Kalan ve giden arasındaki mesafe/uzaklık, kelâmdır, sözdür. Söylenenden çok söylenmeyen, özüne yabancı olan sözde benliğine yenilendir “yengi” sanılan kor içindeki taş. Kent içinde bir gidiş görünür yol ara sıra, kısa ve uzun. Yol aynı yol ve bin bir türlü. Giden ve geri gelen ayrı…
Isırgan otuna bastığım ilk gün, çocuk tenim acıdı, yüreğime dayandı damarlarımdan acısı. Yıllar geçti, nice süre, acısı geçmedi ısıran yaranın, acısı hiç geçmedi! Kıvırcık Ali diyordu ezgi ezgi “Isırgan Otu”, boşa değilmiş kü’sü/müziği, ISIRGAN kan verir, yaşam verir, öğretir ama çok can yakar ve…
“Uyu Memik Oğlan, uyu” diyor Zülfü Livaneli o çok iyi bildiğim, derinliklerden su çıkaran sesiyle ve uykulardan uyanıyor içimdeki erkli/kudretli yeller! Katı, yumuşak bir takım kavramlar içine giriyor el ele mağaraların, adım adım. Adımı, mağaralardan aldım. Benim olduğunu bilmiyor, onun olduğumu duyuyordum içten içe.…
Yüksek tepelerin ardında, Ece Ayhan’ın “Bakışımsız Kedi Kara” diye nitelendirebileceği bir alanda, Steinbeck’in “Cennet Çayırı” olarak adlandırabileceği bir yerde doğdu varlığımın özü. Ben bu yerlerde yabanım, yabancıyım, yabancıydım her zaman. Sıkışık birikimleri deneyim sanmak yaygın bir alışkanlık ve her adımlayışı yol, ilerleyiş sanmak da…
8 Mart Emekçi Kadınlar Günü, 1 Mayıs’ın kadın emeğine karşı uygulanan haksızlıklara karşı ses yükselten bir versiyonu olması açısından çok önemlidir. Günümüzde bile, kendini “çok gelişmiş” olarak gören ülkelerde ve hattâ bu ülkelerin en yüksek en önemli noktalarında olan kadınlara karşı bile(Finlandiya gibi istisna…
“Keşke bulabilsem, gerçekten mutlu olurdum ama keşke…” denebilecek anlarla dolu yaşam. Ama aradığımız gerçekten istediğimizle aynı mı artı istediğimize “inandıklarımız”ı mı istiyor özümüz? Kendine kulak veriyor musun tüm yönleriyle, gerçek anlamda? “Ben kendime değer veriyorum” dediğinde, dibinden doruğuna değin inansan da söylediğine, değer verdiğin…
Atatürk’ün gölgesinde Atatürk’e küfürler saymak usa sığmaz ancak ülkenin gerçeği bu. Yalancılar hâkânını, târihin, esenliğin, barışın savunucusu sayan iblis uşağı bilmezler, Atatürk’ü suçlar, doğayı suçlar, kediyi suçlar, köpeği suçlar, böceği suçlar, tavuğu suçlar ve katleder. Sonra ne mi olur? Yeni yüzyılımızın başlarında tavukları canlı…
“Hep kahır” diyor yeryüzü Cem Karaca’nın yerine. “Barış, barış, barış” diyerek savaş istiyor, savaş için yanıp tutuşuyor yığınlar. Yeryüzü gökyüzüyle birlikte haykırıyor artık: “Yeter, uyanın!” Algılar sağır! Kişinin ahmaklığının gerçekten sınırları yok. Boşuna mı söylemiş Anyştayn (Einstein) “İki kavram sınırsızdır: ‘Evren ve kişinin ahmaklığı’.…
Yoksulluk var yaşamda, başıboşluk, hattâ başıbozukluk ancak kesinlikle ve ne yazık ki Ece Ayhan‘ın, daha çok “Sivil Şiirler” adlı yapıtından anımsadığım türde bir “sivil”, “uygar”, “özgür” başıbozukluk değil; karmakarışık artı tümüyle olumsuz anlamda bir başıbozukluk. Üstelik olandan daha çoğuna gebe yaşananlar, doğum da uzak…
Eğitim bitti, bütünüyle! Nedir eğitim? Davranış geliştirmek mi, bir davranış kalıbına sokmak mı, kendi davranış biçimini geliştirmesini sağlamak mı, ille de davranışlarla ilgili bir kavram mı; yoksa düşünmeyi öğretmek mi? Hangisi olursa olsun ereği/hedefi eğitimin, birçok bireyin ve özellikle de eğitimcinin ortak görüşü, bana göre…