Yaşamın Sunduğu Mucizeler

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | 3

15 Kasım 2021

Roman: | Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3 | Yazan: Nimet Canbayraktar

 

İndeks

Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 1
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 2
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 3
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 4
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 5
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 6
Yaşamın Sunduğu Mucizeler: | Bölüm 7
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 8
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 9
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 10
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 11
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 12
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 13
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 14
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 15
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 16
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 17
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 18
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 19
Yaşamın Sunduğu Mucizeler | Bölüm 20

 
 
“İnanamıyorum. Şu kalabalıktan kaçmasam bu kaldırıma geçmeyecek ve seni görmeyecektim. Nasılsın? Eşin nasıl, haylaz oğlun nasıl? Tabi ben böyle söylüyorum ama o şimdi kocaman bir adamdır, değil mi?”

“İlahi Tahir, kaç yıl geçti aradan, Gökalp o zaman 12-13 yaşındaydı. Şimdi başarılı, iş güç sahibi bir adam oldu, evlendi. Karısıyla beraber çalışıyorlar. Sermin nasıl, güzel kızın nasıl?”

“Hepsi iyi Mehmetciğim. Kızımız 18 yaşına bastı. Bak böyle ayaküstü bitecek bir hasret değil bizimki. Ben, bizimkilerle buluşacağım. Vaktin varsa gel beraber gidelim.”

“Yok Tahirciğim. Benim randevum var. Zaten taksideydim. Trafik durunca, yaya daha çabuk giderim diye indim arabadan. Ama söyle telefonunu kaydedeyim, seni çaldırırım. En kısa zamanda görüşelim. Eşine ve güzel kızına sevgilerimi söyle.”

“Haklısın, en kısa zamanda görüşmek üzere. Sen de Ayşe ve Gökalp’e selam söyle.”

Karşılıklı telefonlarını kaydettikten sonra yollarına devam ettiler. Tahir Bey yüzünde hoş bir gülümseme ile yürümeye başladı.

Çok eski dosttu Mehmet.

Ekim’i evlat edindikleri evde otururlarken karşı komşularıydı Mehmet’le karısı Ayşe. Çok haylaz bir oğulları vardı. Çocuk konusunda pek deneyimi olmayan Sermin’e önceleri çok yardımcı olmuştu Ayşe. Sonra da Hacer Hanım geldiğinde, hiç yalnız bırakmamıştı onları.

Ayşe Hanım, ilkokul öğretmeniydi o zamanlar. Mehmet ise ticaretle uğraşırdı. Çok uyumlu iki komşuydular. Sonra kendileri oradan Arnavutköy’e taşınmışlardı. Mehmetler de Ayşe öğretmenliği bıraktıktan sonra, Gökalp’in okulu nedeniyle, Eskişehir’e gitmişlerdi. Sonra tekrar İstanbul’a döndüklerini duymuşlar ama iş güç engel olmuş, birbirlerini kaybetmişlerdi. Doğrusu bu zamanda ihmâl edilemeyecek kadar değerli dostlardı. ‘En kısa zamanda görüşmeliyiz’ diye düşündü Tahir Bey.

Tekrar karşı kaldırıma geçip kafeye gitti ve arka bahçede, ağaçların altında bir masaya oturdu Tahir Bey. Masaya çiçeği bırakırken etraftan sempati ile kendisine baktıklarını hissetti. Elinde tuttuğu çiçek, onun güzel bir şeyler düşündüğünün işaretiydi aslında.

Daha karısı ve kızının gelmesine 15-20 dakika vardı. Kendisine kafenin özel çaylarından bir fincan söyledikten sonra etrafına bakındı. İş temposunun arasında böyle bir öğle kaçamağı doping gibi gelirdi insana oysa daima geçiştirilip değerlendirilmezdi. Böyle keyifli bir öğle tatili yapmayalı ne kadar olduğunu hatırlamıyordu bile. Sanki şartmış gibi, yemeğe çıkmak sadece akşam için düşünülürdü. ‘Neyse ki gençler bunu bol bol yapıyorlar’ diye düşündü.

Kapıdan giren kızını görünce içi sımsıcak oldu.

Ekim çok güzel bir kızdı. Girdiği her yerde bakışları üzerinde toplardı. Şimdi de öyle oldu. Gülerek masaya gelip oturduğunda etraftan merakla kendilerine bakıldığını fark etmemek mümkün değildi.

“Bak, bu yaşlı adam, bu güzel kızı nasıl tavlamış, diye merakla bize bakıyorlar.”

“Hadi baba, adam bu yaşta bile genç kızı tavlayacak kadar yakışıklı diyorlardır mutlaka.”

“Değil mi ya? Hoş geldin kızım. Nasıl bitirebildin mi işlerini?”

“Sorun değil baba. Firuzan Hanım sağ olsun. Her şey yolunda. Ama ben heyecandan yerimde duramaz oldum.”

Tam o sırada Sermin Hanım da içeri girdi. Gülerek masaya geldi. Önce kocasını. Sonra kızını öptü.

“Hah tamam. Şimdi millet rahatlamıştır.”

“Neler oluyor? Ne güzel düşündün Tahir, kim bilir en son böyle bir kaçamak yapalı ne kadar oldu.”

“Ben de öyle bir özlem duydum da aradım sizleri. Kafede önce sana aldığım bu güzel çiçeklerle ben merak konusu oldum, sonra masama genç bir bayan geldi, derken sen geldin. Artık bir aile olduğumuzu anlamışlardır, diye gülüşüyorduk Ekim’le. Karıcım, bu çiçekler senin için.”

“Çok teşekkür ederim. Hem de en sevdiğim çiçekler. Harikasın.”

Masaya gelen garsona kafenin bu kadar ünlenmesine neden olan salatalardan sipariş verdiler. O arada Tahir Bey elini cebine sokup, karısına aldığı hediyeyi verdi. Sermin şaşırarak, kutuyu aldı.

“Çok teşekkür ederim canım. Hayırdır, galiba çok duygusalız bugün.”

“Bundan sonra hep böyle olmaya karar verdim. Bakalım beğenecek misin?”

“Çok güzel. Ben de alsam ancak böyle bir şey alırdım. Çok teşekkür ederim canım.”

“Bakalım, sen bunu beğenecek misin, benim güzel kızım.”

Cebinden bu sefer de şık keseyi çıkarıp kızına uzattı.

Ekim büyük bir merakla keseyi açıp içinden çıkan bilekliğe baktı.

“İnanmıyorum baba. Ben bunu aşağıdaki mağazanın vitrininde gördüm, çok beğendim. Ama daha doğrusu o kadar beğendim ki ‘Acaba Sevin’e alsam mı?’ diye düşündüm ama şu ara biraz fazla açıldım diye vazgeçtim sonra. Demek kısmet banaymış. Çok teşekkür ederim. Valla sen her zaman böyle duygusal takıl babacığım, baksana bayağı iyi oluyor.”

“Peki o zaman sen bunu da al ve ikizine düşündüğün gibi hediye et” diyerek Tahir Bey ikinci keseyi çıkarıp kızına verdi.

“Oh baba. Ne güzel düşünmüşsün. Böylece ikizler olarak kullanacağımız birbirinin eşi ilk eşyamız bu bileklikler olacak. Eminim Sevin de benim kadar sevinecektir.”

Üçü de o anda öyle duygulanmışlardı ki ancak siparişlerin gelişi ile yeniden gerçeğe döndüler. Salataları gerçekten çok güzeldi.

“Arada sırada böyle kaçamaklar yapalım. Sermin, baksana ne kadar leziz.”

“Doğru. Bir o kadar da sağlıklı olduğunu düşünürsek. Tamam söz, arada sırada bunu sana hatırlatacağım.”

Öylesine sevgi dolu bir halleri vardı ki adeta etrafa ışık saçıyorlardı. Ama Ekim’in vakti çok azdı ve yanlarından ayrılmak zorundaydı.

“Sevgili kızınız kaçar. Ben kuaförden sonra Gürkan’la buluşacağım. Fazla geç kalmam. Galiba yemeği Nazan Hanım ve Nedim Beyle yiyeceğiz. Çok heyecanlıyım ama bunu da atlatmam gerek.”

“Tabii ki atlatırsın. Sen böyle sınavları atlatmada ustalaştın artık.”

“Güle güle çocuğum. Gürkan’ın annesi ve babasına selamlarımızı söyle.”

“Söylerim annecim. Sizi seviyorum.”

Karı koca biraz daha oturup birer kahve içerlerken Tahir Bey, Mehmet Bey’le karşılaşmalarını anlattı Sermin Hanım’a.

“Aman tanrım. Bu harika bir haber. Ben Ayşe’yi görmeyi çok isterim. Onlar çok güzel insanlar ve ara ara onları kaybettiğimiz için üzülmüşümdür. Hemen akşama arayalım.”

“Tamam canım. Telefonlarımızı aldık. Herhalde Ayşe de çok sevinecektir. Siz çok iyi anlaşırdınız.”

“Oğlu ne yapıyor acaba? Ne iş yapıyordur kim bilir?”

“Evlenmiş. Karısı ile beraber çalışıyormuş ama ne iş yaptıklarını bilmiyorum. Mehmet’in çok acelesi vardı, pek konuşamadık.”

Eve gitmek için yola çıktılar.

Otoparka gitmek için yürüdükleri sırada bir mağazanın önünde gazetecilerin bağrıştığını ve birinin resmini çektiklerini görüp baktıklarında Ezgi’nin biriyle birlikte mağazadan çıkmakta olduğunu gördüler. Ama görünen pek hoş bir manzara değildi. Anlaşılan kız hayli alkollüydü ve gazetecilere ağza alınamayacak sözler söyleyip duruyordu. Yanındaki arkadaşı onu zapt etmeye çalışıyor ama kız ona da bağırıyordu.

Tahir Bey’le Sermin Hanım hayretle bakarlarken, birden delikanlının kızı tartaklamaya başladığını gördüler. Durum çok çirkindi ve daha fazla buna tanık olmak istemedikleri için hemen oradan uzaklaşıp hızlı adımlarla arabalarının yanına geldiler.

“Bakalım yarın gazetelerde nasıl çıkacak bu rezaletin haberi?”

“Yazık İnci Hanım yine üzülecek. Tarık bu kızın rezilliklerine niye katlanıyor anlamıyorum.”

“Kim bilir belki de seviyordur kızı.”

“Aman Allah. İnşallah öyle bir şey yoktur aralarında. Aslında Tarık çok aklı başında bir delikanlı. Annesinin söylediği gibi inşallah karşısına iyi biri çıkar da bu kızdan kurtulur.”

Hava çok güzeldi, sanki bütün insanlar sokaklardaydı. Arabada açtıkları radyodan dinledikleri güzel müzik eşliğinde yavaş yavaş ve İstanbul’un en güzel saatlerini yudumlayarak evlerine ulaştılar.

“Ben bu güzel şehrimizi çok özleyeceğim.”

“Unutma, kavuşmak daha da güzel olacak.”

Sermin Hanım eve çıkarken Tahir Bey taze kâğıt helvaları almak için yakındaki pastaneye doğru yola çıktı. Adeta Boğaz’ın simgesi olan kâğıt helvaların yanına biraz da çifte kavrulmuş lokumlardan aldı. Her gün bunları görürüz de alıp yemek hiç aklımıza gelmez, diye düşündü.

“Nerede kaldın, merak ettim.”

“Karşıdaki satıcılardan alamazdım ki… Köşedeki pastaneye gittim. Güzelce kutuya koydurttum. Çifte kavrulmuş lokum da aldım.”

“Aaa ne iyi düşünmüşsün. Ben de çok severim.”

“Biliyorum. Onun içinde güzel karıma ayrıca aldım. Buyurun afiyet olsun.”

“Canım, sen bir tanesin.”

Onlar yemeklerini yiyip, balkona çıktıktan çok sonra Gürkan, Ekim’i eve getirdi.

Sevgiyle kızlarını ve Gürkan’ı seyrettiler. Birbirlerine çok yakışıyorlardı.

“Biliyor musun, zamanı gelince kızımızı alıp götüreceğini düşünerek kızmak istesem bile Gürkan’a kızamıyorum. Galiba o bizim sahip olamadığımız oğlumuz olacak.”

“Çok haklısın. Bu çocukta şeytan tüyü var, ben de çok seviyorum. Dilerim hep mutlu olurlar.”

“İyi geceler efendim. Size iyi yolculuklar diliyorum.”

“Gelsene Gürkan, daha erken.”

“Çok isterdim ama annemin halledilmesi gereken bir işi var onu halledeceğim.”

“Peki oğlum. Yakında görüşmek üzere. İyi geceler.”

Gürkan’ı uğurlayan Ekim yanakları al al, gözleri mutluluktan ışıl ışıl, koşarak balkona geldi.

“Çok mutluyum. Meğer Nazan Hanım ne kadar tatlı bir hanımmış. Hele Nedim Bey’e bayıldım.”

“Ne demek yani bütün bunlar, kıskanmamızı gerektiren bir durum yok herhalde, değil mi?”

“Aşk olsun baba, söz konusu bile değil. Ama beklediğimden çok başkaydılar. Çok sıcaktılar.”

“Senin gibi tatlı bir kıza başka nasıl davranılır ki?”

“Hadi ben yatıyorum. Uyuyabileceğimi zannetmiyorum ama. Tabii önce biraz Sevin’le takılırım. İyi geceler.”

Ekimin peşinden onlar da yatmaya kalktılar. Saat pek geç değildi ama pek uyku tutmayacağını bile bile odalarına geçtiler. Tam yatmışlardı ki telefon çaldı.

“Hayırdır inşallah. Gerçi, pek geç değil ama bu saatte kim arayabilir ki?”

Tahir Bey telaşla telefonu açtı.

“Alo.”

“Merhaba arkadaşım. Dilerim geç saatte rahatsız etmemişimdir. Ben eve daha yeni geldim. Ayşe’ye anlatınca, hemen arayalım, dedik.”

“Hayır hayır, aslında çok geç değil sadece biz yarın yolcu olduğumuz için biraz erken yatalım diye düşünüp henüz odamıza çekilmiştik. Ama aradığına çok sevindim. Sermin de karşılaşmamıza çok sevindi.”

“Hay Allah, demek yarın seyahate çıkıyorsunuz. Desene bir müddet daha ayrı kalacağız.”

“Fazla değil 10-15 gün sonra buradayız. Buluşunca anlatacağımız çok şey var. Bu seyahat kızımız için çok önemli. Aslında biz de sizi aramayı düşünmüştük ama telaş arasında aklımızdan çıktı. Mehmet, biz Amerika’dan dönünce sizi arayıp haberleşiriz.”

“İnan söylediklerinden çok meraklandım ama anlaşılan mevzu uzun. Biz sizden telefon bekliyoruz o hâlde. Ayşe de çok selam söylüyor. Telefona veremiyorum zira çok duygulandı, sevinçten ağlıyor.”

“Döner dönmez arayacağım. Sermin’in de Ayşe’den kalır hâli yok. Artık biraz daha sabretsinler. İkinizi de öpüyoruz. Sermin çok selam söylüyor.”

“Size iyi yolculuklar. Çok güzel bir genç kız olduğuna emin olduğum cici kızımızı da öpüyoruz. Görüşmek üzere.”

Yattılar ama uzun süre sağa sola dönüştürüp durdular. İkisini de yolculuğun heyecanı sarmıştı.

Tüm aile erkenden kalktıkları hâlde Hacer Hanım’ın daha da erken kalkıp kahvaltı masasını hazırladığını gördüler. Hacer Hanım yanlarında çalışmaya başladığından beri hiç ayrılmamışlardı. Tatillere bile birlikte giderlerdi. Bu nedenle bu ayrılık Hacer Hanım’ın biraz keyfini kaçırmıştı ama bu seyahatin aile için ne kadar önemli olduğunun bilincindeydi, onun için sesi çıkmıyordu. Ama şimdiden bu 15 günü nasıl geçireceğini düşünüyordu kara kara.

Işıl ışıl pırıltılar saçarak salona giren Ekim’in, heyecandan yanakları kızarmıştı.

“Günaydın canlarım. Ben heyecandan hiç uyuyamadım, siz ne alemdesiniz?”

“Bizim de senden kalır yanımız yokmuş demek ki. Bu da çok normal. Eminim onlar da bizim kadar heyecanlıdırlar.”

“Kesinlikle öyle. Akşam çok uzun konuştuk. Vakit geçirebilmek için sürekli bilgisayarda oyun oynayarak oyalandığını söyledi.”

“Sevin’e göre biz daha şanslıyız. Yolculuk, yeni yerler, değişik insanlar derken vakti daha hareketli geçireceğiz. Ama onlar evde oturup bekleyecekler.”

Bu arada Hacer Hanım çayları doldurup masadaki yerini aldı.

“Hacer Hanım, biraz üzgün müyüz, yoksa bana mı öyle geliyor?”

“Siz bana bakmayın Tahir Bey. İlk ayrılık olduğu için biraz buruğum ama ne yapalım artık bir kızımız daha var, onun hatırına sesimiz çıkmıyor.”

“Aslan Hacer Teyzem. Büyük ihtimalle gelirken sana Sevin’i getireceğiz. Ama bak şimdiden söyleyeyim, sakın onu görünce beni harcama, bozuşuruz sonra.”

“Deli kız, hiç öyle şey olur mu? Sen benim biricik kızımsın. Dünya bir yana, sen bir yana.”

“Biliyorum da. Yani ben söylemiş olayım.”

“İnanmıyorum, daha kardeşini görmeden onu kıskanmaya başladı. Hem de bizim artık koca kız oldu dediğimiz Ekim.”

“Ne yapalım, sizlerin sevgisini kimseyle paylaşamam, ikizim bile olsa.”

“İstersen bunu zamana bırakalım. Sen ikizini görüp bizi unutma da.”

“İstesem de mümkün değil. Sizin sevginiz benim hücrelerime işlemiş. Ne azalır ne de değişir.”

“Canım yavrum. Hepimiz biliyoruz. Bunlar sadece gerçeği bir kere daha söyletebilmek için söylenen küçük hileli sözler. Hadi artık yavaş yavaş yola çıkalım. Araba neredeyse gelir.”

O kadar dikkat ettikleri halde, bagajları hiç de küçümsenemeyecek kadar çoktu. Hep beraber kapıya indiklerinde arabanın da geldiğini gördüler. Arkalarından su döken Hacer Hanım’ı mahzun bir hâlde bırakıp yola çıktılar.

Hava çok güzeldi, deniz çarşaf gibiydi adeta.

Tam zamanında alana ulaştılar. Gerekli, işlemlerden geçtikten sonra, birkaç gazete ve mecmua alıp, kafeye geçip oturdular. Alan sabahın bu saatinde bile, bir yerlere gidecek olan insanlarla, hayli kalabalıktı. Kendilerine içecek bir şeyler söylediler.

“İnanmıyorum, şuna bakar mısınız; Ezgi yine rezalet haberlerle medyaya malzeme olmaya devam ediyor.”

Sermin Hanım kızının elindeki dergiyi alıp baktığında, bir gün önce şahit oldukları itişmenin resimlerini gördü. Resmin altında “Ünlü manken, yeni aldığı jipinin tadını çıkaramadan, yeni aşkının dayağının tadını çıkardı” diye yazıyordu.

“Belki Tarık bu işi bitirmiştir. Baksanıza yeni aşkı diyor.”

“Aman keşke. Buna en çok annesi babası sevinecek. Böyle bir kız Tarık’a hiç yakışmıyor aslında.”

Aralarında tatlı tatlı söyleşirlerken, kendileriyle ilgili uyarı anonsunu duyup, kalktılar.

“Hadi bakalım, yolculuk başlıyor.”

Oturdukları rahat koltuklar, geçirdikleri uykusuz gecenin etkisiyle rahat birer yatakmışçasına onları bir güzel uyuttu.

Önce Ekim uyandı ve usulca babasının elindeki gazeteyi aldı, katlayıp kaldırdı. Yıllardır, acaba nasıl ulaşacağım, bulabilecek miyim diye merak ettiği, bazen de bulamayacağını düşünerek üzüntülere kapıldığı, bulmaktan korktuğu kardeşine nihayet kavuşacaktı. İçindeki duyguları ifade edemiyordu. Hem çok sevinçli hem de nedenini pek çözümleyemediği hâlde üzgündü de.

Gözlerini kapatıp, çok istedikleri yavrularına ancak çok kısa bir süre sahip olabilen genç Gönül çiftini düşündü. Yıllarca hasret duydukları yavrularına tam da kavuştuklarında başlarına gelen o felaket, onları bu dünyadan alıp götürmüştü. Şayet onlarla beraber olsalar nasıl bir hayatları olurdu, kim bilir. Ama o zaman annemi ve babamı tanıyamayacaktım diye düşünerek irkildi ve düşüncelerinden dolayı vicdan azabı duydu. İyi ki o gün hastanede Tamer amcayla karşılaşmışlar ve iyi ki beni onlara vermişler diye düşünerek sevgiyle yanında oturan annesine babasına baktı.

Sermin Hanım sanki hissetmiş gibi gözlerini açıp kızına baktı.

“Ekim, niçin ağlıyorsun kızım?”

“Ağladığımın farkında değilim anneciğim. Merak etme o yaşlar, kaderin bizi o hastanede karşılaştırmasına duyduğum şükür ve sevinç yaşları. Sizleri çok seviyorum, ben sizsiz ne yapardım? Bunun yanı sıra, düşündükçe ve büyüdükçe, bizi çok isteyen ama asla sahip olamayan aileme de üzülüyorum artık. Büyük bir özlemle bekledikleri yavrularına ancak bir iki gün sahip olabilmek. Off çok acı.”

“Bunları bu mutlu gününde düşünme çocuğum. Artık böyle düşünebildiğine göre, İstanbul’a döndüğümüzde arzu edersen seni onların kabrine götürürüz.” Bunları uyanan Tahir Bey söylemişti.

“Siz biliyor musunuz yerini?”

“Tabii ki biliyoruz ve biz arada sırada onları ziyaret ederiz.”

“Baba… Siz ne kadar yüce gönüllü insanlarsınız. Bu muhteşem bir şey. Ben dışladığım hâlde sizler sahip çıkmışınız.”

“Nasıl ihmâl edebilirdik ki kızım, sana onların sayesinde kavuştuk. Bunu asla unutmuyoruz.”

Onların bu sevgi dolu hâlleri ve sohbetleri, yan taraflarında oturan genç bir çiftin dikkatini çekmişti. Gülümseyerek bakıyorlardı. Onlar da gülümseyerek karşılık verdiler.

“Çok affedersiniz. Çok mutlu görünüyorsunuz ama ağlıyorsunuz. Dikkatimizi çekti. Hatta uyuyan ailenize bakışlarınız bile bambaşkaydı. Sizi rahatsız etmek istememiştik.”

“Yok rahatsız etmediniz, lütfen. Evet tespitiniz doğru. Biz galiba birbirini çok seven bir aileyiz.”

Genç çift yeni evlenmişlerdi ve balayı yerine, genç kızın Amerika’da yaşayan ve uzun yıllardır görüşemedikleri dayısının yanına Teksas’a gidiyorlardı. Geri kalan saati de bu genç çiftle sohbet ederek geçirdiler.

Uçak piste konduğu anda heyecan doruğa ulaştı. Kabinden nasıl çıktıklarını, nasıl kontrolden geçtiklerini, hiçbiri daha sonra hatırlayamayacaktı. Bagajlarını alıp salona ilerledikleri anda Sevin’i gördüler. O da koşarak kendilerine doğru geliyordu. İki kız sımsıkı sarılıp ağlamaya başladılar. Bu sahne etraftakilerin de dikkatini çekmişti. Çok güzel ve birbirinin aynı iki genç kızın kucaklaşması görülecek şeydi.

Çok ilginçtiler ayrılıp birbirlerine bakıyorlar ve yeniden sarılıyorlardı.

Bu böyle birkaç kez tekrarlandıktan sonra sıra annelere babalara geldi. Onlar da büyük bir sevgi ile kızları seyrediyorlardı bu arada.

“Merhaba, hoş geldiniz.”

“Hoş bulduk. Ama gerçekten çok hoş bulduk. Sizi görmek çok güzel.”

Bu arada uçaktaki genç çiftte yanlarına geldi. Genç kadın;

“Ben uçakta sizi çok beğenmiştim. Ama sizden iki tane görmek daha da ilginç. Şimdi sizin yolda niçin ağladığınızı anlayabiliyorum. Umarım yine bir gün bir yerlerde karşılaşırız. Size iyi günler.”

“İyi günler. Biz de size mutluluklar dileriz.”

Alandan çıktıklarında Sabih Bey, az ilerde duran minibüse işaret ederek yanlarına çağırdı.

“Bizim böyle çok bagajla geleceğimizi tahmin ettiniz herhalde.”

“Sen bizim için alışveriş yaptığını söyleyince, babam da önlem aldı.”

Sevin’le Ekim, su damlası kadar birbirlerine benziyorlardı. Sevin’in açık kestane saçları ve yanık teni biraz farklılık yaratıyor gibi görünse de dikkat edince hayretle bir kez daha bakıyordu insanlar.

Sabih Bey’le Seher Hanım da çok sıcak insanlardı ve misafirleri çok samimi karşılamışlardı. Şimdiden Tahir Bey’le Sabih Bey yan yana oturup sohbete başlamışlardı. Sabih Bey geçtikleri yerleri tanıtmaya çalışıyordu. Tabii Sevin ve Ekim yan yana oturdukları için iki anne de beraber oturmuşlardı.

“Böyle güzel kızlarımız olduğu için çok mutluyum. Biliyorum aynı şeyi siz de hissediyorsunuz.”

“Çok haklısınız ama kızları kardeş olan iki aile olarak şu andan itibaren sizi bizi kaldırmayı teklif ediyorum.”

“Çok da güzel olur. Bizler artık büyük bir aile olduk Sermin.”

Etrafta büyük binalar azalmaya başlamıştı artık.

Daha çok çevrilmiş büyük araziler ve arazilerde otlayan bir sürü hayvan vardı çevrede. Daha önce filmlerde seyrettikleri kovboy kıyafetli erkekler vardı. Hava hayli sıcaktı bunu hissedebiliyordu insan ama aracın içi mükemmel çalışan klima sayesinde harikaydı.

“İnanamıyorum Ekim. Sen burada ve benimlesin. Senden bir an bile ayrı olmak istemem.”

“Yani ayrılmak istemezsin. Ben de senden ayrılmak istemiyorum.”

“Annem yerini bile benim odamda hazırladı.”

“Aaa ne güzel. Getirdiklerimi beğenecek misin bakalım?”

“Onları sen aldığın için ne olduğu önemli değil. Ben mutlaka seveceğim.”

“Ne politiksin.”

“Neyim neyim?”

“Boş ver.”

“Ama böyle yaparsan öğrenmek çok zor.”

“Aldırma. Sen olduğun gibi kal. Böyle çok güzel.”

Uzun bir süre daha gittikten sonra çiftliğe ulaştılar. Anlaşılan ailenin maddi durumu bayağı iyiydi. Zira çiftlik, çok büyük bir arazinin ortasındaki epeyce büyük bir ana bina ve çevresindeki bir sürü küçük binadan oluşuyordu. Ana binanın da çevresi, adeta bir park gibi çok güzel bir bahçeyle çevriliydi.

“Şimdi doğru eve gidelim, siz dinlenin. Daha sonra çiftliği dolaşmaya çıkarız. Arzu ederseniz tabi. İsterseniz önce bol bol sohbet edip birbirimizi tanırız. Hele kızlarımızın birbirine anlatacağı o kadar çok şeyleri var ki.”

“Çok haklısın Sabih. Bugün konuklarımızı rahat bırakalım. Sevin sizler için bir sürü hazırlık yaptı. Bugüne kadar çekilen bütün görüntülerini sizlerle paylaşmak istiyor.”

“Ben de yanımda bir sürü resim ve video kasetleri getirdim. Bakalım çocukken de birbirimize benziyor muymuşuz?”

“Bundan şüpheniz olmasın.”

Ev çok güzeldi ama asla sevimsiz ve soğuk değildi, insana, sıcacık, sevgi dolu bir yuva olduğunu hissettiriyordu.

Etraftaki Türkiye’den getirilmiş olduğu belli olan bir sürü obje dikkat çekiyordu. Çok güzel fotoğraflar vardı. Genelde de Antalya’nın inanılmaz güzelliklerini anlatan kocaman posterler duvarları süslüyordu. Anlaşılan vatan hasreti kendini bayağı hissettiriyordu.

“Memleketi çok özlediğiniz belli oluyor. Sanırım bunu en çok da siz hissediyorsunuzdur Seher.”

“Evet ben de çok özlüyorum ama onları böyle evin her tarafına asmak fikri benden çok Sabih’in ve kızımızın fikri. Dikkat ederseniz, posterlerin etrafında spotlar var. Bazı akşamlar ışıkları kapatıp, sadece spotları yaktığımızda, kendimizi oralarda hayâl edebiliyoruz.

“Sık sık gitmiyor musunuz?”

“Pek gitmek istemiyoruz. Zira hem benim ailemden hem de Sabih’in ailesinden pek yakınımız kalmadı. Bu da bize hüzün veriyor. Kendimizi çok yalnız hissediyoruz. Burada çok kalabalık bir arkadaş grubumuz var. Çok iyi görüştüğümüz birçok Türk aile var. Aynen Türkiye’de olduğu gibi, sık sık birbirimizi ziyaret ediyoruz.”

“Ama artık sık sık gelmek zorundasınız. Ben Sevin’den çok ayrı kalmak istemem doğrusu.”

“Merak etme. Onlar gelmese de ben size gelirim.”

Sevin’in bu sözlerine hepsi güldü ama işin gerçeği böyle olacaktı galiba.

Biraz dinlenmek için odalarına çekildiler.

Ev, içine girince daha da büyük geldi Sermin Hanım’a. Kendilerine çok güzel manzaralı büyük bir oda hazırlamışlardı. Pencereden bakınca, o güzel bahçedeki yüzme havuzu görünüyordu. Anlaşılan bol bol konuk ağırlıyorlardı. Etraftaki şezlonglar ve oturma köşelerinin çokluğu bunu anlatıyordu.

“Tahir, Sevin’in ailesi epey varlıklı galiba. Baksana kendimi Dallas çiftliğine gelmiş gibi hissettim.”

“Çok haklısın, acaba bütün bunlar kızımızı nasıl etkileyecek? Bunca şaşaa ona neler hissettirecek.”

“Aman Allah’ım ben bunu hiç düşünmedim. Bizim kızımız olduğu için üzülebilir mi?”

“Umarım fazla sarsılmaz. Gerçi o fazla şaşaadan hoşlanmaz ama.”

Karı koca bakıştılar. Tahir bey karısının gözlerinde gördüğü korkuyu görünce, düşüncelerini bu kadar pervasızca açıkladığı için kendine kızdı.

“Hadi, bu saçma fikirleri kafamızdan atalım. Ben biraz uzanmak istiyorum.”

“Ben de bir duş almak istiyorum. Sana iyi uykular.”

Sermin banyoya girdi. Her yer gibi banyoda da lüks ve sevimlilik yan yanaydı. Belli ki kendilerini rahat ettirebilmek için en ufak detaylara bile dikkat etmişlerdi. Çabucak bir duş alıp Tahir’in yanına dönen Sermin, onun derin bir uykuya daldığını görünce usulca odadan çıkıp kızların odasına doğru yürüdü. İki kızın şen kahkahaları odanın dışından bile duyuluyordu. Kapının önüne geldiğinde Seher’in de orada olduğunu gördü.

“Gel anneciğim.”

“Aaa.. Sermin anne, biraz uyursunuz belki, diye düşünmüştük.”

“Tahir uyuyor ama benim uykum yok. Senin çocukluk resimlerini çok merak ettiğim için dayanamadım yanınıza geldim.”

“Ben baktım bile anne. Resimlerimizi yan yana koyduk, ayırmak mümkün değil.”

Heyecanla resimleri getirip Sermin Hanım’a gösterdiler. Gerçekten de yalnızca saç kesimleri farklıydı. Tabii bir de kıyafetleri.

“Şu bir gerçek ki, birbirinizi kıskanmak gibi bir şansınız yok. Birinizde olan diğerinde mutlaka var. Eğer sırtındaki benden de Sevin’de varsa sizi ayırmak mümkün değil.”

“Aaa var, benim de sırtımda benim var. Hatta annem eğer kaybolursan seni bununla bulurum, diye şaka yapıyor.” Böyle söyleyerek sırtındaki tişörtü çıkardı. Ekim de üstünü çıkarınca tek farkın benlerin yerinde olduğunu gördüler. Ekimin beni sol, Sevin’in beni sağ taraftaydı.

“Hah gün olurda bize şaka yapmaya kalkarsanız, benlerinizden sizi ayırabiliriz.”

Sevin’in odası kocamandı. Onun içinde Ekim’e ilave yatak koymaları hiç sorun olmamış, diye düşündü Sermin Hanım. Ama ilginç olan, Ekim’in yatağı da Sevin’inkinin aynısı idi. Sanki onun düşüncelerini okumuş gibi Seher Hanım açıklamaya başladı.

“Sizinle telefonda konuştuğumuz ilk gün Sevin odasını değiştirme kararı aldı. Ve ertesi günü odasını değiştirip yeni mobilyalarını sipariş verdi, tabii sizin odanızı da o zaman hazırladık yani o günden itibaren bizim evde sizin yeriniz hazır oldu.”

“Ne kadar zarifsiniz. Sizin gibi bir ailesi olduğu için Sevin de çok şanslı.”

“Ben de en az onun kadar şanslıyım ki sizlere sahibim.” Bu sözleri söyleyen Ekim sevgiyle annesine sarıldı.

“Aslında şanslı olan bizleriz, Allah sizleri bize bağışladı.” Bunları kapıda Sabih Bey’le birlikte kendilerini seyreden Tahir Bey söylemişti. Tam bir sevgi yumağı gibi gülüşerek aşağı salona indiler.

Çiftlikte birçok Türk çalıştığı gibi, evde de yıllar önce Antalya’dan yanlarına aldıkları bir karı koca çalışıyordu. Onlara çayla nefis çörekler, kurabiyeler hazırlamışlardı.

“Yiyecekleri görünce acıktığımı anladım valla. Oh hepsi de harika görünüyor.”

“Bu saatte böyle hafif bir şeyler yeriz, diye düşündüm ama arzu ederseniz, tost ya da başka şeyler hazırlatalım Tahir.”

“Yok yok, böyle çok güzel. Bana hitap şekliniz de çok hoşuma gitti. Gösterdiğiniz samimiyete ve sıcaklığa da teşekkür ederiz.”

“Bu benim de kalpten hissettiğim bir şeydi ama ilk teklif Sermin’den geldiği için ben kendisine teşekkür ederim.”

“Canım karım benim. O bir tanedir. Yüreğinde hissettiğini hemen gerçekleştirir.”

“Sevin, çayları içerken seninle ilgili görüntüleri seyredelim istersen.”

“Peki baba. Şimdi hazırlarım.”

Sevin hazırlığını bitirip tuşa bastığı anda ailesiyle kutladığı ilk doğum günüyle başladı görüntüler.

Aile kızlarının gelişmesini devamlı kaydetmişlerdi. Görüntüler, sadece Sevin’i seyredince hiç yabancı gelmiyordu Tahir ve Sermin’e. Sanki kızlarını seyreder gibiydiler.

Sonra çok ilginç bir şey oldu. Seyrettikleri sahnede masaya gelen nefis görüntülü pastanın üzerine küçük bir kızın düşmesi ile ağlamaya başlayan Sevin’in görüntüleri geldi ekrana.

“Aman Allah’ım. Bu çok ilginç. Bu görüntü yanılmıyorsam Sevin’in altıncı yaş gününde çekilmiş olmalı.”

“Hımm evet öyle olması gerekir. Çünkü o pastanın üzerine düşen küçük kızın ailesi o sene Türkiye’ye geri döndü. Kızlarının okula Türkiye’de başlamasını istiyorlardı ve o küçük kız Sevin’le aynı yaştaydı, yani 6 yaşındaydı.”

“Peki Tahir, belki Ekim hatırlamaz ama…”

“Hayır anne çok iyi hatırlıyorum. O sene Antalya’ya gitmiştik ve dönüşümüzden hemen sonra benim doğum günümü kutlamıştık ama o gün benim pastamı da Hacer teyze mutfaktan getirirken ayağı halıya takılıp sendeleyince yere düşürmüştü ve babam hemen pastaneden yeni bir pasta alıp gelmişti. Ama beni bir türlü susturamamıştınız.”

“Çok doğru. Demek bunun gibi ortak noktalarınız çıkacak.”

“Çocuklar sizi izlemek çok hoş olacak doğrusu.” Bunu söyleyip kahkahayı basmıştı Sabih Bey.

“Lütfen öyle söylemeyin Sabih baba zaten kendimi tuhaf hissediyorum.”

“Ben ne hissettiğini anlıyorum. Sanki bir sirkte gibi bizi izliyorlar, değil mi?”

“Hah tam da öyle.”

“Aşk olsun çocuklar. Biz sadece kaçırdığımız yılların görüntülerini seyrediyoruz. Ama istemezseniz seyretmeyiz.”

“Hayır seyredelim, ben Sevin’i daha iyi tanımak istiyorum.”

“Bu çocukluk yıllarımı hızlı geçelim. Size okul yıllarımı, okuldaki gösterimi ve grupla çekilmiş olanları göstereyim.”

“Tamam ama ben sonra bunları seyretmek istiyorum. Hatta bana kopya çıkaralım, ben onları İstanbul’da seyrederim.”

Sevin’in okula başladığı ilk günkü görüntülerini seyretmeye başladılar. Büyük bir heyecanla okula gidip, sınıfına girmişti. Ve elinde kocaman bir ayıcık taşıyordu.

“Ben sizden önce söyleyeyim. Ben de hiç ağlamamıştım ve okula Kocaoğlan’la gitmiştim.”

Hepsi gülmeye başladı.

Bu böylece saatlerce sürdü. Sevin’in şarkı söylediği turne görüntüleriyle bitti gösteri.

“Sesin ne kadar güzel. Çok güzel şarkı söylüyorsun.”

“Teşekkür ederim ikizim. Belki sende de aynı yetenek vardır, hiç denedin mi?”

“Evet tabii banyo yaparken söylüyorum.”

“Hadi kızım. Günün popüler parçalarını bazen bize söyler, biz de büyük bir zevkle dinleriz.”

“Yapma anne ben sadece onları taklit ediyorum.”

“Öyle söylüyorsun ama iyi bir kulağın, güzel bir sesin olmasa nasıl taklit edebilirsin ki?”

Sabih Bey oturduğu koltuktan biraz doğrularak “Belki zamanı değil ama aslında ben kızımızın bu yeteneği nereden aldığını merak etmiyorum dersem yalan olur. Zaten bunu muhtelif zamanlarda dile getirmişimdir.”

Ortada garip bir sessizlik oluştu. Sermin Hanım ayağa kalkarak bu anı bozdu.

“Bu günlük bu kadar yeter. Haydi getirdiklerimizi çıkaralım. Ben son derece merak ediyorum neticede benim için çok önemli.”

Beyleri aşağıda bırakıp tekrar yukarı çıktılar ve kızların odasına geçtiler. Bir an sonra ortalık bir sürü giysiyle rengarenk bir görüntü almıştı.

“Bunların hepsi çok güzel. İstesem de beğenmediğim bir şey bulmak mümkün değil.”

Sevin böyle söyleyerek, odasında bulunan paravanın arkasına geçip, üstündekileri çıkartıp, yeni kıyafetlerden giymeye başlamıştı bile.

“Gerçekten çok güzel şeyler bunlar. Hem bize bunları getirdiğiniz için teşekkürler hem de bu kadar güzel ürünleriniz olduğu için tebrikler. Yanılmıyorum değil mi? Hepsi sizin koleksiyondan.”

“Evet Seher. Artık bir tarzımız oluştu ve bu hanımlar tarafından çok tutuluyor.”

“Ama Sermin anne. Hepsi çok güzel. Bakın ne kadar güzel oldu. Bunlardan içinde sende de olan var mı?”

“Hayır ama ben ilk beraber takabileceğimiz bir hediye getirdim sana. Daha doğrusu babam ikimize aldı ve sana takmam için bana verdi.”

Ekim böyle söyleyerek çantasından minik keseleri çıkarıp bir tanesini kardeşine uzattı. Diğer elinde de kendine ait kese vardı.

“Aman tanrım. Ne kadar güzel. Ne kadar hoş şimdi tam ikiz olduk işte. Hemen Tahir babaya gidip teşekkür etmem lazım.”

“Sermin elindeki kocaman kutuyu Seher Hanım’a uzattı.”

“Bu da sizin siparişiniz, umarım yıllar önce yediğiniz kadar hoşlanırsınız.”

“Ah harika. Hadi inip dondurmayla yiyelim.”

Neşe içinde alt kata indiler. Beyler televizyon seyrediyorlardı. Seher Hanım elindeki kutu ile mutfağa geçti.

“Nasıl getirdiklerinizi beğendiler mi?”

“Hepsine bayıldım. Sizin hediyeniz de çok güzel.” Böyle söyleyerek Tahir Bey’i yanaklarından öptü.

“Oh böyle bir teşekkür her şeye değdi.”

Hep beraber kâğıt helvaları ve dondurmalarını yemek için verandaya çıktılar. Hava artık dışarıda oturulabilir hâle gelmişti.

“Oh gerçekten çok güzel. Hatırımda kaldığı kadar güzel bir tat.”

“Sayenizde biz de unuttuğumuz bir tada kavuştuk. Hiç aklımıza gelip almayız. İnşallah İstanbul’a geldiğinizde Boğaz’ı seyrederek yeriz. Bizim evin manzarası harikadır. En büyük zevkimiz akşamları balkonda keyif yapmaktır. Herkes akın akın boğazı gezmeye gelirken, orada oturmak inanın dünyalara değer.”

“Ne mutlu size.”

“İnşallah en kısa zamanda beraber çıkarırız Boğaz’ın keyfini.”

“Çok isteriz ama bu aralar bizim Türkiye’ye gelebilmemiz biraz zor. Yarın birlikte gezdiğimizde siz de göreceksiniz ya, yeni faaliyete geçireceğimiz bölümler bizi bayağı meşgul ediyor ama gördüğüm kadarı ile kızımız daha ilk akşamdan sizinle İstanbul’a gelme hayâlleri kurmaya başladı. Bana öyle geliyor ki giderken 4 kişi gideceksiniz.

“Ne kadar güzel olur. Aslında Sevin’i görmek için merakla bekleyenler var İstanbul’da. Daha da doğrusu ben çevremdeki herkese ikizimi tanıştırmak istiyorum. Bugüne kadar benim tek çocuk olmam nedeni ile kardeşlerini bana ballandırarak anlatan arkadaşlarımın nasıl şaşıracaklarını görmek bile başlı başına bir zevk. Tabii anlatmak biraz zor olacak ama, benim için artık sorun değil.”

“Ben de senin arkadaşlarını, özellikle Gürkan’ı, tanımak için sabırsızlanıyorum. Gerçi nette tanıştık ama yüz yüze gelmek çok başka.”

“Korkarım dönüşümüzde sizleri evde tutmak hayli zor olacak.”

“Hayır biz, yok ben, bütün gün sizinle olacağım. Ekim çalıştığına göre ben evdeyim ama akşamlarımız çok renkli geçer herhâlde. Aslında ben burada konserlerin dışında biraz yalnız yaşıyorum, arkadaşlarımdan epeyce uzağım yani.”

“Aşk olsun kızım. Senin bu kadar şikayetçi olduğunu bilsem ona göre yaşantımıza farklılıklar getirirdim. Ne bileyim daha merkezi bir yerde oturabilirdik.”

“Yok babacığım, çiftlikte yaşamayı çok seviyorum. Ata binmezsem… Yok asla vazgeçemem. Sen benim öyle söylediğime bakma. Ben hâlimden son derece memnunum. Hareketli hayat özlemimi Tahir babayla Sermin annenin izniyle İstanbul’da yaşarız artık.”

“Valla bizce hiç mahzuru yok. Neticede size eşlik edecek olan Gürkan. Böyle 2 güzel kızla nasıl başa çıkacağını o düşünsün.”

“Aman Tanrım. Alana inince Gürkan’ı arayacağımı söylemiştim ama karmaşada unuttum. Ben hemen onu arayayım.”

Yukarı odaya çıkıp hemen Gürkan’ı aradı.

“Aşkım, eve gelince öyle bir curcuna oldu ki hemen arayamadım, umarım fazla kızmamışsındır.”

“Önce biraz bozuldum ama sonra kendimi senin yerine koyup düşününce sana hak verdim ve neredeyse telefon beklemiyordum.”

“Aşk olsun o zaman hemen kapatayım.”

“Tabii ki kapatmayacaksın. Nasıl sesini duymak için sabırsızlandığımı tahmin edersin. Şimdiden özledim seni.”

“Ben de seni özledim. Acaba sen de mi gelseydin? Yok yok şaka yapıyorum. Senin bunlara katlanmanı istemezdim. Sevin’le birbirimizi didik didik etmekle meşgulüz burada. Dönüşümüze kadar sakinleşiriz herhâlde. Ama İstanbul’a geldiğimizde bayağı yoğun bir gezi programına şimdiden hazırlan. Zira Sevin’in çok acımasız gezi hayâlleri var.”

“Ne güzel, ben de sevgilimle beraber olacağım, bundan güzel ne olabilir? Ama Sevin’e birini bulmak gerekecek herhâlde.”

“Ne kötüsün. Kızcağız sen bizi gezdireceksin diye…”

“Tamam tamam. Ben de şaka yaptım zaten. Hayatta kaç erkeğe kısmet olur böyle bir mutluluk. İki güzel kızla beraber gezmek. Havama bakar mısın yani…”

“Gürkancığım, buralar çok ilginç.”

“Ben de onu soracaktım. Nasıl buldun oraları?”

“Sevinlerin büyük bir çiftliği var. Daha dolaşamadık, yarın gezeceğiz. Anladığım kadarı ile işyerleri çiftliğin arazisi içinde. Ve anladığım doğru ise hayvancılık yapıyorlar. Ama evleri ve çevredeki bahçeleri harika. İnanamayacaksın ama daha ilk telefon görüşmemizin akabinde, evde gereken hazırlıkları yapıp, yerlerimizi hazırlamışlar. Biz Sevin’le aynı odada kalacağız. Neyse senin başını bunlarla şişirmeyeyim. Gelince bol bol anlatırım nasıl olsa.”

“Çiftlik hayatına kaptırma sakın kendini. Sana öyle bir yer ayarlamam hayli zor olur.”

“Merak etme. Ben şehir çocuğuyum. Hem ben güzel boğazımı bırakıp hiçbir yere gitmem.”

“Yaşa. Desene böyle güzel bir şehir Dünya’nın neresinde var… Daha dolu dolu 2 hafta yoksun, benim için çok zor.”

“Gelince bu ayrı günlerimizin acısını bol bol çıkarırız bir tanem. Şimdi kapatmak zorundayım. Zannederim yemek hazırlanıyordu. Daha fazla bekletmek ayıp olur. Yarın yine ararım. Seni seviyorum.”

“Beklerim. Ben de seni çok seviyorum. Herkese çok selam. Görüşmek üzere.”

Gerçekten de aşağı indiğinde verandada yemek masası hazırlanmıştı.

“Hımm. Masayı görene kadar bu kadar acıktığımın farkında değildim doğrusu.”

Hava inanılmaz güzeldi. Gündüz insanı bunaltan sıcak yerini hafif bir esintiye bırakmıştı. Evde çalışan hanımlar bütün marifetlerini döktürüp güzel yemekler hazırlamışlardı.

“Aman Allah’ım. Aman hanımlar sakın biz buradayken devamlı böyle yemekler yapmayın, yoksa kilo alıp öyle döneceğiz eve ve de Hacer Hanım bizi kapıdan almaz valla.”

“Yok merak etmeyin. Sabih’le ben de çok dikkat ediyoruz. Bu akşam özel bir gün. Yarın telafi ederiz.”

“Valla sizi bilemem ama biz Tahir’le akşamları rakı muhabbetimize devam edeceğiz. Dolayısı ile siz kendi adınıza konuşun.”

“Yapma dostum. Burada geçirdiğimiz 15 günün acısını çok feci çıkartır sonra Sermin benden.”

“Tamam canım biz de hafif şeyler yeriz ama rakımdan asla vazgeçmem.”

“Haydi o zaman. Bu akşam, bu güzel buluşmamızın şerefine içelim.”

Kızlar masada bile ayrılamayıp yan yana oturdular. Nefis yemekler, güzel şarap ve beylerin rakılarına, bol bol atılan kahkahalar eşlik etti. Uzaktan bakıldığında bile çok hoştular. Ve ağır ağır yemeklerini yiyip bol bol sohbet ederek saatlerce masada oturdular.

Çok ilginç bir topluluk oluşturduklarının farkında değildiler o an ama daha sonra odalarına çekildiklerinde Sermin kendini bir tuhaf hissetti.

“Kendimi çok tuhaf hissediyorum Tahir. Ne gariptir ki bunu ilk kez bu gece hissettim.”

“Ne oldu benim duygusal karım?”

“Sanki yavrularını doyasıya kucaklarına bile alamayan o genç çiftin mutluluklarını çalmışız gibi geldi bu gece ve ben çok üzüldüm.”

“Haydi Sermin öyle düşünme. Unutma o elim kaza neden oldu her şeye. Kim bilir belki de esas mucize, o saatte bizim orada olmamızdı. Dakikalarla oluşmuş her şey. Hatırlarsan aslında bizim randevumuz ertesi gündü ve o gün gelmeyen bir hastanın yerine, telefon açıp çağırmışlardı bizi.”

“Aaa hakikaten. Bu hiç aklıma gelmemişti. Biz eğer ertesi günü gitseydik Ekim’i göremeyecektik hatta o Çocuk Esirgeme’ye teslim edilmiş olacaktı.”

“Tabii ya. Ama kader, demek bizim kızımızı bulmamız için o gün orada olmamız gerekiyordu ve her şey öyle planlanmıştı Yaradan tarafından. Üzüleceğine Allah’a şükredelim bize bu günleri yaşattığı için.”

“Çok haklısın. Bir daha böyle düşünmeyeceğim. İyi ki geldik değil mi? Ben Sabih’le, Seher’i de çok sıcak buldum.”

“Çok haklısın. Sevin’i de çok iyi yetiştirmişler.”

Birbirlerine iyi geceler bile diyemeden uyudular.

Ekim’in de onlardan kalır hâli yoktu. Odalarına çekildiklerinde bol bol sohbet edeceklerini sanan Sevin, konser için gittikleri yerleri anlatmaya henüz başlamıştı ki Ekim’in uykuya daldığını fark etti ve sustu.

Ekim’in uyumasını fırsat bilip kardeşini incelemeye başladı. Ne gariptir ki yeni tanıştıkları hâlde hiç yabancılık hissetmiyordu ve onu çok sevmeye başladığını da fark ediyordu. Acayip bir duyguydu bu. Aynada kendini seyreder gibi kardeşini seyrediyordu. Bire bir kendisine benzediği hâlde ondaki farklılıkları görebiliyordu. İkisi de farklı duruyor, farklı konuşuyor hatta farklı gülüyorlardı. Kendisi daha rahattı. Konuşurken karşı tarafı rencide edebileceğine pek dikkat etmezdi ama Ekim sanki söylediği her sözü düşünerek konuşuyordu. Gördüğü kadarı ile de hislerini ve düşüncelerini kendine saklamayı tercih ediyordu. Hâlbuki kendisi düşüncelerini anında ve çok rahatlıkla söylerdi, galiba doğruyu öyle daha rahat bulabiliyordu. Onu, kendi yaptığı gibi, her şeyi ailesi veya Gürkan’la konuşurken düşünemiyordu. Kendi kendine gülümsedi. İyi ki farklıyız, bir Sevin daha çekemezdim doğrusu diye düşündü. Mutlu bir şekilde, nereye giderse yanında taşımaktan asla vazgeçmediği minik ayısına sarılıp, derin bir uykuya daldı.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nimet Canbayraktar
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 15 Kasım 2021 at 10:09

    Didem Hanım,
     
    Pazartesi sabahları heyecanla dergiyi açmak ve sanki hiç bilmiyormuş gibi merakla romanı okumak nasıl güzel bir duygu anlatamam. Romanın piyasada okurla buluşmasından çok farklı.
     
    Benim için güzel bir şans olduğuna inanıyorum.
     
    Sevgilerimle 💕

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 15 Kasım 2021 at 22:48

      Biricik Nimet Hanımcığım, o kadar iyi anlıyorum ki heyecanınızı 😁 Ben de her yazım yayına girdiğimde aynı duyguları hissediyorum çünkü 😁
       
      Benim açımdan da sizi dergide yazar olarak görmek büyük mutluluk. Her pazartesi sabahı inanın ben de gülümseyerek bakıyorum ekrana.
       
      Kucak dolusu sevgiler 🤗❤️

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan