Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 13

24 Ocak 2022

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
Sabahleyin erkenden Tekirdağ’a doğru yola çıktılar. Direk Tekirdağ’a gitmeye karar vermişlerdi. Artık hepsi güzelce yanmış, kaptan ve Yavuz’la aralarında neredeyse renk farkı kalmamıştı.

Kaptan, keyifsiz görünüyordu. Adeta hiç uyumamış gibi gözleri şişti. Yavuz da hayli sessiz ve her zamanki neşeli hâlinden uzaktı.

“Çocuklar denize girmek isterseniz kaptana söyleyelim. Biz direk gidelim dedik ama.”

“Yok ben düşünmüyorum.”

“Ben de istemiyorum Tahir baba. Biz rahat rahat güneşleniriz. Giderken daha iyi oluyor. Hafif hafif rüzgâr esiyor. Hem terletmiyor hem de daha güzel yanıyoruz, değil mi Ekim?”

“Doğru.”

“Hadi siz güneşlenirken biz de şansımızı deneyelim. Bakalım buralarda balık var mı?”

“İyi fikir.”

“Hadi bu sefer sen şansını dene Sabihciğim.”

Kızlar dün akşamdan sonra adeta kendi dünyalarına çekilmiş gibiydiler. Görünüşte ikisi de kitap okuyordu ama dakikalardır sayfa çeviren yoktu.

Ekim dün akşamdan sonra İstanbul’a gider gitmez, kendisiyle bu konularda konuşacağından emin olduğu Gürkan’ın fikirlerine karşı çıkmayacaktı. O da daima Gürkan’la birlikte olmak istiyordu, onu çok özlemişti.

Sevin ince planlar peşindeydi. Kaptan kendini geri çekmiş ve buz gibi davranmaya başlamıştı. Ama ona yapacağını iyi biliyordu Sevin. Ediz’i yine ateşlemek için ufak bir oyun oynayacaktı. Bunun içinde öğleden sonrayı beklemesi gerekiyordu.
 

*

 
“Kaptan, bugün hiç iyi görünmüyorsun. Senin için ne yapabilirim?”

“İyiyim ben Yavuz, sen işine bak.”

“Ben senin iyi zamanlarını da kötü zamanlarını da iyi bilirim abi. İnan çok üzülüyorum. Sen farkında değilsin ama bu kız seninle oynuyor.”

“Yavuz saçmalama ve haddini aşma.”

“Ama görüyorum be abi.”

“Yok bir şey. Hadi bana bir kahve getir o zaman.”

“Yanına da biraz keyif ister misin?”

“Getirme desem getirmeyecek misin? Kahveyi içince keyfim yerine gelir, merak etme.”

“Dilerim öyle olur.”
 

*

 
Yemekten sonra her zamanki gibi büyükler fiestaya kamaralarına çekildiler.

“Bugün kendimi yorgun hissediyorum, bir tuhafım. Ben de uzanmaya gidiyorum. Sen ne yapacaksın Ekim?”

“Tamam hadi ben de geleyim. En azından kamarada okurum.”

İki kız beraberce kamaralarına indiler. Ama 10 dakika sonra Sevin elinde havlusu ve güneş yağıyla tekrar yukarı çıktı. Üzerinde daha önce giymediği ve kendisine çok yakıştığını bildiği sarı bir bikini vardı.

Buruna geçip havlusunu yaydı ve uzandı. Ediz’in de kitap okuduğunu görmüştü. Ortalarda Yavuz da yoktu. Gözlerini kaptana çevirdi. Kısa bir süre sonra, üzerindeki bakışları hisseden Ediz genç kıza baktı. İşte o anda kaptanın bütün keyfi yerine geldi. Zira Sevin sıcacık bir gülümseme ile onu yanına çağırıyordu. Genç adam bir an ne yapacağını şaşırdı. ‘Sevin’in yeni bir oyunu olabilir mi?’ diye düşündü ama ‘Denemeden bilemem’ diye düşünerek genç kızın yanına yürüdü.

“Buyurun Sevin Hanım.”

“O kadar resmi olmayın canım. Bana yardımcı olmanızı isteyebilir miyim?”

“Buyurun.”

“Son konserimde sırtı açık bir kıyafet giymek istiyorum, bu nedenle sırtımı yakmak istiyorum ama gördüğünüz gibi yalnızım. Sırtıma yağ sürer misiniz?”

“Tabii Sevin Hanım, uzanın ben yardımcı olayım.”

Genç kız uzanıp önce bikinisinin askılarını indirdi, sonra da uzanarak arkadan klipsini çözdü. Ellerini yan tarafına aheste bir şekilde geçirirken görünen göğüslerini saklamaya bile teşebbüs etmeden rahatça yattı.

“Sizinim kaptan.”

Ediz şaşkın bir vaziyette bakıyordu.

‘Demek oyun oynamak istiyorsun küçük hanım, peki o halde’ diye düşünerek avucuna güneş yağından döküp usulca genç kızın yanına oturdu. Önce yavaş hareketlerle adeta okşayarak sırtını yağladı. Genç kız o kadar rahat yatıyor ve davranıyordu ki… Kaptan bütün sırtını yağladı, hatta parmak uçları göğüslerine değecek kadar…”

“Yeterli oldu mu Sevin Hanım?”

Genç kız boğuklaşan sesi ile “Lütfen bacaklarımın arkasına da sürer misiniz?” diye sordu.

“Bacaklarınız yeteri kadar yanık zaten.”

“Ama ben ellerinizi hissetmek istiyorum.”

Ediz sesini çıkartmadan Sevin’in bacaklarını da yağlamaya devam etti. Bu arada Sevin başını yan çevirmiş davetkar bakışlarla kaptanı izliyordu. Ve beklediği oldu. Kaptanın nefes alışları hızlandı, gözleri koyulaştı. Şimdi artık yağ sürmüyor sadece okşuyor, araştırıyordu. Elleri artık, ısrarla her bir noktasına zevk damlatıyordu genç kızın. O anda Sevin oturur pozisyona geçti. Bu arada göğüslerinin minicik bir kısmını örten bikinisi havlunun üzerinde kalmıştı. Bembeyaz göğüsleri adeta davet ediyordu genç adamı. Elinde olmadan ağzından ıslık gibi bir ses çıkardı. Sevin’in de kaptandan kalır hâli yoktu. Uzanıp Ediz’i daha yakınına çekti.

“Ne bekliyorsun kaptan, haydi!”

Ediz bu sözü ikiletmedi. Uzanıp kızın yarı açık duran dudaklarına uzandı. Günlerdir düşlediği bu anı tutkuyla yudum yudum içiyordu. Artık kız da zevkten inliyordu. Ediz genç kızı kollarına almış öpüyor, bir taraftan da muhteşem göğüslerini okşuyordu. Dakikalarca öpüştüler, öpüştüler. Zaman onlar için durmuştu. Sonra duydukları bir sesle önce kaptan kendine geldi. Kaptan köşküne baktığında Yavuz’un orada bir şeyler yaptığını ve özellikle gürültü çıkardığını fark etti. Hemen genç kızdan uzaklaştı.

Sevin de bu arada aheste bir şekilde toparlanmaya çalışıyordu.

“Çok teşekkür ederim kaptan.”

“Nasıl yani, söyleyeceğin bu mu?”

“Fena yakalandık kaptan, ne söyleyebilirim ki?”

Ediz bütün duyduğu zevki, tutkuyu bir anda yok eden bu ruhsuz kıza arkasını dönerek oradan uzaklaştı. Yapmıştı işte, yine yapmıştı. Bal gibi kendisiyle oynuyordu bu kız.

Kaptan ilerlerken Yavuz hızla oradan uzaklaştı. Ediz, hayretle olanları düşünürken tekrar kumandayı ele aldı.

Sevin son derece mutlu bir şekilde toparlandı ve kamarasına geri döndü. Yukarda yakalanıp yine Ekim’e hesap vermek istemiyordu. Yatağına uzanıp geçirdiği muhteşem dakikaları düşünmeye başladı. Gerçekten de kaptana karşı duyduklarını pek anlayamıyordu aslında. Onu çok çekici bulduğu kesindi. Ama hiç de tarzı olmayan bir karakterdi. Onunla sevişmek istiyordu ama o kadardı galiba. Bunu yapmayı çok istiyordu ama nasıl yapacağını bilemiyordu. Sonra pişman olmak istemiyordu. Evet gerçekten Ekim gibi katı kuralları yoktu, evleneceği erkeği beklemeyi hiç düşünmüyordu ama ilk erkeğini kendisi seçmek istiyordu. Şayet kaptan buysa, bununla denemek güzel olacak diye düşündü ve uykuya daldı.
 

*

 
Kapısının vuruluşuyla uyanan Ekim, hemen kapıyı açtı.
“Anneciğim, yine uyumuşum herhalde, çok geç mi oldu?”

“Yok canım. Tekirdağ’a az kaldı. Kalkıp hazırlanmak falan istersiniz diye uyandırdım.”

“Tabii tabii anneciğim. Siz çıkın ben Sevin’i de alır gelirim.”

On dakika sonra kardeşinin kapısını çalıyordu.

“Tamam Ekim, hazırım şimdi açıyorum.”

“Benim olduğumu nereden biliyorsun?”

“Aşk olsun Ekim.”

“Sen niye bu kadar mutlu görünüyorsun? Işıldıyorsun adeta.”

“Uyku iyi gelmiş demek ki.”

“Yoksa sen odana birini falan mı aldın?”

“Saçmalama Ekim. Yukarda sayım yaparsın şimdi.”
 

*

 
Önce uzaktan seyrettiler Tekirdağ’ı. Çok güzel bir şehirdi. Şehrin yaşadığını hissediyordunuz adeta. Bir saat kadar sonra çarşıyı geziyorlardı.

“Ben buralara gelmeyeli epey oldu. Ne zaman geldiğimi bile hatırlamıyorum ama şu gördüğünüz binaların hiçbiri yoktu o zamanlar. Burası da bayağı büyük bir şehir olmuş. Bu arada ben hâyli acıktım. İsterseniz yemek yiyelim. Sonra da sahilde oturur kahvelerimizi içeriz.”

“Tabii sormaya gerek yok. Burada meşhur Tekirdağ köftesi yiyeceğiz demektir.”

“Tabii tabii, hiç sorulur mu?”

“Bakın şurası hayli kalabalık. Demek ki köfteler güzel, hadi biz de oraya gidelim.”

Tekirdağ’ın en eski köftecilerinden biriydi girdikleri. Hepsi köfte ve piyazlarını söylediler. Büyük bir iştahla yemeklerini yerken her zamanki gibi etraftan gelen bakışların da farkındaydılar. Hatta kızları yeni dizi oyuncularından zannedip soru yağmuruna tutanlar dahi oldu. Artık bu gibi durumlara alıştıkları için bu tarz sahneler onları da eğlendirmeye başlamıştı. Aşırı yanık tenleri ve Sevin’in göz alıcı saç rengiyle fark edilmemeleri mümkün değildi zaten. Yemek üstüne tatlılarını da yiyip sahile indiler. Çok güzel çay bahçeleri vardı. Onlardan birine geçip oturdular. Daha kahvelerini içerken nereden çıktıkları belli olmayan iki roman kızı yanlarına geldi.

“Ablam kahve falınıza bakalım.”

“Yok sağ ol istemez.”

“Bakalım be babalık. Eğer bilemezsek para vermezsiniz.”

“İstemez kızım. Bırakın etrafı seyredelim. Siz başka müşteriler bulun kendinize.”

“Tahir Baba, ben fal baktırmak istiyorum, olur mu?”

“Tabii olur kızım. Siz ses çıkarmayınca öyle söyledim ben.”

“Ablam, ben de senin falına bakayım.”

“Yok, sağ ol. Ben istemiyorum.”

“Ablam bak kardeşin kardeşime fal baktırır, ne olur kırma, ben de senin falına bakayım.”

“Hadi kızım, kırma artık. O da senin falına baksın.”

“Tamam. Peki o zaman.”

Fincanların soğumasını beklemeden fallarına bakmaya başladılar.

Bu arada anneler kızlarının falına kulak vermeye çalıştılarsa da usta falcılar yavaş sesle yalnız kızlara döktürüyorlardı.

“Dur dur. Önce Sevin’in falına baksın kardeşin. Onu ben de dinlemek istiyorum.”

“Hayır ama o zaman ben de senin falını dinlerim.”

Tamam tamam. Sonra anlatırız o zaman.

Ekim tekrar fincanını uzattı.

“A be ablam. Boş ver fincanı. Ben bakayım senin el falına daha çok şey söylerim sana.”

Ekim elini uzattı.

“Bak güzel ablam, sen yanıyorsun hasretinden ama az kalmış kavuşacaksın. O da seni çok özlemiş, bekliyor ufuklara dikmiş gözünü.”

“Tabii tabii, yanımda olmadığına göre bekleyecek, değil mi?”

“Aşk olsun be ablam. Bu yeni değil ki. Hep gözü sende onun. Hemen yanına gelmek istiyor ama sen engellemişsin. Çok üzgün ve de şaşkın. Sana neler söyleyeceğini düşünür. Siz yuva kuracaksınız, 6 ya da 8 vakit sonra. Çok güzel bir düğün yapacaksın. Ama önce sen biraz üzüntü yapacaksın. Sanki üzüleceksin ama üzülmeyeceksin.”

“O nasıl şey öyle?”

“Yani üzüleceksin ama bu senin mutlu olmanı engellemeyecek. Yani üzülecek şeyler olacak ama sen çok üzülmeyeceksin. Ya ablam gördüklerimi anlatmam zor. Sen bir sürü yeni insan öğreneceksin ama hiçbiriyle tanışmayacaksın. Ablam bir de sana hiç beklemediğin bir miras kalacak çok şaşıracaksın ama çok iyi şeyler yapacaksın. Eniştemle beraber yürüteceksin bu işi.”

Ekim kızı büyük bir şaşkınlıkla dinliyordu. Zaten konu böyle enteresan bir söyleşiye dönünce tüm aile Ekim’in falına kulak vermişti.

“Ekim neler söylüyor bu kız böyle? Aman Allah’ım.”

“Nasıl? Ben size söylemiştim. Çok iyi fal bakarım, diye. Ablam son olarak da bir lohusalık yaşayacaksın ama bir oğlun bir de kızın olacak Allah isterse.”

Ekim kızın eline yüklüce bahşişini verdi, teşekkür etti. Dinlediklerine inanamıyordu.

Sevin, Ekim’in falını dinlemek için susturduğu kıza devam etmesini söyledi.

“A be ablam, senin kafanda çok şeyler var ama sen bile bilmezsin. Ne yapacağına hep son anda karar verirsin. Seni bekleyen biri var ama sen onu görmezsin. Sen sanki sahne gibi bir yere çıkarsın. Senin beklediğin var, senden uzakta. Sende bir sürü şey öğreneceksin ama hepsini bırakıp gideceksin. Senin ailen burada. Sen çok ünlü biri olacaksın. Bu kadar abla, başka bir şey görmüyorum.”

“Çok kısa baktın.”

“Ablam o kadar görebildim. Senin falın benden hediye olsun. Haydi kardeşim gidelim, size iyi günler.”

Sevin biraz da bozularak giden kızların arkasından baktı.

“Tabii söyleyecek bir şey bulamadı, ‘Bu da benden olsun’ dedi, gitti.”

“Boş ver be kızım. Keşke sen de Ekim’in falına bakan kıza baktırsaydın. Bak Ekim’e ne kadar uzun uzun anlattı. Çok ilginç şeyler söyledi ama öyle tatlı tatlı anlatıyordu ki sanırsın gerçekten görüyor.”

“Hadi artık falınız da bitti, biraz yürüyelim ve teknemize çıkalım. Ne dersiniz?”

“Gelmişken Tekirdağ rakısı alsak mı acaba?”

“Aman azizim, içtiğimiz aynı değil mi?”

“Valla bilmem. Ama buraya gelip rakı almadan dönen pek yoktur. Fabrika da bayağı bir mesafede. Arabamız da yok. Neyse artık elimizdekilerle idare ederiz. Ha ha.”
 

*

 
Yavuz botun yanında onları bekliyordu. Hep beraber tekneye geri döndüler. Sahile inmeyen Hacer Hanım çayları demlemiş, yanına da güzel bir kakaolu kek yapmıştı.
Hep beraber Ekim’in falını anlattılar Hacer Hanım’a. Anlatılanları duyunca, Hacer Hanım feryadı bastı.

“Aman Allah’ım. Bu kadar çabuk mu evleneceksin? Biz seni o kadar zamanda veremeyiz, değil mi Sermin Hanım?”

Falın bu kısmın duymamış olan Sermin Hanım hemen Ekim’i sorguya çekmeye başladı.

“Kızım, hani senin okulunu bekleyecektiniz?”

“Anneciğim, o sadece fal. Sanki bir karar almışız gibi beni sorguya aldınız. Yok öyle bir şey.”

“Olabilir Sermin anne. Bak benden söylemek.”

“Sevin, saçmalama lütfen. Annem de gerçek zannedecek.”

“Ne güzel olur, fena mı? Biz de size güzel bir düğün yapmak için tekrar buraya geliriz.”

“Allah’ım sen aklımı koru.”

“Gel güzel kızım, gel. Yavuz’un işi var. Biz senle çayları koyalım.”

“Olur Hacer teyze. Hem de beni bu sorgudan kurtarmış olursun.”

“Şimdi sen bana kızacaksın ama ben zaten sizin o kadar uzun süre beklemenize karşıyım güzel kızım. Sanırım Gürkan oğlum da seninle evlenmek istiyor. Çok da haklı. Bu kadar güzel bir kızın yeri kocasının yanı olmalı.”

“Çok kötüsün Hacer teyze, beni oradan kurtardın zannettim ama esas fırçayı senden yiyorum.”

“Fırça değil ceylan gözlüm, gerçek. Görürsün bak, bu kadar ayrılıktan sonra Gürkan nasıl tutturacak evlenelim diye.”

“Ben de bundan korkuyorum zaten.”

“Hadi yavrucuğum, her şey çok güzel olacak.”

“Biliyor musun Hacer teyze, çok tuhaf bir şey oldu. Kızın biri bana bunları söyledi, öbür kız Sevin’e kısacık fal baktı ve bu da benden olsun dedi.”

“Allah Allah, söyleyecek yalan bulamadı herhalde. Ya da fal bakmayı diğer kardeşi kadar iyi bilmiyormuş.”
 

*

 
Aslında tam da bu anlarda roman kardeşlerde kendilerinden söz ediyorlardı.

“Ne oldu kız? Hemen kestin fal bakmayı. Kıtır bulamadın mı söyleyecek. Bi de para almadın üstelik?”

“Sorma be abla. Pek anlayamadım. Önceleri çok aydınlıktı her şey ama sonra anlayamadım. Önce biraz bir şeyler söyledim ama sonra yok valla. Var bir sevdiği ama iter kız onu, sevdiceği de hem iter hem sever. Ben de bakamadım. Hayırdır valla.”

“Allah Allah.”

“Ben de o yüzden kestim falı. Bakamayınca da parasını almadım. Geçen yıl da böyle bir fal bakmıştım da ya ne biliyim işte.”

“Hadi kalk. Bak şurada aşıklar var, gel bakalım onların falına.”
 

*

 
Ediz, kendi kendine söz verdi. Bir daha bu şımarık kızın oyununa gelmeyeceğim diye. Halbuki daha önlerinde 2 gün vardı ve Sevin şeytanca planlar yapmakla meşguldü.

O gece de Tekirdağ’da kalmaya karar verdiler. Sahil o kadar canlıydı ki dayanamayıp yemekten sonra tekrar sahile indiler.

“Burası eski İstanbul gibi. Baksana Tahir, herkes akın akın bir yerlere gidiyor. Çay bahçeleri dolu. Luna park var. Gençlere bakın. Hadi biz de luna parka gidelim.”

“Ciddi misiniz?”

“Tabii neden olmasın? İllaki bir şeylere binmek gerekmez ki. Oradaki canlılığı, neşeyi yaşayalım. Hem biraz nostalji yapmış oluruz.”

“Amerika’da hâlâ insanlar böyle eğleniyorlar. Ben de bayılırım, haydi hep beraber bir şeylere binelim.”

“Gördün mü Tahir? Benden daha yürekliler var. Yaşa Seher. Haydi dönme dolaplara binelim.”

Biletlerini alıp hep birlikte kocaman dönme dolaba bindiler.

Etraflarında onları seyredenlerin olduğu bir kalabalık oluşmuştu. İki kız adeta ayrı geçirdikleri çocukluklarını yaşarmış gibiydiler. İkisi de tepeye yükseldikçe kahkahalar atıyorlardı. Tepeden manzara daha da güzeldi. Tekneleri de ışıl ışıl geceye göz kırpmaktaydı.

Oradan sonra yine hep birlikte çarpışan arabalara bindiler. Ama her biri tek tek bindiğinden ve de çarpmaya çalıştıkları araç sayısı çok olduğu için çok fazla eğlendiler. İki turda bunlara bindikten sonra gülecek hâlleri kalmadığından sahile yürüdüler.

Serin yaz meltemiyle, etraflarını seyrederek uzun uzun oturdular. Sonra tekneye dönmek üzere bota bindiler.

Tekneye yaklaşınca gitarın ve ona eşlik eden Ediz’in sesini duydular.

Pepino Di Capri’nin seslendirdiği çok güzel bir aşk şarkısını söylemekteydi. Bot tekneye yaklaşınca ses kesildi.

Güverteye ilk çıkan Tahir Bey’di.

“Lütfen kesmeyin kaptan.”

“Yok efendim. Bu gece burada kalıyor muyuz? Kesin kararlı mısınız?”

“Kalmayalım isterseniz. Silivri’ye doğru yola devam edelim. Eve dönüşümüzü çabuklaştırırız. Hem belki Silivri’de bir akşam kalırız.”

“Tamam Tahir Bey. Siz keyfinize bakın. Ben aheste aheste yola devam edeyim.”

Herkes odasına çekilip yattı. Tabi Ekim hariç. O önce sevgilisini aradı. Dakikalarca hasret giderdi, öyle yattı.
 

*

 
Sabahleyin uyandıklarında Silivri açıklarındaydılar. Hava bugün çok sıcak ve nemliydi. İnsan hiçbir hareket bile yapmasa ter içinde kalıyordu. Belki de bu nedenle erkenden hepsi güvertede buluştular.

“Günaydın. Bakıyorum herkes burada ve herkes denize girmek için hazır, yanılıyor muyum?”

“Yok vallahi. Çok haklısınız. Bir uyandım ter içinde. Hemen suya atlamak geldi içimden.”

“Doğru söylüyor Seher. Biz de bu nedenle hazırlanıp çıktık yukarı. Hadi o zaman kahvaltıdan önce, eskilerin deyimi ile deniz banyolarımızı alalım.”

“Hay yaşa Sabih. Gerçekten de ben öyle söylendiğini hayâl meyâl hatırlıyorum. Çocukken çok komik gelirdi o laf bana. Sonraları çıktı bu denize girme lafı.”

“Haydi herkes denize.”

Havanın sıcaklığı o kadar fazlaydı ki Ekim bile her zamana göre bir hayli suda kaldı.

Deniz banyosu hepsinin karnını acıktırdığından büyük bir iştahla kahvaltılarını ettiler.
 

*

 
Her yerde olduğu gibi burada da sahil bayağı hareketliydi. Hemen sahilde çok güzel çay bahçeleri vardı. Öğleden sonra sahile inip, çay kahve içip çarşıda dolaştıktan sonra orada balık yemeye karar verdiler.

“Ben belki de bu seferki son güneşlenmemi yapmak için ön tarafa gidiyorum. Sen de geliyor musun Sevin?”

“Evet, kitabımı kamarada bırakmışım onu alayım ve bikinimi değişip hemen geliyorum.”

Sevin kitabını mahsus kamarada bırakmıştı. Kaptanla göz göze gelmeye çalıştı ve başıyla işaret ederek peşinden aşağı çağırdı. Ediz bir an ‘Yanlış mı anladım?’ diye baktı ama kızın yüzündeki ifadeyi görünce peşinden aşağı indi.

“Kaptan sizinle yarım kalan çok hoş bir sohbetimiz olmuştu. Umarım en kısa zamanda tekrarlarız.”

“Kendinize başka eğlence bulun Sevin Hanım, benim işlerim var.”

“Tabii benim de. Mesela sizinle yarım kalanı tamamlamak gibi.”

Ediz duyduklarıyla adeta kamçı yemiş gibi tüm vücudundan bir elektrik geçtiğini hissetti. Tüm duyguları ayağa kalkmıştı. Genç kızın kolundan tutarak “Benimle oynamayı bırakın Sevin Hanım. Ben sadece yanınızda çalışıyorum. İşim tekneyi kullanmak, sizi eğlendirmek değil” dedi.

“Ben birlikte eğlendiğimizi düşünmüştüm kaptan.”

Sevin bu sözleri söyleyerek kaptana iyice yaklaştı. Dudaklarını kaptanın dudaklarının hemen yanına değdirerek “Daha eğlenmeye yeni başlamıştık. Ben de bu oyunu oynamak istiyorum hem de çok” dedi.

“Lütfen kendinize gelin Sevin Hanım. Şimdi aileniz gelecek. Müsaadenizle ben yukarı çıkıyorum.”

“Kaç kaptan, kaç. Yolculuk bitse de ben daha İstanbul’dayım. Orada ne yapacaksınız?”

Sevin böyle söyleyip hemen arkasını döndü ve sanki kaptan orada yokmuş gibi üzerindeki tişörtü ve bikinisinin üstünü çıkararak kamarasına girdi ve arkasını dönerek çıplaklığını gözler önüne seren bir hareketle, kaptana elini dudaklarına götürerek bir öpücük verdikten sonra kamarasına girdi.

Ediz orada birkaç saniye bekleyerek sakinleşmeye çalıştı. Aklına uysa şimdi Sevin’in kamarasına gidip onu kollarına alırdı ve kendisini çıldırtan o dudakları ağzına hapsederdi. Ama mantıklı olmak zorundaydı. Hemen yukarı çıkıp Yavuz’a seslendi ve kendisine bir kahve söyledi.
 

*

 
“Nerede kaldın, bir mayo değiştirmek bu kadar zamanını mı aldı Sevin?”

“Yok kaptanla da konuştum.”

“Hayrola?”

“Yok öyle işte. İstanbul’da da gezilecek güzel yerler olduğunu, ben İstanbul’a geldikten sonra bütün oralara gittiğimizi söyledim.”

“Ne gerek vardı. Gel arkana yağ süreyim. Askı izleri gitsin istiyorsun ama canın yanmasın.”

“Tamam çok teşekkür ederim.”

“Sen hiç sizin çocuklarla konuştun mu? Gerçekten sen de hemen dönecek misin?”

“Evet döneceğim. Ben konuştum. Daha önceki konserden başka çok büyük bir organizasyon teklifi almışlar. Şu anda görüşüyorlar. Eğer olursa işimiz çok zor. Aynı hafta içinde 3 konser vermemiz gerekecek. Gerçi daha zaman var ama çok iyi hazırlanmamız lazım. Bana bugün veya yarın haber gelecek. Bak o nedenle telefonu yanımda taşıyorum. Çok heyecanlı olacak. Keşke çalışmasaydın sen de benimle gelirdin. Hem beni seyrederdin hem de o heyecanı yaşardın.”

“Evet çok güzel olurdu ama artık izin isteyecek yüzüm kalmadı.”

“Neden yüzüne ne oldu?”

“Bir şey olmadı. O bir deyim. Yani ‘Ayıp, bunu yapamam’ demek.”

“Burada her şey ayıp zaten. Ne güzel Amerika’da canının istediği her şey serbest.”

“Haklısın galiba. Ama biz böyle büyütüldük. İstesen de bazı şeyleri yapamıyorsun, onun hoş karşılanmayacağını biliyorsun çünkü.”

“Tabii eğer sen Amerika’da olsaydın şimdiye kadar belki de Gürkan’la çoktan evlenirdin.”

“Ne ilgisi var?”

“Çünkü Gürkan’la çoktan beraber olurdun ve ayrı kalmanın anlamsızlığını anlayıp gerekiyorsa evlenirdin. Tabii bence evlenmene bile gerek yok ama.”

“Off deli kız, başlama yine.”

“Bak acele evlenmeye kalkmayın ama benim konserim eylülde.”

“Delirdin mi kızım? Daha Gürkan askere gidecek.”

“Neyse ben söyleyeyim de. Bakarsın enişte hiç beklemez.”

“O kadar kolay değil canım.”
 

*

 
Hava gerçekten çok sıcaktı. Yavuz, Hacer teyzenin yaptığı limonatadan kocaman bardaklarla getirdi.

“Bunları getirdim ama Hacer teyze haber gönderdi. ‘Eğer bunları içip karnımız tok diyeceklerse içmesinler, yarım saat sonra yemek yiyeceğiz’ dedi.”

“Merak etmesin, şimdiden kurt gibi açız. Bu limonata bizi kesmez.”

Yavuz’un 2 gündür Sevin’e karşı tavırları değişmişti. Daha çok Ekim’le konuşuyor, Sevin bir şey söylemezse onunla hiç konuşmamaya adeta dikkat ediyordu.

“Sevin, sen bu çocuğa bir şey mi söyledin. Seninle hiç konuşmuyor, ne oldu?”

“Yoo, ben bir şey söylemedim.”

Aslında Sevin de olayın farkındaydı. Yavuz kaptanla öpüştüklerini gördüğünden beri Sevin’le hiç konuşmamıştı. Adeta abisini Sevin’den korumaya çalışıyordu. Sevin şeytanca güldü içinden, kaptanın ne durumda olduğunu bilmiyordu bu çocuk. Elbet kaptanı İstanbul’da yalnız yakalayacaktı. Kafasından planlar yapmaya başlamıştı bile. Önemli olan Yavuz’u tekneden uzaklaştırabilmekti.

“Ya biz İstanbul’a gidince bu çocuklar bütün gün teknede oturacaklar mı?”

“Niye otursunlar. Cep telefonu diye bir şey var artık. Çıkar İstanbul’u gezerler. Belki arkadaşları bile vardır. Gidip onları ziyaret ederler. Ne bileyim işte. Onların programını da biz yapacak değiliz herhalde.”

“Yok yani. Ben merak ettim. Yakışıklı çocuklar. Bir sürü kızla tanışırlar artık.”

“Çok mu üzülürsün? Ne oldu kaptana aşkın sona mı erdi? Hani aşkından ölüyordun.”

“Yok sen haklısın. Kaptan bana âşık olunca işin heyecanı kaçtı. Ben onu kovalarken güzeldi ama şimdi sıkıldım. Hem akıllı olmam lazım. Şimdi konserler daha önemli.”

“Afferin sana. Allah’tan çok hızlı düşünüyorsun. Ben de merak ediyordum ne olacak bu işin sonu diye. Haydi yemeğe gidelim.”
 

*

 
Hacer Hanım ve Yavuz ortak yapım, yine harikalar yaratmıştı. Erkeklerin umumi arzusu üzerine bugün menüde kuru fasulye, pilav, bol salata ve tabii cacık vardı.

“Hımm. Valla özlemişiz kuruyu. Ben hep söylerim yemeklerin şahıdır kuru fasulye. E Hacer Hanım’ın da hakkını yemeyelim bu arada. Pilav da bir harika.”

“Pilav Yavuz’un eseri. Doğrusu değme kadın böyle tane tane pilav düşüremez.”

“Bravo Yavuz.”

“Estağfurullah efendim. Anacığımın bana öğrettiği ölçüyle yapıyorum, çok da güzel oluyor.”

“E sende yetenek olmasa bir şey yapamazsın. Ellerine sağlık.”
 

*

 
Yemekten sonra biraz dinlenip tekrar denize girdiler.

“Ya enteresan, galiba sık sık denize girince bünyem alıştı. Hani hemen üşürdüm ya artık o kadar üşümüyorum. Ama tabii bizim Boğaz da girince bırr. Yine buz gibidir. Baksana kaç dakikadır yüzüyoruz ve ben daha çıkmak istemiyorum.”

“Ne güzel, böyle hep beraber olunca çok zevkli oluyor. Hadi seninle yarışalım Ekim.”

“Yok, ben o kadar kalmayayım. Hem kitabım bitmek üzere, çıkıp onu bitirmek istiyorum. Hadi ben gittim.”

Biraz sonra diğerleri de denizden geldiler.

“Hacer Hanım, siz niye çok az giriyorsunuz denize? Hava çok sıcak, hadi siz de serinleyin biraz.”

“Yok Seher Hanım, ben böyle iyiyim. Sizler kadar çok sevmiyorum ben denizi. Serinlemek için duş yapmayı tercih ediyorum.”

Ediz de Sevin’le yalnız kalmanın hayâlleri kuruyordu. Ama kararlıydı, bu sefer ipler kendi elinde olacak, asla kendisiyle oynatmayacaktı. Garip bir ilişkiye dönmüştü aralarındaki. Artık emin değildi bunun aşk olup olmadığına. Gene de ona yakın olmak, onu öpmek, kollarına almak ve belki de sevmek istiyordu. Bir taraftan da kendisini bırakmaması için yalvarmasını istiyordu. Bu sefer kendisi oynayacaktı onunla. Ama bu oyunun yarım kalmamasını da istiyordu. ‘Bakalım bu fırsat doğacak mı?’ diye düşündü. Gerçekten yakında Amerika’ya dönüp dönmeyeceğini bile bilmiyordu.

Ediz farkında değildi ama dakikalardır aynı noktaya gözlerini dikmiş öylece bakıyordu. Onun bu hâli en önce Yavuz’un dikkatini çekti.

“Kaptan, neler oluyor? Kafan bir şeye mi bozuldu? Yüzün çok kızgın duruyor.”

“Yok Yavuz, öyle dalmışım. Galiba annemi özledim. Ne de olsa aylardır evde sürekli beraberdik. ‘Ne yapıyor acaba?’ diye düşündüm.”

“Ben dün akşam aradım annemi. Sen yeniden aramıza döndün diye çok sevinçli. Merakla seni sordu, ben de çok iyi olduğunu söyledim.”

“Çok iyi. İlk fırsatta ben de ararım.”

Aslında annesini ihmal ettiğini hiç düşünmemişti. Kadıncağız bütün o bunalımda olduğu aylar boyunca sanki annesi değil de arkadaşı gibi can yoldaşlığı yapmıştı kendisine. Zaten o kızı sevmediğini, kendisine uygun bulmadığını söylemişti sürekli.

Gerçekten de daha sonraları geriye dönüp baktığında evlenmediğine ve o tuhaf beraberlikten kurtulduğuna sevinmişti.

Şimdi ona karşı duyduklarının şefkât ve acıma olduğunu çok net görebiliyordu. Aylar süren beraberlikleri boyunca, kız kendisini hep istismar etmişti ama kendisi hep onun kendisini çok sevdiğini, yalnızlıktan böyle davrandığını düşünüp hoş görmeye çalışmıştı. Bütün o sürede hissettiği bazı şeylerin kendinden kaynaklandığını düşünmüştü. Zira sadece beğendiğini ama asla ona âşık olmadığını anlamıştı ama kızı ortada bırakmayı istememiş, zamanla her şeyin düzeleceğine inanmıştı. Sonrasında, daha doğrusu annesinin uyarılarıyla kızın hareketlerine dikkat ettiğinde onun ne doyumsuz, hırslı ve haris biri olduğunu anlaması kendisi için bir yıkım olmuştu ama kurtulmuştu da.

Genç kızın kendisini çok sevdiğini düşünüp yaklaşmıştı ilk başta. Çok güzel ama sığ bir kızdı. Hep ona bir şeyler öğretmeye çalışmıştı. Kendisinden istifade etmek için oynadığını ne yazık ki çok sonra anlamıştı ve de işe noktayı koymuştu. Ama insanlara karşı güveni sarsılmıştı. Kendine gelmesi aylar almıştı. Bütün bu süre zarfında herkes kızı çok sevdiği için ayrılığa üzüldüğünü sanmıştı ama o nedenin bu olmadığını biliyordu. Sırf o istedi diye denizden bile uzaklaşmıştı. Kendisine bir iş bulmuş, çalışmaya bile başlamıştı. Her sabah kalktığında istemediği bir işe gidiyordu. Bu da kendini mutsuz hissetmesine, hayattan hiç zevk almamasına sebep oluyordu. Zaten ayrılır ayrılmaz o işi de bırakmıştı. Ediz bir an kendine geldi ve başını sertçe salladı.

‘Ne oluyor bana, nerden aklıma geldi bütün bunlar? Şansım varmış ki evlenmedim. Yoksa bir ömür aldatılmaya mahkûm olacaktım’ diye düşündü. Acımayla, şefkat duymanın evlilik için yeterli olmadığını anlamıştı en azından. Mesela, şimdi duyduğu gibi yakıcı bir arzuyla düşlememişti hiç nişanlısını.

Kaptan düşüncelerinden uzaklaşmak için dışarı çıktı ve Sevin’le burun buruna geldi.

“Merhaba kaptan. Yavuz’a bakıyordum ama esas aradığımı buldum. Nasılsınız?”

“Teşekkür ederim. Bir şey mi istemiştiniz?”

“Evet, çok istiyorum, siz de biliyorsunuz.”

Genç kız öyle bir ses tonuyla konuşuyordu ki Ediz kalbinin yerinden çıkacağını zannetti.

“Sevin Hanım ne istediğinizi söylerseniz ben Yavuz’la göndereyim. Aşağı indi hemen gelecek.”

“Ekim limonata istiyor, ben sizi, gönderir misiniz?”

Sevin arkasını dönüp uzaklaştı ama kokusu orada kalmıştı. Derin derin nefes alarak kokuyu içine çekti.
 

*

 
“Yavuz, 2 limonata istiyorlar küçük hanımlar, götürüver.”

“Tamam kaptan. Oldu bilin.”

Akşam üstü hepsi hazırlandılar ve sahile çıktılar. Hemen çarşıya yöneldiler. Çok kalabalıktı. Her taraf yiyecek malzemeleri ile doluydu. Ertesi sabah yemek üzere taze kahvaltılıklar aldılar, bu arada Silivri’nın meşhur yoğurdundan da aldılar. Biraz daha dolaşıp, sahildeki çay bahçesine oturdular.

“Baba siz otururken biz Sevin’le aldıklarımızı Yavuz’a verelim. Götürüp dolaba koysun. En azından yoğurt bizimle burada kalırsa, bu sıcakta ekşir.”

“Aferin benim akıllı kızım. Ben de şimdi aynı şeyi söyleyecektim de bakınıyordum acaba Yavuz nerelerdedir diye.”

“Hadi gel Sevin. Bak Yavuz orada, ona verelim aldıklarımızı.”

Daha karşıdan Yavuz onları görüp yanlarına geldi, ellerindekini aldı.

“Yavuz, bırakıp gelince sen de yanımıza gel. Sahilde oturuyoruz.”

“Yok Ekim Hanım, ben botun yakınında olsam daha iyi. Siz keyfinize bakın.”

“Peki, görüşürüz o zaman.”
 

*

 
Uzun uzun oturdular. Sonra kalkıp sahildeki balıkçılara gidip balıklara baktılar. Nihayet sahildeki restoranlardan birine girdiler. İçerde pek müşteri yoktu.

Geçip, yerleştiler. Daha balıkları bile gelmemişti ki etraf kalabalıklaştı.

“Ben de yanlış seçim yaptık herhalde diye düşünmeye başlamıştım. Birden doldu restoran.”

Sabih Bey’in söylediklerini servis yapan garson duymuştu.

“Merak etmeyin efendim en doğru adrestesiniz. Aslında biz rezervasyon olmadan müşteri almayız ama geç saatte iptal olan bir rezervasyon sizin şansınız oldu.”

“Doğru vallahi. Ben de aynı kuşkuyu duydum. Meğer en isabetli kararı vermişiz. Yediklerimiz çok güzel ve çok taze. Umarım ki öyle olacaktır, balıklar da güzel gelirse nefis olacak. Ne diyorsun Hacer Hanım, neredeyse zorla getirdik seni ama değdi, değil mi?”

“Çok güzel Tahir Bey. İyi ki ısrar etmişsiniz.”

“Evde de böyle zorla dışarı çıkartırız Hacer Hanım’ı. Program yaparız, hadi Hacer Hanım, yok ben evde kalayım, belki arayan soran olur. Ya arayan, bir daha arar, haydi. Zorla çıkar yani. Daha doğrusu Ekim‘in ısrarlarına hayır diyemez.”

Balıkları, taze ve kocaman çupralardı. Hepsi tabaklarındakini zorla bitirdi. Yemekten sonra yediklerini eritmek bahanesiyle uzun bir yürüyüş yapıp sahile döndüler.
 

*

 
Tekneye döndüklerinde, kimsenin oturacak hâli kalmadığından herkes kamaralarına çekildi. Saat henüz çok geç değildi, Ekim Gürkan’ı aradı ve uzun uzun konuştular. Ekim, Sevin’in kaptanla ilgili söylediklerini Gürkan’a anlatınca “Valla Ekimciğim, bana öyle geliyor ki kardeşinin bazı planları var ve ona göre hareket ediyor. Şimdi sen bana kızacaksın ‘Ne kadar ön yargılısın, ne kadar kötüsün’ diyeceksin ama bana bu işin altında başka bir iş var gibi geliyor” dedi.

“Of Gürkan, kafamda bin düşünce dolanıp duruyor zaten.”

“Yani senin de kuşkuların var, değil mi?”

“Yok, tam öyle demeyelim de. Sanki benden bir şeyler saklıyor gibi hissediyorum, bu da beni hem üzüyor hem de kızdırıyor.”

“İnan, Sevin asla sana benzemiyor. O bir erkeği elinde oynatabilecek biri gibi duruyor. Öylesine vamp ki. Zaten tavırları da öyle. Valla ben çekiniyorum konuşurken. O gün masada beni nasıl mosmor yaptı. Aman aman.”

“Neyse aşkım. Yarın sabah erkenden yola çıkacağız. Doğru Ataköy Marina. Gece kalmayız diye düşünüyorum. Yani büyük bir olasılıkla, yarın akşam evde oluruz diye umuyorum. Sen gelir misin?”

“Yok Ekim. Öyle hemen gelmem. Sizin işleriniz olur diye düşünüyorum. En azından ayıp olur. Bana kalsa ben yarın sabah marinaya bile gelebilirim. Tabii şaka.”

“Ben şaka yapmıyorum ki. Seni çok özledim.”

“Bak neler söylüyorsun, benim elime koz veriyorsun.”

“Ama doğruyu söylüyorum. Seni rüyalarımda o kadar çok gördüm ki hangisi gerçekti, hangisi rüya karıştırıp aileme pot kıracağım diye aklım çıkıyor.”

“Bak aşkım, siz dinlenin. Bu hafta içinde bir akşam biz size gelelim. Hatta direk istemeye gelelim.”

“Ama hani önce tanışma faslı olacaktı.”

“Evet ama zaman kaybetmeye ne gerek var. Zaten, aslında herkes birbirini tanıyor. Sadece birbirlerini hiç görmediler. Babamı gazeteden görmüşlerdir de annem pek magazinsel değildir. Sizinkileri de çok merak ediyorlar biliyorsun.”

“Annem babam bu konuya ne diyecekler? Onlar tanışmak için bir araya geleceğiz diye biliyorlar.”

“Merak etme hiç de şaşırmazlar. Hem ben uygun bir dille söylerim Tahir Amca’ya. Hiç sorun olacağını zannetmiyorum.”

“İnan çok heyecanlandım. Sanki o anı yaşıyorum.”

“Bir de beni düşün. Ben bunu ne zamandır düşünüyordum ama sana söylemeyi bir türlü beceremedim. Son zamanlarda da olaylar çok fazla olunca, ister istemez ertelenmiş oldu. Bak Sabih Beyler de buradayken bir nişan yaparız.”

“Aman Allah’ım, hızlandırılmış bir şey seyreder gibiyim.”

“Oh, bu gece rahat bir uyku uyuyacağım. Sen, nihayet benim yarım olacaksın. Tabi ben de senin. Bundan daha güzel bir şey düşünemiyorum. Bitmeyen geceler sona erecek inşallah.”

“Hop Gürkan, sen iyice hızlandırıyorsun olayları. Nişanlıyken askere gitsen.”

“Hayır. Ben sevgili eşime veda edip askere gitmek istiyorum. Bak ben askerdeyken sen istersen ailenin yanında kalabilirsin. Ya da benim ailemin yanında da kalabilirsin tabii.”

“O günlere gelelim de düşünürüz sevgilim.”

“Herhalde evlenince, uzun bir süre uyurken kollarımın arasında tutacağım seni. Uyandığım her an seni kollarımda bulmak için. Tenini koklayarak, nefesinin sesini duyarak yatmak kim bilir ne güzel olacak. Sana istediğim her an…”

Ekim yalnız yanaklarının değil, bütün vücudunun yandığını hissediyordu. Gürkan’ın hayal edip söylediği her an aklını başından alıyordu.

Gürkan daha devam ediyordu:

“Seni öpmek istediğimde, keşke şimdi yalnız ve uygun bir yerde olsaydık demeden seni her an öpebilmek, sana dokunabilmek. Aman Allah’ım acaba yarın marinaya gelsem mi?”

“Gelmeni çok istiyorum ama bütün bu konuşmalardan sonra korkarım açık verebilirim. En iyisi sen akşama eve gelirsin.”

“Ve seni dışarı çıkartmalıyım. Mesela arabanı almaya gidebiliriz.”

“Gürkan, sen onu gelirken getirebilirsin.”

“Tamam o zaman arabanı özlemişsindir onunla dolaşmaya çıkarız. Lütfen Ekim, bir fırsat yakala seninle baş başa olmak istiyorum.”

“Tamam bi’ tanem, ben de seninle olmayı çok isterim. Bakalım olaylar nasıl gelişecek. Haydi artık kapatalım. Sen sabahleyin erken kalkıyorsun.”

“Tamam sevgilim. Seni çok ama çoook öpüyorum.”

“Ben de seni. Hoşça kal.”
 

*

 
Ekim yatağına girdi ama asla uykusu yoktu. Üstüne uygun bir şeyler giyip yukarı çıktı. Kaptan güvertede oturmuş, çok alçak sesle müzik dinliyordu. Ekim’i görünce hemen ayağa kalktı.

“Ne oldu Ekim Hanım? Bir şey mi istiyorsunuz, uykunuz mu kaçtı?”

“Aslında her ikisi de. Hem bir bardak soğuk su içmek istedim hem de açık havada biraz oturmak iyi gelecek diye düşündüm.”

“Ben sizi yalnız bırakayım.”

“Lütfen kaptan. Rahatsız olmayın. Sizinle güzel bir sohbetimiz olmuştu. Belki yine biraz laflarız.”

“Teşekkür ederim. Ben de pek erken yatmayı sevmiyorum. Çok kötü uykum kaçıyor o zaman. Sonra kalkıp dikileceğime, mümkün olduğunca geç yatmaya dikkat ediyorum.”

“Hava ne kadar sakin tek bir şey oynamıyor.”

“Evet hiç rüzgâr yok, bu nedenle de çok sıcak.”

“Kaptan, anneniz siz böyle evden uzak yaşıyorsunuz diye üzülmüyor mu?”

“İlk başta biraz üzülmüştü ama sonra ‘Benim yanımda mutsuz yaşayacağınıza, gurbette güzel ve mutlu yaşayın, bana yeter’ dedi. Annem tam bir filozoftur Ekim Hanım. Hayatı o kadar güzel yorumlar ki bir ev kadınından böyle laflar nerden çıkıyor diye şaşar kalırsınız.”

“Ne güzel. Ya babanız?”

“Babamı, Yavuz’un doğumundan kısa bir süre sonra kaybettik. Annem bizleri tek başına büyüttü. Babam balıkçılık yapardı. Daha sonra annem bu işe devam etti ve zor kazandığı bu parayla, bizleri okumamız için teşvik etti. Ben okulu bitirip hayata atılana kadar bu böyle devam etti. Ama hâlâ boş durmayı sevmez, çeşitli şeyler örer, üretir, onları böyle şeyler satan tezgahlara götürüp satar. Çoğunlukla benim gönderdiğim paraları biriktirir.”

“Ne tatlı anlatıyorsunuz. Keşke annenizle tanışma şansımız olsa.”

“Kısmet Ekim Hanım. Belki Marmaris’e geldiğiniz bir seferde tanışırsınız annemle.”

“Ben de size bizim ilginç kardeşliğimizi anlatayım. Biz ikiz kardeşiz ama maalesef gerçek ailemiz kötü bir kaza neticesi biz daha üç günlükken vefat ediyor. Ve bizi ayrı ayrı iki aile evlat ediniyor. Ve biz birbirimizi, 20-25 gün önce bulduk. Daha birbirimizi tanımaya çalışıyoruz yani.”

“Çok ilginç bir durum. İlk başta bayağı gizemli gelmiştiniz ama sonra sizi olduğunuz gibi kabul edip bu durumu unutmuştum bile. Sanki anormal bir durum yok gibi kabullenmiştik hâlinizi. Yine de iki kardeşin olaylara bu kadar farklı yaklaşımının sebebi anlaşılıyor böylece.”

Son cümleyi adeta fısıldayarak söylemişti Ediz ama Ekim onun ne demek istediğini gayet iyi anlamıştı.

“İşte o nedenle Sevin’e müdahale etmeye çalıştım. O olayları kendi istediği gibi anlamayı ve öyle yaşamayı doğru buluyor. Kendisinden başkasının pek önemi yok. Her şeyi düşündüğü gibi söylüyor, yapıyor. Yanlış anlaşılmak gibi bir düşüncesi ise asla yok.”

“Ben sizin ne söylemek istediğinizi anlıyorum Ekim Hanım. Aslında Sevin Hanım sizinle kıyaslayınca tam bir çılgın. Kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapıyor sanırım.”

“Evet maalesef.”

“Çok hazin bir hikâye. Çok üzüldüm. Ailenizden yani gerçek ailenizden hiç yakınınız yok mu?”

“İşte biz de şu anda o araştırmayı yaptırıyoruz. Ben de çok heyecanla eve dönmeyi bekliyorum bu nedenle.”

“Dilerim hikayeniz sizi mutlu edecek şekilde sonlansın ya da sürsün. Ben artık sizi yalnız bırakayım.”

“Yok kaptan. Ben de kalkıyorum, sabahleyin görüşürüz. İyi geceler.”
 

*

 
Ediz kamarasına gidince öğrendiklerini düşünmeye başladı. Şimdi birçok şeyi daha iyi anlayabiliyordu. ‘Demek ki insanın yetişme tarzı bu kadar önemli’ diye düşündü. İkisi de aynı anne babanın çocuğu olmasına rağmen, o kadar farklıydı ki kızlar. Sevin ne kadar baştan çıkarıcı ise Ekim, o kadar saygı uyandırıyordu insanda. İster istemez bir mesafe koyuyordunuz onunla aranıza. ‘Bu kızla ben nasıl başa çıkacağım?’ diye düşünerek uykuya daldı.

Sabahleyin erkenden herkes güvertedeydi.

“Bugün bu seferlik son defa denize girmeyi teklif ediyorum. Hatta ben gidiyorum, isteyen peşimden gelsin.”

“Babacığım ben de geliyorum.”

“Sermin sen gelmiyor musun?”

“Bizim aile tamam, ya siz?”

“Aynen biz de geliyoruz. Ama Hacer Hanım şimdiden çok açım ona göre lütfen.”

“Merak etmeyin Sabih Bey. Bu sabah size Yavuz nefis omletler hazırlıyor.”

“Oh oh çok güzel, haydi serinleyip gelelim.”

Denizde Ekim daha fazla merakına engel olamayıp babasına sordu.

“Babacım. Ataköy Marina’ya ne zaman gidiyoruz ve orada ne kadar kalacağız?”

“Ne o kızım sıkıldın mı yoksa?”

“Asla babacığımm, sadece Gürkan soruyor da” dedi ve o anda pişman oldu ve devam etti toparlamak istercesine “Yani ‘Ne zaman geleceksiniz?’ diye sordu da.”

“Haklı kızım, siz tanıştığınızdan beri ilk defa bu kadar ayrı kaldınız. Özlemiştir herhalde. Tabii sen de onu.”

“Aman baba, utandırıyorsun beni.”

“Çok normal kızım. Biz de bir zamanlar gençtik, sizi çok iyi anlıyoruz. Ekim daha fazla dayanamayıp babasının yanına gidip ona sarıldı.”

“Çok teşekkür ederim babacığım ne kadar anlayışlısın.”

“Bu da bir şey mi kızım, şimdi olacakları sana söyleyeyim. Gürkan bu akşam bize gelecek ve en kısa zamanda bize gelmek istediklerini söyleyecek.”

“Baba!”

“Daha bitmedi, ‘Biz tanışmak için gelmek istiyorduk ama hazır gelmişken kızınızı da isteyelim’ diyecekler, değil mi?”

“Baba, nereden biliyorsun bütün bunları. Hani neredeyse benim telefonlarımı dinliyorsun diye düşüneceğim.”

“E kızım biz kamaramıza gidince sevgili karımla neler konuşuyoruz zannediyorsun? Nasıl ama tam isabet, değil mi? Ama akşama hiç bozuntuya vermeyelim de delikanlı bize bunları söylemek için nasıl kıvranacak görelim.”

“Çok kötüsün baba. Ben hemen Gürkan’a telefon edip bunları söylerim. Meraktan ölüyordu zaten.”

“Ha bu arada hemen kahvaltıdan sonra yola çıkıyoruz. Ataköy’de Gelik’te öğlen yemeğimizi yer devam ederiz. Nasıl program iyi mi?”

“Çok iyi zira ben evimi özledim. Sallanmadan bir fincan kahve içmeyi de.”
 

*

 
Hepsi beraber gülüşerek tekneye çıktılar. Kahvaltıdan hemen sonra yola çıktılar.
İstanbul’u denizden görmek gerçekten bambaşkaydı. Sanki başka bir şehir gibi seyrediyordu insan. Şanslarına güzel bir yere yanaştılar.

“Ekim sen küçükken bazen Gelik’e gelir, yemek yerdik, hatırlıyor musun?”

“Evet babacığım hatta yediğim yemeği bile hatırlıyorum. Her zaman karışık ızgara yerdim ve o güzel pilavı yiyecek hâlim kalmazdı. Bir keresinde sen pilavı kabıyla birlikte paket ettirmiştin de ben daha sonra evde yemiştim.”

“Vallahi doğru, aferin sana. Kaç yaşlarındaydın ki o zaman? Biz önceki evde otururken çok gelirdik buraya ama o zamanda sen çok küçüktün. Neyse demek ki unutmamışsın. Buraya gelip orada yemek yememek olmaz. Hadi hemen çıkalım.”
 

*

 
Her zamanki gibi Hacer Hanım teknede kaldı, onlar kıyıya çıktılar. Hepsi fark edilecek kadar bronzdu. Bu da onları biraz daha dikkat çekici yapıyordu.

Gelik, öğlen vakti olmasına rağmen her zamanki gibi kalabalıktı. Ama kendilerine güzel bir masa buldular ve yemeklerini sipariş verdiler.

“Hımm anlattığınız kadar varmış dostum. Her şey kıvamında ve yerinde. Bu final iyi oldu doğrusu. Bakalım İstanbul bizi ne haberlerle karşılayacak.”

“Gördüğüm kadarıyle biz kızlarımızdan daha heyecanlıyız. Ya da onlar hiç bize yansıtmıyorlar. Ben de keyifleri kaçmasın diye hatırlatmıyorum. Neyse şunun şurasında saatler kaldı artık. Bakalım Gökalp neler anlatacak.”

“Babacığım, sözlerinizi istemeden de olsa duydum. O konu bir an aklımdan çıkmıyor ama ben de sizi üzmemek için hiç gündeme getirmedim. Gökalp Bey anlatacak bir şeyler bulmuştur inşallah. Gerçi onların şirketi harikalar yaratıyor ama…”

“Kızım, sizin hayatınızda değişen bir şey olmayacak ki… Sadece merakımızı gidermiş olacağız.”

“Siz görüşmeye giderken ben de gelebilir miyim?”

“O nasıl söz çocuğum, istersen tabii ki gelebilirsin.”

“Sevin bu konuda ne düşünür bilemem ama ben mutlaka geleceğim.”

“Ben gelmeyi çok isterim ama çok hızlı ve karışık mevzu olunca anlamak zor oluyor. Sen gelince bana güzelce anlatırsın Ekim. Bunu eminim.”

“Tamam. O zaman yarın sabah için randevu alalım bari.”

“Ben işin o kısmını hallettim. Konuya Mümtaz Bey de dahil olmak istediği için yarın sabah 09.45’te sizin ofiste olacak Gökalpler. Bu arada buranın künefesi meşhurdur. Birer künefe yeriz ne dersiniz?”

“Sevin sen tatlı yiyecek misin?”

“Sadece merak için, bir parça.”

“O zaman biz, ikimiz bir tatlı yeriz baba.”

Gerçekten de gelen tatlılar harikaydı. Sevin bile tatlının büyük bir kısmını yiyince bir tatlı daha söylemek zorunda kaldılar.

“Bu kadar tatlının üzerine birer kahve içelim sonra da ağır ağır evimize gidelim. Eminim İstanbul’u seyretmek hepimizin hoşuna gidecektir.

“Şefim, biz kahvelerimizi içerken siz 3 adet künefeyi paket yaptırırsanız sevinirim.”

“Tamam beyefendi, derhal.”
 

*

 
Marinadan ağır ağır yürüyerek, teknelerine bindiler. Ve tatlıları Ekim elleriyle ikram etti.

“Çok naziksiniz Ekim Hanım teşekkürler.”

“Vallahi esas teşekkürü babama edeceksiniz. Sizleri unutmayan oydu. Aslan babam benim. Herkesi düşünür, bir tanedir o.”

“Yapma kızım. Ayıp oluyor, alt tarafı bir tatlı.”

“Yok yok Tahir Bey, künefe benim çok sevdiğim bir tatlıdır, uzun zamandır da yememiştim. Çok makbule geçti doğrusu. Sağ olun, teşekkürler.”

“Afiyet olsun. Kaptan, artık ağır ağır evimize gidebiliriz, ne dersiniz?”

“Derhal hazırlıklara başlıyorum efendim.”
 

*

 
Hava pırıl pırıl tertemizdi. Her iki kıyıyı da görmek mümkün oluyordu. Hepsi bir tarafa dağılmış, nefis manzarayı seyrediyorlardı.

Her güzel şeyin bitiminde yaşanan o buruk tadı hepsi alıyordu.

“Çok güzeldi ama ne yazık ki bitti.”

“Ya maalesef.”

“Öyle düşünmeyin çocuklar. Unutmayın bu gezi bir provaydı. Daha ne geziler yapacağız.”

Evin önüne geldiklerinde, komşunun teknesinin yerinde olduğunu gördüler. Öyle yanaşacak yer de yoktu. Ne yapsak diye bakınırken komşuları tekneden seslendi.

“Tahir Bey, ne güzel artık siz de aramıza katılmışsınız. Biz de sizi merak etmiştik, hiç görünmeyince. Ama görüyorum ki tatile çıkmışsınız. Güle güle kullanın, çok güzel tekne.”

“Teşekkür ederiz Sadullah Bey. Merak ettik aldık ve deneme uçuşuna çıktık.”

“Nasıl memnun kaldınız mı?”

“Muhteşemdi.”

“Ne tarafa gittiniz?”

“Biz Marmara turu yaptık.”

“Çok iyi. Bizde hanımla ilk defa Marmara turuna çıkmıştık. Hem de denemek için, emanetti o zaman teknemiz. Ama hayran kaldık, dönüşte de tekne bizim oldu. Yani diyeceğim o ki deniz insanı fena çarpıyor. Bir daha kendinize gelemiyorsunuz. Gördüğüm kadarıyla yer yok. Siz bizim tekneye yanaşın, kıyıya bizim tekneden çıkarsınız. Çıkacağım zaman kaptana zahmetim olur ancak.”

“Estağfurullah efendim. Ne zaman isterseniz yol veririz biz size.”
 

*

 
Giderken parça parça tekneye yüklenen eşyalar dönüşte sahilde kocaman bir tepe oluşturdu. Yavuz’un yardımlarıyla yarım saatte her şeyleri eve çıkardılar.

“Ah evim evim, güzel evim. Haydi herkes duşunu alsın. Biz Hacer Hanım’la bu arada mutfağı adam edelim, getirdiklerimizi yerleştirelim.”

Ekim, kardeşi duşunu alırken Gürkan’ı aradı ve müjdeyi verdi.

“Aslında çoktan seni arayacaktım da yemekteydik. İzin alıp aramak istemedim. Evlenmeye çok meraklıymışım gibi bir intiba bırakmak istemedim.”

“Harika sevgilim. Yarım saat sonra çıkacağım ama önce bir yere uğramam lazım. Sana ne kadar sevindiğimi anlatamam. Tahir Amca çok büyük adam vallahi.”

“Evet evet, görünce söylersin artık.”

“Hayatta böyle bir sululuk yapamam. Bunu ancak sevgilime yani Tahir Bey’in kızına söylerim. Gelirken sana ne getireyim?”

“Kendini. Sen geliyorsun ya, en güzeli o.”

“Ekim geleceğimi biliyorlar, değil mi? Tatsız bir durum olmasın.”

“Tabii ki biliyorlar. Annem yemeğe çağırdı. Babam da ‘Erken gelsin, balkonu da özlemiştir’ dedi.”

“Nasıl yani, aynen böyle mi söyledi?”

“İnan, aynen böyle söyledi.”

“Ben haklıyım vallahi. Hiçbir şey kaçmıyor sizinkilerin gözünden.”

“Tabii, bir akşam biz Sevin’le konuşmaya dalmışız saatin farkında değildim. Annem seslendi ve saatin 9 olduğunu hatırlatıp ‘Gürkan’ı bekletme’ dedi.”

“İnan harika bir ailen var sevgilim. Onları çok seviyorum.”

Onlar da seni çok seviyorlar. Sen, şimdiden bizim aileden birisin onlara göre.”

“Ne mutlu bana. Aşkım ben kapatmak zorundayım. Elimdeki işi çabuk bitirip hemen çıkmak istiyorum. Senin arabanla geleceğim.”

“O kadar önemli değil Gürkan, vakit kaybetme istersen.”

“Yok olmaz, fırsatını bulursam bahane edip seni dışarı çıkartmak istiyorum. Daha doğrusu sana sarılmak, öpmek istiyorum. Haydi şimdilik hoşça kal.”

“Güle güle aşkım. Bekliyorum.”
 

*

 
Hepsi giyinmiş, gelen kirlilerin bir kısmı makinaya atılmış, yerleşecekler yerlerine konmuş, balkonda çay sefası yapıyorlardı ki Gürkan, Ekim’in arabasıyla geldi. Elinde kocaman bir buket ve tek bir gül vardı. Şansına park edecek yer bulmuştu, gülerek el sallayıp binaya girdi. Hemen Ekim kapıyı açmak için ayağa kalktı. Hacer Hanım da kalkmak için davranınca, Sermin Hanım “Sen otur Hacer Hanım. Biraz dinlenelim. Geldiğimizden beri hepimiz koşturuyoruz. Onlar genç. Bırak Ekim halleder.”

Ekim, annesinin maksadını anladığı için kızardığını hissetti. Ve kimseler görmesin diye hemen balkondan içeri girdi.

“Bir tanem, seni görmek nasıl güzel anlatamam.”

Ekim’in yanında kimsenin olmadığını fark eden Gürkan genç kızı hafifçe kollarına alarak dudaklarının hemen yanından öptü Ekim’i. Ekim hemen geri çekilip etrafına baktı. Kimse yoktu ama o kızaran yanaklarıyla genç adamın damarlarındaki kanın çılgınca dolaşmasına neden oluyordu.

“Gel Gürkan, hepimiz balkondayız.”

Birlikte balkona doğru yürüdüler.

“Hayırlı akşamlar. Aman Allah’ım, sizin yanınızda ben berbat görünüyorum herhalde.”

“Yok enişte, sen her zaman çok yakışıklısın da aslında bunu sen de biliyorsun.”

Sevin, her zamanki pervasızlığı ile şaka yapıyordu ama bu şakaya Gürkan hiç gülmedi. Bunun yerine elindeki tek gülü aşkına verdi.

“Bu da diğer hanımlar için.”

“Çok naziksin oğlum. Teşekkür ederiz.”

“Geç Gürkan, sen otur. Ben çiçekleri suya koyayım, sana çay getireyim.”

Ekim çiçekleri vazoya koyup salona yerleştirdi ve Gürkan’ın çayını getirdi.

“O nedenle hemen arabayı getirdim.”

“Ne oldu Gürkan?”

“Önemli bir şey değil ama ben sana söylemedim. Kullanırken pedalların çok sert olduğu dikkatimi çekmişti onu hallettirdim. Yani bugün teslim aldım arabayı. Eve gitmeden direk buraya geldim. Benim araba şirkette otoparkta kaldı anlayacağın.”

“Çok teşekkür ederim. Artık derslere başlasak fena olmayacak, değil mi?”

“İstersen hemen bu akşam başlayabiliriz, tabii yorgun değilsen.”

“Yok yorgun değilim de sen işten geldin, sen yorgunsundur.”

“Ekimciğim ben genelde iş dönüşü seni çalıştırabileceğim. Yani hep böyle olacak.”

“Peki o zaman. Anne, baba?”

“Çıkın kızım. Bir an önce alışman lazım zaten. Birkaç gün sonra işe başlayacaksın.”

Bütün yemek süresince, zamanın bir an önce geçmesini diledi Ekim. O da Gürkan’la baş başa olmayı ve onun kendisine söyleyeceklerini duymayı çok istiyordu. Nihayet Gürkan ayağa kalktı.

“Sizler döndüğünüze göre, annem ve babamla 2 gün sonra size gelmek üzere konuşmak istiyorum tabii izninizle.”

“Olur oğlum. Bekleriz.”

“O zaman, bu masa böyle güzel sohbetlerle devam edecek ama bizim artık gitmemiz lazım.”

“Tabii oğlum, tabi. Haydi kolay gelsin.”
 

*

 
Aşağı inip arabaya binmeleri 2 dakikalarını aldı. Direksiyona geçen Gürkan arabayı baş başa kalabilecekleri Tarabya sırtlarına doğru sürdü.

“Aşkım çok güzel görünüyorsun. Rengin harika, çok güzel yanmışsın. Saçların daha da açılmış ama o kadar güzel duruyor ki. Elimden gelse arabayı uçuracağım. Seni kollarıma almak için.

“Çok teşekkür ederim ama lütfen biraz yavaş Gürkan.”

“Merak etme son derece dikkatli kullanıyorum. Böyle söyleyerek uzanıp Ekim’in elini tuttu.”

“Canım, meğer ben sensiz yaşayamaz hâle gelmişim. Şu günler bir türlü geçmedi. İşyerinde herkes dalgınlığımdan şikayetçi. Hatta bir seferinde toplantıdaydık. Ben oradan kopmuş, seni düşünmekteyim. Masadaki hanımlardan biri, ‘Siz ne dersiniz Gürkan Bey?’ dedi. Ben gayet ciddi, ‘Efendim Ekim’ dedim. E o anda nerede olduğumu fark ettim. Allah’tan kadıncağız ne dediğimi anlamadı da vaziyeti kurtardım.”

“Ben de devamlı seni düşünüyordum inan. Ama benim şartlarım daha iyiydi tabii. Mesela kitap okurken dakikalarca aynı sayfada kalıp, seni düşünüyordum. Ya da uyur gibi gözlerimi kapatıyor, seninle baş başa kalıyordum.”

Ekim az sonra yaşayacaklarını düşündükçe nefes alamaz hâle gelmeye başlamıştı. Nihayet Seyir Tepe’ye ulaştılar. Arabadan inip sarılarak manzarayı seyrettiler birkaç dakika sonra Gürkan elinden tutarak Ekim’i tekrar arabaya oturttu, kendisi de yan koltuğa oturdu. Ve uzanıp Ekim’i kollarının arasına aldı. Ekim kalbinin adeta ağzında attığını hissediyordu. Yanılmıyorsa Gürkan’ın kalp atışlarını da duyabiliyordu. Gürkan önceleri sevgilisinin adını fısıldayarak minik öpücükler kondurdu Ekim’in bütün yüzüne. Sonra öpüşleri daha da ısrarcı olmaya başladı. Genç kızı adeta kollarının arasına hapsetmişti.

“Senden bir an daha ayrı kalmak istemiyorum. Hep sana dokunmak, seni sevmek istiyorum Ekim. Ne olur en kısa zamanda evlenelim. İnan evlenince sen de bana hak vereceksin.”

“Bilmiyorum, kararsızım.”

“Sen bana bırak, sana yaşatacaklarım, birlikte yapacağımız çok şey var. Bunları düşünerek daha fazla acı çekmeme izin verme lütfen.”

Gürkan, kızın cevap vermesine fırsat vermeden onu uzun ve çok derin bir öpüşmenin içine aldı.

Dakikalarca öpüştüler. Ekim bu anların hiç bitmemesini istiyordu. Farkında değildi ama elleri kolları sımsıkı Gürkan’a sarılmıştı. Kâh gözleri yarı aralık Gürkan’a bakıyor, kâh gözlerini kapatıp zevkle inliyordu. Gürkan serbest olan sağ eliyle Ekim’in göğsüne dokundu. Ekim, minik bir iniltiyle yanıt verdi bu harekete. Gürkan Ekim’in de hoşlandığını düşünerek biraz daha ileri gitti, elini genç kızın yakasından içeri uzatarak çıplak tenine dokundu. Ekim derin bir iç çekişle karşılık verdi. Öylesine bir zevk girdabına girmişti ki vücudu bir yay gibi kıvrılmıştı. Sonra gözlerini açtı ve Gürkan’ın yüzünü gördü. Genç adamın gözleri adeta simsiyah olmuştu. Tarif edilmez bir arzuyla kıza bakıyordu. Uzanıp boynundan öptü usulca. Kollarında yatan Ekim tam bir teslimiyet içindeyken birden kendine geldi ve hemen doğruldu.

“Kaçma lütfen sevgilim.”

“Gürkan bu hiç hoş değil, birileri görebilir.”

“Kimsenin göreceği yok, artı umurumda da değil.”

“Lütfen.”

“Tamam bir şey yapmayacağım ama kollarımda kal. Sadece sıcaklığını duymak istiyorum.”

Ekim sessizce yatmaya devam etti. Gürkan öpmüyordu ama elleri boş durmuyordu. Genç kızın yakasından içeri soktuğu eli değdiği her yeri yakmaktaydı ve Ekim Gürkan’a yarı aralık dudaklarıyla öyle bir bakıyordu ki Gürkan yeniden dudaklarına uzandı genç kızın. Artık bütün tutkusuyla genç kız da karşılık veriyordu. Gürkan, uzanabildiği her yeri öpücüklere boğuyordu. Dakikalar sonra kollarındaki kızın kaskatı kesildiğini hissedip hayretle genç kızın yüzüne baktı delikanlı.

“Ne oldu sevgilim?”

“Gürkan yan tarafa araba gelmiş, rezil olduk.”

Gürkan başını kaldırıp arabaya baktı. Arabada kimse görünmüyordu.

“Panik yapma aşkım, arabada kimse yok.”

“Ama demin o araba yoktu ve büyük bir ihtimalle bizi gördü. Lütfen gidelim buradan.”

“Tamam aşkım. Gel oturup sohbet edelim. Manzara nefis, etrafı seyredelim. Daha doğrusu sen etrafı, ben seni seyredelim.”

“Ama ben gitmek istiyorum. Hadi aşağı inelim orada bir yerlerde dururuz.”

Gürkan genç kızı bıraktı. O üstünü başını düzeltirken gözü yandaki arabaya kaydı. Arabada birileri vardı ve onlar, arka koltukta sevişen bir çiftti. Bu görüntünün Ekim’i rahatsız edeceğini bildiği için hemen oradan uzaklaştı.

Deniz kenarında bir yere arabayı çekti Gürkan.

Oradaki dondurmacıdan dondurma aldı sevgilisine ve kendine. Dondurmayı uzatmak için Ekim’e döndü. Genç kızın gözlerinde yaşlar vardı.

“Ekim ne oldu sevgilim, neden ağlıyorsun? Canını mı yaktım yoksa?”

“Hayır. Ama sen benim bütün doğrularımı alt üst ediyorsun. Benim asla yapmayacağım şeyler yaptırıyorsun bana. Sonra kızıyorum kendime.”

“Neden kızıyorsun? Sen de zevk almıyor musun? Beni öpüşlerinle çılgına çeviriyorsun. Senin zevk almadığını söyleme bana.”

“Tabii ki hayır ama böyle sokakta. Bunlar bana çok ters geliyor.”

“Tamam sevgilim. Gördün mü bak, bizim en kısa zamanda evlenmemiz lazım. Ben sensiz yaşamak istemiyorum artık. Ve sana dokunmak, öpmek seninle sevişmek istiyorum. Bunu da ancak, senin istediğin şartlarla evlenerek yaşayabiliriz yanılıyor muyum?”

“Utandırma beni lütfen.”

“Utanma, inan bunları sen de isteyeceksin.”

“Gürkan lütfen. Öyle derin bir konuşmaya dalmışlardı ki ellerindeki dondurmaları unutmuşlardı. Ekim’in elindeki dondurma akmıştı. Dilini uzatıp dondurmayı yaladı.

“Sen şimdi benim sana dokunmamı istemiyorsun ama beni deli etmek için her şeyi yapıyorsun. Bak burada yeniden öperim seni.”

Ekim hayretle Gürkan’a baktığında onun güldüğünü görüp rahatladı. Gürkan’ın dondurması da elinde akmıştı. Ekim çantasını açarak ıslak mendil çıkardı, ellerini sildiler.

“Ekim, ben annemlerle konuştum. Aşkım, daha çok annemin programına göre yarın akşam ya da öbür akşam size geliyoruz demektir. Ve ben, bu arada anneme babama en kısa zamanda evlenmek istediğimi de söyledim.”

“Gürkan, sen delisin. Bir evimiz bile yok. Alınacak dünya kadar şey, yapılacak bir sürü iş var. Sen bu arada askerliğini yap, ben evlenmek için hazırlık yapayım lütfen sevgilim. Zaten hazırlıklar o kadar sürer. Bari askerliğin bitmiş olur. Kabul mü aşkım?”

“Senin bu yüz ifadesiyle isteyeceğin hiçbir şeye benim hayır deme şansım yok. Ama artık ben seninle uyumak, seninle uyanmak istiyorum.”

“Tamam, bak sen zaten kısa dönem askerlik yapacaksın. İnan çok daha iyi olacak. Babam her şeyin farkında, merak etme.”

“Ne demek istiyorsun Ekim?”

“Şimdi söyleyemem ama bize geldiğiniz akşam söyleyeceğim söz.”

“Hayda! Beni merak içinde bırakacaksın yani.”

“Güya direksiyon çalışacaktık, değil mi?”

“Çalıştık ya sevgilim, kendi hayatımızdan bir an prova ettik. Ekimciğim sen, bana daha önce yaşamadığım heyecanlar, hazlar yaşatıyorsun. İnan seninle evliliğimizin müthiş olacağına inancım sonsuz. Dilerim en az benim kadar sen de mutlu olursun. Bunu her şeyden çok istiyorum. Seni çok seviyorum bir tanem. Sen bana nasıl baktığını bilmiyorsun. O bakışlar için yapamayacağım şey yok.”

“Hadi artık geri dönelim. Yukarı çıkacaksın, değil mi?”

“Yok seni kapıdan bırakır eve geçerim. Bu tatlı anılarla yatağıma girmek istiyorum.”

“Daha erken diyeceğim ama araban yok, eve gidişin bir hayli vaktini alacaktır.”

“Olsun, seninle olmak her şeye değer. Hele böyle bir akşam.”

“Gürkan!”

“Dilerim bu utangaçlığın hiç geçmez. Bu tavırların beni deli ediyor.”

“Yarın babamlarla bizim ofise gideceğiz. Gökalp Bey’le randevusu varmış babamın, ben de gideceğim.”

“Eğer önemli bir şey olursa lütfen haber ver.”

“Zannetmiyorum ama onlar çok iyi çalışıyorlar belki de bir şeyler bulmuşlardır.”

“Fazla takmıyorsun kafana, değil mi? Neticede senin hayatında hiçbir şey değişmeyecek.”

“Biliyorum. Bunu kendi kendime söylüyorum ama aklıma gelince içim bir tuhaf oluyor. En çok da bir akraba falan çıkarsa diye endişeleniyorum.”

“Ben pek ihtimal vermiyorum. Öyle olsaydı mutlaka sizi bulurlardı şimdiye kadar.”

“Zaten çıkmasını da istemiyorum. Hadi bi’ tanem, gelmemekte kararlı mısın? Gel, soğuk bir şeyler iç, sonra gidersin.”

“Yok bi’ tanem, herkese selam. İyi uykular.”

“Sana da sevgilim. Yarın ararım.”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan