Hayat Rehberimiz; Eğitim

8 | Öğrencilerle Toplantı

21 Nisan 2022

Yazı: Öğrencilerle Toplantı | Yazan: Şen Sevgi Erişen

 

İndeks

Eğitim Konulu Köşe Yazılarına Giriş | 01
Biz Olmak ve Eğitim | 02
Ben de Kürsüde Oturmak İstiyorum | 03
Güneş Öğretmen İş Başında | 04
Öğretmeyi ve Öğrenmeyi İstemek | 05
Hata Yapmanın Hediyeleri | 06
Anlamayı Anlamak, Öğrenmek ve Bilinç | 07
Öğrencilerle Toplantı | 08
Öğretmenler Kendi Aralarında Neler Konuştular? | 09
Öğrencilerin Bakış Açısıyla “Kopya” | 10
Hepimiz Öğrenci Olduk | 11
Çocuğumla Neden Felsefe Yapmalıyım? | 12
Toplumsal Travmalarımız | 13
Ergenlikte Yaygın Bir Problem: Sigara | 14
Düzensizlik De Bir Düzendir | 15

 
Güneş Öğretmen mezun olmuş öğrencileriyle hafta sonu buluşmak için randevulaştı. Bu fırsat her zaman ele geçmiyordu.

– Öğretmenim hiç değişmemişsiniz.

– Teşekkürler gençler. Size bir sorum var. Lisedeyken başarılı olmak için neler yapıyordunuz? Yıllar geçti üzerinden ama… Bana neler söyleyebilirsiniz?

– Zor soru Hocam. Çok çeşitliydi. Her derse göre değişiyordu ya da her öğretmene göre. Ama ben genellikle evde çalışır öğrenir gelirdim derse.

– Neden böyle yapıyordun?

– Ben kendi kendime öğreniyordum da o yüzden. Öğretmenin anlatımı bilgilerimi pekiştiriyordu. Özellikle sayısal derslerde.

– İlginç. Peki öğretmen anlatınca anlamıyor muydun?

– Bazen zor oluyordu anlamam. Sınıf ortamında dikkatim dağılıyordu ya da bilemiyorum. Sorun şuydu sanırım; bir konuyu bilen birinin hiç bilmeyen birine anlatması. Yani öğretmenin öğrenciyle empati kurması. Bunu yapan birçok öğretmen vardı elbette.

– Senin durumun nasıldı Ömer?

– Ben derste anlamadığım konuları anlayan bir arkadaşımla çalışırdım. O zaman iyi anlardım.

– Dersten sonra mı?

– Duruma göre ders içinde fırsat olursa, olmazsa da dersten çıktıktan sonra. Öğretmen anlatırken kaçırdığım yerleri arkadaşım anlatıyordu. O zaman anlıyordum.

Bu konuşma Güneş Öğretmen için çok faydalı oldu.

Sonraki bir gün ders çıkışında

Öğrencilerin ve öğretmenlerin büyük bir bölümü dağılmıştı. Öğretmen arkadaşlarından birini görünce sordu:

– Benimle yürümek ister misin?

– İyi olur valla! Vaktim var.

– Hadi öyleyse! Hem yürüyüp hem konuşuruz.

– Nasıl gidiyor senin şu uygulamak istediğin yeni model eğitim? İstediğin gibi bir yol aldın mı?

– Henüz değil! Başlangıç aşamasındayım.

– Öğrencilerin seni seviyorlar. Senin sorunun yok ama.

– Sorunum daha iyisini yapabilmek. Aksayan, eksik bir şeyler var. Acaba değişir mi, bir şeyler yapabilir miyim? Benim sorunum bu. Geçen gün eski öğrencilerimle buluştum. Özet olarak şunu söylediler; çok nadir dersi derste öğrenmişler. Çoğunlukla onlar kendi kendilerine ya da arkadaşlarıyla çalışırken daha iyi öğreniyorlarmış. Buna ne dersin?

– Sanırım bunu bir yerden duymuştum. Bir konuyu bilen birinin hiç bilmeyen birine öğretmesi için onun da “hiç bilmiyor gibi” yapması gerekiyormuş. Özellikle Matematik dersinde bu çok önemli… Genellikle sayısal derslerde.

– Haklısın ama öyle yaparsak yavaş ilerleriz. Konular bitmez. Soru çözemeyiz. Sınava hazırlanamayız.

– İşte en büyük sorunumuza geldi söz yine!

Öğrencileriyle vedalaştıktan sonra uzun uzun düşündü Güneş Öğretmen. Büyük çarklıların içerisinde olup da akış yönünü değiştirmek imkansızdı. Önce sistemi durdurmak sonra yeni dişliler ilave etmek ya da çıkarmak gerekiyordu. Üzerinde çalıştıkları eğitim sisteminin (öğrenci merkezli) düşünsel ve uygulama alanları uzun bir süredir çalışmaya başlamıştı Dünya’da. Ama bizim ülkemizde bu çalışmaların çok az bir bölümü bazı okullarda kullanılıyor bir çok okulda ise doğru eğitim yöntemleri bilindiği halde kullanılamıyordu.

Tüm Dünya’da yaşanan pandemi dönemi eğitime ara verilmesine, bu çarklıların durmasına da yol açmamış mıydı? Dünya’ya verilen bir mesaj değil miydi bu süreç? Uzaktan eğitimin zorunlu olduğu bu dönemde de öncekinden farklı birçok zorluklar yaşamışlardı. Yüz yüze eğitimin yeri çok farklıydı. Her ikisi de (yüz yüze ve uzaktan) kullanılarak ilerlemek belki de en iyisi olacaktı. Şartların gösterdiği şekilde devam edilirse birçok alanda olduğu gibi eğitimde de bir revizyon (yenilenme) yaşayabilirlerdi.

Güneş Öğretmen yoluna devam edecek, dersi tüm bu konuşmalardan sonra konuyu hiç bilmiyormuş gibi anlatmayı deneyecekti.

Güneş Öğretmenin Denemesi

X + 30 = 55, 64 +2Y = 74

“Derse tahtaya çözümünü yapacağı eşitliği yazarak; şimdi buradaki bilinmeyeni bulmayı öğreneceğiz çocuklar!” diye başlayabilirdi. Ama öyle yapmadı.

Sınıfa girdiğinde yeni uygulayacakları ders anlatım yöntemi için öğrencilerine kısaca bilgi verdi. Her karma sınıfta (her bilgi seviyesinde öğrencinin bir arada olduğu sınıf) olduğu gibi bu sorunun cevabını bilenler de vardı. Öncelikle onları cevabı söylememesi konusunda uyardı. Bilenlerin bilmeyenlere dersin ilerleyen bölümünde katkı olacağını belirtti.

Bu derste denklemlere (eşitliklere) giriş yapacaklardı. Çok kullanacakları x ve y harflerini tahtaya yazdı. Çocukların ilginç bulduğu bu harfler üzerine konuştular biraz. X teriminin nereden gelmiş olabileceği ile ilgili fikirlerini söylediler. Öğrencilerden birçoğu “Latin alfabesi, Roma, Yunan alfabesi” benzeri cevaplar verdiler.

Güneş Öğretmen bu harflerin matematikte kullanımının kesin olarak nereden geldiği bilinmemekle beraber söylediklerinin bir ihtimal olduğunu söyledi. Bir de MÖ 10. Yüzyılda İslam âlimlerinin kullandığı “şey” sözcüğünden gelme olasılığından bahsetti.

X harfine başka nerede rastladıklarını sordu. İlk cevap Röntgen ya da diğer ismiyle X ışınlarıydı. İngilizce kelimelerin birçoğunda bu harfin kullanıldığını hatırladılar. Biraz olsun diğer disiplinlerle bağlantı kurmuş oldular böylece.

X, bilinmeyene verilen isimdi genel olarak. Bir de kendi “bilinmezlerini” sıralamalarını istedi onlardan. İlginç cevaplar gelirse oldukça eğlenceli vakit geçireceklerdi. Öyle de oldu, cevaplar şöyleydi; sınav sonuçları, teneffüse çıktığında ilk kime rastlayacağı, evde ne yemek olduğu, silginin nerede olduğu.

Bunların birden çok koşula bağlı olduğu üzerinde konuştular. Koşulların birden fazla oluşu olasılıkların sayısını artırıyordu.

Bugün derste yapacakları uygulama, tek bir bilinmeyenin çözümü için bağlı olduğu koşullara bire bir uyan bir eşitliğin yazılmasıydı. Matematik dili kullanılarak.

Sonra “Eşitlikler” başlığını tahtaya yazdı. Bunun üzerine soru-cevap tekniğiyle ilerledi. Eğlenceli bir şekilde bir hikâyeyi soru haline getirdi; köyde 3 tavukları olduğunu, her gün 3 yumurta aldıklarını ve 7 günün sonunda 17 yumurtalarının olduğunu söyledi. Sonra da kırılmış yumurtaların sayısını bulmalarını istedi. Bunu bir eşitlik olarak yazmaları için onları çalıştırdı. Birbirleriyle tartışmalarını sağladı. Buna benzer bazı soruları da öğrencilere sordurdu; ben ablamın yaşından 4 yaş küçüğüm ikimizin yaşları toplamı 16 ise benim yaşım kaçtır gibi soruları X bilinmeyenli bir eşitlik olarak yazdırmaya çalıştı.

Derse ara verip hayatta böyle eşitliklerin olup olmadığını sordu.

– Bir pencerenin karşılıklı kenarları birbirine eşittir.

– Yüzümüzün sağ ve sol tarafı birbirine eşittir. (Simetri)

– Annemin her gün verdiği harçlıklar birbirine eşittir.

Bu örnekler üzerinden “matematiksel eşitlik” ile şekil ya da formlardaki “geometrik eşitlik, benzerlik ve simetri” arasındaki fark üzerine konuştular.

Bu farkın önemle üzerinde durması gerekiyordu. Çünkü artık “sayısal eşitlik dünyasının; denklemlerin” içine girmeleri gerekiyordu. Eşitlik söz konusu olduğunda “sosyal eşitlik” kavramı da çok büyük bir yer alıyordu hayatlarında şüphesiz. Öğrenen kişi önceki bilgileriyle örtüştürmeye çalışıyordu yenilerini. Bu yüzden “eşitliğin” kavramsal olarak anlaşılması önemliydi. Matematiksel bir kavram olarak “eşitliğin” diğerlerinden farkı neydi?

Örneğin, 2 kardeşten küçük olana daha küçük harçlık büyük olana daha büyük harçlık vermek “matematiksel bir eşitsizlik” iken ihtiyaçlar açısından bu tam bir “eşitlik” olabiliyordu.

Sahada ne yapabilirlerdi?

Teneffüste bahçede “birbirine eşit” bazı materyaller bulmalarını istedi öğretmen. Öğrencilerden biri tahtadaki tebeşirlerin eşit olduğunu söyledi. Ama tam olarak eşit değildi.

Bir sonraki derste bahçede buldukları cisimlerin matematikteki gibi bire bir eşit olmadıklarını gözlemlediler.

Ancak sayılar ve ölçüler kullanılarak yapılan eşyalar hariç. Çerçeve de olduğu gibi.

Matematiği tam olarak anlamak için eşitlikler üzerine düşündüler. Günlük hayatta bir elmaya eşit olan tek bir şey vardı o da o elmanın aynısı olan bir diğer elmaydı. Doğada bunu bulmak zor hatta imkansızdı.

Matematikteki eşitlik de böyle bir şey miydi?

Bir kalemin eşiti o kalemin aynısı değil miydi? Yani o kalemin yarısı kadar olan 2 kalem onun eşiti olabilir miydi? Boyları kıyaslandığında eşitlik oluyordu fakat kullanılmaya kalkıldığında eşit olamıyorlardı. Büyük kalemle tek bir kişi yazı yazarken ikiye bölünmüş 2 küçük kalemle 2 kişi yazı yazabiliyordu. Bu durumda kalemi büyük olan yazmaya devam edebilirken diğerlerinin kalemleri bitmiş oluyordu.

Tüm bunlarla ilgili çalışmaları bittiğinde matematiğin ayrı bir dil; sayılar dünyasının dili olduğunu görmüş oldular.

Tüm ders boyunca yaptığı şey ilk defa öğrenecek bir öğrenciye göre hiç acele etmeden oldukça çok öğrencinin fikrini almaya çalışmaktı. Bir kısmının da tahtada yazarak çizerek anlatmasına izin verdi.

Soruların her birini öğrencilerin kendi aralarında konuşmaları için bir süre tanıdı.

Şimdi sıra tahtadaki soruyu çözmeye gelmişti. Sınıfın sadece bir kısmı çözmeyi başardı. Büyük bir çoğunluğu yapmadı. Neden yapmadıklarını anlamak için de onlara sorular sordu. Soruyu çözemeyenlerin sebepleri üzerine düşünecek, arkadaşlarıyla toplandıklarında paylaşacaktı.

Soruyu çözemeyen öğrencilerin sebepleri şunlardı:

  1. Yanlış yapmak istememek
  2. Yaptığından emin olamayıp öğretmenin çözmesini beklemek
  3. Çözmeyi deneyip doğru sonucu bulamamak
  4. Çözeceğine güvenememek
  5. Anladığından emin olamamak

Tüm bu maddeler “yanlış yapma çekincesi ve kolaya kaçmak (öğretmenin yapmasını beklemek) olarak özetlenebilir.

Şimdi bunlar üzerinde düşünmesi, arkadaşlarıyla konuşması gerekiyordu.

Son olarak öğretmenimiz tersten giderek tahtaya bir bilinmeyenli bir denklem yazdı. Bunun nasıl bir soruyla özdeşleşebileceğini düşünmelerini istedi. Yani eşitliği yazıp doğru soruyu oluşturmalarını istedi. Tüm bunlar olup biterken sınıfta birkaç öğrencinin cep telefonuyla oynadığını fark etmişti öğretmen. Yanlarına gidip uyarmıştı. Ders bitiminde ikisini de yanına çağıracaktı.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan