüz.”

“Anladığım kadarı ile senin keyfin yerinde Ekimciğim. Ev maşallah, her an yeni bir olay, yeni bir heyecan. Sevgiliyi özleyecek zaman yok, değil mi?”

“Çok kötüsün Gürkan. Tabii ki ben de her an seninle olmak istiyorum ama bunun ne kadar imkânsız olduğunu ikimiz de biliyoruz.”

“Bilmek başka, istekler başka. Ben senin gözlerine bakarak konuşmak istiyorum, telefonda değil. Sana dokunmak, seni hissetmek istiyorum. Hatta kollarımdan bir an bile bırakmak istemiyorum.”

“Sana evde yalnız kalmak yaramamış Gürkancığım. Gerçekten saat daha erken olsa sana gel diye ısrar ederdim ama herhalde birazdan herkes yatmaya gidecek. Yoldan geldiler, dökülüyorlar. Bu saate kadar tekne muhabbeti vardı da herkes ayakta kalabildi. Hadi artık kapatalım. Yarın seni ararım.”

“İyi geceler sevgilim.”

“İyi geceler.”

Odanın kapısını açtığı anda Sevin geldi.

“Herkes yattı mı Sevin?”

“Evet. On dakika falan oluyor. Ben biraz balkona çıktım. Harika bir hava var. Kaptan da oturmuş, kitap okuyor galiba. Pek anlayamadım ama sürekli önüne bakıyor.”

“Senin uykun gelmedi mi?”

“Henüz yok. Biraz konuşuruz diye gelmiştim. Aslında sen yattın zannettim bile. Uzun zaman önce geldin odaya.”

“Yok canım. Gürkan’ı aradım. O da evde yalnızmış biraz uzadı konuşmamız.”

“Gelmedi bu akşam. Ben öyle düşünmüştüm.”

“Bu akşam ailemizle baş başa olalım istedi. Onun için gelmedi ama galiba pişman oldu.”

“Neden?”

“Kaç gündür beraberiz, bu akşam göremeyince çok özlediğini söylüyor. Aslında ben de yokluğunu hissettim akşam boyunca.”

“Ekim, kaptan ne kadar yakışıklı adam, değil mi?”

“Evet, gerçekten öyle. Artist gibi derler ya öyle.”

“Ama kız gibi güzel değil. Tam erkek gibi.”

“Aman Sevinciğim çok hoşsun ama ben senin ne demek istediğini anladım. Evet çok erkeksi daha doğrusu çok çarpıcı. Kim bilir teknelerde ne maceralar yaşamıştır. Hayret nasıl oldu da İstanbul’a gelip uzun süre burada kalmayı kabul etti. Belki de Marmaris’ten uzaklaşmak istemiştir.”

“İyi ki geldi. Onunla seyahat etmek çok eğlenceli olacak.”

“Bence kardeşi daha sempatik. Çok eğlenceli bir genç. Sırf macera olsun diye ağabeyine takılmış ama sonra bu işi çok sevdiği için okulu bile yarım bırakmış. Halbuki çok da iyi bir öğrenciymiş.”

“Kaptanın asıl mesleği ne acaba?”

“Turizm Otelcilik okumuş.”

“Vavv. Yakışır valla. Sen bunları ne zaman öğrendin? Halbuki hep beraberdik orada.”

“Annem aldıkları nazarlığı uygun bir yere asmam için bana verdi. Ben de ön tarafa geçtim. Yavuz da orada bir şeyler yapıyordu. Bana yardım etti, bu arada biraz konuştuk. Onunla konuşmak çok güzel. Çok eğlenceli ve konuşmaya çok meraklı. Yani hiç zorlanmadan ondan bol bol macera öyküleri dinleyebiliriz.”

“Ben kaptanla sohbet etmeyi daha çok isterim.”

“Neler diyorsun sen, fena taktın adamcağızı kafana.”

“Evet öyle.”

“Tarık ne oldu? Hemen unuttun mu?”

“Hayır o benim sevgilim ama kaptan yeni bir heyecan.”

“Aman Sevin. Bak adamla macera yaşamaya kalkma adamı işinden edersin. Babamın böyle bir şeyi hoş göreceğini hiç zannetmem.”

“Aman Ekim. Kaptanı yemedim ya. Yakışıklı adam onunla takılmak hoş olur, dedim sadece.”

“Ben yatıyorum. Hadi iyi geceler.”

“Sana da iyi uykular.”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan